New York’lu avukatlar Silivri’ye
.
Balyoz ve Islak İmza davalarının tutuklu sanığı Albay Dursun Çiçek‘in avukatlığını da yapan kızı İrem Çiçek, dikkat çekici bir çağrı yapmaya hazırlanıyor.
İrem Çiçek, Ankara ve İstanbul Baroları‘na, “Özel yetkili mahkemelerde görülmekte olan davalara, dünyanın önde gelen barolarından temsilciler çağrılsın“ önerisini götürecek.
Çiçek, sadece müvekkili/babasının yargılandığı davalar değil; “Ergenekon 1, Ergenekon 2, KCK, Şike, Poyrazköy, Casusluk gibi davaları izlemek için, İstanbul ve Ankara gibi duyarlı baroların daveti ile New York, Paris, Londra, Berlin gibi barolardan temsilcilerin çağırılması, hukuk ve insan hakları açısından büyük önem taşımaktadır” diyecek.
İrem Çiçek çağrısını bugün, yarın yapacak.
Bakalım, önce İstanbul ve Ankara Baroları konuya nasıl yaklaşacak ve sonuç ne olacak? Onu da takip edeceğiz...
Hasdal’dan mesajlar var
Şike soruşturması tutukluları Metris’te. Avukatları ya da yakınlarıyla konuşuyorlar. Mesajları medyada yer alıyor.
KCK sanıkları Diyarbakır’da, Siirt’te, Mardin’de. Onların da sesi (az da olsa) yansıyor basına.
Haberal’dan, Balbay’dan, Alan’dan, Nedim Şener’den Ahmet Şık’tan gelen haberler (belki yetersiz ama yine de) yer buluyor gazete ve televizyonlarda.
Ama Hasdal’dan pek ses gelmiyor.
İşte bu yüzden bugün, Hasdal’daki ‘paşa’lardan gelen sitem, hatta isyan yüklü mesajları yazayım dedim.
Osman Çelik örneği
Cezaevindeki general ve amirallerin, açık ya da kapalı görüşlerde aile üyelerine, devre arkadaşlarına verdikleri bir örnek var. Diyorlar ki:
“Bir bakanın kardeşi tutuklanıp sadece beş gün cezaevinde kaldı, ardından serbest bırakıldı. (Faruk Çelik’in ağabeyi Osman Çelik’in Bursaspor davasında tutuklanması olayını kastediyorlar.) Sayın bakan haklı olarak ‘Bunun hesabını kim verecek?’ diye isyan etti. Pekiyi bizim yaşadıklarımızın hesabını kim ve nasıl verecek? Bıraktık burada tutuklu kaldığımız ayları, istikbalimiz karardı. Biz burada suçlu muamelesi görüp ızdırap çekerken, dışarıda ailemizin itibarı, onuru ayaklar altına alınıyor. Sayın bakan isyanında sonuna kadar haklı. Biz de aynı soruyu soruyoruz. Kim verecek bu yaşadıklarımızın hesabını?”
İstifa çağrısı
Hasdal’da tutuklu bulunan subaylar, “Emekli dernekleri ya da Vardiya Bizde Platformu gibi yapıların sesine de kulak verilmiyor. Bu kadar mı değersizmiş bu kurum (TSK) ve mensupları?” diye soruyor ziyaretlerine gelenlere.
‘Hasdal Ordusu’nun komutanlarının ortak duygu ve şikayetini şu iki kelime özetliyor: “Sahipsiz kaldık”.
Medyanın ilgisizliğinden yakınmanın ötesinde, daha önemlisi, “Kuvvetimiz ve Genelkurmay da bize sahip çıkmıyor“ diyorlar.
Genelkurmay Başkanı ve bağlı oldukları kuvvet komutanının bir şekilde ses çıkarmasını bekliyorlar. Buna istifa da dahil.
İçeridekiler, “Genelkurmay Başkanı (tek başına ya da kuvvet komutanları ile birlikte) bir basın toplantısı düzenleyip, yapılan uygulamalara, yaşanan haksızlığa tepki olarak istifasını (istifalarını) açıklasa, bırakın Türkiye’yi, bütün dünyanın ilgisi bu davalara yönelir” diyorlar ziyaretçilerine.
Öcalan konuşabiliyorsa...
‘Hasdal’dan mesajlar‘ı yazarken...
Haklı-haksız, suçlu-suçsuz hesabında değilim. İsimlerle, sıfatlarla ilgilenmiyorum. Üniformalı-sivil farkı da gözetmiyorum.
Demokasilerde; ‘general Ahmet‘ ile ‘belediye başkanı ya da milletvekili Mehmet‘in, ‘amiral Ali‘ ile ‘spor kulübü yöneticisi ya da futbolcu Veli‘nin, ‘albay Hasan‘ ile ‘gazeteci Hüseyin‘in hiçbir farkı yok. Olmamalı.
Tek derdim şu:
Eğer kesinleşmiş yargı kararıyla ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis‘ cezasına mahkum edilmiş olan Abdullah Öcalan, her hafta düzenli olarak (avukatları ya da kimi siyasetçiler vasıtasıyla) açıklama yapabiliyor ve mesajları manşetlere çıkıyorsa; (hangi dava ya da soruşturma olursa olsun) haklarında henüz iddianame bile düzenlenmemiş olan tutukluların da en azından hissiyatını öğrenmemizde bir sakınca olmasa gerek...
Başbakan en doğrusunu yaptı
Silvan Dolapdere’de 13 şehit verildi.
Genelkurmay soruşturma başlattı. Biter bitmez açıkladı.
İçişleri Bakanlığı da bir inceleme yaptı. Bu bir ‘ilk’ti.
Başbakan Erdoğan, askerin raporuyla büyük ölçüde örtüştüğünü söyleyip, İçişleri müfettişlerinin hazırladığı raporun açıklanmasına gerek görmediklerini duyurdu.
Ve bence çok da doğru yaptı.
Çünkü ne olursa olsun, mülkiye müfettişlerinin kaleminden çıkan bir metnin (içeriği tamamen aynı bile olsa) askerin yazdığı rapor ile terminolojik farklılıklar göstermesi muhtemeldir. Ve böyle bir durumda, farklı dil ve üslupla yazılan iki ayrı raporun ilanı, kamuoyunda ciddi kafa karışıklığı ve dolayısıyla tartışma yaratma riskine sahiptir. Daha doğrusu, sahipti.