Erdoğan’ın Arınç’a ihtiyacı vardı
Başbakan Erdoğan’ın kabine revizyonuyla elindeki tüm kozları sahaya sürdüğünü düşünen biri olarak en isabetli atamanın Bülent Arınç’ın başbakan yardımcılığına getirilmesi olduğuna inanıyorum. Cuma akşamından itibaren yazılıp çizilenler ve söylenenleri de bu kanaatime kanıt olarak göstermek isterim. Şöyle ki 8 bakan gidip 9 bakan gelirken Türkiye ilk ve en çok Arınç’ı konuştu. Kimisi “AKP özüne dönüyor” derken kimisi de iktidar partisinin yeniden “Milli Görüş gömleği” giymekte olduğunu ilan etti.
Arınç’ın getirdiği havayı kestirebilmek için şu soruyu sorabiliriz: Arınç girmeseydi bizler günlerce ne konuşup ne yazacaktık? Babacan’ın daha güçlü bir şekilde eski pozisyonuna dönmesini mi? Uzun bir süredir Türk dış politikasını zaten yönlendiren Ahmet Davutoğlu’nun sonunda bizzat direksiyonun başına geçmesini mi? Veya Nimet Çubukçu’nun terfi edip Milli Eğitim’in başına geçmesini mi? Kuşkusuz bu ve benzeri önemli değişiklikler de oldu fakat bunların hiçbiri, hatta tümünün toplamı Arınç’ın ilk kez bakan olması kadar ses getirmedi. Sonuçta uzun zamandır belki de ilk kez Erdoğan dışında bir isim AKP ve hükümet adına (olumlu ya da olumsuz) bir heyecan yarattı. 29 Mart yerel seçimlerinde açık bir yenilgi almış bir parti için bu hiç de yabana atılamayacak bir fırsattır.
Arınç’ın başbakan yardımcısı olması bazılarını şaşırtmış olabilir fakat onun atanmasına yönelik tepkilerin kimseyi, en başta da Arınç ve Erdoğan’ı şaşırtmadığı ortada. Buradan hareketle Erdoğan’ın tam da bu tepkileri öngörerek bu atamayı yapmış olduğunu ileri sürebiliriz. Açıkçası bu tarz tepkilerden rahatsız olduğunu da düşünmüyorum, hatta tam tersi olmuş bile olabilir. Yani birileri kızsın, “Nasıl olur da Arınç MGK’ya girer” gibi cümlelerle panik havası yaratsın istemişse de hiç şaşırmam. Zira Erdoğan ve arkadaşları, gerek RP ve FP, gerekse AKP’de siyaset yaparken, kendilerine karşı yürütülen laiklik eksenli kampanyaların hemen tümünü lehlerine çevirmeyi bildiler. Örneğin 27 Nisan e-muhtırası olmasaydı, 22 Temmuz’da yüzde 47’lere kadar ulaşabilmeleri zor olurdu; benzer bir şekilde 29 Mart öncesi CHP veya sivil ya da resmi bazı çevreler “laiklik tehlikede” şeklinde bir kampanyayı tercih etmiş olsaydı AKP’nin oyları pekala bu kadar düşmeyebilirdi.
Peki bu işin sırrı ne? Yıllardır Milli Görüş partilerini ve AKP’yi takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak hep şunu gözledim: Normalde bu partilere mesafeli olan ve merkez sağ partiler ya da MHP’ye yakın duran muhafazakâr seçmenin bir bölümünde, sık sık ve nedense seçim arifelerinde gündeme gelen irtica kampanyaları üzerine bir tür “dindar dayanışması refleksi” işlemeye başlıyor. “Bu insanlara sırf dindar oldukları için saldırıyorlar” diyor ve ilk seçimlerde oylarını, tepkilerin göstermek için o partilere ya da adaylara emaneten teslim ediyorlar.
Bir “abi” olarak Arınç
Erdoğan’ın Arınç’ı sadece o “özlenen eski günler” e dönmek için aldığını kesinlikle iddia etmiyorum. Bir kere, çekirdekten siyasetçi ve usta bir hatip olan Arınç’ın AKP Grubu içinde bakanlığı en çok hak eden isimlerin başında geldiğini kabul etmemiz şart. Ama esas olarak Arınç’ın “abi” yönünün Erdoğan’ın bu tercihinde belirleyici olduğu muhakkak. Şöyle ki Gül’ün Çankaya’ya çıkması, Şener’in kendini çekmesi ve Arınç’ın TBMM Başkanlığı’nı bırakmasıyla AKP “tek adam partisi” haline gelmişti. Bir müddet Erdoğan bundan şikayetçi olmadı, hatta memnun olduğunu bile söyleyebiliriz. Fakat yerel seçim kampanyasını neredeyse tek başına üstlenen Erdoğan alınan vahim sonucun ardından parti içinde “kolektif akıl” ı yeniden devreye sokmaktan başka çaresi olmadığın kavramışa benziyor. Bu noktada Arınç hiç kuşkusuz ilk akla gelen isimdir. Fakat Davutoğlu, Ömer Dinçer ve hatta Nihat Ergün ve Sadullah Ergin gibi yeni bakanları da yabana atmamak gerekiyor.