Adalet istiyoruz
.
Bir ülke, bir toplum bu utançlarla, onlarla yüzleşmeden, onlarla hesaplaşmadan nasıl ve ne kadar yaşayabilir? İşte dünya çapındaki katilimiz, siyasi suikastçımız Mehmet Ali Ağca örneği ortada. Hepimiz tahliyesi nedeniyle Ağca’yı konuşuyoruz. Onun kalleşçe katletmiş olduğu büyük gazeteci Abdi İpekçi’nin adı, sadece Ağca’yı tanımlamak için geçiriliyor. Şu utanca bakar mısınız: Ağca cezaevinden çıktığında, ellerinde İpekçi’nin resimlerini taşıyan kalabalıklar tarafından nefretle protesto edilmek yerine, tıpkı daha önceki “yanlış” tahliyesinde olduğu gibi, yine birileri tarafından coşkuyla, çiçekler ve davul-zurnayla karşılandı.
Hep aynı profil
Kimdir Ağca’yı bağırlarına basanlar? Kimdir onun beş yıldızlı otellerde konaklamasını finanse edenler? “Karanlık” veya “derin” odaklar deyip işin içinden sıyrılmak mümkün değil. Birçok şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Evet odaklar, ilişkiler hayli “derin” ve hayli “karanlık” fakat olayın bir de “sivil” ayağı var. Ağca’yı kahramanlaştıranlarla ülkenin dört bir köşesinde, örneğin Trabzon’da, Edirne’de, İzmir’de, Manisa’da, Kars’ta, İstanbul Dolapdere’de kendilerinden olmayanları linç etmeye kalkanları karşılaştırabilirsek herhalde birçok ortak nokta bulabilirdik. Ortaya çıkacak profil, kuşkusuz 1970’li yıllarda Kahramanmaraş, Çorum gibi illerimizde Alevilerin; 1993’de Sivas’ta Madımak Oteli’nde aydınların katledilmelerine şu ya bu şekilde karışanlarınkiyle epey benzerlikler taşıyor olurdu.
Hrant acısı
İşte Türkiye’nin utancı tam da burada karşımıza çıkıyor: Bu ülkede toplumun bir bölümü, daha az ve daha güçsüz bellediklerine karşı tam bir güruh zihniyetiyle savaş açabiliyor ve genellikle de yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Şahsen Türkiye’de yaşanmış katliamların hemen hiçbirinin vicdanları rahatlatacak ölçüde soruşturulup sorumluların cezalandırılmış olduğunu hatırlamıyorum. Birileri yargılanıyor, hapis yatıyor olsa bile, gerek kendileri, gerekse yakınları maddi açıdan kollanıyor, daha önemlisi, manevi olarak da kendilerine sahip çıkılıyor. Durum böyle olunca yeni linçler, katliamlar için insan bulmak hiç de zor olmuyor.
Bunun ne kadar acı bir gerçek olduğunu, üç yıl önce bugün gördük. O gün, bu ülkenin sevdalısı Hrant Dink dostumuz, kardeşimiz haince katledildi. Tetiği çektirdiği ve onu azmettirdiği söylenen birkaç kişi yargılanıyor. Ama bu soruşturma ve yargılamanın kesinlikle tatminkâr olmadığı gün gibi ortada. Gelinen noktayı Hrant’ın dostlarının kaleme aldığı şu metin çok iyi özetliyor:
“Arkadaşımızı aramızdan aldılar.
Neredeyse üç yılı tamamlıyoruz ve adaletin tecelli etmesine bir nebze olsun yaklaşamadık. Çok zor değil.
Adalet istiyoruz. Planlayanlardan, öldürtenlerden, saklayanlardan, saklananlardan hesap sormak istiyoruz.
Hrant’ı ölüme götüren süreci ve vicdanlara sıkılan kurşunlardan sonrasını unutmuyoruz.
Katili tanıyoruz.
Çok zor değil;
Adalet istiyoruz.”
Evet adalet istiyoruz. Çünkü her duruşmada kendilerinden daha memnun görüntüler sergileyen Ogün Samast, Yasin Hayal ve diğerlerinin birkaç yıl sonra yine çiçeklerle, davul zurnalarla, birer kahraman gibi karşılandığını görmek istemiyoruz.
Adalet istiyoruz çünkü bu gidişat yeni katil adaylarını ve yeni katliamları çok ciddi bir şekilde teşvik ediyor.