Kurabiye adasında 33 kuruşa ekler! Peee!
.
Ada insanlarının kara insanları gibi olmadığını biliyorsun değil mi?” dedi bana. “Bilmiyorum” dedim. “Hiç adada yaşamadım şimdiye kadar. Sapına kadar kara insanıyım”
“Dikkatle bak o zaman bundan sonra. Adalılık insanın karakterini doğrudan etkileyen bir şey. Başka bir şey oluyor adalılar. Biraz yabanıl, fazla hayalci ve yalnız. Her bir insan bir ada oluyor adada. Denizlere kafa tuttuklarından mıdır nedir deli bir inatları var. Ben bir insanın adalı mı karalı mı olduğunu beş dakikada anlarım. Ama sen anlayamazsın iki günde. Biraz zaman lazım... ”
İki gündür Marmara Adası’ndayım. Tekirdağ dolaylarında ani bir direksiyon kırmasıyla kendimi “Seyhan 4” feribotuna attım. Daha önce hiç gelmemiştim adaya.
Arkadaşım Nilgün yaşıyor adada. Tam 39 yıldır her yaz burada. Yıllardır ondan ada hikâyeleri duyar dururum. Böyle manyak bir ada hayali kurmuştum kafamda.. Hem vahşi çirkin hem vahşi güzel. Feribot yaklaşırken hepsini yıktım, dümdüz ettim. Hayal kırıklığına uğramayayım diye.
Hayal kırıklığına uğramak ne demek! Bayıldım ben bu adaya!
Feribot, limana Barış Manco’nun “El salla, el salla” şarkısıyla yanaşıyor. Önce ne olduğunu anlamadım. İnsanlar evlerinin balkonuna çıkıyor, şezlonglarda yatanlar, kahvelerde oturanlar ayağa kalkıyor, çocuklar iskeleye koşturuyor, herkes gemiye çılgınlar gibi iki kolunu birden havaya kaldırarak el sallıyor. Sanki Titanik gelmiş, sanki yıllardır gördükleri ilk gemi!
Meğer bu günlük bir ritüelmiş. Barış Manco öldüğü günden beri yapılıyormuş bu. Vapur adaya yanaşırken ve adadan ayrılırken bangır bangır “el salla el salla” çalıyor ve herkes el sallıyor. Daha da coşkulu görünsün diye insanlar ellerine masa örtüleri, sandalye minderleri, havlular alıp sallıyor.
Ben böyle cana yakın, sıcak, sevimli, şeker bir şey görmedim! 12 yıldır Tekirdağ’dan kalkan Seyhan 4 Feribotu adaya Barış Manço’nun “El salla el salla” şarkısıyla yanaşıp, yine aynı şarkıyla ayrılıyor ve insanlar da (hem gemidekiler hem karadakiler) deli gibi el sallıyor!
Bundan 200 yıl sonra bu adet devam ediyor olsa (ki inşallah devam eder) kim bilir nasıl efsaneler üretiliyor olacak!
“Bir gemici varmış, adadan bir kızı çok sevmiş ama kızın babası falanmış da filan yapmış da... ”
Ada, Ramazan nedeniyle normal yazlık nüfusunun yarısına sahip. Gerçi hiçbir zaman “çılgın” bir ada olmamış. Diskosu yok diye gençler gelmiyormuş.
Aman ne isabet! Memlekette diskonun, canlı müziğin olmadığı yerler de olmalı. Hatta belediye başkanı yasaklasın da misler gibi bir “citta slow” olsun burası.
Akşam yemeğinden sonra yürüyüşe çıktık. Kaldığım otel “Aba” sahilinde. Merkeze, oradan da “Kole” sahiline gideceğiz.
Şimdi bu adanın çok komik bir özelliği var: Burası mermer adası olduğu kadar aynı zamanda bir “kurabiye” adası!
Şimdi sorarım: Minnacık bir adada yan yana beş pastane olur mu yahu?!?
Oluyor ve daha da vahimi şu: hepsi ürünlerini dükkân dışında kurdukları tezgâhlarda satıyorlar. Demek istiyorlar ki “ürünlerimiz, buzdolabına sokmaya gerek kalmadan tükeniyor, yani çok leziz ve çok taze”.
Tepsi tepsi şekerpareler, milföyler, rulo pastalar veeee.... Agghhh.. EKLERLER! Sokak baştan aşağı bunlarla kaplı iyi mi!?
İyi değil tabii.. Sonuç? İradesiz tosbağa ikilisi olarak canımız fena halde ekler ve şekerpare yiyip çay içmek istedi. Ama yanımızda para yok.
Nilgün, bakkaldan 20 lira borç aldı ve benim sorum: “Yetecek mi? Olmazsa yarım yarım yeriz ”
İki ekler ve iki şekerpareye sadece iki lira ödedik iyi mi?! Plastik kap ve çatal da hesabın içinde.
Elimizde tatlılarımız çınarların altındaki çay bahçelerinden birine gittik. “Öyle bir geçer zaman ki” dizisini izledik. İzledik sadece zira sesi kapalıydı. Ama zaten ne fark eder? Dizinin üçte biri ağır çekim üstü müzik, üçte biri pis pis bakışma, üçte biri de ağlamakla geçiyor.
Sonra ben dayanamadım iki tane daha ekler alayım dedim. Zaten az evvelki hesaptan aklımın yarısı gitmişti adam bir de şunu demesin mi: “üç adet vereyim 1 lira olsun”
33 kuruşa ekler mi yedim ben? Olabilir miydi bu? Yemişim Bodrum’un, Alaçatı’nın havasını!