Şampiy10
Magazin
Gündem

Güneydoğu’da esas yarış Batman’da

Ruşen ÇAKIR Batman'da...

Yerel seçimlerin kalbi esas olarak Güneydoğu’da atıyor. Diyarbakır’da umduğunu bulamayacağını hesaplayan AKP, DTP’nin elinden başka bir kenti almak istiyor.

AKP Lideri Erdoğan’ın seçim kampanyası kapsamında gerçekleştirdiği her Güneydoğu mitingi ayrı bir olay oluyor. Geçen Cumartesi Diyarbakır’da tatsız olaylar çıkmasından korkulmuştu, olmadı. Önceki gün Van’da, Erdoğan’ın ili terk etmesinin ardından küçük çaplı çatışmalar yaşandı. Dünse Batman’da kelimenin gerçek anlamıyla direkten dönüldü. Zira AKP mitinginin yapıldığı meydandan yürüyerek beş dakika ileride DTP seçim merkezi açılışı yaptı ve buna başkan adayları ve il milletvekillerine ek olarak Leyla Zana ile Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de katıldı. Öyle ki, Erdoğan’ın konuşmasının bitmesinden 15 dakika sonra DTP’liler, çoğunluğunu çocuk ve gençlerin oluşturduğu coşkulu bir kalabalığa seslendiler; yani bir nevi ikinci bir miting düzenlemiş oldular.

Dün Batman’da, 29 Mart yerel seçimlerinin kalbinin esas olarak Güneydoğu’da attığına bir kez daha emin oldum. Emin olduğum bir başka husus da şu: Güneydoğu’da DTP-AKP yarışı esas olarak Batman’da yaşanıyor. Bunun birkaç nedeni var:

1) Diyarbakır mitingi de gösterdi ki AKP’nin burada seçimi kazanbilmesi hayli zor. Nitekim dün Batman’da konuştuğum bazı AKP’liler, büyükşehir olmasa bile bir-iki merkez ilçesinde kazanmalarının başarı olacağını belirttiler. Diyarbakır zor olunca, AKP’liler DTP’nden bir başka ili alıp 22 Temmuz’dan bu yana bir ilerleme kaydettiklerini kanıtlamak istiyorlar. Bu bakımdan akla ilk gelen il Batman.

2) Batman hem Milli Görüş partilerinin, hem de AKP’nin geleneksel olarak etkili olduğu bir il. Burada DTP ve AKP’ye ek olarak Hizbullah da hayli güçlü. Kurucusu Hüseyin Velioğlu’nun memleketi olan Batman’da Hizbullah yanlılarının önemli bir kısmının, tıpkı 22 Temmuz’da olduğu gibi AKP’ye oy verecekleri söyleniyor ki bu hiç de yabana atılmaması gereken bir destek.

3) 2004 yerel seçimlerinde, dosyaları yetiştiremediği için Batman’da aday gösteremeyen AKP bu sefer kentin saygın işadamlarından Ziver Özdemir ile belediyeyi kazanmayı hedefliyor. DTP ise başkan Hüseyin Kalkan yerine, Diyarbakır İl Başkanı Nejdet Atalay’ı aday göstermiş. Her iki adayın kıran kırana bir yarış yürüttüklerini dün çıplak gözle gözleme imkanına sahip olduk.

Kim kazanır?

Evet AKP, Diyarbakır olmasa bile DTP için kale hükmündeki bir başka ili, Batman’ı alarak “Kürt sorununu asıl biz çözeriz” iddiasını güçlü bir şekilde sürdürmek istiyorlar. Peki bu mümkün olabilir mi? AKP’li Mehmet Emin Ekmen belediyeyi 10 bin oy farkla kazanacaklarından çok emin. DTP’liler de değil belediyeyi kaybetmek, oy patlaması yapacaklarını iddia ediyorlar. Bunlar tabii ki her iki partinin “resmi görüşü.” Daha samimi muhabbetlerden sonra hem DTP, hem de AKP’lilerin son ana kadar sonuçtan emin olmadığı sonucunu çıkardım.

Peki Batman’da sandığı esas olarak neler etkiler? Öncelikle “kimlik siyaseti” nin, Batman’da, ilginç bir şekilde Diyarbakır’dan daha fazla öne çıktığını görüyoruz. Nitekim Erdoğan’dan önce konuşma yapan AKP İl Başkanı Ömer El ile aday Ziver Özdemir bu konuda epey laf ettiler. “Kürt halkının Kürt gibi yaşadığı, Kürt gibi konuştuğu” bir ortam vaat eden Özdemir en son olarak kalabalığa Kürtçe hitap etti. Ama DTP’lilerin toplantısında baştan aşağıya Kürtçe konuşulduğu hesaba katılırsa AKP’lilerin biraz epey geride kaldıkları ortada.

Erdoğan da, her ne kadar Kürt sorununu nasıl çözecekleri konusunda somut vaatlerde bulunmasa da Batman’da, Diyarbakır’daki gibi dolambaçlı laflar etmeyip doğrudan DTP’ye yüklendi. Tabii DTP’nin adını yine hiç anmadan. Erdoğan’ın Kürt sorununu “yara”ya benzetip, kendilerinin bunu kapatmak, DTP’ninse deşmek istediği yolundaki sözleri dikkate şayandı.

