Şampiy10
Magazin
Gündem

Rica etsek işgali kaldırsanız?

Hani kaç gündür “Atina’nın göbeği Sintagma Meydan’ı, solcuların işgali altında, ortalığı nefis bir düşünce üretim kampına ve çadır kente dönüştürdüler, kimse de bir şey demiyor” diyordum ya..

Sonunda Yunanistan Adalet Bakanlığı, Atina Belediye’sine “e artık kaldırılsın bu çadırlar” demiş bulunmuş.

Heyallamyallebim..

Bunun üzerine Atina Belediye başkanı Yorgos Kaminis (o da iktidardaki Pasok Partisinden) işgalci çadır kent genel kuruluyla “diyaloga” girmiş. Başkan, bir güzel işgalcilerin ayağına gitmiş, yanlarına oturmuş, onlar da eşek değil ya herhalde bir frappe ısmarlamıştır, Atina’nın 38 derece sıcağı altında “sohbet” etmişler!

Başkan, işgalcilerden “ricacı” olmuş!

“Arkadaşlar, sizi anlıyoruz ama burası halkın öteki bölümünün de yeri. Hani onların da hakkı, biraz da pislik oldu gak guk..” demiş. (Pislik bölümüne katılmıyorum. Her akşam çadır kampından birileri ellerinde torba, çöp topluyordu)

Aklınız alıyor mu? İşgalcinin ayağına gitmek, diyalog kurmak, ricacı olmak... Düşünün: Taksim Meydanı’nı solcular, komünistler, çevreciler, feministler ve dahi bir sürü akımdan insan basacak, Gezi Parkı’nda veya göbekte 150 tane çadır kuracak, deli gibi hükümeti protesto edecek, manyak manyak pankartlar asacak, her akşam toplanan 5000 kişiye konuşmalar yapacak veya konuşma yapmak isteyenlere imkan verecek...

Ve 46 gündür kimse bir şey demeyecek?!?!?

Başbakan “o bitlilere mi kaldık! Peee..” demeyecek, İçişleri talimat vermeyecek, Emniyet Müdürü eline megafonu almayacak ve polis gelip çadırları hunharca söküp işgalcileri meydanda bulunan turistlerle beraber (remember: 1 Mayıs 2009) saçlarından yerlerde sürükleye sürükleye içeri almayacak?!?!?

Sabah kötek, öğle biber gazı, akşam yemeğinde de sorguda işkenceye alışık bir vatan evladı olarak.. Hayır aklım almıyor.

Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde Belediye Başkanı Kaminis “Bıkkın”ların genel kurulu ile görüşme halindeydi.

Bana oradan bildiren meslektaşım Manolis Kostidis’e defalarca soruyorum: Polis yok mu? Zorlama yok mu? Etrafları sarılmadı mı?

“Hayır” diyor. “Sadece rica ediyorlar”

“Bıkkınlar” genel kurulu ise yarın (bugün) toplanıp işgali bitirip bitirmeme durumunu değerlendirecekmiş. Zaten onlar da gitme taraftarıymış, platformu başka bir yerde devam ettireceklermiş.



Ama bi dakka! Sakın sanmayın ki mutat akşam protestoları sona erdi! Her akşam parlamento önünde yine “öfkeliler” toplanıp üç beş saat dere tepe dümdüz gitmeye devam ediyormuş. Ve yine her akşam, öfkeliler öfkelerini rahat rahat kussun diye, meydan polis tarafından trafiğe kapatılmaya devam ediyormuş. Polis meydanda ama pataklamak için değil yani.

Kaç gündür?

46.

Yani?

Kırk altı..

Ya.. Ya..

(imza: Yılmaz Özgevrek)



Atina’da bir Gazi Mahallesi

“Bu adamlar da hiç bir şey yapmadı yea.. Boyna yedi” denilip duruluyor ya.

Şunu anlıyorum ki gelen paraları bol bol altyapıya ve şehirlerini güzelleştirmeye harcamışlar.

Buyrun mesela nereye harcanmış.

Atina’nın eski havagazı fabrikası şehrin dışında, bir zamanlar tamirhanelerin olduğu ve geceleri pek kimsenin gitmeye cesaret edemediği bir mahalle olan Keramikos’da.

Geçtiğimiz yıllarda burası muazzam bir kentsel dönüşüm yaşamış. Hani bizimkilerin Tarlabaşı’nda yapmayı isteyip de 15 yıldır yapamadıkları nane.

Belediye havagazı fabrikasını restore edip sergilerin açılıp konferans ve konserlerin verildiği kocaman bir kültür sanat merkezi haline dönüştürmüş. Hatta 16 dilde yayın yapan Atina Radyosu bile oraya taşınmış. (Ödeneksizlik nedeniyle kapatılması isteniyor şu an)

Ancak tek başına oranın olması yetmiyor. Yine uzun zaman kimse gitmemiş. Sonra metroyu da oraya getirmişler. Metroyla beraber orası yepyeni bir cazibe merkezine dönmüş. Tamirhaneler birbirinden şık restoranlara barlara dönüşmüş. O kadar ki Mikonos’un (tesadüfen gitmişliğim olan) şık restoranlarından biri Mamacas bile şube açmış. Biz Gazihori’de (Gazköy) oturduk ve ağzına kadar doluydu.

Sadece restoran meselesi değil. Keramikos Atina’daki en ilginç binaların yapıldığı da yer. Yeni bir Atina mimari akımı doğmuş burada.

Gaz, Yunancalaşınca (karpuz-karpuzi misali) Gazi oluyor. Fabrika, kültür sanat merkezine dönüştükten sonra mahallenin adı da Gazi Mahallesi olmuş. Bu da iki kent arasındaki bir başka komik ortaklık olmuş.

Benzer bir proje olan Bilgi Üniversitesi Santral etrafı da bakalım ne zaman böyle olacak.. Eyüp’te bir Mikla veya Changa restoran mesela.. Peee...

