Soğuk bir kış günü Erivan’da olmak
.
Bu yazıyı Ermenistan’dan yazıyorum. Soğuk bir kış günü yolum Atina’dan sonra Erivan’a düştü. Elimde Ece Temelkuran’ın “Ağrı’nın Ağırlığı”, bu yabancı ama aslında komşu diyarı tanıyorum..
İstanbul Kültür Üniversitesi, Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi’nin (GPoT)
“Türkiye - Ermenistan arasında diyalog kurma projesi” çerçevesine geldik buralara. Dört gazeteciyiz: Hürriyet’ten Serhan Yedig, Radikal’den Müge Akgün ve şimdi serbest gazeteci Erdal Güven.
Proje bir yıldır sürüyor. Dört ayağı var. Birincisi öğrencileri kapsayan bir aktivite. Karşılıklı altı öğrenci Türkiye ve Ermenistan’a geliyor ve 10 dakikalık mini belgeseller çekiyor. Nazar bocuğu, Erdil Yaşaroğlu, Ara Güler, Erivan’daki Anadolu şehirlerinin isimleri verilmiş sokaklar...
İkinci ayağı gazeteci değişimi. Karşılıklı olarak gazeteciler Türkiye ve Ermenistan’da ağırlanıyor. İmkanı olan bir ay kalıyor.
Üçüncü ayak otobüs turu. Yine Türkiye ve Ermenistan’dan 6’şar gazeteci bir otobüsün içinde İstanbul’dan başlayarak Anadolu’nun çeşitli şehirlerini geziyor. Anadolu bittikten sonra Gürcistan üzerinden (zira Ermenistanla sınırımız hala kapalı) Ermenistan’a gidiliyor ve oranın şehirleri geziliyor.
Dördüncü ayak ise TV programları. Karşılıklı ekipler gelip gidip programlar yapıyor.
Biz, anlamış olacağınız gibi gazeteci değişim programıyla geldik. Siyasetçilerin yapamadığını biz yapmaya çalışıyoruz. (“Komşularla Sıfır Problem” politikasını hatırlayan var mı? Nasıl da rafa kalktı..)
Gelirken utançla karışık tuhaf duygularla geldim. Ermenistan, binlerce yıllık komşumuz ama Erivan hakkında HİÇ ama HİÇ bir şey bilmiyorum! Ermenistan’ın fakirliği ve korkunç depremi dışında aklımda bir şey yok. Tabii Erivan deyince aklıma dökük bir şehir geliyor.
Dökük bir şehir beklerken muhteşem bir havaalanına indik. Dört yıl önce geliş açılmış, sadece on gün önce de gidiş bitmiş. Pırıl pırıl bir havaalanı. Yeni bir havalanına inmek ne kadar etkiliyormuş insanı...
İkinci şokum heryerde kumarhane görünce oldum. Şehrin girişi Las Vegas gibi. Sonradan öğrendik meğer yasa bunu emrediyormuş. Kumarhaneler şehir merkezinde olamazmış...
Üçüncü şokum Stefanel’den Baby Dior’a, Victoria’s Secret’dan Armani, Gucci’sine kadar her markanın dükkanını görmek oldu.
Ah küresel dünya... Dünyanın ekseni 12 santim kaymış, İtalyasından İspanyasına buraya akmış, biz birbirimize bir santim yaklaşamamışız...
Dördüncü şokum meğer güzel bir şehirmiş... Milim milim tasarlanmış..
Şimdilik bu kadar. Yarın devam ederiz..
Vanahaşna
İlk akşam yemeğimizı köyüm anlamına gelen “Mer Kuğı” restoranında alıyoruz. Karşımıza “Van üsülü haşlama” manasına gelen “Vanahaşna” yemeği çıkıyor.
Tabii kim nereden bilecek, Van bir zamanlar Ermeni şehriydi. Rumlar için İstanbul neyse Ermeniler için de Van oydu. Bir yemeğin adı nasıl Van usulü olmasın?
Malzemeler: Isıtılmış yoğurt, küçük küçük kıyılmış ve kavrulmuş sarımsak, çok ince kıyılmış et ve soğanla kavrulmuş mercimek ve kırpık kırpık edilmiş çıtır lavaş...
Hepsi, karabiber ve tuzla beraber masada karıştırılıyor ve servis ediliyor.
Vanlı dostlarıma selamlar...