Batman seçimlerini etkileyecek diğer bir husussa zaten varolan gerginliğin tırmanıp tırmanmayacağı. AKP adayı “kimsenin burnunun kanamayacağı bir seçim süreci” temenni etti. Zaten kamuoyunda DTP’nin kampanya süresince gerilimi tırmandırmak istediği yolunda yaygın bir inanış var. Fakat görüşlerine her zaman öenm verdiğim Batmanlı bir dostum bu konuda çok farklı bir görüş dile getirdi. “DTP bölgede var olduğunu göstermek istiyor, ama olay çıkmasını arzulamıyorlar. Hele cam-çerçeve inmesini hiç mi hiç istemiyorlar. Çünkü böylesi bir durumda esnafın AKP’ye kayabileceğinden haklı olarak endişe ediyorlar” diyen bu kişi yine de DTP yönetiminin tabanı denetlemekte epey zorlandığının da altını çiziyor.

Gerçekten dün Batman’da gördüğüm, kimisi maskeli çocuk ve gençlerin öfke ve enerjisinin kim tarafından nasıl dizginlenebileceğini ve olumlu kanallara akıtılabileceğini bilmiyorum.

Ortada çok ciddi bir zorluk var ve yük sadece AKP’nin değil aynı zamanda DTP’nin de sırtında. Bunun ne kadar farkındalar, bilmiyorum.

Son dakika

Yukarıdaki satırları yazıp yolladıktan sonra, tam Batman’ı terk etmek üzereyken, DTP toplantısından dağılan çocuklardan bir kısmı o hep taşıdıkları belli olan öfkelerini fırlattıkları taşlar aracılığıyla ifade ettiler ama neyse ki büyümeden ortalık yatıştı.

Yazının devamı...

AKP’yi sarsacak dört muhalefet tarzı

Bundan 20 yıl önce, dönemin tek başına iktidar partisi olan ANAP yerel seçimlere hayli iddialı girmiş ve büyük bir hüsrana uğramıştı. O tarihten itibaren de ANAP kendini toparlayamadı ve bugün yok olma noktasına geldi. Tarih 20 yıl sonra tekerrür eder mi? ANAP gibi epey güçlü olan AKP benzer bir başarısızlık yaşar mı?

Sanmıyorum. 29 Mart’ın AKP için “sonun başlangıcı” olabileceğine dair elimizde herhangi bir işaret yok. Hatta iktidar partisinin, gerilemek bir yana oy oranını artırması da kuvvetle muhtemel.

Bununla birlikte iktidar partisinin, bu seçim döneminde etkisi daha sonra, örneğin ilk genel seçimlerde ortaya çıkacak çok ciddi, hatta öldürücü yaralar aldığını düşünüyorum. Çünkü belki de ilk kez, AKP’nin rakipleri, daha doğrusu rakip partiler içindeki bazı kişiler, ayakları yere basan, “sahici” ve sarsıcı muhalefet stratejileri geliştiriyorlar. Sırayla gidelim:

1) Dosyalı yolsuzluk takipçisi Kemal Kılıçdaroğlu:

1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nin patlama yapmasının temel nedenlerinden biri yolsuzluğa bulaşmamış ve buna karşı etkili bir şekilde mücadele edeceği şeklindeki imajıydı. RP’nin bu stratejisinin tutmasında merkez sol belediyelerin yolsuzluk batağına batmış olmaları da epey yardımcı olmuştu. İşte Kılıçdaroğlu 15 yıl sonra bu oyunu tersine çeviriyor ve AKP’yi kendi silahıyla vuruyor. Şaban Dişli, Dengir Fırat ve Melih Gökçek karşısında elde etmiş olduğu somut başarılar gittiğin yolun doğru olduğununun kanıtı. Fakat bunlar tek başına yeterli değil ve son Mehmet Sevigen olayında da görüldüğü gibi kendi partisi de aynı dertten muzdarip. Eğer CHP, Kılıçdaroğlu’na gerçekten yardımcı olabilirse ve yolsuzluğun yanısıra yoksulluğa karşı da etkili projeler geliştirebilirse AKP’yi epey zor durumda bırakabilir. Kılıçdaroğlu’nun, seçilemese bile, partisini oylarını belirgin bir şekilde artırması AKP için alarm anlamına gelecektir.

2) Becerikli belediyeci Mansur Yavaş:

Ankara Beypazarı’nın MHP’li Belediye Başkanı Mansur Yavaş, yerel yönetim konusunda pek parlak bir sicili olmayan partisinde bir istisna yaratarak küçük çaplı bir efsane haline gelmişti. MHP Lideri Bahçeli ilk bakışta riskli gözüken ama zamanla çok akılcı olduğu anlaşılan bir adımla Yavaş’ı Ankara Büyükşehir’e aday gösterdi. AKP (daha önce de RP ve FP) MHP’nin yerel yönetimlerdeki beceriksizliğini hep suiistimal etmiş ve “sola karşı oylar bölünmesin” sloganıyla MHP tabanından bol miktarda ödünç oy devşirmişti. Gökçek’in ne zamandır CHP adayı Karayalçın’dan çok Yavaş’a karşı bir kampanya yürütüyor olması Yavaş’ın çıkışının bu ksır döngüyü yıkmaya aday olduğunu gösteriyor. Yavaş’ın seçilemese bile, partisini oylarını belirgin bir şekilde artırması AKP için ikinci bir alarm anlamına gelecektir. Hele Gökçek sırf MHP yüzünden CHP’ye karşı kaybederse bu hem kendisi, hem partisi için gerçek bir yıkım olur.

