40 yaşında güzel bir kadının sabah uyandığında başına gelenler...
.
Christine sabah kalktığında, bir gün öncesini hatırlayamayan kırk yaşlarında güzel bir kadın...
Başından geçen bir kaza onu bu hale getiriyor...Sabah kalktığında, yanında “kocası”nı görüyor...
“Koca”sı ona; geçirdiği hafıza kaybından sonra, çocuklarını menenjitten kaybettiklerini söylüyor...
***
“Koca”sıyla cinsel ilişkiye giremiyor, korkuyor...
Bir psikiyatra gidiyor...
Psikiyatr ona; “her sabah uyandığında, bir gün öncesini kaydedeceği bir kamera veriyor...”
Her sabah onu telefonla uyandırıyor...
Sonra gardroba sakladığı kamerasını alıp, kendi sesi ve görüntüsünden bir önceki günü ve öncesini hatırlamasına uğraşıyor...
Kamera’yı, kocası da dahil kimsenin bilmemesini istiyor...
***
Christine; bulunduğunda, çok kötü bir halde olduğunu öğreniyor...
Yüzü gözü kan içinde, havaalanı pistinin; görünmez bir köşesinde bulunuyor Christine...
Hatırlamayamadığı olayın beyninde çakan şimşeklerinden; bir adamın kendisini öldürmek istediğini hayal meyal hatırlıyor...
Bir otelin koridorunda...
Ancak bu hangi otel...
Christine o otelde ne arıyor?..
Bu kişi kim;
Kocası o sırada nerede?..
Arkadaşları nerede?..
Hiçbir şey bilmiyor ve öğrenebilecek hiçbir yol bulamıyor...
***
Hafızası her gece; yattıktan sonra, uyandığında bir gün öncesini hatırlamıyor...
Kocası ona, çok sevdiği oğullarının, bir süre sonra annesinin kendisini hatırlamamasından duyduğu hayal kırıklığını anlatıyor...
***
Çocuk bir süre sonra “menenjitten ölüyor...”
Kocasıyla yaşayan, “çocuğunu kaybeden” hafıza sorunlu güzel bir kadının gerilimli öyküsü insanı film başlar başlamaz etkisi altına alıyor...
Nicole Kidman’ın natürel güzelliği, ve çekiciliği bu rol için biçilmiş kaftan...
Bir kadının beyninin içine girerek, kadınla beraber “onu kimin öldürmek istediğini, kocasından başka sevgilisinin olup olmadığını, varsa o sevgiliye ne olduğunu” öğrenmeye çalışıyorum...
***
40 yaşlarında güzel bir kadının hikayesi gibi görünen filmin; hayatta karşıma çıkan olaylarla taşıdığı benzerlikler “beni şok ediyorlar...”
Tıpkı 40 yaşındaki güzel kadın gibi; farkediyorum ki benim de hayatımda karşıma çıkan karakterler ve etrafımda yaşayan insanlar; “kendilerini bana tanıttıkları şekilde karakterler değiller...”
Yıllardır çevremde “game filmi gibi”, “görünen karakterlerin, esasen ardına gizlenmiş başka karakterlerin simülasyonları olduğunu fark ediyorum...”
***
Filmi izler ve olayları çözmeye çalışırken, kendi hayatımın çevresinde dönen dolapları bulmaya çalışırkenki psikolojide buluyorum kendimi...
“Uyumadan Önce” filmi, insanın aklının, beyninin ve zekasının önüne konan görünmez blokları kaldırabilecek bir beyin egzersizi filmi...
***
Yakın geçmişe kadar, gizemli filmlerin; senaryo yazarı ile yönetmenin beyin fanteziyle dolu yaratıcılıklarını içeren hayal ürünü yapıtlar olduğunu düşünüyorum...
Bu filmlerin fantezi değil, yaşamakta olduğumuz gerçeklerin kendisi olduğunu, son yıllarda kendi hayatımın tecrübeleri öğretiyor bana...
“Komplo” denilen olgunun; insan beyninin fantezi dolu bir sapması değil, hayatın gerçek bir kurgusu olduğunu neden sonra anlıyorum...
***
Uyumadan Önce filmini izlerseniz; beyninizin algı kapasitesinin arttığını hissediyorsunuz...
Beyninizin bu kapasitesine ihtiyaç duyuyorsunuz...
Yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında; ayakta kalabilmek bu kapasiteyi geliştirmeyi “asgari gereklilik” sayıyor...
Bu durumda ne kadar yaşarsınız bilemem...
Ama “size yaşatanları ve yaşatılanları” mutlaka deşifre edersiniz...
“İyi geceler Türkiye...
Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan...”
*****
BÜYÜK GÜNAH!..
Son yıllarda gözden kaçırılan çok önemli bir şeyi fark ediyorum...
Türkiye siyasi suikastlerin, faili meçhullerin gırla gittiği, birçok insanın “planlanmış bir nedenle taamüden öldürüldüğü”; cinayetlerin üzerinin bilinçli bir şekilde örtüldüğü bir ülke...
***
Kimsenin ilk bakışta kolay kolay fark edemediği çok önemli bir şey yapıyorlar “kuşkulu gölgeler...”
Suikaste uğrayan “mağduru”; yaşadığı hayattan, söyledikleri gerçeklerden, şüphelendikleri kişilerden, üstüne gittiklerinden davalardan bilinçli bir şekilde kopartıyorlar...
Maktülün yaşarken izlediği yolun, üstüne gittiği olguların içini planlı bir şekilde boşaltıyorlar...
***
Yok hükmünde sayıyorlar...
Dün Hrant Dink olayında bunu bir kez daha fark ediyorum...
Hrant Dink kendi ölümünün nasıl geldiğini, ölmeden önce adım adım yazıyor...
Yaşarken potansiyel bir mağdurdu
Hrant Dink...
Potansiyel mağdur herkesten önce önce kendisi bilir;
“Kimler kendisiyle uğraşıyor, kimler onun gerçek potansiyel katilleri?..”
Ancak ölümünden hemen sonra “gizli eller” araya girip; olayı “ustaca” örtüyorlar...
“Maktül’ün arkadaşı”, “maktül’ün yakını”, “maktül’ün dostu”, “maktül’ün yoldaşı” gibi kimlikler ortaya çıkıveriyor ve her biri kendi ezberleri bir senaryoyu “ölüm senaryosu olarak topluma sunuyor...”
***
Manipülasyona ve gerçekleri değiştirmeye yönelik bir durum bu...
Arkasında kimin olduğu belli olmayan bir sürü “komplo iddia” gerçek nedenlerin ve müsebbiplerin üzerini örtüyor...
Algı başka yönlere kaydırıyor...
Öldürülen kişi esasen bir kez daha öldükten sonra öldürülüyor...
***
Son yıllardaki suikastlerde, “Cinayet mahalli, anında ortaya çıkan derin etki ve algı operatörleri tarafından temizleniyor...” Algıyı değiştirecek suç unsurları monte ediliyor... Sonra ölümün üzerinden olayla ilgisi alakası olmayan bir gerçeklik; sorumluymuş gibi sunuluyor...
***
Olayda o kadar çok günah var ki...
“Maktül’e” suikaste kurban gittiği için yazık...
“Öldükten sonra gerçek katiller gizlenip, suç başkasının üzerine atıldığı için bir daha yazık...”
Maktüllerin ruhları; yaşadıkları ortamda “gerçek katilleri bulunmadığı” için nasıl bir sıkışıklık yaşıyorlar kim bilir?..
Ne büyük bir günah bu?..