İnsanlık gerçeği ve kanserli hücreler...
Hayat boyunca yaptığınız iyi ve kötü şeyler mutlaka size geri dönerler... Bazen; “benim başıma zaten gelen geldi; bundan sonra düşmanlarımın başına gelsin; görsünler günlerini“ psikolojisine girer; bazı insanlar...
***
Oysa insan denilen varlık; “evren üzerindeki mucizevi dünyanın, hücreleri gibidir...”
Nasıl insanın milyarlarca hücresi varsa;
İnsanoğlu da, çok daha büyük, etkin gücün hücreleri halinde yaşmaktadır...
***
İnsanoğlunun içinde yaşayan, çoğalan ve ölen hücrelerin de her birinin içinde hafızası ve canlı türü bir yaşamı vardır...
İnsan yaşamı da; daha büyük bir düzlemin içinde, “kendi içinde hücrenin Matruşka’sıdır...”
Bu gerçeği bilmeyenler, “yaşamlarını kendilerinden ve yakınlarından ibaret görürler“, onların yaşamları ve ölümleriyle hayatın başladığını ve bittiğini düşünürler...
***
Hayatı kendinden ve en yakınlarından ibaret gören anlayış; “insanın içindeki milyarlarca hücrenin kendini dünyada tek canlı zannetmesi“ gibi çarpıtılmış bir algıdır...
İnsan da çoğu zaman, o hücreler gibi nerede yaşadığını ve neyin bir parçası olduğunu bilmez, görmez...
***
Tıpkı insanların içindeki hücrelerin kanserli olanları gibi, insanların yaşadığı evrenin içinde de; bazı insanlar (aslında onlar da devasa bir boyutun içindeki hücrelerdir) kanserli hücrenin davranışlarını gösterirler...
Etrafına zarar verir ve diğer hücreleri yok etmeye yönelirler...
***
Nasıl vücut kanserli ve zararlı hücreleri kendi sağlığı için yok etmeya çalışırsa; “evren ve dünya üzerindeki mucizesi olan bizim ilahi gerçekliğimiz de“ aynı yolu benimser...
Zararlı hücreler; “o Bir’e ve Bütün’e zarar verdiği için bir süre sonra BÜTÜN tarafından yok edilirler...”
Not: Bu yazıda söylediklerimin oluşumu esnasında birçok düşünürün ve yazarın çalışmasından yararlandım...
Elbette kutsal kitaplardaki ilham’lar bana “ışık” oldular...
Bu yazıdaki satırlar ve geliştirdiğim sonuçlar ise benim kişisel özgün yorumlarım...
Bir alıntı değil...
Alıntı olmaması, etkisini azaltır mı artırır mı bilmiyorum...
Ancak yararlandığım tüm yazar ve düşünürlerin aydınlatıcılığına müteşekkirim...
Aydınlatıcı bir yolda ortak çabanın ışığını tutmaya çalıştığımı hissediyorum...
Yazılarıma, çalışmalarıma ve sonuçlarını paylaşmaya devam edeceğim... (RM)
*****
GALATASARAY’I TEBRİK ETMEK DÜŞER BEŞİKTAŞ’A...
Gazetecilik mesleğinde; bir şeyi önceden görmek, mesleki bir yetenek...
Olacakları olmadan söyleyebilmek bir kabiliyet...
Olayları gerçeğe yakın tahlil edip; olabilecekler üzerine doğru öngörülerde bulunmak bir meziyettir...
***
Gazetecilik mesleğinde; zaman zaman doğrular, zaman zaman da yanlışlar yaparsınız...
Doğru tahminlerde bulunduğunuzda, olacaklar hakkında gerçekçi tespitler yaptığınızda; “Ben yazmıştım bunu” dersiniz gazeteci-yazar olarak...
Bir mesleki öngörünün haklı bir gururudur yaşadıklarınız...
Bunu belli belirsiz bir övünç meselesi yapmaktan mutluluk duyarsınız...
