‘Sessiz gemi’ Nazım Hikmet’in annesine yazılan bir aşk şiiridir!
.
Birkaç yıl önce, Nazım Hikmet’in hayatını araştırırken; edebiyat çevrelerinde çok söylenen ve bilinen bir aşkın kapısını aralamıştım... Bu Nazım Hikmet’in büyük aşklarından biri değildi...
Nazım’ın dünyalar güzeli annesinin “satır aralarında küllenmiş, İstanbul’da bir adanın vapur iskelesinde şiire dökülmüş mahsun bir aşkının silüetiydi...”
Nazım Hikmet’in güzeller güzeli annesine; ünlü şair ve Nazım’ın hocası Yahya Kemal aşık olmuştu... Yarım kalan bu trajik aşk; sonradan ünlü bir şarkı da olacak, çok ünlü bir şiirin yazılmasına vesile olmuştu...
***
Yazıldığı günden bu yana; “ölümü en iyi anlatan şiir“ olarak bilinen Sessiz Gemi şiiri, ölümü anlatan bir şiir değil; Nazım Hikmet’in annesine yazılmış bir aşk şiiriydi...
Yahya Kemal şiiri; adadan vapurla İstanbul’a giden Celile Hikmet’e duyduğu büyük aşkın hüznünü resimlemek için yazmıştı... Celile Hanım’ın, İstanbul’a vapurla gidişi esnasında adada kalan Yahha Kemal’in duygu dünyasını yansıtıyordu Sessiz Gemi şiirindeki dizeler... Bu gerçeği, çok dolambaçlı yollardan yaptığım araştırmalar sonucu ortaya çıkarmıştım...
Yazı Vatan’da yayınlandı... Büyük ilgi gördü... Sosyal medyada, etkin ve yoğun bir dolaşıma sahne oldu... Ne ki; yazıyı Nazım Hikmet’in annesiyle, büyük şair Yahya Kemal’in yaşadığı yarım kalmış bir aşkın anatomisinden kaleme almıştım... Bu gerçekti... Ama edebiyat tarihi açısından daha önemli gerçek araştırmalar sonucu ortaya çıkan şu gerçekti; Dillerden dile dolaşan Sessiz Gemi şiiri ve Sessiz Gemi şarkısı “Nazım Hikmet’in annesi Celile Hikmet’e yazılan“ bir şiirin adıydı...
***
Dün Nazım Hikmet’in 113. doğum yıldönmüydü... Bu gerçek hikayeyi, ünlü şairin doğum yıldönümünde “Annesine yazılan muhteşem aşk şiiri”yle yeniden anlatmak istedim... Annesinin kimliğinde ve yaşadıklarında Nazım Hikmet’i Sessiz Gemi’yle anmak birçok kişiye egzantrik gelebilir... Ne ki hayat, aşk ve edebiyat görebilenler için zaten egzantriktir...
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol...
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli...
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu...
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler...
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden...
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden...
‘HOCAM OLARAK GİRDİĞİNİZ BU EVE BABAM OLARAK...’
Olayı genç Nazım Hikmet de fark etmişti...
Necip Fazıl’dan sonra bir gün Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine bir not bıraktı...
Kâğıtta Yahya Kemal’e hitaben şöyle yazıyordu:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...”
***
Bu not üzerine ünlü şair, tedirgin oldu... Bir süre Celile Hanım’ın evine gelmedi... Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi.
***
Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bir aşka “evet” demişti...
Artık evlenmek istiyordu...
Yahya Kemal bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu eviliğe yanaşmıyordu...
SESSİZ GEMİ’NİN YAZILIŞINA NEDEN OLAN OLAY
Yahya Kemal’in Nazım Hikkmet’in annesi Celile Hanım’a duyduğu aşkı anlatırken, aktardığı olay inanılmazdı...
Şöyle aktarıyordu yaşadıklarını büyük şair: “1916 yılından 1919 yılına kadar o kadına deli gibi aşık oldum... Bu kadın yazın adada otururdu... Ben de orada idim...
Deli divane olmuştum...
Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi...
1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu... Ben müthiş muzdariptim...
***
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar...
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi...
Gider gitmez benim için boşalıverirdi...
Tam o günlerde Berlin Büyükelçisi Hakkı Paşa İstanbul’a dönecek lafı çıktı...
***
Hakkı Paşa, benimkinin uzaktan akrabası oluyordu ve İstanbul’a geldiğinde geceler düzenler, İstanbul’un bütün güzel kadınlarını çağırırdı... Benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu...
Hatta kendisine bu endişemi söylemiştim... Gitmeyeceğine yemin etmişti...
***
Bir gece Ada Oteli’nde otururken, yandaki iki kişinin ‘Berlin Büyükelçisi bu gece davet veriyor... İstanbul’daki bütün güzel kadınlar davetli’ lafını ettiklerini duydum...
Müthiş bir acıyla yerimden kalktım...
İskeleye doğru gittim... Son vapur çoktan kalkmıştı...
***
Sert bir lodos esiyordu... Deniz karmakarışıktı, ancak ne olursa olsun, sandalla Maltepe’ye geçmeye karar verdim...
Sandalcılara gittim, yanaşmıyorlardı...
Çok para verince biri ikna oldu...
Açıldık, bir süre sonra lodos büsbütün arttı... Denizde çalkalanıp duruyorduk... Sandalcı bana küfretmeye başlamıştı...
