Nadide bir çiçek gibiydi dün Cumhuriyet Bayramı...
.
Sabah 07'de uyanıyoruz...
Bugün (dün) Cumhuriyet Bayramı...
Okuldan çocukların kırmızı beyaz kıyafetlerle törene katılmalarını istiyorlar...
Hafta içinde onlara, kırmızı pantolon ve beyaz tişörtten oluşan kıyafetler alıyorum...
Sabahın erken saatinde beklemediğim bir heyecan var üzerlerinde...
Sair günlerde sabah erken zor uyanıyorlar...
Dün sabah büyük bir hevesle kırmızı beyaz kıyafetlerini giymek istiyorlar...
Giyer giymez ayaklanıyorlar...
Sohbet ediyorlar, gülüşüyorlar, hatta pek yapmadıkları bir şeyi yapıp kahvaltı ediyorlar ve "okula ne zaman gideceğiz?.." diye tepeme üşüşüyorlar...
***
Okula servisle değil, kendi aracımızla gidiyor, anneleriyle okulda buluşuyoruz...
Tören başlıyor...
Önce ilkokul, ortaokul ve lisenin birlikte yer aldığı tören yapılıyor...
Sonra büyük bir spor salonunun, tüm tribünlerinin velilerce hınca hınç doldurulduğu ilkokulun; Cumhuriyet Bayramı törenine geçiyoruz...
Önce dördüncü sınıflardan birkaç erkek öğrenci, Atatürk'ün Zeybek dansını yapıyor...
Danslarını seyrederken, üzerinde uzun uzun çalıştıklarını, her bir figürü Mustafa Kemal'in kendine özgü vücut diliyle oynayabilmek için, Zeybek'i hatmettiklerini görüyorum...
Müthiş bir alkış kopuyor salondan...
***
"Zeybek"ten sonra; bizim çocukların yani ilkokul birinci sınıfların "vals" gösterisi başlıyor...
5.5 yaşındaki kızımın, yanındaki erkek partneriyle benim ezberimde olmayan vals figürlerini ustaca yaptığını görüyorum...
Yanıbaşındaki oğlum da, kız partneriyle aynı koreografide vals yapıyor...
Kendi çocuklarımın vals gösterisinden mi duygulanıyorum?..
Yoksa Kolej'in "batılı standartlarda dünya vatandaşı" yetiştirmeye yönelik tarihi misyonu mu beni etkiliyor bilmiyorum...
Sanıyorum kendi okulumun "batılı standartlarda çağdaş insan" yetiştirmeyi amaçlayan; tarihi toplumsal misyonunun evrensel standartlarının "kendi çocuklarım üzerinde yansıması" duygulandırıyor beni... Zeybek; vals ve bayraklar havada şarkıyla ve coşkuyla kutlanan bir Cumhuriyet Bayramı...
***
Annelerine şöyle diyorum;
-"Kolej'de dokuz yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı kutladık... Bu dokuz yıl boyunca Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni binlerce Kolej'liye hitaben okudum... Hiçbir yıl, böyle bir 29 Ekim kutlaması yaşamadım Kolej'de...
Sanırım Türkiye'de oluşan kültürel ayrışma, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na bir başka kimlik ve nitelik kazandırıyor...
Bir coşku bir kültürel direniş var; bir "yıkılmadık ayaktayız" haykırışı var...
Eski Cumhuriyet Bayram'ları çokça yeknesak bir kutlamadan ibaretti..."
***
Mustafa Kemal'in Zeybek'i...
Viyana valsinin kültürel çeşitliliğinin evrensel damak tadının ardından;
Çocuklar ellerinde Türk bayraklarıyla, coşku dolu Cumhuriyet marşlarını söylemeye başlıyorlar...
Son yıllarda söylenmesi, dillendirilmesi, mırıldanması bile 'ayıp' sayılan, vebalı muamelesine tabi tutulan şarkılar ve marşlar coşkuyla söyleniyor...
Öğretmenlerin en şık kırmızı ve beyaz kıyafetlerini bir defileye çıkarmışcasına giydiklerini görüyorum...