Yazının devamı...

Rüzgârların koynundaki mücevher



Bir zamanlar yarı Rum yarı Türk nüfusa sahipmiş, şimdi sadece 20-25 Rum yaşıyor yaz kış. Köyü olmayan tek ilçe. Limanda göz dolduran kocaman bir kalesi var. Üç dört rüya gibi plajı var. Adaya büyük şehirlerden her yıl daha çok insan göçüyor. Gelenler, birbirinden hoş küçük oteller, restoranlar, dükkânlar, sanat galerileri açıyor. Şarapçılık çok gelişti. Adanın büyük bölümü üzüm bağlarıyla kaplandı. Çıstak turizmi mümkün olduğunca az. Mutlaka görülmesi gereken bir yer.

Akvaryum Otel

Adanın güneybatı ucunda, ıssız bir coğrafyada, nefis bir koyun hemen dibinde bir otel. İki yıl öncesine kadar elektrik yoktu. Basit odalarda, ay ışığında son derece romantik ve samimi geceler geçiyordu. Şimdi hem elektrik geldi hem de hepsi denize bakan güzel şık odalar eklendi. Fakat ruh aynı kaldı.

Ev sahipleri eğlenceli bir çift. Akvaryum koyu yürüme mesafesinde.

Bilgi: www.gezginsincap.com/akvaryum-otel-bozcaada

Rengigül Konukevi

Mavi beyaz nefis bir Rum evi. Dünya tatlısı sahibesi Özcan Hanım tarafından tarihine ihanet etmeden ilk günkü görkemine kavuşturulmuş. Yüzlerce resim, antika bardaklar, kilimler, şapkalarla donatılmış. Kahvaltı masası ise tam bir cümbüş. Kocaman bir masa üzerinde hayatımda hiç görmediğim çeşitte reçel, börek ve peynir var. Rezervasyonla dışarıdan da gidilebilir.

Bilgi: www.gezginsincap.com/rengigul-konukevi

Nar Ada Evi

Bozcaada’nın merkezinde sevgiyle restore edilmiş çok güzel bir Rum evi. Odalar son derece ferah. Kapı önüne serpiştirilmiş masalarda sunulan kahvaltı, bağ evinin bahçesinden gelme. Taptaze ve organik. Bilgi: www.gezginsincap.com/nar-bag-evi-bozcaada

Bağbadem Tatil Evi

Üzüm bağları ve badem ağaçları arasında bir otel. Sessiz sakin huzur dolu. Bağımsız, toprakla yoğrulmuş, harikulade bir hayat. Hayli zengin kütüphaneleri herkese açık. Kahvaltı ise tam bir şenlik. Bilgi: www.gezginsincap.com/bagbadem-tatil-evi

Kaikias Hotel

Yeri kalenin önünde, olabilecek en pratik yerde. Adanın ilk otellerinden. Artık bir klasik. Geleneksel Rum kültürü ve modern mimarinin harmanlanmış hali. Seçkin antikalarla döşenmiş son derece klas bir otel. Bilgi: www.gezginsincap.com/kaikias

Aral Tatil Çiftliği

Bozcaada’nın insandan uzak bir köşesinde 14 dönüm bağ, bostan, meyve ağacı içinde dededen kalma çok hoş bir bağevi. Tam bir çoluk çocuk, aile yeri. Çayır çimen, ördek, kaz, tavus kuşu, oyun parkı, bisiklet, langırt... Ne lazımsa var. Temiz hava, bol gıda. Bilgi: www.gezginsincap.com/aral-tatil-ciftligi

Katina Hotel

Ada merkezinde çok hoş bir Bozcaada evi. İki katlı, mavi beyaz bir taş ev. Dışı ne kadar bir yüzyıl öncesine aitse içi de o kadar bu yüzyıla ait. Odalar son derece şık ve modern. Her tür ihtiyaç düşünülmüş.

Bilgi: www.gezginsincap.com/katina

Alışveriş

Modada Consept’te seramik kuşlar

Talay ailesi, 300 yıldır adada yaşayan ve meşhur Talay Şarapları’nı üreten kadim bir aile. Ailenin bir yarısı şarapçılık yapmaya devam ediyor, diğer yarısı ise sanatçı. Neredeyse hepsi akademi mezunu. Anne kız Hülya ve Dilara Koloğlu Talay’ın açtığı bu dükkânda hayatı hem kolaylaştıran hem de estetik ve yaşam zevki katan eşyalar ve objeler satılıyor. Meydana çıkan Çınarçeşme sokakta...

Bilgi: Hülya Koloğlu: 0286 697 05 09

Corvus’ta ada şarabı

Türkiye’nin en meşhur mimarıyken “yeter” deyip adaya yerleşen Reşit Soley, Corvus markası altında nefis şaraplar üretiyor. Adanın yerli üzümü olan çavuştan Teneia adında nefis bir beyaz yapıyor. Satış yeri merkezde, kalenin arkasındaki caddede.

Ada lezzetleri

Ada Cafe’de gelincik şerbeti

Adanın en eski kafesi. 1994 yılında kurulmuş. Adaya en büyük katma değeri verenlerden. Uzmanlıkları gelincik. Gelincikten şerbet, reçel, sabun, lokum yapıyorlar. Aynı zamanda lokanta. Öğlen ve akşam açık. Türlü çeşit mezeleri var. Hepsi birer klasik. Harikulade mücver yapıyorlar. Yeri meydanda, Çınaraltı’nda. Bilgi: www.bozcaada.info

Polente’de sosyalleşme

Tam bir şehir kahvesi. Herkes orada. Adanın hemen girişinde. Herkes uğrar. Gündüzleri kafe, akşamları bar. Güzel bir müzik var.

