Amerika Ortadoğu’da neden başarısız oluyor?
.
İnsan hayatlarını korumak...
Suçluları bulup masum insanların huzur içinde yaşamalarını sağlamak konumunda bulunan devlet görevlilerinin; zaman zaman bizzat ‘suç’un bir parçası olabileceklerini ilk kez 8 yaşında Gecenin Sıcağında (In the Heat Of The Night) filminde izliyorum...
Hiç unutamıyorum o filmi...
Sidney Poitier’in oynadığı ve o yılın en iyi erkek oyuncu, en iyi film, en iyi müzik, en iyi senaryo ve en iyi sinematografi dallarında tam 5 Oscar’ını kazanan filmini izlediğimde 1968 yılının başları ve ben 8 yaşındayım...
***
Devlet için çalışan polis, dedektif, istihbarat elemanı gibi görevlilerin “suça iştirak edecekleri, suçun bir parçası olacakları, hatta suçun bizzat kendisi haline gelecekleri” gerçeğini; Türk filmlerinden izleyemediğim günler o günler...
Amerikan filmlerinden “bu gerçekleri” izleyebiliyorum...
Kasaba şeriflerinin, polislerin, devlet yetkililerinin; nasıl suç şebekelerinin elinde birer oyuncak haline geldiklerini izleyebildiğim o Amerikan filmlerini seviyorum...
***
Kendi düzenini eleştiren insanları ve sinemaları gözümde kutsuyorum...
Her ne kadar 5 CIA görevlisinden oluşan bir hücre timinin Mission Impossible (Görevimiz Tehlike) dizisinde; Amerikan CIA ajanlarının, hep iyiyi temsil eden operasyonlarını, büyük merak ve keyifle seyrediyor ve bu durumu hiç sorgulamıyorsam da;
Bilinçaltımda; “Amerikan ajanlarının yaptıkları kötü şeylerin de, Amerikan film endüstrisince dibine kadar eleştirilebileceğini” düşünüyorum...
***
Dün D-Smart’ın film kanalında karşıma “yaşamımın bende ilk algısını oluşturan” Gecenin Sıcağında filmi çıkıyor...
Heyecanla filmi izlemeye başlıyorum... 48 yıl öncesinin Amerika’sında; “kasabalarda işlenen cinayetleri; kasaba şeriflerinin umursamaz hallerini, kasaba zenginlerinin suça meyyal olanlarıyla işbirliği içinde oldukları gerçeğini; onların nasıl oyuncağı haline gelebildiklerini” bir kez daha görüyorum...
Kasaba şeriflerinin kompleksi ihtiraslarının; “hayatı nasıl berbat ettiğini” bir kez daha yaşıyorum...
GECENİN SICAĞINDA SİDNEY POİTİER VE GÖREVİMİZ TEHLİKE...
Filmde; Amerika’nın Missisipi eyaletinde bir kasabada gece yarısı bir cinayet işleniyor...
Polis; korkunç bir vurdumduymazlık, baştan savmacılık ve olayı birinin üzerine atıp örtme şeklinde tezahür eden tavrını görüyorum...
Kasabanın şerifi; o sırada istasyon civarında dolaşan Sidney Poitier’i “katil” diye alıp nezarete götürüyor...
***
Kasabanın şerifi; yakaladığı!!! siyahi adamın cebindeki dolarlara bakarak, siyahi olmasını ırkçılıktan güç alarak aleyhine kullanarak; onun katil olacağına hükmediyor...
“Ne zaman itiraf edeceksin de kurtulacaksın?..” diye onu sıkıştırmaya başlıyor... Sorgu esnasında; Amerikalı şerifin “katil” damgasını vurmaya çalıştığı siyahi adam, Philadelphia eyaletinde bir polis olduğu ortaya çıkıyor...
Bölgenin en profesyonel ‘cinayet uzmanı’ olarak görev yaptığı belirleniyor...
Philadelphia’daki polis şefiyle konuşuluyor;
Philadelphia’daki şef; “siyahi dedektifin kasabada kalıp, cinayeti çözmesini istiyor Kasaba Şerif’inden...
***
Kasaba şerifi, “üst”lerinin ısrarlarıyla, kendi ihtiyacı olduğundan, siyahi dedektifin, ‘otopsi yapmasını’ kabul ediyor...
Bu arada başka bir şüpheliyi yakalıyor ve katili yakaladığını zannederek, “otopsi sonuçlarını bile vermeden dedektifin kasabadan ayrılmasını istiyor...”
Dedektif; ‘katil’ diye yakalanan şüphelinin “solak olduğunu” fark ediyor...
Oysa katilin aldığı darbe izinden katilin öldürücü darbeyi sağ elle vurduğunu anlatıyor...
***
Şerif onu dinlemiyor bile...
Otopsi sonuçlarına el koyarak dedektifin bir kez daha kasabayı terk etmesi için onu sıkıştırıyor...
