Şampiy10
Magazin
Gündem

Brüksel’den bakınca…

BRÜKSEL / BELÇİKA

NATO Türkiye’nin gündemine genellikle beklentileri karşılayamadığı zaman gelir malum.

Bölgesinde Türkiye’nin güvenliği için risk oluşturan gelişmeler ortaya çıkar… NATO’dan ani reaksiyon göstermesi beklenir. NATO da bu beklentiyi boşa çıkarır ve Ankara çağrı yapar, tepki gösterir.

Genellikle böyle olur. Hatta adeta geleneksel tavrıdır NATO’nun bu atalet.

Sadece son dönemde değil, hep böyleydi… Ta 1995’te Sırpların Bosna Hersek’te yaptıkları katliama müdahale de gecikmiş ve o büyük dram tarihe geçmişti.

***

Üç gündür NATO Karargâhı’ndayız. Belçika’nın başkenti Brüksel’de…

Burada habercilik yapan hem Türk hem de dünyanın farklı ülkelerinden meslektaşlarımızla konuştuğumuzda, NATO Genel Sekreteri için kullandıkları ilk ifade, “Kendini tekrar eden kişi” oldu. Mevcut genel sekreter Norveçli Jens Stoltenberg’e özel bir durum değil bu. Onun da seleflerinden devraldığı ve muhtemelen haleflerinin de sürdüreceği bir NATO geleneğine dönüşmüş bu durum.

***

Brüksel hem Avrupa Birliği’nin (AB) başkenti hem de NATO’nun merkezi.

AB Türkiye ilişkileri malum…

Yalnız NATO farklı.

Türkiye’nin NATO’da ciddi bir ağırlığı, itibarı var.

Ve aslında Türkiye de NATO ile ilişkilerini bu durumun gereğine uygun yürütüyor.

Belki kamuoyunun gündeminde çok fazla yer bulmuyor, bulmadı ama mesela son Zeytindalı Operasyonu’a dış dünyadan kayda değer bir tepki gelmemesinin ardında NATO Karargâhı’nda verilen ciddi bir mesai var.

NATO’daki Türk delegasyonu, harekâtın ilk gününden itibaren üye ülke askeri misyonlarını detaylı şekilde bilgilendirmiş, hatta operasyon bölgelerinden gelen görüntüleri muhataplarına izletmiş.

Başta sivillere yönelik hassasiyet olmak üzere operasyonun aşamaları yerinden gelen kayıtlar eşliğinde gün be gün anlatılmış NATO üyesi ülkelerin temsilcilerine.

Zeytindalı Harekâtı’na dış dünyadan olumsuz tepki gelmemesinin ardındaki önemli faktörlerden birinin Brüksel’de yapılan bu çalışma olduğu ortada.

Pompeo’nun ilk durağı

Mike Pompeo, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yeni dışişleri bakanı olarak göreve (TSİ) önceki gece başladı.

Yemin etti ve yola çıktı Pompeo. Dün sabah Brüksel’deydi.

Ayağının tozuyla NATO Dışişleri Bakanları toplantısına katılan Amerikan Dışişleri (yeni) Bakanı’nın ikili görüşme listesinin ilk sırasındaki isim Mevlüt Çavuşoğlu’ydu.

Pompeo’nun Washington’dan Brüksel’e taşıdığı çantadaki dosyalar arasında öne çıkanlar İran, Rusya ve Suriye başlıklı olanlardı.

Yazının devamı...

Resepsiyon notları

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, her yıl olduğu gibi günün son etkinliği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) resepsiyondu dün akşam da.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, salona ilk gelen isim oldu.

Bahçeli, kurmaylarıyla birlikte bir masanın başına geçti ve konuklarla orada sohbet etti, soruları orada yanıtladı. Salondan ayrıldığı dakikaya kadar da aynı noktada kaldı.

Aynı durum Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve kuvvet komutanları için de geçerliydi. Onlar da yine akşama başladıkları masanın etrafında tamamladılar resepsiyonu.

