Savaşa değil sandığa gidiyoruz
.
Referanduma iki ay var ve biz şimdiden sert bir çatışma ortamına girdik.
Neyi oylayacağız? Türkiye’nin yönetim sistemindeki bir değişikliği.
Bu değişikliğin ülkeye ve bütün vatandaşlara faydalı olacağını düşünebiliriz ya da tersini düşünebiliriz ve buna göre oy kullanırız.
Ne yazık ki öyle olmuyor. Bir taraf, bu değişiklik olursa ülkenin mahvolacağını, biteceğini düşünüyor.
Diğer taraf da bu değişiklik olmazsa ülkenin yönetilemeyeceğini, mahvolacağını düşünüyor.
İki taraf için de, kendisi gibi düşünmeyenler “vatan haini”dir.
Sistemle ilgili, sistemin avantajları ve dezavantajlarıyla ilgili tartışmayı çoktan bıraktık.
Hayır diyecek olanların, aslında 15 Temmuz darbe girişimindeki yenilginin rövanşını almak istediğini düşündüğümüz zaman da bunlara “vatan haini” dışında bir şey diyemeyiz.
Kendisi gibi düşünmeyen milyonlarca insanı “vatan haini” ilan etmenin ciddi bir arızaya işaret ettiğine dikkat çeken fazla kimse yok.
Taraflar seçilmiş, vuruşma alanları belirlenmiştir. Böyle bir ruh halinde milyonlarca vatandaşını vatan haini ilan etmenin ciddiyetini düşünmek de mümkün değildir.
Bir yıldan fazla bir süredir başkanlık sistemiyle ilgili bir çok laf ediliyor. Ama vatandaşların yaklaşık yüzde 20’sinin hâlâ meclisin de kalkacağını sanmasının vahameti üzerinde durmamız gerekiyor.
Her beş vatandaştan biri olmayan bir şeye oy verecek veya vermeyecektir.
Taraflar bunun üzerinde durmayacaklar. Tam tersine şu anda evet ve hayır kelimelerine dini anlamlar yüklemekle meşguller.
Referanduma son derece sağlıksız bir ortamda gidiyoruz. Savaşa gidenler için savaş 16 Nisan’da sona ermiş olmayacaktır.
Evet’çiler de Hayır’cılar da gerilimi sürekli artırarak referandumu “hayat memat” meselesi haline getirme yolundan dönmeyecektir.
Savaşa değil sandığa gittiğimizi, siyasi bir projeye evet ya da hayır diyeceğimizi anlatmak artık çok zordur.
17 Nisan gününü, alıştığımız üzere 16 Nisan akşamı düşünmeye başlayacağız.