3) Solcu İslamcı Mehmet Bekaroğlu:

Kimilerine göre AKP’yi yıkabilecek yegane parti olan SP aslına bakılırsa ülke genelinde çok sakin ve yumuşak bir kampanya yürütüyor, İstanbul’da Bekaroğlu hariç. Son on yılda Türk siyasi hayatının tanıdığı en ilginç, çalışkan ve değerli isimlerden biri olan Bekaroğlu, medyanın tüm kesimleriyle varolan iyi ilişkilerini de sonuna kadar kullanıyor ve belki SP’lileri de ürkütecek boyutta, İslamcılığın temel ilkelerinden olan “sosyal adalet” i söyleminin omurgasına oturtuyor. Dünkü basın toplantısıyla, yolsuzluk alanına da giren Bekaroğlu’nun “solcu” çıkışları, bu partiden gelebilecek olan dinsel temelli itirazlara karşı kendini hazırlamış ve Davos’u kendine kalkan etmiş olan AKP’yi ve Erdoğan’ı epey rahatsız ediyor.

4) Kürtçe kozuna sahip çıkan Ahmet Türk:

DTP Lideri Türk’ün TBMM Grubu’ndaki konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapmış olmasının AKP’nin Güneydoğu’ya yönelik birçok planını bozduğu açıktır. İktidar partisi, DTP’nin PKK’nın gölgesinden kurtulamayıp bir türlü somut projeler üretememesinden, hatta Kürt sorunuyla ilgili reformlara (örneğin TRT 6’ya) mesafeli durmasından hayli memnundu. Böylece “bunların derdi Kürt sorununu çözmek değil, sadece Öcalan’ı ve diğer PKK liderlerini kurtarmak” şeklinde propaganda yapabiliyorlardı. Fakat Ahmet Türk, Bahçeli ile tokalaşmaktan sonra DTP’nin en (belki de tek) anlamlı çıkışını yaparak AKP’nin bocalamasına yol açtı.

Eğer CHP, MHP, SP ve DTP muhalefetlerini bu kanallardan akıtmayı sürüdürlerse 29 Mart’ta olmasa bile sonraki seçimlerde AKP’nin yükselişini hep birlikte durdurabilirler.

Yazının devamı...

Hayırlara vesile oldu

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün dün grup konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapmış olması, her ne kadar akla ilk olarak 1991’deki Kürtçe yemin olayını getirse de, çok ciddi bir krize yol açmadı. Örneğin TBMM Başkanı Toptan, Türk’ün davranışını tasvip etmemekle birlikte yaptırıma gerek olmadığını söyledi. CHP Sözcüsü Mustafa Özyürek de Türk’ün tavrından çok Meclis TV’nin yayını yarıda kesmesini, “sansür” olarak niteleyip eleştirdi. MHP’liler, Türk’ün bu hareketinin asıl sorumlusu olarak TRT 6’yı devreye sokan AKP hükümeti ve Başbakan’ı göstermekle birlikte çok sert protesto yoluna -en azından şimdilik- girmediler.

İlk tepki ve tartışmalardan şu sonuçları çıkarabiliriz:

1) Kürtçe konuşmanın yasal mevzuatı tam olarak net değil.

2) TBMM örneğinde olduğu gibi, yasalara birebir uygun olmasa da Kürtçe konuşma toplumun büyük bir bölümü tarafından “meşru” görülüyor.

3) Türk’ün niyeti ve beklentisi neydi bilemiyoruz ancak sonuçları itibariyle bu hareket hayırlara vesile oldu ve 1991’den bu yana ülkemizin olumlu anlamda hayli yol almış olduğunu gözler önüne serdi.

DTP’nin TRT 6 çelişkisi

Olayın yerel seçimlerle ilgili boyutuna bakacak olursak şu soruyu sormak şart: 22 Temmuz’dan bu yana TBMM çatısı altında “provokasyon” olarak nitelenebilecek adımlardan özenle uzak durmuş olan DTP’liler ve özellikle de Ahmet Türk dün niye böyle bir çıkış yapma ihtiyacı hissetti? Türk, Kürtçe konuşmasının amacını “dillerin kardeşliği” ne vurgu yapmak olduğunu söyledi ancak “Başbakan Kürtçe konuşuyor. Ben neden konuşmayayım ki!” demeyi de ihmal etmedi.

Bu açıklama iki çelişkili noktayı açığa çıkarıyor:

1) DTP’liler TRT 6’nın Kürtçe yayın yapmasından, bu dil üzerindeki yasakların kalkması anlamında memnunlar ve açılan bu yolda, örneğin TBMM’de Kürtçe konuşarak, daha ileri gidilmesi için uğraş veriyorlar.

2) DTP’liler TRT 6’dan, AKP’nin elinde bir propaganda malzemesi olması nedeniyle rahatsızlar ve olayı daha ileri noktalara taşıyarak hükümeti sıkıştırmak, onu “çifte standart” içinde göstermek ve hata yapmaya zorlamak istiyorlar. Bu bakımdan Meclis TV’nin yayını kesmiş olması DTP’nin işine yaramışa benziyor.

Düne kadar yerel seçim kampanyası, CHP’nin gündeme getirdiği yolsuzluk iddiaları, Davos olayı ve Erdoğan’ın Doğan Grubu’na yönelik suçlamalarının gölgesinde geçiyordu ve açık söylemek gerekirse çok da fazla heyecan vermiyordu. Bu açıdan Türk’ün dün “kampanyaya Kürt aşısı” yaptığını söyleyebiliriz. Zaten 29 Mart seçimlerinin kalbinin İstanbul ve Ankara’ya ek olarak, hatta belki de bu illerden de fazla, Güneydoğu’da, özellikle Diyarbakır’da attığını biliyorduk. Dolayısıyla Türk’ün, AKP’nin Cumartesi günkü Diyarbakır mitinginden (ki burada Erdoğan az da olsa Kürt sorununa değindi ve yine Kürtçe olarak ‘TRT 6 hayırlı olsun’ dedi) sonra ilk fırsatta bu çıkışı yapmış olması herhalde raslantı değildir.