Başbakan Binali Yıldırım, salonu dolaştı. Konuklarla sohbetler etti, gazetecilerin sorularını yanıtladı ve ardından komutanların yanına gitti.

Erdoğan geldi, salon hareketlendi

Saat 19’da başlayan 23 Nisan resepsiyonuna saat 20 civarında geldi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Salonda bulunan kalabalıktaki dalgalanmalar da o dakika itibariyle başladı. Erdoğan’ı girişte biz haberciler karşıladık.

Gün içinde Genel Kurul’daki gerginlik hakkında “Rezalet” diyen Tayyip Erdoğan, bu defa detaylı ve uzun konuştu.

Cumhurbaşkanı, CHP’ye ve özellikle de Grup Başkanvekili Özgür Özel’e çok sinirlendiğini gizlemedi.

(Erdoğan’ın CHP ve Özel ile ilgili sert ifadelerini VATAN’ın haber sayfalarında ayrıntılarıyla bulacaksınız.)

Berat Albayrak da CHP’ye yüklendi

Cumhurbaşkanı Erdoğan salona girişinde gazetecilerin sorularını yanıtladıktan sonra yanımızdan ayrılıp konukların arasına karıştı.

İşte o sırada biz de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ile sohbet etme fırsatı bulduk.

“Biraz gergin mi başladı seçim süreci” diye sordum gün içinde Meclis Genel Kurulu’nda yaşananları kast ederek.

Bakan Albayrak, “Ben gerginlik olarak görmüyorum” diye başladı söze. Sonrasında da şunları söyledi:

- Biz alıştık artık. Klasik bir CHP taktiği. Kılıçdaroğlu’nun her zaman yaptığı şey. Ne zaman kendisiyle ilgili bir gündem olsa, ne zaman köşeye sıkışsa, hemen topu başka bir yere atmasından söz ediyorum. Sıkışınca bir gerginlik yaratıp gündemi değiştirmesinden…

- Bugüne kadar gündem neydi? Kılıçdaroğlu aday olacak mı? Hülleci milletvekilleri nasıl izah edilecek? Gündem buydu CHP ile ilgili. İşte bunlardan kurtulmak için tutup 15 Temmuz’u gündeme getirdiler. Dediğim gibi klasik CHP taktiği.

- Görmediniz mi o 15 milletvekilinin basın toplantısındaki hâllerini. Başları öne eğikti. Mahcubiyetleri yüzlerinden okunuyordu. Bugün genel kurul salonunda yeni partilerinin sıralarına bile oturamadılar. Yarın grup toplantısına da çıkamayacaklar.

- Bunlar toplumun yüzde 50’sine ‘koyun’ diyorlardı. Yüzde 25 oy alan bir parti milletvekilleriyle ilgili böyle bir tasarrufta bulunurken, koyun mu oluyorlar? Yarın sahaya gittiklerinde bu durumu seçmene nasıl izah edecekler? Seçmen demeyecek mi, “Oyumu CHP’ye verirsem acaba başka bir partiye mi gidecek” diye. CHP’nin altı oku var. Bu altı okla hiç ilgisi olmayan marjinal partilerle iş birliğini nasıl açıklayacaklar? Biz bunları anlatacağız tabii seçim meydanlarında.

- Gerginlikten söz edilecekse sadece CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun gerginliği olabilir. Son anketlerde yüzde 20 seviyesinde görülüyor CHP. 19 – 20 - 21’lerde… Belki bunun gerginliği, belki Kılıçdaroğlu’nun adaylık konusundaki gerginliği, belki bu 15 milletvekili gerginliği… Ben bakıyorum, 24 Haziran’ın çok güzel olacağını görüyorum. Türkiye açık, şeffaf, demokratik bir seçim yapacak.

Ve futbol…

Resepsiyonun siyaset dışındaki neredeyse tek başlığı ise futboldu.

“Hangi takım şampiyon olur” sorusu, yılın bu dönemlerinde normaldir. O soru yine çok soruldu dün akşam da.