Terk etmeyince siyahi dedektifi bir kez daha içeri atıyor...
Olaylar müthiş bir heyecan fırtınasının içinde bu minvalde devam ediyor...
Siyahi dedektifi oynayan Sidney Poitier, pes etmiyor...
Kasabanın şerifi ise “her seferinde başına bir başka bela açıyor...”
Kasabanın güçlüleri ise siyahi dedektifi yok etmenin planını yapıyorlar...
İÇİMİZDEKİ “AMERİKAN KASABA ŞERİFLERİ...”
5 Oscar’lı Gecenin Sıcağında filmini 47 yıl sonra yeniden izlerken; Amerika’nın Türkiye’de ve genelde Ortadoğu coğrafyasında, bunca gücüne rağmen neden “başarısız operasyonlara imza attığını” daha iyi anlıyorum...
Amerika Ortadoğu’da tıpkı bir zamanlar kasabalarındaki şerifler ve sağladıkları düzen gibi bir düzene mahkum ediyor kendisini...
***
Amerika’nın Ortadoğu’da kendisine “yerel ajan ve eleman” olarak seçtiği adamların önemli bir kısmı, tıpkı “kasabanın şerifi” rolündeki polisler gibiler...
Ağır komplekslerden muzdarip, Amerikan çıkarını uyguluyorum diye kendi ihtiraslarını, gündemlerini, intikamlarını, rövanşlarını ve çıkarlarını kollamaya çalışan “kurnaz” karakterler onlar...
***
“Yerel elemanların ve ajanların”, Amerikan Oscar ödüllerini alan filmlerdeki “kahraman dedektiflerle, Tom Cruise’un oynadığı Görevimiz Tehlike’yle uzaktan yakından ilgisi yok...”
Onlar kasaba şeriflerinin oynadığı “gaddarlığı, intikamları, cellatlığı” oynuyorlar...
Tıpkı 40-50 yıl önce kasabalarda yaptıkları gibi; “Suçsuz yere insanları hapse tıkıyorlar, başlarına bela açıyorlar, onları kasaba dışına atıp, suç cennetlerini yaşatmaya uğraşıyorlar...”
Birçoğunun içi, Amerikan efsanesi Rambo filminin kasaba şerifi karakteri gibi, suçsuz insanlara yönelik hınç, intikam ve kötülüklerle dolu...
***
Amerika Ortadoğu’da ve bu arada Türkiye’de, 40-50 yıl önce kendi kasabalarında yaşanan, “gaddarlığı, suç şebekeleriyle içli dışlı grift ilişkileri” suçun bizzat unsuru haline gelen ‘yerel elemanlar gerçeğini yaşıyor ve bunun sonuçlarını; “kendisine yönelik düşmanlık olarak biçiyor...”
ÇOCUKLUĞUM MU YOKSA CELLATLAR MI KAZANACAKLAR?..
Bunların içinde ihtiraslı ve kötü Kasaba Şerifi rolünü benimseyip; Türkiye’de ortalığı birbirine kattıktan ve herkesi kendisine düşman ettikten sonra; “insanları teker teker hapse attıran operasyonların sahibi istasyon şefi Hanımefendi’si üzerinden Amerika’ya kapağı atan bir parlak eleman var...”
Hamisi Hanımefendi ile birlikte; iştirak ettikleri ve bizzat kendisi haline geldikleri “suçlar”ın Amerika’ya ve Batı dünyasına verdiği zararlar etkiler ve berbat imaj, neyle ölçülür, nasıl giderilir bilmiyorum...
***
Ben Amerika değilim...
Amerika’nın çıkarlarının nasıl ve kimler üzerinden kollanacağını da bilmem...
Ben çocukluğumu ve filmlerimi isterim... Sidney Poitier’i öldürmeye ve hapse
tıktırmaya çalışan Kasaba Şerifi’nin başına ne geleceğiyle ilgilenirim...
***
Rambo’yu, ormana gönderen ihtiraslı, kompleksli, cellat gibi davranan Kasaba Şerifi’nin layıkını bulmasıyla meşgul olurum...
***
Çünkü onlar benim filmlerim...
Onlar benim çocukluğum...
Onlar benim hayallerim...
Onlar benim mutlu sonlarım...
Onlar benim sinemalarım...
***
47 yıl sonra ağırmış saçlarıyla, Oscar sahnesine çıkan Sidney Poitier’in “ağlatan konuşmasını” dinleyeli daha bir ay oluyor... Acaba Ortadoğu’da ve Türkiye’de “Kasaba’nın Şerifi mi kazanacak?..” Sidney Poitier’in temsil ettiği karakterin gerçeği mi?.. Çocukluğum mu kazanacak cellatlar mı?.. Bu sorunun cevabının peşinde;
Terry Jaks’in söylediği; Seasons In The Sun’u (Güneşteki Mevsimleri) düşlemekteyim...