Şampiy10
Magazin
Gündem

Suriye üzerinden solculuk denemesi

.

ABONE OL
Vatan Haber

Suriye’de yönetimde bulunan Baas ve başındaki Esad’ın Batı baskısıyla gönderilmesi girişimleri bizde de kendisini “solcu” olarak gören bazı kesimlerde dayanışma duygularını kabarttı.

Esad rejiminin “devrimci”, “anti-emperyalist” bir rejim mi yoksa düpedüz faşist bir rejim mi olduğu sorusunun cevabı aranırken Türk solunun 60’larda yakalandığı hastalık da bir kez daha nüksediyor.

***


1960 askeri darbesinin “özgürlük” gerekçeli olması ve ardından gelen anayasanın ilerici niteliği Türk solunun bazı kesimlerini de etkilemişti. Birçok üçüncü dünya ülkesinde askerler, belli bir aydın kesim desteğiyle darbeler yaparak ülkelerinde solcu olarak niteledikleri rejimler kuruyordu. Bu rejimler solcuydu, ama komünist değildi. Komünist değildiler ama Batı emperyalizmi karşısında Sovyetler Birliği için de doğal müttefikler oluyorlardı. İki kutuplu dünyada bu ittifaklar Sovyet tarafının elini güçlendiriyor, Batı’yı sıkıştırıyordu.

Türkiye’de bu durum, Marksist kökenli sol ile “asker-sivil aydın zümre” ittifakıyla iktidara yönelmek şeklinde ortaya çıktı.

Solun toplumla ilişki kurması baskılarla sürekli olarak engellenmişti. Gerçi baskıların kaynağı, “asker-sivil aydın zümre”nin bizzat kendisiydi, ama bu pek dillendirilmez, hatta Atatürk’ün Nâzım Hikmet’i ne kadar sevdiği gibi hikâyelerle bu kesimin “sosyalizme ve sosyalistlere sempatisi“ anlatılırdı.

***


“Seçimlerde sağ partilere oy vererek onları iktidara getiren ‘halk’ın aymazlığı” karşısında tek bir yol kalıyordu: Solcu aydınların desteklediği askerin, darbe yaparak Türkiye’yi de o dönemde “solcu” olarak görülen rejimler arasına katması.

Kendisini Atatürkçü olarak niteleyen asker ve sivillerin “dinamik” bir tabana ihtiyacı vardı. İktidar olma imkânını sadece askerlerin yanına sığışmakta bulan solun bir kesimi için de bunun yolu darbeydi.

Bu ittifakın gerçekleştirilebilmesi için hem siyasi hem teorik çalışmalar yapıldı. “Asker-sivil aydın zümre,” temel toplum anlayışı olan “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle” hedefinin sosyalizmin temeli olan sınıf farklılığı anlayışıyla taban tabana zıt ve faşizan nitelikte olduğu da gizlendi.

***


Bu siyasi karmaşa, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’deki faşist askeri darbelere rağmen, kendini “solcu” olarak görmeye devam eden bir kesimde öylesine yerleşmişti ki, faşizan milliyetçilik “ulusalcılık” adıyla tekrar piyasaya sürüldü.

Şu anda kendilerini Marksist solda addeden bazı örgüt ve kesimler bu karmaşa dolayısıyla demokrasiyi ve özgür bir toplumu en büyük tehlike olarak gören ulusalcı ve radikal milliyetçi çevrelerle aynı dili konuşmaya, Türk toplumuna ve dünyaya aynı açıdan bakmaya devam ediyorlar.

Suriye’deki Esad rejiminin de bir etnik ve dini azınlığın diktatörlüğü olduğunu, bu rejimin her türlü sol düşünce dâhil her türlü siyasi ve fikri faaliyeti ezdiğini, kendi toplumunu büyük bir hapishane gibi yönettiğini görmeyerek ya da bilerek görmezden gelerek “düşmanımın düşmanı dostumdur” ruhuyla hareket edenler, bu politikayı solculuk diye sunmakla Türk solunu biraz daha fukaralaştırmaktadırlar.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Sertleşme mi normalleşme mi?
  2. 9 Temmuz, sonra 15 Temmuz, sonra da seçim mi?
  3. Yürüyüşün son gününden sonrası
  4. Şaşıracak bir şey yok, beklenen oldu
  5. Anlaşılan ekonomiden herkes memnun
  6. Negatif enerjiden kurtulmak
  7. Bundan sonra seçim hazırlığı
  8. Nazi krizinin devamı
  9. Yüz yıl önceki Kürdistan vaadi
  10. Bu yürüyüşün bir finali olacak

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.