Ancak neredeyse şampiyonluk yarışından bile fazla konuşulan konu, olaylı Fenerbahçe – Beşiktaş Türkiye Kupası yarı final ikinci maçıydı.

Maçla ilgili ne karar çıkacak? Fenerbahçe’nin kumpas iddiasının detayları neler? Olan bitenin Fenerbahçe’deki seçim süreciyle bir ilgisi var mı? Vs… Vs…

Özetle, sokaktaki insan gibi, Meclis resepsiyon salonunu dolduran isimler de siyaset ve spor konuşarak geçirdi dün akşamı.

Yazının devamı...

Neden 26 Ağustos değil, 24 Haziran?

26 Ağustos Pazar günü, seçimlerin yapılması için uygun bir tarih değil.

Her şeyden önce 9 günlük bir Kurban Bayramı tatilinin son günü.

Bu yıl Kurban Bayramı 21 Ağustos’ta başlıyor, 24 Ağustos’ta bitiyor. Arife günü olan 20 Ağustos Pazartesi zaten yarım gün resmi tatil. Öncesindeki hafta sonu yani 18 – 19 Ağustos’un ardından o yarım günün de tatile dahil edilmesi büyük ihtimal. Bayramın son günü Cuma. Sonrasındaki hafta sonunu (25 – 26 Ağustos) da eklerseniz, toplamda 9 günlük bir tatil söz konusu.

- Ayrıca o günler zaten bir taraftan yaz tatilinin son dönemi, diğer taraftan da hac mevsimi. On binlerce insanımız hac ibadetini yerine getirmek üzere kutsal topraklarda olacak.

- Son olarak, madem artık dönüşü olmayan bir noktadayız ve erken seçim yapılacak, o zaman mümkün olan en erken tarihte olmasında fayda var. Seçim süreçlerinde beklentiler ve belirsizlikler de olur. Böyle bir ortamın olabildiğince kısa sürmesi herkesin ve tabii ülkenin faydasınadır.

***

Bu çerçeve, önceki gün Ak Parti grup toplantısının ardından Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Meclis’teki makam odasında yapılan toplantıda çizildi.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin önerdiği seçim tarihi de işte bu gerekçelerle değişti.

Erdoğan’ın dün Beştepe’de ağırladığı Bahçeli’ye yukarıdaki sebeplerle 26 Ağustos yerine 24 Haziran tarihini önerdiği, Bahçeli’nin de bunu kabul ettiği konuşuluyor Ankara’da.

Gruptaki 2019 vurgusu

Tarih değişikliğini getiren argümanların dışında, AK Parti kulislerinde şu son 48 saatte yaşananlara dair altı çizilen noktaları başlık başlık şöyle sıralayabilirim:

- Bahçeli’nin “26 Ağustos’ta erken seçim” çağrısı yaptığı önceki günkü MHP grup toplantısının hemen ardından düzenlenen Ak Parti grubunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhur ittifakını 2019 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimine de taşıyoruz. Anayasa değişikliği 2019 Kasım seçimlerinde tamamen yürürlüğe girecek” ifadelerini kullandı. Bu tercih, “Biz, hep söylediğimiz gibi erken seçimden yana değiliz” mesajını son bir kez vurgulamak anlamına geliyordu.

- Erdoğan’ın toplantı çıkışı gazetecilerin konuyla ilgili sorularına verdiği “Sayın Bahçeli ile yarın (dün) 13.30’da Külliye’de görüşmemiz olacak. Görüşmemizde gerek bu süreçle ilgili, gerek bu tür açıklamayla ilgili; orada değerlendiririz. Şu anda benim herhangi söyleyecek bir şeyim yok. Söyleyeceklerimi zaten grupta söyledim” yanıtı da, grup kürsüsünden verdiği 2019 mesajına atıf niteliğindeydi.