***
Otuz beş yıllık gazeteciliğin sonunda geçenlerde; Deniz Seki cezaevinden bana bir mektup gönderdiğinde şöyle demiştim;
-“Bu mektuba; artık eskiden olduğu gibi bir gazeteci muamelesi çekemiyorum... ‘Manen destek olmaya çalıştığım bir mahkuma’ dayanışma duygularından öteye bir mesleki duygu hissetmiyorum...”
***
Söylediğimin anlamı şuydu;
“Deniz Seki olayını bir haber olarak görmüyorum... Deniz Seki olayını, acı çeken bir mahkum kadın sanatçıya; manen destek olmanın duygularından ibaret bir saflık içinde yaklaşıyorum...”
***
Gazetecilik bitip; olayı haberci duygularıyla değil, sahici duygularınızla görme dönemi başladığında; her şey çok değişiyor...
Pazar günü Beşiktaş-Galatasaray maçı öncesi; “Galatasaray’a yenilmemesi için; Beşiktaş’ın kadrosunun bence nasıl olması gerektiğini” yazıyorum...
Yazı iddialı bir yazı...
Ama bir gazeteci yazısı değil... Sahici bir Beşiktaş’lı yazarın yazısı...
***
Eskiden spor yazarlarının yaptığı gibi kendi takımını saklayıp; objektifmiş gibi görünüp, el altından takımına destek olan sahtekar kalemlerden olmayı utanç verici buluyorum... Kimi tuttuğumu, kime yol göstermeye çalıştığımı söylüyor; herkes için nasıl bir fair play arzuladığımı saklamadan yazıyorum...
Ben bir Beşiktaş’lıyım...
Beşiktaş’a yol göstermeye çalışmamdan daha doğal ne olabilir?..
Eğer Galatasaray’a yol gösteriyorum diye el altından onun kuyusunu kazıyorsam; “utanç” verici bir iş yaparım...
Beşiktaş’ı tutuyor ve onun için yol göstermeye çalışıyorsam değil...
***
Aslında yazıyı yazarken, Beşiktaş için söylediğim kadronun “maça çıkartılmayacağını” biliyorum; tahmin ediyorum...
Yine de son bir umut; Pazar günü yazarak, son dakikada bir değişiklik olmasına çaba harcıyorum...
***
Hayatta yapılabilecekleri yaparsınız;
Sonra oturur seyredersiniz...
Zorlamazsınız hayatı...
Dikte ettirmeye çalışmazsınız yaşamı... Ben de öyle yapıyorum...
Daha fazlasını dert etmeden, maçın kadrosunu ve kendisini beklemeye koyuluyorum...
Sonra öngördüklerimin hepsi teker teker oluyor... Galatasaray aynı Fenerbahçe’nin yaptığını ne eksik ne fazla aynı şekilde Beşiktaş’a yapıyor ve üç puanı 2-0’lık skorla alıyor...
Her şey o kadar aynı ki; Beşiktaş’ın
1-0’dan sonra 10 kişi kalması hali bile değişmiyor...
***
Aynı filmi iki ayrı rakiple aynı doksan dakikada görüyor Beşiktaş...
Galatasaray güçlü bir rakip...
Galatasaray’a karşı kendi kontrollü oyununu yok edip, bütün silahlarını baştan sahaya sürüyor;
Savunma güvenliğini riske ederek...
Galatasaray takımın fizikman en güçlü olduğu maç başlarında; beklendiği gibi Beşiktaş’ın silahlarını etkisiz hale getiriyor;
Sonra da gollerini atıp gidiyor...
Olan bu...
Olay göz göre göre geliyor...
***
Şimdi ne yazık ki bu yazıyı;
“Bir gazetecilik gururu”;
“Bakın ben demiştim nasıl çıktı” türü sefil bir böbürlenme tezahürü olarak yazmıyorum...
Bir Beşiktaş’lı olarak büyük bir üzüntüyle kaleme alıyorum bu yazıyı...
Bir Beşiktaş’lı olarak, haklı çıkmaktan duyduğum derin üzüntüyle başbaşayım şimdi...
Nihayet;
Beni bu üzüntüye sevk eden; Galatasaray futbol takımını, antrenörünü ve camiasını; sporun kardeşliği ve fair-play ruhu adına can-ı gönülden tebrik ediyorum...