Peki bu aşı tutar mı? AKP’nin, DTP’nin kendisini çekmek istediği mindere gelip gelmeyeceğini kısa sürede, en azından Cumartesi günü yapılacak olan Batman ve Siirt mitinglerinde anlarız. CHP ve MHP’ye gelince: Bu iki parti 22 Temmuz’da kampanyalarını “terör ve bölücülüğe karşı mücadele” temeline oturtmuşlardı ve hüsrana uğradılar. Bu sefer herhalde aynı hatayı tekrarlamayacaklardır. Eğer böyle olursa, Türk’ün dünkü çıkışının, Kürtçe konuşmanın normalleşmesine katkıdan öteye siyasi sonuçları olmayacağını düşünebiliriz.

Yazının devamı...

Erdoğan’ın kaleyi fethetmesi hiç de kolay olacağa benzemiyor

Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanmayı 2004 yerel seçimlerinde çok istemişti. AKP seçim minibüsleri Erdoğan’ın “Diyarbakır’ı Büyük Ortadoğu’nun merkezi yapacağız” sözleriyle dolaşıyordu. İstasyon Meydanı’ndaki mitingde coşkulu bir kalabalık toplanmıştı, ancak AKP lideri konuşmasında Kürt sorununa doğrudan hiç değinmemişti. Sonuçta Osman Baydemir AKP adayı Mücahit Can’a fark atarak başkan seçildi.

Erdoğan 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde de Diyarbakır’a özel bir önem atfetti. Yine İstasyon Meydanı’nda, bu sefer daha kalabalık ve daha coşkulu bir kitle karşısında Erdoğan yine Kürt sorununa az değinip ağırlığı bölgeye götürdükleri ve götürecekleri hizmetlere vermişti. Sonuçta AKP oylarını epey yükseltti ancak sonradan DTP’ye geçecek bağımsız adayların gerisinde kaldı.

Erdoğan 23 Temmuz’dan itibaren neredeyse ilk hedef olarak yine Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni gösterdi. Baydemir’in “kaleyi teslim etmeyiz” açıklamasıyla iyice tırmanan rekabet giderek bir gerginliğe dönüştü. Erdoğan’ın 21 Ekim 2008 günündeki kışkırtıcı ziyaretiyle bu gerginlik çatışmaya dönüştü.

Bütün bunlara, günlerdir yapılan tehditle karışık boykot çağrıları eklenirse AKP’nin dünkü mitinginin ne derece anlamlı olduğu daha iyi ortaya çıkacaktır. “Peki dünkü miting bu anlama uygun bir şekilde gerçekleşti mi?” diye sorulacak olursa buna cevabım “hem evet, hem hayır” ya da “kısmen evet, kısmen hayır” olacaktır.

Derinlikli konuşma

Son beş yılda Erdoğan’ı aynı meydanda her üç mitingde de dinlemiş biri olarak bunların en zayıfının dünkü olduğunu söyleyebilirim. Ancak önceki iki miting belirgin birer barış atmosferinde yapılmıştı, yani mitinglere katılımın engellenmesi yolunda kampanyalar yoktu. Hele 22 Temmuz öncesi AKP “derin devlete kafa tutan parti” olarak bölgede epey ilgi görüyordu. Yine dünkü mitingin hayli elverişsiz hava koşulları altında gerçekleştirilmiş olduğu da hesaba katılırsa toplanan kalabalığı başarı olarak görebiliriz.

Mitinge katılıma ek olarak en çok merakla beklenen hususlardan biri Erdoğan’ın yapacağı konuşmaydı. 2004 ve 2007 mitinglerine kıyasla daha siyasi ve derinlikli bir konuşma yaptı Erdoğan. Her biri eninde sonunda “kardeşlik, bir arada yaşama” temalarına vurgu yapan ve bu değerlerin güçlenmesine katkıda bulunabilecek mesajlar verdi.

Kelimelerimi olabildiğince dikkatlice seçerek -zira çok kırılgan bir alana girmiş bulunuyoruz- Erdoğan’ın konuşmasının seçimlere nasıl bir etkisi olabileceğini yorumlamak istiyorum. Dün “ülkenin Batısında” Erdoğan’ı ekranlardan izleyenlerin ya da söylediklerini bugün gazetelerden okuyanların önemli bir kısmı kendisini, tıpkı benim gibi takdir etmiş olmalı. Ancak Diyarbakır seçmeninin büyük bölümünün kendisinden beklediği konuşmanın bu olduğunu sanmıyorum. Onlar “hizmetler”e ek olarak Kürt sorunu konusunda yeni ve somut açılımlar, örneğin Nevruz’un resmen bayram ilan edilmesini umuyorlar. Kısacası, dün bir kez daha ülkenin iki ayrı bölgesinin temel hassasiyetlerinin giderek nasıl ayrışmakta olduğuna üzülerek tanıklık ettim, ettik.

Toparlayacak olursak, dün Diyarbakır’da AKP’nin kaleyi nihayet fethedebileceğine dair pek fazla işaret göremedim. Artık Kutbettin Arzu başta olmak üzere AKP’li adayların performanslarına ve Erdoğan’ın Mardin, Van, Siirt, Batman gibi illerde düzenleyeceği mitinglere bakacağız.