Masal Hediyelik’te özgün işler

İstanbullu bir çiftin dükkânı. Çok orijinal tasarımlar. Şık eşyalar. Fırına giden sokakta. Bilgi: Nilgün Akyol: 0286 697 00 91

Deniz Cafe’de tasarım takılar

Türk mahallesinde, sokağının ilk dükkânı. Deniz Hanım reklamcı, emekli olup adaya yerleşiyor. Kendi tasarımı takılar ve bir arkadaşının tasarladığı kıyafetler satıyor. Bahçesinde de kahve ve kahvaltı veriyor. Gözlerden uzak olabileceğiniz tek yer. Bilgi: Deniz Barlas: 0533 568 63 68

Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi

Adının ciddi olmasına bakmayın, son derece eğlenceli bir yer. Yaratıcısı Hakan Gürüney. İflah olmaz bir koleksiyoncu. Dünyadaki bütün özel müzecilere örnek olabilecek bir aşk ve şevkle işini yapan bir adam. Adada yaptırdığı evine birkaç gravür alayım diye bir dükkâna giriyor, giriş o giriş... Adayla ilgili her şey burada. Ara Güler’in 1950’lerde adada çektiği nefis siyah beyazlardan tutun 1600’lü yıllardan kalma ada gravürlerine kadar...

Salkım’da sakızlı ahtapot

Tam bir Ege Akdeniz mutfağı. Sakızlısı bile olmak üzere 7-8 çeşit ahtapot yemeği yapıyorlar. Ayrıca Girit pilavları da meşhur. Tencerede soslu kabuklu midye muhakkak yenmeli. Postane arkasında. Tel: 0286 697 05 40.

Lodos’ta kalamar dolma

İskeleden düz yukarı çıkıp sol yapınca bir cadde çıkıyor karşınıza. Yan yana bir sürü lokanta göreceksiniz. Lodos, atmosferiyle olsun mezeleriyle olsun benim gönlümü en çok çelen yer. En iyi lezzet noktalarından biri. Kalamar dolması, istiridye çiğ limon, sakızlı enginar ve kendi yaptığı lakerda ve ahtapot fümesi rüya gibi. Postahane arkasında. Bilgi: www.lodosbozcaada.net Tel: 0286 6970545.

Bunları Bilin

-Köyü olmayan tek ilçe Bozcaada.

- Arabalı vapur bileti için önceden rezervasyon yapmak mümkün.

- Adada Ziraat, Akbank, İş Bankası ve Garanti ATM’leri var sadece. Fakat kimi zaman para sıkıntısı olabiliyor, tedarikli gelin.

- Ada bisiklete uygun.

- Suyu serindir.

- Akşamları eser.

- Birinci günün sonunda herkes herkesle aşinadır.

Yazının devamı...

Ev toplamak: bir nevi anı popkornu

O korkunç gün geldi. Bu hafta sonu taşınıyorum...

Hayır evim bitmedi. Evimin biteceği yok. Evimin tadilatı sonsuza dek sürecek. Böyle diyorum ki bir gün biterse sürpriz olsun, çok şaşırayım, mutluluk gözyaşı akıtayım. Fakat hem kira hem kredi hem inşaat parası ödemeye gücüm kalmadı. Topu atmış durumdayım. Satacak ne varsa sattım, bitti. Bugünlerde beni kimse kovmaya kalkmasın, vallahi atarım kendimi köprüden.. (Müdürüm sana söylüyorum, Demirören’im sen anla) Dahası kankilere söz verdik, benim çıktığım eve onlar taşınacak, evi illaki boşaltmak zorundayım.

Ev bitsin bitmesin, eşyalarımı evin bir yerine atacağım. Gerisini sonra düşünürüm. Başımı sokacak bir arkadaş kovuğu bulurum elbette.

Fakat mesele o değil. Hiç değil. Mesele eşya toplamak.

Lağım çukuruna düşmüş gibiyim. Kendi geçmişimin gayya kuyusuna. (bkz: Gayya: Cehennemde bulunduğu varsayılan bir kuyunun veya derenin adı. Veya: Halkımızın galla, galya, gella şeklinde durmadan yanlış imlayla yazdığı kelime)

Tepemde biri mavi biri siyah olmak üzere iki çift göz (nedimelerim... Evet ben bir kraliçeyim haberiniz yok mu?) bir şeyleri atmamı bekliyorlar.

Günün yüz kırk altıncı “şu n’olcak? atılacak mı?” sorusundan sonra “sizi gidi hainlerrr! Benden anılarımı çalmak istiyorsunuz biliyorum! Koparıp çırılçıplak bırakacaksınız beni di mi! Defolun gidin evimden pis anı hırsızları!” diye bağırmak istedim, en ruh hastası, en Cahide Sonku halimle.

Ve lakin henüz o kadar deli değilim. (bkz: bir gün o da olacak)

“Ay ama bunlar anıııı..” dedikçe ben, “sen ölünce beş dakika içinde hepsi atılacak biliyorsun di mi?” demekte kara gözlü olan iki numaralı hain ve açıksöz şampiyonşip şampiyonu.

İnsanlık bu mudur? Budur. Ölüyorsun, evine bir takım çöpçüler giriyor ve 5 dakkada iş bitiyor. Onu Fas’tan ne zorluklarla getirmişsin, ay ama o Moğolistan’daki arkadaşının şapkasıymış..

İnsan çöplüğünü yaşarken temizlemeli. İki gömlek, iki pantalon, bir diş fırçası ve makul bir mirastan başka bir şey bırakmamalı. At gömleği, al mirası.

An itibarıyla tek duam: Bir yangın çıksın (ama sihirli bir yangın olacak, gerekli şeyleri yakmayacak) ve ben, atayım mı atmayayım diye karar vermeden kurtulayım bir şeylerden. Taktiri ilahi diyeyim sonra. “Hatta benim hiç anım yok” diye acındırık yapayım.

