35 milyon 830 bin Euro
.
Ne güzel bir para değil mi? Neler yapılırdı? Mesela Gaziantep’in 2012 yılı il Özel idare bütçesi 70 milyon TL.
Van’da depremden zarar görmüş binalar için yapılacak DASK ödemesi de 70 milyon TL civarında olacak.
700 kişinin çalışacağı dev bir termal otel de mesela 70 milyona mal oluyor.
Erzurum’un devasa atık su arıtma tesisi 64 milyon Euro’ya mal olacak. Yarısını karşılarmış.
Hiç bir şey yapılmasa istasyonuyla beraber bir kilometrelik metro döşenirdi.
100 çalışanı olan orta büyüklükte bir fabrika da açılıyor bu paraya.
Hadi dindarları da sevindireyim: Avrupa’nın en büyük camii olacak olan Köln Camii de 35 milyon Euro’ya mal oluyor.
Kaç kilometre asfalt, kaç okul, kaç hastane hesabını siz yapın.
Biz ne yaptık? Tazminat olarak ödedik.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kıbrıslı Rumlar tarafından açılmış en kapsamlı mülkiyet davalarından birinde Ankara’yı toplam 20 milyon 830 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm etti. Ankara, bu tazminat miktarına ek olarak davacılara toplam 15 bin Euro mahkeme masrafı da ödeyecek.
Bütün bunlar ne için ödeniyor? Kıbrıs’ta hayalet şehir haline getirilen Maraş’taki gayrı menkuller için.
Dava 1990 yılında açıldı. “Lordos ve diğerleri” olarak tanımlanan ve 13 Rum tarafından AİHM’e taşınan dava, davacıların Maraş bölgesindeki taşınmazlarını kapsıyor. AİHM, davanın esasa ilişkin bölümü hakkında 2 Kasım 2010 tarihinde açıkladığı kararda, davacıların mülkiyet hakkının ihlal edildiğine hükmetti.
İhlal eden kim? Türk tarafı.
Bundan önce ne kadar ödendi biliyor musunuz peki?
77 milyon 185 bin Euro.
Daha ne kadar ödemeye devam edeceğiz acaba bu “milli mesele”nin bedelini?
Geçenlerde Meut Yılmaz’dan bir takım inciler döküldü biliyorsunuz. Yunan adalarındaki ormanları Türkiye’nin yaktığına dair. (Oralarda olduğum sürece hep bunu duyuyordum da çirkin Yunan propagandası sanıyordum açıkçası)
Biliyorsunuz şimdi de adalılar yakılan ormanların tazminatı için dava açmaya hazırlanıyor.
Mahkûmiyet yersek yine tazminat ödeyeceğiz.
Devletimiz çok zengin, ödesin dursun diyemiyoruz yazık ki.
O tazminatların her bir kuruşu bizim cebimizden çıkıyor.
20 yıl sonra da yakılan Kürt köylerinin, yakılan Doğu ve Güney Doğu ormanlarının hesabı sorulacak.
10 yıl sonra 12 Eylül’de ölenlerin, işkence görenlerin tazminatı ödenecek.
Uludere faciasının da bir tazminat davası olacak elbette.
Ergenekon davasının da.
Ve daha birçok hatanın.
Ben annemlerin zamanının tazminatını, çocuklarımız bizim zamanın tazminatını, torunlarımız çocuklarımızın zamanının tazminatını ödüyor, ödeyecek.
Ben hakkı yenenlerin tazminatı ödensin diye mi kazancımın yarısına yakınını vergi diye veriyorum?
Bu böyle nereye kadar? Tazminata mahkûm olmayacak işler yapan bir ülkemiz ne zaman olacak?
Bunu istemeye neden HALA hakkımız yoktur?
Niye kimse benim gibilerin de sesini duymaz?
Git meczup
Allah TRT Eurovision ekibine razı olsun, benim gibi bir müzik cahiline Can Bonomo’yu tanıttı.
Herkes gibi ben de (Kaybedenler Kulübü ağzıyla söyleyecek olursak) “Kim lan bu Bonomo Kardeş?” dedim. (bkz: Kim lan bu Erol Egemen?) Hatta dedik. Eş dost akraba üçlüsü olarak.
Lakin devir internet devri. (İcat edilmiş en muhteşem şey. Bütün icatların bileşkesi. Çok tanrılı dönemde olsaydık kesin bir internet tanrısı olurdu. Haber Tanrısı Hermes’in oğlu İnternetios mesela. Ve ben ona tapardım...) Açtık baktık.
Aaa.. Şahane bir çocuk çıkmasın mı?
Doğruya doğru Duman esintileri taşımıyor değil. Fakat sevdiğimiz bir tarz. “Meczup”, “Bana bir saz verin” “Şaşkın” şahane şarkılarmış.
İki kere dinleyince “gitme meczuuuup” diye söylemeye bile başladık Gülçin’le..
Kazanır kazanamaz açıkçası hiç umurumda değil.
Bir gence (ve ilk defa bana) böyle bir faydası oldu..
Tenk yu Eankara... Tivelf point..