Şüpheli Ufaklığın Maceraları (2)
.
Vatan Haber
Dünkü yazımı okumamış olanlara bir özet geçeyim
Geçen çarşamba, yıllık mamografi ve meme ultrason muayenemi yaptırırken, sol memede şüpheli bir ufaklık bulundu. Böyle 5 milimlik saçaklı (İzmirli ağzıyla) “çikin” bi’şey. Bekleyelim mi biyopsi mi yapalım, hadi MR’ına da bakalım derken..
Küt pat çat!
Kendimi ameliyat masasında buldum. Doktorum Abdullah İğci, tipi bozuk yakışıksız kistimi sevmedi ve almak istedi.
O kadar hızlı gelişti ki her şey o “küt pat çat”ların arasında yapabildiğim tek şey hastane pastanesinde bir tabak milföy yemek oldu.. (Hastalığımın adını milföy koyacağım zaten.. Sonra da “Adını milföy koydum” diye bir dizi yazacağım.. Niheh niheh...)
“Korkacak bir şey yok, yüzde 95 temiz çıkacak ama yine de emin olmak istiyoruz” denilerek girdim ameliyata.
Ve lakin uyandığımda yara bantlarım sadece mememin üstünde değil koltuk altlarımda da vardı.
Bu ne demek? Şu demek: Şüpheli ufaklıkta bir şey buldular ki bir kaç lenf bezimi de aldılar... Çünkü ufaklık temiz olsaydı, lenflere bakmaya gerek duymayacaklardı. Koltuk altı bantları bunu gösteriyor...
Lan hani yüzde beş ihtimaldi? Hani? Hey allahım.. Mecbur muyum daima azınlıkta olmaya?
İşte ondan sonrası, doğruya doğru, biraz buruk geçmeye başladı arkadaşlar.. Ameliyat öncesi asansörde tekerlekli sandalyeyle spin atan, çarpmak suretiyle yakışıklı doktorların ilgisini çekmeye çalışan (ama başaramayan) kız/kadın/bayan/ne haltsa değildim artık...
Odama dönüşüm hüzünlüydü..
İçimden “daha 42 yaşıma bile basmadım ulan!” diye böğürmek geliyordu (zira doğum günüm bir hafta sonra) ama hâlâ narkozun etkisi altındaydım. Aklımda bir yandan hasta olduğum, bir yandan da uyandırılmadan önce gördüğüm o çok güzel yeşil çayırlar ve neş’eyle koşuşturduğum inek vardı... Böyle durumlar için anestezi ekibi galiba “yolluk” veriyor. Gözümü kapatıp o tatlı ineği ve yeşil çayırları düşünerek uyumaya devam ettim...
“Papiller karsinom” dedi doktorum en müşfik ve cesaretlendirici sesiyle. Hastalıktan değil de beni öğrenci olarak kabul eden iyi bir üniversiteden söz eder gibi..
O an papiller lafının sevimli tınısına kapılmak da mümkündü ama işin gerçeği bildiğin kanserden söz ediyor. (Bir gece önce internette hepsini okudum, yaladım yuttum..)
Koltuk altı bantlarının sırrı işte buydu. Çikin kistimde bozulmuş hücreler bulmuşlardı ve yayılmış mı diye öğrenmek için en yakın iki lenf bezini de hemen almışlardı.
İyi haber: Lenfler temiz. Yani “milföyüm” yayılamadan vücudumdan sökülüp atılmıştı...
Daha iyi haber: “Milföyler” arasında iyi olan bir cinsten söz ediyor. Yani kötünün iyisi.
Daha da iyi haber: Ben hâlâ narkozun etkisindeydim ve bu narkoz beni acayip neşelendiriyordu. Ameliyat olduğum gece, refakatçim olan ablamı bir güzel uyutup hastanede fıldır fıldır dolaştığımı, gizli gizli arkadaşlarımla buluştuğumu, cayır cayır dedikodu yaptığımı hatta neredeyse Dolapdere’deki Apik’e işkembe içmeye gitmeye kalktığımı söylesem??
Sonra narkoz bitti, buz gibi gerçek geçti karşıma oturdu.
Annemi ve anneannemi hatırladım... İkisi de meme kanserine yakalanmışlardı. Onlar geç kalmışlardı, tıp geriydi, imkanlar azdı derken apar topar gittiler ikisi de... Annem 58’ini bile göremedi.
Tamam bu iyi cinsmiş, tedavi edilebiliyormuş, erken yakalamışız, tıp çok ilerlemiş falan filan ama...
Gel de ikna ol.
Hiç “güçlü” kadın nümeroları yapmayacağım. Umurumda bile olmadı ha ha hayttt demeyeceğim. Bir gün geleceğini biliyordum ama 42’imi bile görmeden geleceğini tahmin etmemiştim doğrusu.
Hayatımda ilk defa bir modaya uydum ama bu da uyabileceğim en saçma moda oldu! Aferin bana!
Canımı sıkan “ölme” ihtimalim değil. Vallahi değil. Oldum olası çok yaşama meraklısı bir tip olmadım. Çocuk yapmamış olmamım en büyük nedeni de budur. Canın çektiğinde çek fişi gitsin...
Canımı sıkan “sürünme” ihtimalim.
Tıbba bağımlı olacaksın, ha bire kontrollere gideceksin, salak gibi ne dense yapacaksın, vücuduna bin tane kimyasal sokacaklar, her birinin ayrı ayrı yan etkisi olacak, hastanelerin pediatri hariç ne kadar servisi varsa hepsine mecburen bir uğrayacaksın... Özetle sapa sağlamken yerlerde sürüneceksin..
İşte canımı sıkan budur.
Şu ayrıntılı patoloji raporunu sırf bu yüzden bekliyorum. (Perşembe) Neymiş arkadaşın derdi bir öğreneyim sonra artık Antartika’ya mi giderim, Kongo’ya mı, Maçupiçu’ya mı karar vereceğim...
Bundan sonraki yazımı nereden yazdığıma bağlı olarak siz de tahmin edersiniz durumun vahametini...
Diyor ve şapırtılı şapırtılı öperek ayrılıyorum.. Bugünlük tabii. Yok öyle kolay kurtulmak benden...
Yarın: Bir hastalık nasıl tatlı tatlı suiistimal edilir?