En fenası “ben buna çok para vermiştim” giysileri. Kırk yılın başı bir arkadaşın ikna etmiştir, farzı mahal Derishow’a götürmüştür, orada da dilli düdük bir satıcı burnundan girip kadınlık egondan çıkmıştır.. Gitmiştir ufak bir servet! Ne zırva bir şey çaputa para vermek! Bir yanda vicdanım (hala) sızlıyor bayıldığım manasız paralardan mütevellit bir yandan da artık giymediğim, daha doğrusu aslında başından beri hiç giymediğim için (fiks kural: ne kadar para verdiysem o kadar az giymişimdir) kurtulmak istiyorum. Dolapta tutarak vicdanımı rahatlatıyorum zahir de... daha kaç yıl be kadın kaç yıl?

Eşya toplamak bir nevi popkorn patlatmak. Al buyur! Bir karton kutudan ilk evliliğimin düğün ve balayı fotoları çıktı! Prag’da orada burada ay aman ne kadar mutluyduk fotoları. Yok ulen! Kaldığımız otel boktan çıktı diye zırıl zırıl ağlamıştım. Balayında olacak iş miydi? Torunlara BU mu anlatılacaktı? Gel gör ki torunu yapacak çocuk olmadan kapandı defter. (bkz: boşuna ağlamak)

İnsanın ölmüş bir annesinin olması da fena. Bir çantası, bir adres defteri, bir okuma gözlüğü çıkı çıkıveriyor kuyunun diplerinden. Elimde kalakalıyorum mesela bir makyaj çantasıyla. Beşinci evleri. Benimle beraber oradan oraya.. Aradan 11 yıl geçmesine rağmen, ben hâlâ bilmiyorum ne yapılır ölmüş annelerin eşyalarıyla.. Hakikaten bilmiyorum. Çaresizim ey okur.

Böyle durumlarda her şeye karşı sevgimi yitiriyorum. Hayat çerçöp yığınından ibaretmiş gibi geliyor. Kızıyorum kendime. Neden Fas’lardan, Moğolistanlardan ve hatta Doğu Timor’lardan bunca saçmalık getirdim? Uçaklara binen fazladan yükler, harcanan ekstra yakıtlar. Sırf birisi “aa ne güzel!” deyince “Fas’tan” diyebilesin diye kirlet atmosferi, et dünyanın içine.. Bravo! Kimsenin de “aa ne güzel!” dediği yok ayrıca.

Her şeyi bırakıp Küçük Prens okumak sonra da olmak istiyorum. (Dünya KP okuyanlar ve KP okumayanlar diye ikiye ayrılır.) Fakat buyrun! Küçük Prens kitabım ortada yok. Nerede? Bir kolinin kim bilir hangi dibinde. Mavi göz çoktan kaldırmış. Karar verdim: Yeni evimde bir Küçük Prens köşesi yapacağım. Dünyanın her köşesinden her dilden topladığım Küçük Prenslerim için bir mini kütüphane. Sonra da oturup Küçük Prens resimleri yapacağım. Ve en son yıldızlara asılıp gittiğini resmedeceğim. Ve sonra..

Ben de gideceğim.

Ama önce mavi gözün elinden Ahmet Güneştekin tablosunu kurtarmam lazım...

Yazının devamı...

Karadenizlinin inadı: Partisinden ihraç edilmeyi göze alıp IMF’ye hayır dedi

Panayotis Kurumblis, Yunanistan’ın iktidar partisi PASOK’un evet dediği IMF planına hayır diyen tek milletvekili. Partisinden anında ihraç edilen Kurumblis’in ailesinin kökeni Giresun.

Anne babası Giresunlu Rumlardan. 1924 mübadelesinde gelmişler. On yaşındayken Alman işgalinden kalma bir el bombası elinde patlıyor ve kör oluyor. Atina’da hukuk eğitimi alıyor. Başarılı bir avukat. 1974’den beri sosyalist parti PASOK üyesi. 1996’dan beri de milletvekili. İstanbul Trabzon arası bütün Karadeniz’i gezmiş. Ret oyu verdikten sonra sokaklarda sevgi gösterilerinden zor yürür hale gelmiş. 37 yıllık partisinden ihraç edilmiş olmaktan hiç gocunmuyor.

- Neden red oyu verdiniz?

IMF planına karşı çıktım çünkü AB’nin ve IMF’nin “şantajına” ikna olmadım. Planı dikkatle okursanız göreceksiniz ki baştan aşağıya sömürge şartları. Hem bir halka saygı duymuyorlar hem de uygulanmayacak şartlar. Sorumluluklarımızın bilincindeyim ama bu sadece Yunanistan’ın değil Avrupa’nın ve dünyanın ekonomik krizidir. Her şeyinizi satacaksınız diyorlar. Bu kriz döneminde nasıl satarsın? Şahsi mirasımız değil ki bunlar, Yunan halkının mirası.

- Bir sosyalist olarak özelleştirmeye karşı mısınız?

Özelleştirmeye karşı değilim ama haraç mezat, üç beş kuruşa satılmasına karşıyım. Yağmadır bu, başka bir şey değil. Bakın Atina Havaalanı Almanlar tarafından işletiliyor biliyorsunuz. 8 yıldır KDV ödemiyorlar. 500 milyon Euro borçları var Yunan devletine. Mesele mahkemede. Böyle sorunlar varken yeni satışları nasıl açıklayacaksınız Yunan halkına?

- Yunanistan başka türlü nasıl kurtulacak bu durumdan?

Böyle de kurtulmayacak. Bu ekonomik değil siyasi bir durumdur. “Büyük Avrupa” açıkça tehdit etti. Ya kabul edersin ya da 12 milyar vermem dedi. Fransa ve Almanya kendi çıkarlarını AB’nin üstünde tuttu. AB vizyon sahibi liderlerce kuruldu. Maksat birlik ve dayanışmaydı. Batı’nın zor zamanlarda Yunanistan üzerine düşeni yapmıştı. Hatırlasınlar ki Yunanistan’ın Almanya’dan alacağı savaş ve işgal tazminatı hala askıda duruyor.