Bir şölen şeklinde kutlanıyor Kolej'de Bayram...
Anne baba gelmeyen veli yok gibi...
Saat 9.30'da başlayan tören, 12 civarında bitiyor...
***
İki buçuk saatin sonunda Cumhuriyet'i yaşamış, Bayram'ı kutlamış, keyfi yerine gelmiş bir babanın huzuruyla ayrılıyorum okuldan...
Kendi öğrenciliğim boyunca hiçbir yıl bu kadar keyif ve mutlulukla yaşamadığımı fark ediyorum 29 Ekim'i... Öğlen o keyifle, çocukları Bebek'te Lucca'ya götürüyorum...
Günün ve çocukların şerefine, kendime bir salata ve bir kadeh kırmızı şarap ısmarlıyorum...
Çocuklara da hamburgerin yanında patates kızartmasını serbest bırakıyorum...
Poyraz ve Mina Atatürk'ün kalpaklı resminin üzerine işlendiği Türk Bayrağını görüp almamı istiyorlar...
Onlara "Bayrak"larını alıyorum...
Kafe-restoranda büyük bir keyifle bayraklarını sallıyorlar...
***
Anlıyorum ki;
Bayramları Bayram yapan...
Korunması ve yaşaması için verdiğin emektir...
Bayram; emek ve yaşatma arzusuyla kutlanabiliyorsa "esasen değerlidir..."
Az gibi görünen; aslında az değildir...
"Az" gibi görünen; esasen "değerli ve nadidedir..."
Tıpkı Cumhuriyet ve Bayramı gibi...
Nadide bir çiçek tadında, güzel ve değerli...
*****
DÜRÜST MÜSÜNÜZ; CESUR MU, FEDAKAR MI, DOST MU, BİLGE Mİ?..
Dürüstlük... Fedakarlık... Cesurluk... Dostluk... Bilgelik...
Yaşadığınız toplumun bu beş başlığı içeren gruplara ayrıldığını varsayın...
16 yaşınıza geldiğinizde, kişilik özelliklerinizi belirleyen bir teste tabi tutuluyorsunuz...
O test size kişilik özelliklerinizin hangi gruba ait olduğunu söylüyor...
***
Sonra aileniz ile diğer gençler ve ailelerinin önünde, hayatınız boyunca dahil olacağınız "grubunuzu" seçiyorsunuz...
O gruptan bir daha ayrılmanız mümkün değil... Size "grubunuzun soyunuzdan daha önemli olduğu" söyleniyor...
***
16 yaşındaki Beatrice Prior teste girdiğinde, "her gruptan özellikler aldığı halde, esasen hiçbir gruba ait olmadığı"nı öğreniyor......
Onun gibilere "uyumsuz" deniyor...
Hiçbir yere ait değiller...
Ancak hepsinin özelliklerini alan zeki ve yaratıcı insanlar "uyumsuz"lar...
Fakat bir sorunları var... "Bir gruba ait olmadıkları ve uyumsuz oldukları" ortaya çıkarsa, grup liderleri tarafından yaşatılmıyorlar...
Beatrice "korkusuz" grubu seçiyor...
Anne babasından ve abisinden ayrılıyor...
Sonrası 138 dakikalık filmin içinde...
"Uyumsuz" filminde George Clooney'nin 'Senden Bana Kalan' filminde ergen kızını oynayan Shailene Woodley var... Ve Kate Winslet...
Film 88 doğumlu genç yazar Veronica Roth'un kitabından uyarlama bir "young adult" (genç yetişkin) filmi gibi gözükse de... Beni izlemeye başladığımda hemen içine alıverdi...
Her gruptan özellikler alsa da, hiçbirine tek başına ait olmayan, "bağımsız, yaratıcı ve uyumsuz" karakteri canlandırdığından mı bilmem...
Shailen Woodley "Senden bana kalan" filminden beri hızla kalbimin derinliklerine sokulmaya başlıyor...
Hele hele Kate Winslet'le bu filmde oynadıktan sonra...