Birkaç miting notu

Dün 12. mitingini yapan Erdoğan’ın enerjisine hayret edenlere bir de Emine Erdoğan’a bakmalarını salık veririm. Bildiğim kadarıyla Bayan Erdoğan yurtdışında olduğu zamanlar dışında tüm mitinglere katıldı ve bunlarda hiç de geri planda kalmadı. Dünkü mitingi izleyenler arasında Erdoğan çiftinin küzük kızı Sümeyye ile dünürleri dünürü, gazeteci Sadık Albayrak da vardı.

Dünkü yazımda medyanın mitinglere ilgi göstermediğini yazmıştım ve aynı gün Diyarbakır’da meslektaşlarım tarafından tekzip edilmekten memnun oldum. Dört gazetenin Ankara temsilcisi, EnisBerberoğlu (Hürriyet), Murat Yetkin (Radikal), Mustafa Ünal (Zaman) ve Adem Yavuz Aslan (Bugün) Ankara temsilcileri kendi imkanlarıyla Diyarbakır’a gelirken, Başbakan’ın uçağına çok sayıda gazeteci alınmıştı. İşte gözüme çarpanların bazıları: Ekrem Dumanlı (Zaman), İsmail Küçükkaya (Akşam), Erhan Başyurt (Bugün), Hasan Karakaya (Vakit), Nuri Elibol (Türkiye), Emre Aköz (Sabah), Nasuhi Güngör (Star), Sabrina Tavernise (New York Times), Christopher Torchia (AP). Bu arada Akif Beki de dün, gazeteciliğe döndükten sonra ilk AKP mitingini izlemiş oldu.

Başbakan’a çok sayıda bakan (Beşir Atalay, Mehdi Eker, Recep Akdağ, Veysel Eroğlu, Ertuğrul Günay), Genel Başkan Yardımcısı (Abdülkadir Aksu, Necati Çetinkaya, Haluk İpek, Hüseyin Tanrıverdi) eşlik ediyordu. Ama bence en dikkat çekici isim AKP’nin eski ikinci numarası Mir Dengir Fırat’tı.

Yazının devamı...

Gördüğüm en sönük AKP mitingi

Seçim kampanyalarında mitinglerin yeri ve önemi nedir? Her seçim döneminde bu soru sorulur ve alanları doldurabileceğini düşünen partiler mitingleri kampanyalarının merkezine alırken diğerleri “artık mitinglerin anlamı kalmadı” derler. Bu seçimde de aynı olay yaşanıyor, fakat önemli bir farkla: 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi mümkün olduğunca alanlara çıkmaya çalışan CHP ve MHP bu kez daha tutuklar ve meydanı, düne kadar 11 miting düzenleyen AKP’ye bıraktılar. Nitekim AKP lideri Erdoğan da her mitingde bu durumu ele alıyor ve muhalefeti “siyasetin er meydanı” olarak tanımladığı miting alanlarından kaçmakla suçluyor.

Aynı tartışmanın bir benzeri gazeteciler arasında da yaşanıyor. Mitinglerde, görevlendirilmiş muhabirleri, foto muhabirlerini, kameramanları ve de liderlerin uçağına binip gelmiş yazarları saymazsak gazeteci görmek neredeyse imkansızdır. Birçok meslektaşımız, siyasetin nabzını miting meydanlarında tutmayı çoktan bıraktı ya da kendi yorumlarına göre “aştı”. Çünkü bir mitingi yerinden değil de televizyondan izlemenin yeterli, hatta daha iyi olacağını düşünüyorlar.

Bense aynı kanıda değilim. Dün RP ve FP, bugünse AKP’nin, bu arada diğer partilerin de olabildiğince çok mitingini izlemeye çalışıyorum ve her gittiğim mitingde yeni insanlar tanıyor, yeni şeyler öğreniyorum. Örneğin dün Sakarya Kent Meydanı’ndaki mitingin, bugüne kadar izlediğim onlarca AKP mitinginin en sönüğü olduğunu söyleyebilirim.

Aslında başlangıçta her şey AKP’liler için çok iyiydi. 2004 yerel ve 2007 genel seçimlerindeki Sakarya mitinglerinden -ki her ikisini de izlemiştim- bariz bir şekilde daha büyük bir kalabalık vardı. Sakarya’nın geçmişte Milli Görüş’e, son dönemde de AKP’ye gösterdiği geniş ilgi ve bu seçimlerde en iddialı partinin yine AKP olduğu düşünülürse bu da çok doğaldı. Fakat sonradan birçok şey değişti. Hem Erdoğan gecikti, hem de hava çok kötü bozdu. Sonuçta Erdoğan’ı izlemeye gelmiş olanların önemli bir bölümü şiddetli yağmur altında çok fazla duramayıp meydanı boşalttı ve AKP lideri de konuşmasını kısa kesmek durumunda kaldı.

Çekişmeli yarış

Konuştuğum bazı AKP’liler durumu tamamen hava koşullarına bağladılar ve bir “talihsizlik” olarak nitelediler. Olabilir. Ne var ki önceki Pazar günü Sakarya’ya komşu Kocaeli’nde de AKP mitingi yoğun yağmur altında yapılmış, çok az kişi meydanı terk etmiş, geri kalanlarsa liderleriyle birlikte “beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” diye slogan atmışlardı. Ardından Erdoğan Nevşehir’de kar altında coşkulu bir kalabalığa hitap etmiş ve bu mitingin görüntüleri ülke çapındaki AKP’lileri daha da coşturmuş ve AKP muhaliflerinin de moralini iyice bozmuştu.

