Bayram’da Kos Adası’na gideceklere dikkat
-Bodrum Merkez Kos ve Turgutreis - Kos arası her sabah biri 9’da biri 9 buçukta olmak üzere toplam 4 gemi kalkıyor.
- Kişi başı tek gidiş 30 TL, süre 1 saat bile değil.
- Biletinizi önceden alın. İnternetten almak da mümkün ve çok kolay. Biletin çıkışını yazıcıdan alın.
- Diğer limanlardan farklı olarak burada çek-in ve biniş kartı uygulaması var. Biletinizi veriyor, yerine bir kart alıyorsunuz. Müthiş bir kuyruk oluyor. Güneşin altında 1 saat beklemek zorunda kaldık. Çek-in kuyruğundan sonra bir de pasaport kuyruğu var. 9 buçukta kalkması gereken gemi onda ancak kalkabildi. Erken gidin diyeceğim ama kapıları yeterice erken açmadıkları için kuyruk kaçınılmaz.
- Turgutreis’ten bindiğim Bodrum Express firmasının gemisinde klima yok. Var da çalışmıyor veya.
- Kos, şimdiye kadar gittiğim 7 Yunan adası arasında (Samos, Midilli, Sakız, Simi, Mikonos, Santorini, Korfu) en canlı çarşısı olan ada. Cıvıl cıvıl bir merkezi var. Her taraf kafe, lokanta (Yunancası “taverna” fakat çalgılı bir şey beklemeyin, efendiden restoranlar) acenta, büfe, hediyelikçi dolu.
- Bisikletliler için özel yol yapılmış. Adanın bir bölümünü bisikletle turlamak mümkün. Gemiye kendi bisikletinizi de koyup getirebiliyorsunuz.
- Disneyland tipi komik bir turistik tren var. 15-20 dakikalık bir tur yapıyormuş. Fakat izdiham yüzünden binmeyi henüz başaramadım. (Allah kimseyi ezik yaratmasın. Kurtulmak için gerekirse ameliyat olmaya razıyım, o derece)
- Pansiyoncular geminin çıkışında bekliyor. Her zamanki gibi yer ayırtmadan gittiğim ve hava çok sıcak olduğu için ilk teklif edene (güleryüzlü bir kız: Polina) “tamam” dedim. Küçük motoruna hem valizimi hem beni attı ve pırrr diye götürdü pansiyona. Limana çok yakın, çarşının göbeğinde biraz dandik (WC ortakmış meğer) ama buna karşın arkadaş canlısı bir yer çıktı. Demek istediğim, odada banyo var mı diye sormayı ihmal etmeyin, benim gibi zart diye atlamayın.
İskender: Müslümana kızmayın he mi kılavuzu
İki gün önce henüz kitabı bitirmeden bir şeyler yazmıştım, şimdi bitirmiş olarak yeniden yazıyorum. Fikrim zerre değişmedi. Hatta daha da keskinleşti. Herkes Elif Şafak’ın (veya Eyüp Can’ın) arkadaşı ya, kimse bir şey diyemiyor anladığım kadarıyla ama kitap yarattığı tantanayı hak eden bir derinliğe ve edebi değere sahip değil. Hikaye sonlara doğru bir nebze ilginçleşiyor ama bunun için bir araba dolusu bildik mi bildik Türk, Kürt kişilik analizlemeleri çekmeye değer mi derin kuşkular içindeyim. Cemile karakteri dışında bana ilginç gelen hiçbir karakter yok. Onun dışındakiler fena halde şablon, derinliksiz, renksiz, şaşırtmacasız, esprisiz karakterler. Hele Uzakdoğulu Zişan karakteri, ne yalan söyleyeyim tam sopalıktı. İçimi kıydı sıkıntıdan. Dahası hikâye de hikâye değil. Almanya’da, Belçika’da, Fransa’da Norveç’te herhalde en az on bin benzer yapıya ve geçmişe sahip göçmen aile vardır. Cinayet işlediklerinde ilginçleşmiyorlar. Zorlasam Ulubat Gölü kıyısından (Fırat Nehrine nazire) İsviçre’ye göç etmiş kendi ailemi bile kitabın bir yerine oturtabilirim. Ki kendi aileminki kadar sıkıldığım bir başka hikaye de yoktur.
Daha önce dediğim gibi fena halde oryantalist bir tavırla “Ah şu kaba ama iyi Doğuluyu nasıl etmeli de medeni ama kibirli Batılıya anlatmalı” derdiyle yazıldığını düşündüğüm ama “içeriden” de olmayı başaramayan bir kitap.
Türkleri, Kürtleri, Mısırlıları, Faslıları, Lübnanlıları, Bruneilileri, Afganları özetle Müslümanları tanıyalım, sevelim, onlara kızmayalım he mi ablası... denemeleri de diyebiliriz.
Norveç’te, İsveç’te, Danimarka’da eminim büyük ilgi çekecektir. Şu kalabalık, esmer, çalışkan ama zaman zaman vahşi komşularımızı tanıyalım bakalım hele diyecek boldur... Arada coğrafi güzellemelere de yer verseydi doğu turizmine katkısı bile olurdu. Çok şükür Cemile’ye tecavüz etmediler..