- AB rüyası bitti mi? Artık inanmıyor musunuz?

Ben inanıyorum da onlar (Fransa ve Almanya) inanmıyor. Borç konusunda sadece Yunanistan’ın üzerine gidiliyor. Diğer borçlularla da ilgilenilse durum bu kadar sarpa sarmayacak.

- Yunanistan’a verilen paralarla bir şey yapmadığınızı iddia ediyorlar.

Evet ama üretimi durdurmak kimin işine geldi? 80’lerdeki Yunan ilaç sanayii ihtiyacın yüzde 80’ini karşılıyordu. Şimdi yüzde 13’ünü. 90’larda on tane beyaz eşya fabrikası vardı. Şimdi? Sıfır! Her şeyimizi batıdan aldık. Zenginliklerine biz neden olduk. Dahası onlar savunmaya bütçenin yüzde 1’ini ayırırken “sınır” ülkeyiz diye biz yüzde 5’i vermek zorunda kaldık. Son 30 yılda 110 milyar euro gitti silaha. Tabii bu konuda Türkiye de üstüne düşeni yapmalı.

- Ne gibi?

Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Dublin-2 anlaşmasına göre Türkiye, ülkesinden gelen kaçan göçmenleri geri almak zorunda. Ama anlaşmaya uymuyor. Bütün göçmenler Yunanistan’da kalıyor. Bunlar Batı’ya da gidemiyor. AB’nin doğu sınırı olarak yükün önemli kısmı üzerimizde. Batı ülkeleri hiç düşünmüyor: Bu kaçakları salıversek ne olur diye.

- Partiden ihracınız adil miydi?

Parti disiplini kültürü, demode bir partizan tavırdır. Fikrinizi kamuyla paylaşmayı engeller bu da demokrasilerde açıklar yaratır. Halbuki parti içi demokrasinin gelişimi açısından önemli bir fırsattı. Ben on yaşımdan beri körüm. Elimde bomba patladı. Ben istifa etmekten korkmam. Siyasi disiplin olmasaydı birçok milletvekili de hayır diyecekti. Ben halk için yaptım. Hiç pişman değilim. Evet deseydim olurdum.



İçimde Anadoluluk var

Anne babası Giresunlu olan Kurumblis, kendini “bizim” taraflara daha yakın görüyor: “Benim içimde Anadoluluk daha çok var. Ben Anadolu’nın hissine inanıyorum. Anadolu halkının Batı Avrupa’ya kıyasla daha insani olduğuna inanıyorum. Bana batı “kapalı” görünüyor. Oysa Anadolu açık. Zamanında yanlış politikalar, propagandalar yüzünden insanlar yerlerinden edildi, bir takım katliamlar oldu. Oysa bir arada gayet iyi yaşıyorduk. Türkiye yaptığı hataları kabul etse (Ermeni ve Rum kıyımlarından söz ediyor) Türkiye için yenilgi değil zafer olur.”

Yazının devamı...

Yunan krizi, güzel bacakları etkilememiş

Arkadaşıma soruyorum: “Bir Yunanlı ne zaman eğlenmeyi bırakır?”

“Mezara girdiğinde diye tahmin ediyoruz ama ondan da pek o kadar emin değiliz” diyor.

Yunanistan mali krizle cebelleşirken sanılmasın ki memleket karalar bağladı. Ülkeleri iflas edebilir ama kendileri asla!

Zorba filminde nasıldı hatırlayın? Her şey bitmiş tükenmiş, kaybedilmiş, bizim Aleksiz Zorba, deniz kenarında Amerikalı’ya sirtaki öğretir! Naha Yunanistan!

Dün Atina’nın Reina’sı “Akrotiri”ye gittik. Deniz kenarında püfür püfür, şık bir gece kulübü. Akşam üzeri lokanta, gecenin ilerleyen saatlerinde kulüp. Sintagma meydanındaki ağır solcu havadan sonra panzehir gibi bir şey Akrotiri. (Bu arada meydandaki çadırlar söküldü diye haberler geçiyor. Hiç öyle bir şey yok. Tam tersi hippi havası tam gaz devam..)

Aman ya rabbim! Pazar akşamı ve kulüp ağzına kadar dolu! Geldikçe geliyorlar, geldikçe geliyorlar.. Sabah beşe kadar oradaydık (evet bize de bir çüş) ve biz giderken kimsenin kalktığı yoktu hatta tersine insanlar gelmeye devam ediyordu. (“Yunanistan’a gittik, hiç eğlence görmedik, nerde bu insanlar, nerde bu devlet” diyenler: Burada eğlence hayatı gece 2’den itibaren kıvamını alıyor ve alış o alış... Çık çıkabilirsen..)

Dahası memleketin ne kadar güzel bacağı varsa hepsi de buradaydı! Ve güzel bacakların hepsi de cömerrrrrtçe sergilenmekteydi. Benden başka minisiz tek bir kadın yoktu diyebilirim! Mini dediğim de süper mini ha! Bir karış ya var ya yok!

Bir ara “yahu mecburiyet mi var acaba?” diye düşündüm. Etek boyu genelgesi yayınlanmış ve “eteklerin bir karıştan uzun olması yasak” falan mı denmiş? O kadar yani.

Sinir oldum mu? Oldum. Ya kardeşim siz (the Yunan kızları) ne zaman bu kadar uzadınız? Ne zaman bu kadar zayıfladınız? Ve neden bacaklarınızda (selülit dediğimiz ve hiç hoşlanmadığımız) tek bir çukurcuk ve tümsekçik yoktur? Bu ne kardeşim? Hani biz Akdeniz kadını değil miydik? Sizin de bizim gibi yuvarlak olmanız gerekmiyor muydu? AB’ye girdiniz diye tipiniz de mi değişti? İsveçli mi oldunuz aynı zamanda hayallaamyallebim.. BU DÜNYADA UFAK TEFEK VE YUVARLAK KADIN MODASI NE ZAMAN HAKİM OLACAK? Temsilcimiz olun diye AB’ye yolladık sizi, siz de sattınız genlerinizi.. Peeee...