Bütün bu örnekleri düşününce dünkü Sakarya mitingi daha fazla anlam kazanıyor. “Neden böyle oldu?” sorusunun cevabını bilmiyorum. Mutlaka bunun hem genel, hem de Sakarya’ya özgü bazı nedenleri vardır. Ancak şundan eminim: Her bir miting konusunda titizlenen ve öteden beri Sakarya’ya apayrı bir önem veren Erdoğan’ın “yağmur yağdı böyle oldu” açıklamalarına itibar etmeyecektir.

Erdoğan dün Sakarya’da zaten kısa tuttuğu konuşmasında fazla yeni bir şey söylemedi. Ancak bildiğim kadarıyla ilk defa bir mitingde Davos olayını vatandaşlardan önce bizzat kendisi dile getirdi. AKP Liderinin dün “milli hassasiyetleri” öne çıkarmasında Sakarya’daki çekişmeli yarışın payı yüksek olsa gerek. Şöyle ki iktidar partisi Sakarya’yı 15 sene yöneten Aziz Duran yerine Zeki Toçoğlu’nu Büyükşehir’de aday gösterdi, onun karşısındaki en iddialı isimse öz amcaoğlu Enver Toçoğlu. 2004’te DYP’den aday olup ikinci gelen eski sendikacı Enver Toçoğlu bu kez MHP’den aday.

Yazının devamı...

Saadet Partisi 29 Mart’ta ne yapar?

Yıllardan beri Türk siyasetinde garip bir çelişki yaşanıyor. AKP’nin aslında hâlâ Milli Görüşçü, yani İslamcı olduğuna, takiyye yaptığına inanan bazı çevreler, bu partinin yükselişini durdurmak için Milli Görüş’ün alenen devamı olan Saadet Partisi’ne (SP) büyük önem atfediyorlar. Özellikle 22 Temmuz 2007 genel seçimleri öncesi SP’nin AKP’ye emanet etmiş olduğu kemikleşmiş oylarını geri alacağına inananlar çoktu. Zira 2002 genel seçimlerinde oyların ancak yüzde 2.5’ini alabilen SP, 2004’te il genel meclisi seçimlerinde yüzde 4, belediye başkanlıkları seçimlerindeyse yüzde 4.78 oya ulaşmış, diğer bir deyişle yükselişe geçmişti. Fakat 22 Temmuz SP için tam bir hayal kırıklığı oldu, oy oranı 2002’nin de gerisine düşüp yüzde 2.34’te kaldı.

29 Mart yaklaşırken genel panoramaya bir göz atalım: CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözcülüğünü yaptığı yolsuzluk iddiaları bir kenara bırakılacak olursa fazla varlık gösteremiyor. Yerel seçimlerde geleneksel olarak etkili olamayan MHP bu sefer de, birkaç istisna dışında düşük bir profil izliyor. DSP’nin durumu malum. ANAP, DP gibi “merkez sağ” partiler de devre dışı sayılır. Geriye bir tek Güneydoğu’da DTP ve Milli Görüş’ün güçlü olduğu bölgelerde SP kalıyor.

DTP’yi bir kenara bırakıp SP’ye odaklandığımızda bu partinin bazı avantajları dikkatimizi çekiyor:

1) 2004’de görüldüğü gibi SP, Refah Partisi belediyeciliğinin mirası ve o dönem belediye başkanlığı yapmış bazı isimler sayesinde, yerel seçimlerde kendi ortalamasının üstünde oy alabiliyor.

2) Numan Kurtulmuş’un nihayet genel başkanlığa getirilmesiyle SP belli bir dinamizm yakalayabildi.

3) AKP, CHP ve MHP’nin yeni, parlak ve dikkat çekici isimler bulmakta zorlandığı bu seçimlere SP, kendi çapına göre hayli ilginç ve iddialı isimlerle girebiliyor.

Kurtulmuş faktörü

Ancak bütün bunların yeterli olabileceğini düşünmüyorum. Her şeyden önce Kurtulmuş aradan geçen kısa sürede kamuoyunda hep olumlu izlenimler bıraktı ancak henüz “Erdoğan’ın alternatifi” pozisyonuna gelebilmesi için çok erken. Öte yandan, ne kadar fedakâr bir tabanı ve disiplinli bir örgütü olursa olsun, SP’nin imkanları AKP’ninkinin yanında devede kulak gibi kalır. Son olarak, muhafazakâr camiada uyanan Filistin duyarlığını da AKP Lideri Erdoğan bilinçli bir stratejiyle kendi lehine çevirebildi. Hele Davos olayından sonra birçok Milli Görüşçünün en azından “bir kere daha Tayyip” diyeceğini düşünebiliriz.

Bütün bunların ötesinde SP’nin önünde iki devasa engel bulunuyor:

1) Kurtulmuş’un bu konuda ciddi bir hazırlığı olduğunu biliyoruz ama Milli Görüş hareketi, dolayısıyla SP 21. yüzyıla özgü yeni bir ideolojik-siyasi perspektif geliştirebilmiş değil. FP’nin de kapatılması ve AKP’nin hayli gerisine düşülmesinin getirdiği şokla Soğuk Savaş dönemi İslamcılığına çark eden Milli Görüşçüler henüz “bugünün ve geleceğin sesini” oluşturamadılar.

