Aslında hepimiz birer ‘mezarsız ölü’ müyüz?
.
Hiç uzatmadan konuya giriyorum. Varoluşçuluk felsefesinin öncülerinden Jean Paul Sartre’ın Mezarsız Ölüler adlı oyununu yıllar önce okumuş ama 1990’lı yıllardan beri Türkiye’de sahnelenmediği için izleme fırsatım olmamıştı. Varoluşçuluğu sorguladığı bu şahane metni, farklı bir yorumla izlesem ne güzel olur diye iç geçirmiştim. Üç yıl önce Erdal Beşikçioğlu’yla sohbet ederken “Mezarsız Ölüler’i yapacağım” dedi ve o günden beri bu oyunun çıkmasını bekliyorum. Gerçi bu sezon klasik bir yorum İstanbul’da sahnelendi ama ben önce hayalini dinlediğim Beşikçioğlu’nun oyununu izlemek istedim. Nihayet, geçtiğimiz gün Tatbikat Sahnesi’ni Nadir Koçoğlu’yla birlikte kuran Erdal Beşikçioğlu’ndan Mezarsız Ölüler oyununun davetiyesi elime ulaştı. 1 Mayıs’ta Ankara’da sahnelenen ilk oyuna ne yazık ki yetişemedim. Ama 3 Mayıs’ta her cümlesini ezbere bildiğim oyunu izlemek üzere Ankara Tatbikat Sahnesi’nde soluğu aldım. Hani, tiyatro öldü diyorlar ya, işte bunun koca bir yalan olduğunun da cevabını aldım. Oyundan bir saat önce Tatbikat Sahnesi’nin kapısındaydım. Erdal Beşikçioğlu’yla sohbet ederken salonun tüm biletlerinin satıldığını öğrendim. Ama bileti olmadığı halde gelip, “Belki gelmeyen olur ve ben izlerim” diyen onlarca seyirciyi de gözlerimle gördüm.
İşkenceye ortak olmak
Oyuna gitmeden önce bayılanlar, istifra edenler olduğunu yorumlardan okudum. O nedenle akşam yemeği yemeden gittim. Malum, panik atakla mücadele ediyorum. 30 dakika kala kulise indim. Oyunculara iyi şanslar diledikten sonra da en önde yerimi aldım. Oyunun yönetmeni Erdal Beşikçioğlu, seyirciyi de bu rahatsız edici serüvene en baştan dahil ediyor. Su damlama sesi arasında yerinize oturuyorsunuz. 15 dakika sonra tıpkı oyunun kahramanları gibi siz de o işkenceyi çekmeye başlıyorsunuz. Hem de sahnede morglara bakarak… Oyun morgdan çıkan oyuncularla başlıyor. Ölüme giden yolda direnişçilerin tüm serüvenine şahit oluyorsunuz. Sartre’ın oyunu 2. Dünya Savaşı’nda bir çatı katında geçer. 2.5 saat süren dört perdelik bir oyundur. Yönetmen, metni kısaltıp 80 dakikaya indirmiş ama özden kopmamış. En sevdiğim tarafı hem Sartre’ın felsefesini, hem duyguyu hem de bedensel performansı harmanlamış olması oldu. Sahnede Elvin Beşikçioğlu, Ayça Eren, Fatih Artman, Ali Yoğurtçuoğlu, Adem Aydil, Aytek Şahan, Ateş Bars, Erdal Beşikçioğlu ve Berkan Şal var. Çoğunu Behzat Ç. dizisinden de tanıyorsunuz.
Seyirci bayıldı
Oyunun bir yerinde seyircilerden biri bayıldı. Anladım ki, mesele kan tutmasıymış. O nedenle seyirciye uyarı, sahnede gördüğünüz kan değil, kırmızı boya. Ama onu da çok sert buluyorsanız bu oyuna gelmeyin. Zaten bu oyunun çok sert olduğunu düşünenin bu ülkede yaşadığından şüphe ederim. Oyun çok zor, o nedenle oyuncuları çok fazla eleştirmeyeceğim. O morgun içinde saatlerce kalabilmeleri bile takdire şayan. Ama bu oyunu birkaç kez oynadıktan sonra ortaya şahane bir iş çıkacağını da çok iyi biliyorum. Gelelim, oyunu nasıl izleyeceğinize… 28 Mayıs’ta İzmir’de bir turne yapılacak. Ondan sonra ekim ayına kadar bekleyeceksiniz. Neden mi? Cevabı Erdal Beşikçioğlu veriyor: “Bu oyun zaten gelecek sezon için yapıldı. Bir dahaki sezonun işi başlamadan önce seyirciye bir ön gösterim hazırlayacağız. Yaptığımız işin hep beraber değerlendirmesini yapacağız. Aldığımız derslerle diğer sezonda düzeltmelerimizle tekrar seyirciyle buluşturacağız.” Oyunun biletlerine gelince… 20 liradan 50 liraya uzanan bir skalası var. İyi oyun izlemek istiyorum diyen herkesin gelebileceği bir fiyat. Lafı fazla uzatmayayım. Siz ne yapın, ne edin yeni sezona biletinizi şimdiden ayırtın. Çünkü özünde hepimizin birer mezarsız ölü olduğuyla yüzleşmenin vakti geldi de geçiyor bile…