Mutfaklarında da karbonhidrattan geçilmiyor. Börekler, kızartmalar, pilavlar, patatesler.. Nasıl böyle zayıflamış ve güzelleşmiş bu ablalar şiddetli bir merak içindeyim.

Abla dediğime de bakmayın, yaş ortalaması 18! Zira kulübün gerçek müşterileri an itibarıyla şu an Mikonos Adası’nda eğlenmekteler (çılgınca).

Her neyse.. Diyeceğim şu: Kriz Atina Bacak Gösterme Olimpiyatlarını zerre etkilememiş durumda. Her şey bir karış. Etekler bir karış, şortlar bir karış, ayakkabılar bir karış. Neyse ki suratlar bir karış değil. Yazın bir kenara: Akrotiri. Giriş 15 Euro, bir içki dahil.

Yazının devamı...

Atina hem antik dönemi hem 70’lerini özlüyor

Atina, katılımcı demokrasiyi yeniden keşfetti. 40 gündür işgal altındaki Atina’nın en önemli meydanı Sintagma Meydanı’nda her akşam çok ilginç açık hava toplantıları yapılıyor. Bob Marley Sokrates karışımı Hippi kampına dönüşen meydanda tıpkı antik dönemlerde olduğu gibi insanlar söz alıyor, 5000 kişinin önünde konuşma yapıyor, çözüm önerilerinde bulunuyor. Yoğun talep nedeniyle konuşmacılar kurayla belirleniyor ve konuşma süresi 1,5 dakika ile sınırlı.

Gündüz vakti Sintagma’dayız. Meydanın yıkılıp yakılmayan tek kafesi Panatinaion’da frappelerimizi yudumluyoruz. Bir yanda taklit çantalar, çakma gözlükler satan dünyanın kim bilir neresinden gelmiş zenci sokak satıcıları bir yanda ise solcular, yeşilciler, aktivistler...

Meydanın solcular tarafından işgalinin 40. günü. Her boşluk pankartla ve çadırla dolu. Meydandaki ağaçların altında en az 50 çadır var. Hepsinin üzerinde de türlü mesajlar içeren dövizler. Ortam 1970’lerdeki Hippi dönemi gibi. Ne kadar “geç kalmış” çiçek çocuğu varsa hepsi burada sanki. Atina’nın bütün uzun saçlıları şu an burada yatıp kalkıyor. Sintagma Meydanı, şehir meydanı olmaktan çıkmış komün kampa dönmüş.

Hiç durmadan Bob Marley çalıyor.
Hiç durmadan sigara içiliyor.
Hiç durmadan “memleket kurtarılıyor”.
Ortam hippi kampıyla antik dönem Sokrates dönemi karışımı. Şu an, oturduğum kafenin 10 metre ötesinde bir toplantı başladı mesela. Bağdaş kurmuş 20 kadar genç, kendileri gibi bağdaş kurmuş 40 veya 50’lerinde bir “ağbi”yi dinliyor pür dikkat.

Fakat bu konuşmaların hası akşam dokuzdan sonra yine Sintagma meydanında yapılıyor. Her akşam en az beş bin kişi geliyor, meydanda bağdaş kurup konuşmacıları dinliyor. Bir ara, sayısal gecesindeymişiz gibi numaralar okundu. Nedir bu dedim, meğer o çok kişi konuşma yapmak istiyormuş ki her gece 50 kişiyle sınırlandırmışlar, onlar da kura ile belirleniyormuş. Konuşma süresi ise 1,5 dakika..

Antik dönemdeki gibi

Ne konuşuluyor diye arkadaşımın arkadaşı, iflah olmaz bir komünist olan Vasili’ye soruyorum. “Herkes ülkenin içinde bulunduğu berbat durumdan nasıl çıkılır sorusuna cevap vermeye çalışıyor. Çoğu gerçek demokrasi vurgusunu yapıyor. Solcuların eylemi gibi görünse de çok farklı düşünceler de dile getiriliyor.”

“Kimse bunları dinliyor, kale alıyor mu?” diyorum..
“Alsa iyi olur, insanlar çok sıkıntıdalar ve kendileri adına birilerinin karar vermesini istemiyorlar artık. Bu demokrasiyi icat eden Yunanlılar açısından çok önemli bir gelişme. Binlerce yıl sonra yeniden meydanlarda toplanıp kararlara ortak olmak, fikrimizi söylemek istiyoruz. www.real-democracy.gr sitesinden de takip edebilirsiniz.”
Siteye girip bakınca Türkçe’ye de rastlıyorum: “Uzun süredir bizim hakkımızda (bizi dahil etmeden) kararlar alınmaktadır. Biz işçiler, işsizler, emekliler, gençleriz. Ömrümüz ve geleceğimize mücadele etmek için Sintagma’ya geldik”

demişler. Ana slogan: Doğrudan demokrasi şimdi!


Kısa kısa:

* Sadece Girit’te son bir yıldır intihar eden işadamlarının sayısı: 30 (ondan önceki ortalama yılda 5)
n 28-29 Haziran’da olayların çıktığı gün meydanda atılan gaz bombasının sayısı: 3000 (Normal olaylı bir günün ortalaması 250)

* Parlamentonun önündeki “meçhul asker anıtını” koruyan geleneksel asker kıyafetli (yani etekli, ponpon ayakkabılı) ve fakat yakışıklılıklarıyla ünlü nöbetçi askerlere artık yaklaşmak mümkün değil. Olaylardan beri bariyer var önlerinde. Halbuki “Atina’daydım” fotoğraflarının en meşhurudur.