***
Ölmek üzereydik, ama ben sadece sevgilimin katıldığı geceyi düşünerek müthiş bir kıskançlık duyuyor ve bir an önce orada olmak istiyordum...
Sırılsıklam Maltepe’ye gelebildik...
Hemen bir kahvehaneye gidip, araba bulmaya çalıştım... Yoktu...
Bunun üzerine Maltepe’den Bostancı’ya yürümeye karar verdim... Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım... Maltepe-Bostancı arasının bu kadar uzun olduğunu o zamana kadar fark etmemiştim...”
***
“Kan ter içinde Bostancı’ya geldim...
Vakit hayli geçti... Karakola gittim. ‘Bana bir araba bulunuz hastam var’ dedim...
Aradılar taradılar birini buldular..
Yine bir sürü para verdim...
Arabayla yola koyuldum...
Kadıköy, oradan Üsküdar... Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı!.. Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi’ diye sordum? Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi, ‘Ne diyorsun diye bağırdım?’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini araştırttım... Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım... Adam çarnaçar çıktı. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş uyuyor! demiş... Geldi haber verdi... Sanki dünyalar benim oldu...
***
Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim... Sabahleyin, doğru eve çıktım... Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı... Sarmaşdolaş olduk...”
KIRIK AŞK HİKAYESİ...
Celile Hikmet resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destan bir kadındı... İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınları arasındaydı...
1900 yılında bu dillere destan güzellik, Osmanlı’nın meşhur valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi. Türk şiirinin dünya çapındaki en önemli ismi Nazım Hikmet de bu beraberlikten doğacaktı... 1916’da Celile Hanım‘la eşi Hikmet Bey arasında şiddetli bir geçimsizlik başladı...
O günlerde Yahya Kemal, Bahriye’de okuyan genç Nazım Hikmet’in şiir hocası olarak eve gelip gitmeye başlamıştı...
Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la, Yahya Kemal arasında filizlenen aşk kısa bir süre sonra Celile Hanım’ın anlaşamadığı eşinden boşanmasıyla sonuçlandı...
***
Tutkuyla, ateşle, kıskançlıklarla dolu tarihin sayfalarının arasına gizlenen aşk başlıyordu... O aşkın aktörleri sadece Celile Hanım ve ünlü şair Yahya Kemal değildi...
Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Celile’nin yeğeni Oktay Rıfat’ın, yani Türk şiir dünyasının bütün ustalarının bir tarafından dahil oldukları bir aşktı o...
***
Heybeliada’da okuyan genç Bahriyeli Nazım, hafta sonları okuldan çıkar annesinin yanına gelirdi... Yahya Kemal o günlerde genç birer Bahriyeli olan Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın bulunduğu öğrenci grubuna şiir dersleri verirdi... Yahya Kemal hafta sonları “Genç Nazım Hikmet’e Türkçe ile şiir dersleri” verirken, İstanbul’un en güzel kadınlarından Celile Hanım’la yakınlaştı...
***
Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım ile Yahya Kemal sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetlere başlamışlardı... Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım’ın ve Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğu Bahriye mektebinde duyuldu...
***
Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmedi... Geldiğinde karşısına öğrencisi Necip Fazıl çıkacaktı... Hocası Yahya Kemal’e şöyle dedi: “Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim...”
***
Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi Bahriyeli için kabul edilmezdi. Necip Fazıl “Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden” sözleri nedeniyle ‘kodes’ adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderildi okulda... Ne ki Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı Celile ile Yahya Kemal’in aşkı alevinden bir şey kaybetmedi...
YARIM KALAN AŞKIN SİLÜETİ...
Yahya Kemal deli gibi aşıktı, ama evlenmekten hayatı boyunca korkmuştu...
Belki, böylesi bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki o beraberlikte ters bir olaydan ürkmekten, belki de genç Nazım Hikmet’ten ve etraf ne der diye ürkmekten?..
***
O günlerde Celile Hanım, Yahya Kemal’e bir mektup yazdı, şöyle diyordu:
“Bugün Pazar belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede bekledim...
Gelmedin mahzun oldum...
Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi...
Çok çok göreceğim geldi...
Beni niye aramadın...
Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi... Ben o günden beri yani Salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum... Evimiz için çalışıyorum...”
***
Celile Hanım’ın beklediği ve uğruna kocasından boşandığı o evlilik hiçbir zaman olmadı...
Yahya Kemal hep kaçtı o evlilikten ve beraberlikten...
NAZIM HİKMET’E YARDIM ETMEDİ...
Uzun yıllar geçti bu olayın üzerinden...
Nazım Hikmet büyük bir şair olmuştu...
Sosyalistti... Dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu...
Celile artık yaşlanmıştı...
***
O güzelliğinden eser kalmamış üstüne üstlük kör olmuştu... Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı o görmeyen gözleriyle anne yüreği... Tuhaf bir rastlantı sonucu, Celile açlık grevi yaparken, Yahya Kemal Galata Köprüsü’nden geçti...
***
Büyük aşkını gördü...
Ama yanına gitmedi...
Bir zamanlar “Hocam olarak girdiğin eve babam olarak girmeni istemiyorum” diyen genç Nazım Hikmet’in kurtulması için kör gözlerle açlık grevi yapan Celile’ye destek imzasını vermedi... Hızla uzaklaştı oradan...
***
Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in...
Şöyle yazıyordu:
“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir... Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim...”
***
Celile aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken, Sirkeci Garı’nda vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği...