Savunma ve kaleci değişmezse şampiyonluk hayal...
.
Haftalardır, Beşiktaş’ın büyük zaafını söylüyorum...
Beşiktaş’ın forvet hattı değil...
Beşiktaş’ın, her an gol yiyebilecek halde duran savunması büyük zaafı...
Bir de uzun zamandır kaleci Tolga’nın belirsiz performansı...
Dün Tolga sanırım trans halindeydi...
Kesinlikle Beşiktaş kalesinde değildi...
***
İlk golde topa başka türlü izah edecek bir futbol yorumcusu bulunmaz...
Savunma; her hava topunda tehlikeyle burun buruna geliyor...
Rakip forvetler karşısında ağır kalan bir Franco, son zamanlarda iyice aksayan Ersan’dan oluşan savunma hattına Necip de çare olamıyor...
***
Beşiktaş rakip sahada gol buluyor;
Maçı öyle bitirse tur atlayacak skoru elde edecek...
Hayır, savunma anında iki topu içeri alıyor...
Beşiktaş kendi sahasında 1-0 galip duruma geçiyor...
70 bin kişi arkanda...
Kendi sahanda oynuyorsun...
Maçı böyle bitirsen tur atlıyorsun...
Hayır;
Beş dakika geçmiyor kalende golü görüyorsun...
Sonra ikinci, sonra üçüncü gol...
***
Bu takımın savunmasında, Demba Ba’nın, Gökhan’ın forvette yaptığının benzerini yapacak savunma elemanları olmadıkça Beşiktaş tökezler...
Fenerbahçe maçına, savunmada radikal önlemler almadan çıkılırsa, Beşiktaş şampiyonluk şansını da büyük ölçüde tehlikeye sokar...
Bu sene Avrupa’da muhteşem başarılar elde etti Karakartal...
Türkiye’ye kazandırdığı puanlar ve Beşiktaş seyircisine yaşattığı mutluluklar için sonsuz teşekkürler...
*****
BİR TELEVİZYONCULUK HARİKASI... KURDUĞUM İÇİN ŞEREF DUYDUĞUM BEŞİKTAŞ TV...
Burdur’da beraber askerlik yapıyorum Serdar Bilgili’yle tesadüfen... Ben Atina’dan o Amerika’dan geliyor Burdur’a...
SHOW’u yönettiğim günlere kadar on yıl bir daha karşılaşmıyoruz...
Ben SHOW’u yönetirken, o Beşiktaş’a Başkan oluyor...
O günlerde “aktif gazetecilik yaparken, hiçbir yere, hiçbir kuruma, hiçbir derneğe üye olmayı doğru bulmuyorum...”
O sıralarda yapacağım bir haberin; “kulüp yönetimleriyle belli belirsiz çatışma yaratıp, çok sevdiğim kulübümle aramda sorun çıkartacağını düşündüğüm için üye olmamayı yeğliyorum...”
***
Serdar Bilgili beni sonunda ikna ediyor...
-“Beşiktaş’ın senin gibi insanlara ihtiyacı var... Üyeliğini ben imzalıyorum kartını gönderiyorum...” diyor... Can damarımdan vuruyor beni...
Böyle bir şeye itiraz etmem mümkün değil... Kaderin garip cilvesi; sanki ‘hayat’ benim Beşiktaş’a kongre üyesi olmamı bekliyormuşcasına; bir süre sonra aktif habercilikten uzaklaşıyorum...
Gazetecilikle; haberciliği, kulüpçülükle karıştırmadığım için kendimce geçmişimle mutluyum...
***
Ancak artık Beşiktaş kongre üyesi olduğuma göre;
Futbola “renklerimin bakış açısıyla hayatıma gönlümün istediği rotayla yön verebilirim...”
Gazeteciliğin meslek hayatındaki zorunlu objektivitesi bitiyor; hayatın ruhuma damgasını vuran gönüllü sübjektivitesi başlıyor...
***
Bir süre sonra Serdar Bilgili;
-“Beşiktaş televizyonunu kurar mısın Reha Muhtar?..” diye sorunca;
“Artık Beşiktaş kongre üyesi olarak, bunu zevkle yapabileceğimi” biliyorum...
Yönetimde değilim...
Herhangi bir idari görevim de yok...
Ancak konu Beşiktaş’sa; “yönetim ya da mevkii teferruat...”
Hiç duraksamadan ve düşünmeden;
-“Kurarım...” lafı çıkıyor ağzımdan...
Bir an önce harekete geçmek için, el sıkışıyoruz...
***
İkimiz de o sezon; Beşiktaş’ın 11 puan farkla gittiği şampiyonluğun, elinden alınacağını, Serdar Bilgili’nin istifa edeceğini bilmiyoruz...
Ani yapılacak seçimde Yıldırım Demirören’in bana, “Reha Abi bize Beşiktaş televizyonunu kurmanı istiyoruz...” diyerek apar topar yönetim listesine dahil edeceğini bilmediğimiz gibi...
***
Bir ay bizim yönetim listesi bütün Beşiktaş’lılara “BJK TV kuruluyor” anonsu yapıyor...
2004 Mayıs’ının son günü seçiliyoruz...
O gün Beşiktaş televizyonunu kurmaya başlıyorum...
Önümde sadece üç ay var...
İnönü stadı tadilatta olacağından Eylül ayında Galatasaray derbisiyle açılacak...
O gün yenilenmiş stadda barkodan Beşiktaş TV’nin ilk yayınını vermeyi planlıyoruz...
***
Tarihi günde yeşil çimler üzerinde sahadayım...
Stat yeni açılmış, çimler yemyeşil...
Yayını koordine ediyorum...
Stattaki büyük barkoda Beşiktaş Televizyonu yayına giriyor...
2004 yılının Eylül ayı...
Hayatımın en mutlu günlerinden birini yaşıyorum...
***
O gün “Beşiktaş için bu televizyon gerekli mi?..” diyenlere şu cevabı veriyorum:
-“Bu televizyonu sadece 470 bin dolara mal ettik...
Hiç reklam almasa bile; yıllık personel ve yayın gideri, Beşiktaş’ın o sıradaki stoperi Ronaldo’nun Beşiktaş’tan aldığı yıllık ücrete tekabül ediyor...
Bir stoperin yıllık maliyetine koskoca bir televizyon yayını; Beşiktaş’lılık kültürünü geniş kitlelere yayar, Beşiktaş’lıyı kendiyle barıştırır, hayatı paylaştırır...
Kulübe ve takıma inanılmaz moral ve psikolojik bir ivme kazandırır...
Eskilerden ve ustalardan başlayarak bütün Beşiktaş’lılar kendilerini, Beşiktaş televizyonunda görür, yaşar ve bir sinerjinin kopmaz parçası oluverirler...”
***
O günlerde bu dediklerimi ne kadar anlatabiliyorum bilmiyorum...
Ancak onbir yıl önce kurduğum BJK televizyonunu izlerken, “Olimpiyat stadını nasıl adam adım 70 bin kişiyle doldurduklarını; Avrupa seyirci rekoru kırdıklarını, Beşiktaş kültürünü nasıl geniş kitlelere yaydıklarını, Beşiktaş’lılığı nasıl bir kültür, bir aidiyet, bir renk, bir forma aşkının muhteşem bileşkesi haline” getirdiklerini görüyorum...
Fikret Orman yöneticiler, Bülent Ülgen ve arkadaşları “gururla seyrettiğim bir televizyon” yapıyorlar...
Bu sene benim Beşiktaş’lılığımın 50. yılı... Elbette 50. yılımda Beşiktaş’ımla sonsuz gururlar duyuyorum...
Ama Beşiktaş televizyonu...
Kuruluşu itibariyle mütevazı ellerimin eseri olduğundan...
Onu bir babanın yavrusunu sarmalayan elleriyle sarılıyorum...
Onlara varsa eğer mütevazı bir hakkım; hakkımı helal ediyorum...