Abdullah Gül’ün; görüşmemesi istenen 7 gazeteci...
.
O hükümet 1997 yılının Haziran ayında düştü...
Yıllar yılları kovaladı...
Ben SHOW’dan bankaların batmasından sonra ayrılmak zorunda kaldım...
Star televizyonunda, ana haber bültenini bırakmış, televizyon programları yaparak, mesleğimi sürdürüyordum...
***
Tayyip Erdoğan’ın; yasaklı olduğu ve Başbakan olamadığı günlerdi...
Eski dostum Abdullah Gül Başbakan olmuştu... Ankara eski haber müdürüm Müşerref Seçkin’e telefon ettim...
-”Ankara’ya geldiğimde, eski dostum Abdullah Gül’ü görebilirsem sevinirim...” dedim...
Müşerref iki gün içinde bana geri döndü...
-”Başbakanlık’ta geldiğiniz gün saat 15’de Başbakan sizi bekliyor...”
***
Artık genel yayın müdürü değildim...
Yine mutlu olmuştum...
İstanbul’dan gelen bir programcı, eski dostu Abdullah Gül’ü ziyaret ediyor, Başbakan’ın ofisinde onunla kısa bir süre dertleşiyordu...
Bir gazeteci için mesleki açıdan mutluluk verici olaylardı bunlar...
***
Abdullah Gül o görüşmede bana;
-”Beraber geldik bu yollardan seninle... Ta nerelerden geldik hatırlıyor musun?..” demişti...
Doğrusu, bu kadar içten ve samimi bir tavrı beklemiyordum ondan...
Şaşırmış, mutlu olmuş, o duygularla İstanbul’a geri dönmüştüm...
***
Abdullah Gül’le o sıcak görüşmeden sonra bir daha, bir resepsiyonda uzaktan karşılaşıp “Reha” diye birkaç saniye bana bakarak duraksamasının dışında, hiç karşılaşmadık...
***
Abdullah Gül Başbakan’lıktan sonra Cumhurbaşkanı oldu...
Cumhurbaşkanı olunca, benim Çankaya Köşk’ündeki resepsiyon listesinden adım çıkartıldı...
Hiçbir Cumhuriyet Bayramı’na davet edilmez oldum...
Uzun zaman bunun nedenini anlayamadım...
Bu resepsiyonlara zaten katılmadığımdan üzerinde pek durmadım...
Fakat; “ne olduğunu bir türlü anlayamamıştım...”
***
İki ay önce çok yakın bir dostum; “bilmiyor musun?..” diye sordu bana...
-”Bir meslektaşınız; Abdullah Gül’e Cumhurbaşkanı olduğu sırada, seninle beraber; yedi gazetecinin tehlikeli ve derin ilişkiler içinde olduğunu söyleyerek; Cumhurbaşkanı Gül’ün hiçbir şekilde sizlerle görüşmemesini istedi...”
Ağzım açık kalmıştı...
-”Ciddi mi söylüyorsun sen?..” dedim...
-”Emin misin bir hata olmasın?..”
***
Yalan söyleyecek bir dostum değildi...
Üstelik bu tip şeyleri çok iyi bilirdi...
“O gazeteci, Abdullah Gül’e çok yakın birisiydi ... Sana bu konuşma yapılırken orada bulunan tanıkların isimlerini sayabilirim...” dedi... Saydı...
-”O bir meslektaşınızdı ve Gül onun sözlerine çok değer verirdi...”
-”Sizlerin; Cumhurbaşkanı Gül’le bir daha temas etmemeniz için bir mekanizma kuruldu... O mekanizmada görevli olan isim de şuydu... O ismi de meslektaşınız olan gazeteci önerdi...”
***
Benimle beraber verilen o isimleri bana teker teker saydı...
Hiçbirini elbette yazmayacağım o isimlerin...
O meslektaşımın adını da...
Görevlendirdiği kişinin ismini de...
Olayın tanıkları, hayattalar...
Yaşamında; “hiçbir derin, gizli güçle, bağlantısı olmayan, tek başına bir gazeteci adem olarak davranıp, kimsenin adamı olmadan tek başına gazetecilik yapmaya çalışan”, bu yüzden yeri geldiğinde derin bütün güçlerin şimşeklerini üzerine çeken benim için; “derin ilişkilerim olduğu iftirasını atmak; “tehlikeli olduğumu bildirmek;” Cumhurbaşkanı’nın benimle hiç görüşmemesini” istemek...
28 Şubat...
Başından sonuna karanlık bir süreçtir bu süreç; Karartılmaya çalışılan süreçten, manüpüle edilerek değiştirilmeye çalışılan yargı sürecine kadar her şey vardır o dehlizde...
Hayatın güzel tarafı şu...
Hiçbir şey gizli kalmıyor demokrasilerde...
*****
28 ŞUBAT BAŞBAKANI’YLA TARİHİ BİR AKŞAM YEMEĞİ...
Ankara’dan gelen telefon; Başbakan Necmettin Erbakan ve çalışma arkadaşlarının; bizimle bir akşam yemeğinde buluşmak istediğini söylüyordu...
Ankara’da mesleğe yeni başlamış genç bir muhabirken; en imrendiğim şeylerden biri; İstanbul’dan Ankara’ya temaslar için gelen gazetenin tepe yöneticileriydi...
***
Kuyruklu bir yıldızı seyreder gibi seyrederdim onları...
İstanbul’da gazetenin merkezinde çalışıyor, gazeteyi yönetiyorlardı...
Ankara’ya hükümet ve muhalefet yetkilileriyle görüşmeye geliyor, Başkent’te bir iki gece kaldıktan sonra İstanbul’a dönüyorlardı... Arada Ankara bürosunu ziyaret ediyor, bazen bir akşam büronun kıdemli muhabirleriyle, Ankara’nın şık bir restoranında yemek yiyor, başkentin nabzını tutuyorlardı...