2) Her ne kadar AKP’ye asla Milli Görüşçü denemezse de bu partinin geçmişiyle bütün bağlarını kopardığı söylenemez. Daha önemlisi, Milli Görüşçülerin büyük çoğunluğu, bütün itiraz, eleştiri ve kızgınlıklarına rağmen AKP’yi kardeşleri (daha doğrusu çocukları) gibi görmeye, Erdoğan’a da muhabbet duymaya devam ediyorlar. Yani SP’lilere “ikinci partiniz ne?” diye sorulsa ezici bir çoğunluk kesinlikle AKP diyecektir.

Sonuç olarak, SP’nin 29 Mart’ta, beş yıl önce olduğu gibi yüzde 5 civarında bir oy alması şaşırtıcı olmayacaktır. Böylesi bir oran AKP’yi de çok fazla rahatsız etmez.

Kısacası, AKP’yi düşüşe geçirecek yegane gücün SP olduğuna inananlar yanılıyorlar. Bana göre SP, AKP’nin ayağına ilk çelmeyi takacak parti değil de eğer bir gün AKP yere düşerse bu durumdan en fazla yararlanacak parti olacaktır. O günün 29 Mart olduğunuysa düşünmüyorum.

Yazının devamı...

Erdoğan’ı dinlemeye değil görmeye geliyorlar

“İnsanlar söyleyeceklerini dinlemekten ziyade Başbakan’ın kendisini görmeye geliyorlar.” Erdoğan’ın yakın çevresinden bir ismin yaptığı bu tespitin doğru olduğunu anlamak için dün Samsun Cumhuriyet Meydanı’ndaki mitingi izlemek yeterliydi. Öyle ki Erdoğan konuşmasını bitirip kürsüden inmesine rağmen kalabalığın büyük kısmı alanı uzun süre terk etmedi. Çok sayıda AKP taraftarı Erdoğan’ı daha yakından görmek için otobüsünün etrafına doğru yöneldi ve küçük çaplı bir izdihama yol açtı. 2004 yerel ve 2007 genel seçimlerinde çok sayıda AKP mitingi izledim, benzer sahnelere defalarca şahit oldum ama bu sefer durumun daha farklı olduğunu söyleyebilirim. Daha önce birkaç kez ifade ettiğim gibi, 22 Temmuz öncesi ve sonrası yaşanan bazı gelişmeler (Gül’ün Köşk’e çıkması, Şener’in partiyi terk etmesi, Arınç’ın TBMM Başkanlığı’nı bırakması...) nedeniyle AKP ne zamandır bir “Tayyip Erdoğan partisi” ne dönüşmüş durumda. Nitekim Erdoğan’ı yıllardır takip eden ve önceki gün Sinop mitingini izlemiş olan meslektaşım Ergun Aksoy da Samsun’da ilk karşılaştığımızda aynı yorumu yaptı. Geçen Pazar Kocaeli’nde yağmur altında AKP Liderini dinleyen binlerce kişinin de “AKP’li ve AKP’ci” olmaktan çok “Erdoğancı”, daha halk ağzıyla “Tayipçi” olduğunu düşünüyorum. Şu ana kadarki konuşmalarına baktığımızda AKP Liderinin stratejisinin dört ayağı olduğunu söyleyebiliriz:

1) Muhalefeti ve özellikle CHP’yi aciz göstermek: Erdoğan seçime 41 gün kalmasına rağmen hiçbir rakibinin meydanlara çıkamadığını hatırlatıyor ve onları hiçbir somut proje üretemeyip “çamur siyaseti” yapmakla suçluyor.

2) Medyaya yüklenmek: Erdoğan daha 1994’de İstanbul’da adayken büyük medyanın saldırılarının kendi işine yaradığını gördü. Sürekli olarak halkın medyaya karşı güvensizliğini hem tahrik edip hem de bundan geniş ölçüde istifade etti. Bu seçimde de aynı çizgiyi izliyor. Örneğin “dar alanda siyaset” yapmakla suçladığı CHP’nin “yandaş medya” tarafından kontrol edildiğini söylüyor. Dolayısıyla siyasi rakiplerinden çok bazı medya kuruluşlarını hedef tahtasına oturtuyor. Dün Samsun’da, bir zamanlar yaptığı gibi, hükümetini eleştiren medyaya bir nevi şantaj yapmaktan geri durmadı. “Bize saldırıyorlar çünkü bunların hortumlarını kestik. Bunlarda her tür suiistimal var. En sonunda bana onları da açıklatacaklar. Beni o noktaya doğru sevk edersen bunu söylerim. Bundan da rahatsız olma” diyen Erdoğan’ın bu temayı kampanya boyunca sürdürmesi şaşırtıcı olmaz.

3) İcraatını öne çıkarıyor: Erdoğan’ın son günlerde tırmanan yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılık iddialarından hayli rahatsız olduğu kesin. Fakat dün Samsun’da bunların hiçbirini somut olarak ele almadı ve cevap vermedi. Bunu da “bunların iftiralarına cevap yetiştirmeye kalksak bu hizmetleri yapamazdık” diye açıkladı. Ondan sonra da her seçim mitinginde olduğu gibi, yaptıklarını ve yapacaklarını çok detaylı bir şekilde anlattı. Zaten AKP’nin bu seçimdeki iki temel slogandan biri “işimiz hizmet, gücümüz millet.”

