Hapse atalım... Yargılayalım... Asalım...
.
Bir süredir, birikmiş öfke ve nefret dalgaları içinde yaşıyoruz. Kimse dert anlatmak ya da dert dinlemek niyetinde değil, herkes hep bir ağızdan öfke kusuyor.
Daha çok insanın yargılanması, hapse atılması için uğraşanlar var. İdam cezasının geri gelmesi için çalışanlar var.
Bunların gerekçesi olarak da “milletimiz böyle istiyor” sözü aşırı sık sarf ediliyor.
Ne kadar çok insan hapiste olursa, ne kadar çok insan mahkemede sürünürse o toplum bütün ruhuyla geriler.
Bugün bunun çığırtkanlığını yapanlar, kasaba ruhuna hapsolmuş, insanların huzur ve mutluluğunu umursamayan bir kalabalık halinde hareket etmektedir.
Bazen ölçüler öyle kaçıyor ki, insanın “hangi yıldayız” diye sorası geliyor.
Daha fazla insanın mahkemelerde süründürülmesi toplumu sadece gerer, kendi geleceğiyle ilgili şüpheler yaratır.
Daha fazla insanın hapse atılması o ülkenin iyi yönetildiğini değil kötü yönetildiğini gösterir ve bunu bütün yönetilenler anlar.
“Asalım” diye bağıran, idam cezasının geri gelmesi ve geriye dönük uygulanmasını isteyenler ülkesine yaptığı kötülüğün farkında olmayan şuursuzlardır.
Bugün bunların hepsinin sesinin çok çıkması, ülkeyi kendi içine kapanma, bu öfke ve nefret sarmalları içinde yaşama yollarını açıyor.
Türkiye’nin 15 Temmuz’da atlattığı badire,daha çok mahkeme,daha çok hapis, daha çok ölümdü. Büyük bir toplumsal refleksle bu badireyi atlattık, ama yeterince ders çıkardığımızı söylemek mümkün değil.
Daha çok mahkeme, daha çok hapis ve idam üçüncü dünya ülkelerinin kaderidir. Doğrudur, bunları o üçüncü dünya ülkelerini yönetenler iyi anlar.
İçine kapanmış, ikinci sınıfa tıkılmış bir toplum olarak yaşamak aklı başında hiç bir vatandaşın kabul edebileceği bir durum değildir.
Türk toplumu 2012 yılına kadar nasıl geldiğini, hangi badirelerden, hangi felaketlerden kurtulduğunu iyi biliyor.
Önce bu “yargılayalım, hapse atalım, asalım” tavrı sona ersin ki siyaset de kendi doğal akışına geri dönebilsin.