***
Genç bir Ankara muhabirinin, hayatta en öyküneceği gazetecilik hayali; bir gün İstanbul’da yönetici ya da yazar olup, mesleğe başladığı başkente “nabız yoklamaya gelen” usta bir gazeteci olmaktı... SHOW’un genel yayın yönetmeniydim... Dönem 28 Şubat dönemiydi... En ateşli günleriydi 28 Şubat’ın... Fadime Şahin’ler, Ali Kalkancı’lar ortalığa sökün etmişler, kasetler, Müslüm Gündüz’ler, Fadime Şahin’ler gırla gitmekteydiler...
***
Televizyonlarda rating rekorları kırmamıza rağmen, ne hikmetse; ne Fadime Şahin, ne Ali Kalkancı, ne Aczimendi lideri Müslüm Gündüz hiç birisi bizim yayınımıza gelmemişlerdi...
Hayatı salt haberden ibaret gördüğüm;
Derin ilişkileri, derin bağlantıları, profesyonel algı yönetimlerini, ince operasyonları, bilmediğim sezemediğim dönemlerdi... Durumu haber merkezimin basiretsizliğine ve beceriksizliğine bağlıyor, geride kalmamak için, her tür habere televizyonculuk yöntemleriyle abanıyordum...
***
Necmettin Erbakan’ın beni ve arkadaşlarımı, kendi çalışma arkadaşlarıyla yemeğe çağırdığını öğrendiğimde; mutlu olmuştum... Ankara kökenli bir gazetecinin, Başbakan’la yiyeceği yemek, benim gibi gazeteciliği Milliyet Ankara bürosunda öğrenmiş bir muhabir için, “muhteşem bir tatmin ve prestij ölçütüydü...”
Artık Genel Yayın Müdürü olmuştum...
Üstelik Başbakan beni ve arkadaşlarımı çalışma yemeğine çağırıyordu...
***
İnanılmaz bir adam olduğunu o gece farketmiştim Erbakan’ın...
Dışarıdan anlaşılmayacak ölçüde, kıvrak bir zekası vardı... Bildiğim politikacılar gibi, bir politikacıydı...
Gösterilmek istendiği gibi, radikal şeraitçı bir kişiliği, gizli bir ajandası, başkalarından farklı bir portresi yoktu; gözükmüyordu...
SHOW Haber’in çok izlendiğini biliyordu... Arkadaşlarıyla bizi etkileme yemeğine çağırmıştı...
***
Benim ise, arkamdan idare edilen hiçbir güç odağıyla bağlantım olmadığından, bu inanılmaz zeki adamı sevmiş, “haber müdürlerim, akşam yemeğinde yanlış bir laf edip, adamı üzmesin diye” aşırı titizlenmeye başlamıştım...
Her zamanki gibi, bir Yengeç duygusallığındaydım...
Karşımda benimle doğru iletişim kurana karşı, duygusallaşır, kollayıcı bir tavra bürünürdüm...
***
Yemekte Erbakan’ın yanında; TRT’deki programlara çağırdığım Abdullah Gül vardı...
Okul arkadaşım; Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı Fatih Karaca ise yemeğin davetlileri arasındaydı...
Belli ki Necmettin Erbakan, tanıdıklarım ve dostlarım kanalıyla üzerimde bir sempati rüzgarı estirmeyi amaçlıyordu...
***
Buyduysa niyeti, bu niyetinde başarılı olmuştu...
Uçakta dönerken arkadaşlarıma;
-“Yazık adamlara... Bir şey yaptıkları yok... Günlük siyaset yapıyorlar... Bu adamlarla ilgili, artık kaset maset yayınlamayın... Dikkatli olun...” dedim.
***
O yemekte televizyon programlarından dostum Abdullah Gül sessiz ve sempatik haliyle olayı izliyordu...
Arada bir onunla göz göze geliyor, manevi destek alıyordum eski dostumdan...
Erbakan başbakandı, ama başbakan gibi güçlü görünmüyordu...
İnanılmaz bir kıskacın içinde olduğunu fark ediyordum...
Üzülmüş ve duygusal olarak durumundan etkilenmiştim...
Hükümetin baskı yoluyla düşürülmemesi için, bundan böyle kendi çapımda çabalayacaktım...
Yemekte o konuşurken, ben kendi kendime bunu söylüyordum...
***
“İrtica tehdidine karşı önlem alınmasını” demokrasi ve laiklik açısından önemli görüyordum...
Ne var ki hiçbir hal ve şart altında o hükümetin baskı yoluyla düşürülmesinden yana değildim...
Bu görüşmenin yapıldığı kış aylarından hükümetin düştüğü Haziran ayına kadar, bu tutumumu sürdürecek; hükümetin düştüğü ve Refah Partisi hakkında dava açıldığı gün, canlı yayında buna karşı bir konuşma yapacaktım...
***
Televizyon ratinglerini ben ve arkadaşlarımın, Türkiye’nin olaylarını ise başkalarının yönettiğini ve onlar üzerinde pek bir dahlimizin olamadığını bilmiyordum o günlerde...
O gece Necmettin Erbakan ve Abdullah Gül’le dostça öpüşerek ve sıcak bir vedayla ayrıldık...
Altı ay boyunca, Refah-Yol hükümetinin, başka yol ve yöntemlerle düşmemesi için; kendi kalbimin ve beynimin özümsediği bir çabanın içine girdim...
Fakat heyhat!..
O hükümet düşecekti...
Demokrasiye ve laikliğe özen gösteren, fakat “tek kişiden ibaret olan” varlığım, bu duruma hiçbir şey yapamayacaktı...