* Türkiye’de senede bir gün Madımak’ı anmak yasaklanır, ananlara yapılmadık eziyet kalmazken, Sintagma’da 40 gündür her akşam izinsiz gösteri yapılıyor, meydan 40 gündür işgal altında. Daha önemlisi “edepsiz” pankartlar gündüzleri de indirilmiyor. En ağır müdahale: Zavallı bir belediye işçisinin tazyikli suyla duvar yazılarını tek başına bütün gün silmesi.

Yazının devamı...

Sintagma’daki 'Bıkkınlarla' eğlenceli bir gece

AB’ye girdikten sonra hayli uzun zaman “güzel” günler geçiren, sirtaki yapıp tabak kıran Yunanlılar bu sözde zenginliği üretime döndüremeyip sonunda iflas etti. Şimdi tabak yerine vitrin kırıyorlar. IMF planı kabul edilmesin diye 39 gündür Atina’nın Taksim’i Sintagma Meydanı’nda yatıp kalkan Atinalılar meydanı panayır yerine döndürmüş durumdalar, teslim etmeye de hiç niyetleri yok.

Sintagma meydanı tam bir panayır yerine dönmüş durumda. Atinalılar, 39 gündür Sintagma’da nöbet tutuyor. Ama öyle böyle bir nöbet değil! Daha önce turistlerin yorgunluklarını attıkları meydanın tüm çimleri üzerinde onlarca çadır kurulu. Gençler ve ruhu gençler kalanlar çadırlarda yatıp kalkıyor. Her taraf pankartlarla kaplı. Normal zamanlarda polisin meydana sokmayıp kovaladığı seyyar mısırcılar, seyyar “suvlaki”ciler (çöpşişçiler), seyyar çerezciler de hemen yerlerini almış. Ve elbette bayrak satıcıları da.

Gitar seslerine darbuka dımbırtısı, suvlaki kokularına “joint” dumanı karışıyor. Şehrin ne kadar solcusu, uzun saçlısı, sakallısı, rastalısı, pirsinglisi, batik eteklisi, sandaletlisi, Hindistan yollarına düşmüşü, işten atılmışı, yırtık kotlusu, gözlüklüsü, çok okumuşu, asık yüzlüsü, umutsuzu özetle “bıkkını” varsa hepsi burada. Politik protesto olduğunu bilmesem Atina Woodstock’u diyebilirim pekala. Ben gelmeden önce ufak çaplı bir rock konseri de olmuş netekim.

Kendilerine taktıkları isim: Aganaktizmeni. Yunanlılar dışında kimse diyemesin diye bilhassa uğraşmışlar da bulmuşlar herhalde. Daha doğru çevirisi BEZMİŞLER. 39 gündür burada toplanma nedenleri IMF planının kabul edilmesine karşı çıkmak. Peki ateşleyen kim? İspanyollar.

Bir buçuk ay önce İspanya’daki bir gösteride “Aman ses çıkarmayın, Yunanlılar uyanmasın” pankartı asılınca Yunanlılar “uyandılar” ve Facebook üzerinden haberleşerek 48 saat içinde meydana indiler. İlk gün 6 bin kişi toplandı. Sonraki Pazar günü sayı 300 bine çıktı. Çevre illerden bilhassa Selanik’ten insanlar geldi. Sonra düzenli olarak her gün gelmeye başladılar. Çadırlar da kurulunca tam cümbüş oldu.

39 gündür iki sefer dışında hiç olay olmuyor. Biri hükümetin güvenoyu aldığı gün, biri de IMF planının kabul edildiği gün. Konuştuğum gazeteciler bunu çok manidar buluyor. “Kimse planla ilgilenmesin diye çıkarıldı bu olaylar” diyorlar.

İtilip kakılmaya alışık bir Türk evladı olarak beni esas şaşırtan şu: Meydanda insanların toplanması engellenmediği gibi daha rahat toplansınlar diye meydan HER AKŞAM trafiğe kapatılıyor. Soruyorum 39 gündür mü böyle? Evet 39 gündür her akşam meydan trafiğe kapatılıyormuş.

Kimse çadırları sökmüyor, kimse pankartları indirmiyor. Nasıl olur bu diyorum burası AB diyorlar. Tabii ya.. Nasıl da unutmuşum. Demokratik protesto diye bir şey var dünyada. Bir bizimkilerin bilmediği.

Peki bizim televizyonlarımıza düşen şiddet görüntüleri neydi o zaman? Herkes de buna şaşırıyor zaten. Küçük bir grup azıtıp meclise girmeye çalışmış. Gaz basılmış. Polisle o grup çatışırken bir başka grup da vitrinleri indirmeye başlamış, molotof kokteylleri atmaya başlamış. Sonra işler sarpa sarmış.

IMF planı kabul edildi fakat meydan “teslim” edilmedi. Salı ve çarşamba günkü

olaylara rağmen yaşlısıyla genciyle binlerce Atinalı meydanda yatıp kalkmaya devam ediyor.

Peki ne yapıyorlar?

Her gün akşam 6-7’den sonra işten çıktıktan sonra geliyorlar ve üç dört saat boyunca parlamentonun önünde, deyim yerindeyse dere tepe dümdüz gidiyorlar. Ellerinde lazer fenerlerle polisleri hiç durmadan taciz ediyorlar, çok komik ama buraya katiyen yazamayacağım “edepsizlikte” sloganlar atıyorlar.

Meydanın daha aşağısı ise daha kurumsal. “Bıkkınlar” bir medya merkezi kurmuşlar. Elektrik var, internet var, faks aleti var. Biraz ötesinde ise sahne gibi bir şey kurulmuş. Orada insanlar çıkıp konuşmalar yapıyor, yüzlerce genç de yerlere oturup onları dinliyor ve bu konuşmalar internetten canlı olarak yayınlanıyor. Geri kalan da bira içiyor, gitar çalıyor, darbuka çalıyor.

