Akif Beki ile geçen dört berbat yıl
.
“24 yıllık gazetecilik hayatımda her hükümetin medya kuruluşları ve medya çalışanları arasında bir ölçüde ayrımcılık yaptığına tanık oldum ama zirveye Erdoğan-Beki ikilisinin birlikte vardıklarını düşünüyorum”
Akif Beki’yi Kanal 7’de çalıştığı zamanlardan tanırım. Muhafazakâr kesimin medya alanında ilk sivrilen isimlerinden biriydi. İyi gazeteciydi. Yönettiği birkaç program ve haber bültenine konuk olarak katılmış ve hiçbirinde pişman olmamıştım. 2002 seçimlerinden kısa bir süre sonra, Erdoğan’ın henüz siyasi yasaklıyken çıktığı Çin gezisinde, Radikal’den Murat Yetkin ile birlikte birbirimizi daha yakından tanıma imkanı bulduk.
2005 başında, Vatan Gazetesi Washington muhabiriyken Akif’in Başbakalık Sözcülüğü görevine atandığını duyduğumda gerçekten çok sevindim. Çünkü bir diğer meslektaşımız Ahmet Tezcan bir şekilde Başbakan ile medya ilişkilerini sorunsuz bir şekilde yürütemiyordu. Bir süre Kanal 7 Washington temsilciliği yapmış olduğu için bize de Batı standartlarını pekala taşıyabilirdi. Bu nedenle 11 Eylül sonrası ABD Başkanı Bush’un sözcülüğünü yapmış olan Ari Fleischer’in kaleme aldığı kitabı, Başbakan Erdoğan ile Washington’a ilk resmi gezisini yapan Akif’e hediye ettim. İşi çok ama çok zordu zira Batı’da liderler olabildiğince az konuştukları için sözcüler çok öne çıkıyordu. Erdoğan tam tersine konuşmayı sevdiği için Akif’in esas görevi onu daha az konuşturmaya çalışmak veya irticalen konuşurken yaptığı hataları telafi etmek olacaktı.
4 yılın bilançosu
4 yılın bilançosunu şöyle çıkartabiliriz:
1) Bir ara sözlü açıklamalar yapan Beki, Başbakan’ı az konuşturmayı başarmanın mümkün olmadığını anlayınca bunlardan vazgeçti;
2) Enerjisinin büyük bölümünü Başbakan’ın hatalarını düzeltmeye ayırdı. Bunu yaparken hep patronunu kollayıp sürekli olarak gazetecileri sorumlu gösterdi. Çetrefil cümlelerle bezediği yazılı açıklamalarında gazetecilik ve ahlak dersleri vermeye kalktı. Bu açıklamalarda hakaretamiz tabirlerle sık sık karşılaştık.
3) Medya çalışanlarıyla eşit ve yapıcı ilişkiler geliştirmeye çalışmak yerine, hükümet imkanlarını kullanarak medya üzerinde tahakküm kurma arzusuna kapıldı. Muhabiri haber müdürüne; haber müdürünü temsilciye; temsilciyi genel yayın yönetmenine; genel yayın yönetmenini de patrona şikayet etmeyi alışkanlık haline getirdi. Her şey bir yana, bu mesleğin temelini oluşturan muhabirlere reva gördüğü muamelenin utanç verici olduğuna tanıklık edebilirim.
4) Başbakan’ın en yakın çevresinde olmanın avantajını uluorta kullarak AKP içinde de kendine geniş bir iktidar alanı açmaya çalıştı. Parti ve hükümet içi iktidar çekişmelerinde aktif olarak yer aldı. Çoğu kez kazandı ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde olduğu gibi bazı durumlarda bariz yenilgilere uğradığı da oldu.
Her gazeteci Başbakan’la görüşmek ister ve her Başbakan her gazeteciyle görüşmek istemez. Sözcünün asli görevi bu karmaşık durumu olabildiğince bir dengeye oturtmaktır. Akif daha işin başında bu zorlu misyona talip olmadı ve örneğin Başbakan’ın uçağına binme imkanını gazetecilere karşı kimi zaman havuç, kimi zaman sopa olarak kullandı. Hoşuna giden yazılar kaleme alan köşe yazarını uçağa alıp ödüllendirdi; hoşuna gitmeyenleri de almayarak cezalandırdı. 24 yıllık gazetecilik hayatımda her hükümetin medya kuruluşları ve medya çalışanları arasında bir ölçüde ayrımcılık yaptığına tanık oldum ama zirveye Erdoğan-Beki ikilisinin birlikte vardıklarını düşünüyorum. Tabii burada demokratik ülkelerde bir benzerine raslanmayan son akreditasyon iptaline özel bir yer açmak lazım. Türk basın tarihine armağan ettiği bu inanılmaz uygulamanın Akif’in görevini bırakmak zorunda kalmasını tetiklemiş olduğu muhakkak. Anladığım kadarıyla Erdoğan yerel seçim sürecinde medyayla kavga etmek, hırçın bir ilişki kurmak istemiyor ve sırf bu yüzden bile Beki ile yola devam etmeme kararı vermiş olması isabetli bulunabilir.
Gazeteciliğe dönecek
Dün TBMM kulislerinde Akif Beki’nin istifasına üzülen tek bir gazeteciyle bile karşılaşmadım. Hatta ayak üstü sohbet ettiğim AKP’li bazı milletvekillerinin de memnun olduğunu gördüm. Tek başına bu ilk tepkiler bile Beki’nin başarılı bir dört yıl geçirmediğini gösteriyor.
Şahsen Akif’in bu işlere hiç bulaşmamış olmasını yeğlerdim. Hem kendisi, hem Erdoğan, hem Türk demokrasisi (medya-iktidar ilişkileri) açısından berbat bir dört yıl yaşandı. Akif şimdi gazeteciliğe dönmek istediğini söylüyor. Fena bir fikir olmayabilir ama hatırlaması için epey bir zamana ihtiyacı olacağını aklından çıkarmamalı.