Ne ölümden korkmak ayıp ne de ölümü düşünmek
.
Gencecik kadınlar, ardı ardına meme kanserine yakalanıyor.
Deniz Uğur’un da meme kanseri olduğunu hastanede MR sırası beklerken okudum.
MR’a girdim zira ben de de şüpheli bir kist bulundu. (Her yıl düzenli mamografi ve ultrason muayenesine girmenin faydası..) Sol mememde 5 milimlik düzensiz kontürlü minik bir şüphelim var artık. Siz bu yazıyı okurken muhtemelen o şüpheli ufaklığın biyopsisi yapılacak.
İlk tepkim ne oldu biliyor musunuz? Çok komik ama gidip kendime hastanenin pastanesinde koca bir milföy pasta ısmarladım.
Normalde hayatta ısmarlamazdım, önüme gelmişse de yarısını yerdim, bu sefer hepsini yedim. Pek de lezzetliydi. Garson kızı yakalayabilseydim bir tane daha ısmarlayacaktım ama neyse ki çok meşguldü.
Sonra gidip evime yılbaşı süsü aldım. Şu “perde” tarzı dedikleri pirinç lambalı düzeneklerden.
Sonuç olumsuz çıkarsa belli ki yılbaşı ışıklarıyla ışıl ışıl aydınlanan bir şişko olacağım.
Ve bu hiç umurumda olmayacak...
Mesele kilo değil tabii. Bize sıkıntı veren şeylerden kurtulmak. Meseleye olumlu açıdan bakalım: Böyle habis veya selim “şüpheliler”, Allah’ın yolladığı işaretler belki de. “At üstünden gereksiz yüklerini yavrucuğum.. Kurtul stres kaynaklarından çocuğum.. Kafanı güzel şeylerle doldur evladım..” diyor olmalı. Toptan bir bencillik önermiyorsa da bir “hafifleme” önerdiği kesin.. Veya ben bu yönde almak istiyorum mesajı. (Milföyün konuyla ilgisi ne peki? Bilmiyorum. Üzerimden ilk olarak “şişmanlamamam lazım!” stresini attım herhalde...)
Cumartesi, Aziz Nesin’in 96. doğum günü gecesi vardı. Nesin Vakfı yararına 300 kişi Armada Otel’de toplandık.
Güzel bir geceydi. Vedat Özdemiroğlu, Aynur Haşhaş, Müjdat Gezen sahne aldı. Yaşar Kemal’in ödül töreniyle çakıştığı için Zülfü Livaneli son dakika gelebildi ama bir tanecik şarkıyla Karlı Kayın Ormanında- hepimizin gönlünü yeniden kazanmayı başardı.
Şarkının son mısraında şöyle der biliyorsunuz:
“Ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü..”
On yaşımda ilk dinlemiştim bu şarkıyı. Zülfü Livaneli ve Maria Faranturi beraber söylüyordu. O vakitler yasaktı o albüm Türkiye’de. Yunan şarkıcıyla beraber söyledi diye mi yoksa Nazım Hikmet’in şiirleri şarkı oldu diye mi hiç bilmiyorum. Bizim eve hasbelkader girmişti ve ben şansa bakın ki güzelim şarkıyı ilk defa komik bir Yunan aksanıyla dinliyordum.
Anlatmak istediğim Yunan aksanlı Nazım Hikmet değil elbette. On yaşımdan 42 yaşıma kadar herhalde binlerce kere (bu seferlerde Zülfü Livaneli’den) bu şarkıyı dinlemişimdir. Konserlerde eşlik etmişimdir. Dahası şiir olarak uzun versiyonunu da okudum.
Ama son mısra (ki şiirde son mısra değildir, ayrı) beni ilk defa can evimden vuruyordu.
Bu dize ilk defa bu kadar doğrudan bana hitap ediyordu.
Sanki bana, sadece bana sesleniyordu.
Nazım Hikmet, 1956’dan, 2011’deki Mutlu’ya, bir teselli yollamıştı sanki.
Zülfü Livaneli de bilmeden aracılık etmişti..
İyi de etmişti...
Ne ölümden korkmak ayıp ne de ölümü düşünmek...
Evet değil.. Değil elbette ama ben ölmeyeceğim. Deniz de Vahide de.. En azından “şüpheli ufaklıklar” yüzünden...