“BIKKINLAR” parti kurar mı?

Bir masa, bir üçlü priz, bir faks/printer ve üç plastik sandalyeden oluşan medya merkezinde “Bıkkınların” en bıkkını Yorgo ile sohbet ediyorum.

- Bu hareketten bir siyasi parti çıkar mı?

- Var öyle düşünceler. Zira Yunanistan’ın mevcut düzenle bataktan çıkmasına imkan yok. Yeni taze bir yönetim gerekiyor.

- Sizin bir siyasi kimliğiniz var mı?

- Sol kökenliyiz ama biz hiç bir partinin temsilcisi değiliz. Hiç bir partinin kimliğini taşımıyoruz.

- Peki buradakiler gazeteci midir?

- Evet. Ve üçte biri de işsiz. Hemen hemen hepsi de son dönemde işsiz kaldı.

Gençlerle sohbet ediyorum. 17-18 yaşında lise öğrencileri. İngilizce bilen kızın adı Elefteriya. Yani özgürlük. Sarı saçlı delikanlının adı Niko. Birbirlerini daha önceden tanımıyorlarmış, burada tanışmışlar.

Niye buradasınız diyorum, hükümetin yaptıklarını beğenmiyoruz, IMF planını protesto ediyoruz diyorlar. Peki IMF planı sizin için ne demek diyorum, işsizlik demek, paralı eğitim demek, umutsuzluk demek diyorlar. Niko, çatışmaların çıktığı gün de meydandaymış. Ne yaptın diyorum. Benim gaz maskem vardı diyor. Ve çantasından bir mini maske çıkartıyor. Meğer herkesin çantasına bir maske varmış. Tek tek gösteriyorlar. Atina’da bu günlerde en çok satan şey gaz maskesi.



An itibarıyla Atina’nın en meşhur meydanı Sintagma’dayım. Türklerin daha çok “etekli askerlerin olduğu meydan” diye bildikleri, İstanbul’un Taksim’i gibi bir meydan. Taksim’den farkı: Parlamento da o meydanda! Yunanistan’da Meclis (Vuli), kalın duvarlar, demir parmaklık, tel örgüler arkasında, halktan kopuk bir noktada değil. Tam tersine Atina’nın en işlek meydanında, yine benzetecek olursam, Taksimdeki AKM kadar “ulaşılabilir”.

Yazının devamı...

Balkon konuşması hatırlatmaları

Anneniz ölmüş, kalan bir bahçesi var ve size miras kalmış. Ne yaparsınız? Yaptım biliyorum, veraset ilamı alır sonra üzerinize geçirirsiniz.

Ben bu işleri yaparken kimse bana mesela şöyle tuhaf sorular sormadı: Anneannenin annesinin KIZLIK soyadı neydi?

Yaşı kırkın üzerinde olup da var mı aranızda anneannesinin annesinin evlenmeden önceki soyadını bilen?

Bilemezsiniz çünkü yaşınız kırkın üzerindeyse ve bir erken doğurma rekoruna sahip değilse sülaleniz, anneannenizin annesinin kızlık soyadı zaten olamaz. Soyadı kanunu çıktığında çoktan evli olması lazım teorik olarak.

Fakat diyelim ki anneannenizin annesinin bir kızlık soyadı var ve bunu biliyor veya bilmiyorsunuz. Verasetle ilgisi nedir?

Yoktur.

Maksat eziyet olsun.

Gökçeada’da Türk vatandaşı Rum olmak işte böyle tuhaf sorulara muhatap olmak demek.

X. Hanım, annesinden kalma ufacık bir bahçeyi üzerine geçirmek istiyor. Her yıl bunun için adaya geliyor fakat 3 yıldır bunu yapabilmiş değil. Devletimiz ona akla hayale gelmeyecek sorular sorarak ve bunların cevaplarını isteyerek işini boyna yokuşa sürüyor.

Sorsam “hayır efendim ne münasebet, doğal prosedür işliyor” diyecekler. Bildiğin Türk devlet yalanları.

İşi yokuşa sür Allah sür, zaten 15 günlüğüne geldi, işini halledemeden dönecek, bu arada oldu ya diyelim ölecek... Hah! Buyrun. On yıl sonra da o bahçe “Sahipsiz mal” ilan edilir, hooop atın “milli emlak” sepetine.

Bir Rum Türk vatandaşı, Gökçeada’dan mal da alamıyor biliyor muydunuz?

Adı diyelim Kosta olan bir Türk vatandaşı affedersiniz kıçını yırtsa bir tarlacık, bir evcik satın alamıyor.

Böyle bir kanun mu var?

Yok. Anayasamıza göre TÜM Türk vatandaşları eşit haklara sahiptir.

Peki ne yapılıyor?

Taktik yine aynı. Zırva zırva kağıtlar isteniyor, sonra “bilmem nereye uygunluğunu sormamız lazım” deniyor..

Ve o uygundur cevabı “bilmem nereden” asla gelmiyor.

Bakın “uygun değildir” cevabı da gelmiyor!

Hiç bir cevap gelmiyor.

Vatandaş cevapsız bırakılmak suretiyle engelleniyor.

Gökçeada’da işler yıllardır böyle.

Sinsi faşizm. Sinsi ayrımcılık.

Şimdi adını anmak istemediğim bir çok bilmiş tanıdığın “Bu ülkede en yasadışı kurum devlettir” sözünü anma da dur.

Başlığa gelecek olursak: Başbakanımız meşhur balkon konuşmasında herkesin başbakanı olacağını ilan etmişti ya. Oradaki mahcup “azınlıklar” vurgusunu hatırlatmak istedim. Onların da başbakanı olmaya ne zaman başlayacak acaba?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.