4) Hedefini yüksek tutuyor: Davos’un verdiği moralle tam anlamıyla coşan AKP Lideri sık sık “milli hassasiyetler”e ve Türk tarihine atıfta bulunuyor. AKP’nin bu seçimdeki ikinci sloganı olan “Sen Türkiye’sin, büyük düşün”ü gittiği her ile uyarlıyor. Erdoğan 29 Mart seçimlerinde de çıtayı adım adım yükseğe çekiyor. 22 Temmuz’da yüzde 47 almaları üzerine muhalefetin “ama yüzde 53 karşınızda” dediğini hatırlatan AKP Lideri şöyle devam etti: “Eminim ki halkımız onlarla hangi dilden anlıyorlarsa o dilden konuşacak. Bu seçimde onlara ’yüzde 47’yi de mi beğenmediniz? Alın size’diyecek.”

Evet Erdoğan bu seçimlerde hedeflerinin yüzde 47’yi aşmak, dolayısıyla yüzde 50’lere ulaşmak olduğunu ilk kez dolaylı da olsa ifade etti. “Yüzde 50’yi aşabilir mi?” sorusunu daha önce de tartışmıştım. Şimdilik şunu söyleyebilirim: Kocaeli ve Samsun’da tanık olduğum görüntüler bu eşiğin imkansız olmadığını bana gösterdi. Bakalım kalan 40 günde nelere tanık olacağız.

Yazının devamı...

Dört adrese beş mesaj

Genelkurmay’ın, Cuma günkü haftalık brifingi beklemeden böylesine kapsamlı ve sert olarak nitelenebilecek bir açıklama yapmasının önde gelen nedeni, Radikal Gazetesi’nin Çarşamba ve Perşembe günü İbrahim Şahin’in ifadcesini yayınlaması olsa gerek. TSK böyle bir çıkışla Radikal’ın söz konusu yayını sürdürmesinin ve diğer medya kuruluşlarının aynı haberi kullanmasının önünü almak istemiş olabilir. Eğer TSK komuta kademesinin böyle bir amacı varsa, muhtemelen buna ulaşamayacaktır. Mahkemeler özel bir yayın yasağı getirmediği sürece, Şahin’in ifadesinde haber boyutu olduğunu düşünen medya kuruluşları herhalde yayınlarını sürdüreceklerdir.

Dünkü açıklamayla Şahin’in TSK’nın değişik kademeleriyle ilişkisi olduğu, hatta kendisinin onlar tarafından görevlendirildiği yolundaki ifadeleri, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde yalanlandı. Fakat bu sefer Şahin’in neden böyle konuşmuş olduğu sorusu yanıtlanmayı bekliyor. Eğer TSK ile herhangi bir ilişkisi yoksa -ki Genelkurmay “kesinlikle yok” diyor- Şahin neden yalan söylüyor? Birileri Şahin’i kandırmış olabilir mi? Eğer böyleyse bu kişiler kim?

Taşan bardak

Kuşkusuz dünkü açıklamayı sadece Radikal Gazetesi’nin Şahin haberleriyle açıklayamayız. Şahin’in ifadelerinin, öteden beri Ergenekon ile ilgili belge ve bilgileri yayınlayan bazı gazeteler yerine, bu konuda daha az öne çıkmış olan Radikal’de yayınlanmış olmasıyla TSK’nın sabrının taştığı anlaşılıyor. Bu bağlamda “ifadeyi basına sızdıran veya servis edenler” tabiri kilit bir öneme sahip. Zira TSK uzun bir süredir bir yıpratma kampanyasıyla karşı karşıya olduğunu, bunun Ergenekon soruşturmasıyla birlikte zirveye çıktığını düşünüyor ve bütün bunları oldukça organize ve sistemli bir şekilde yürütüldüğüne inanıyor.

Açıklamanın en dikkat edilmesi gereken bölümü hiç kuşkusuz son paragrafı. Burada önce TSK’nın, “gelişmeleri büyük bir dikkatle yakinen izlemekte” olduğu ve “kendisini tahrik etmek isteyenlerin amaçlarına hiçbir zaman alet olmayacağı” belirtiliyor ve nihayet en çarpıcı cümle geliyor: “TSK, emir ve komuta birliği içinde bir bütün olarak, dimdik görevinin başındadır ve başında olmaya da devam edecektir.”

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ana kavramı “emir-komuta zinciri” ydi. Bu nedenle dünkü bildiride “emir ve komuta birliği” vurgusu yapılmasının askeri darbe iması olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Katılmıyorum. Bu vurgunun dört ayrı adrese beş ayrı mesaj içerdiğini söyleyebiliriz. Böylece:

1) Medyaya, “daha fazla üzerimize gelmeyin” denmiş olunuyor;

2) Genel kamuoyuna TSK içinde ayrışmalar, tartışmalar, gizli örgütlenmeler vs. olduğu yolunda çıkan ve çıkartılan söylentilerin doğru olmadığı ilan ediliyor;

3) Son dönemdeki gelişmelerden rahatsız olan TSK personeline moral veriliyor;

4) Şu ya da bu şekilde yasadışı faaliyetler içersinde olan TSK personeline (emekliler de dahil), başarı şanslarının olmadığı uyarısında bulunuluyor;

5) Bu açıklamanın bir diğer adresinin de hükümet olduğu açıktır. Aktütün haberlerinin ardından Org. Başbuğ “herkes tarafını seçsin” deyince Başbakan Erdoğan hiç tereddütsüz TSK’nın yanında yer almıştı. Dünkü açıklama bana Genelkurmay’ın hükümetten bu seferki talebinin çok daha yüksek olduğunu düşündürttü. Artık o bildiğimiz “organize ve sistematik” kampanyayı yürüten odakların bir şekilde saptanıp tasfiye edilmesini bekliyor olmalılar.

Peki AKP hükümeti bunu yapar mı? Sanmıyorum. Kaldı ki, istese de yapabileceğine çok emin değilim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.