Ok yaydan çıktı

- Erdoğan bu sözlerinin ardından Meclis’teki makamında Başbakan Binali Yıldırım ve partisinin kurmaylarıyla bir araya geldi. O toplantıda üzerinde uzlaşılan görüş – mealen - şu şekilde oluştu:

“Biz ne kadar istemesek de, erken seçimin zaten sürekli konuşulduğu ortamda Cumhur ittifakındaki ortağımız tarih vererek bu çağrıyı yaptıktan sonra bu işin artık geriye dönüşü kalmadı. Bahçeli’nin açıklaması üzerine erken seçime “Hayır” demenin siyasi sonuçları olacağı açık. Siyaset böyle durumları krize değil, fırsata dönüştürmek için yapılır. Artık ok yaydan çıktığına göre, bizim de bu duruma uygun stratejiler belirleyip ona göre hareket etmemiz gerekiyor.”

***

Yazının başında aktardığım detaylar, Erdoğan’ın başkanlığında yapılan işte o toplantıda belirlendi ve dün Beştepe’deki Erdoğan – Bahçeli görüşmesi sadece yarım saat sürdü.

Ve Cumhurbaşkanı, görüşme sonrası “Erken seçime evet ama 26 Ağustos değil, 24 Haziran’da” açıklamasını yaptı.

Yazının devamı...

Gebze, ASELSAN, Haluk Görgün...

“Bu kampüste, ağaçlardan daha yüksek bina olmayacak.”

Rektör Haluk Görgün’ün işte bu cümlesi, adeta mottosu olmuş Gebze Teknik Üniversitesi’nin.

Kampüs, gerçekten de yemyeşil, pırıl pırıl. Ve binaların tümü ağaçlardan daha alçak seviyede.

---

Geçen Cuma (13 Nisan 2018) Gebze Teknik Üniversitesi’ndeydim. Anadolu Ekspo tarafından düzenlenen Sanayi ve Teknoloji Zirvesi’ne bir panelde moderatör olarak katıldım.

Organizasyon başarılı, dört günlük zirve bölgedeki üniversite ve lise öğrencileri için olabildiğince faydalıydı.

***

Ayrılmadan önce Rektör Haluk Görgün’e uğradım bir çay içmeye.

Henüz 45 yaşında, parlak, sevilen bir akademisyen Profesör Görgün.

İkinci ve yine çok önemli bir sıfatı daha var artık. Kısa bir süre önce ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı oldu.

***

Rektör Görgün, 1992 senesinde Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü olarak kurulan üniversitenin alt yapısının çok iyi olduğunu vurgulayarak başladı söze. Ardından da kurumun konumuna dikkat çekti ve ekledi: “Arkadaşlarımızın yaptığı hesaplamaya göre, bir saat içinde 20 milyon insanın buraya ulaşması mümkün.”

İstanbul, Sakarya, Kocaeli, Bursa bölgesinin tam merkezinde Gebze Teknik Üniversitesi.

Gebze modeli

Prof. Dr. Görgün, sohbetimizde şu noktaların altını çizdi:

- Bu bölge ülke sanayinin kalbi. Üniversite sanayi işbirliği konusu çok önemli ama bu meseleye herkes farklı bakıyordu. 2014 sonunda rektör olarak seçildikten sonra ilk iş olarak bölgedeki bütün bileşenleri topladım. Sanayi odası, ticaret odası, yerel yöneticiler, vali bey… Bir ortak akıl arama konferansı yaptık. Buranın stratejik planını gelin birlikte yapalım dedik. İkinci aşamada da sahiplenmeyi tamamlamak için bir vakıf kurduk. Organize sanayi bölge başkanlarını ve sanayicilerin büyük kısmını vakfa dahil ettik. Dolayısıyla üniversite bir anda onların üniversitesi oldu. Dolayısıyla sorumluluğu da, ufku da, vizyonu da onlarla paylaşmış olduk.

- Bir süre sonra yavaş yavaş projeler oluşturmaya başladık. İşte bu teknoloji ve sanayi zirvesi gibi etkinlikler yapmaya başladık. Bundan sonra, her geçen gün daha iyiye gidiyoruz ve gideceğiz.

Ve ASELSAN...

- Benim asıl alanım elektrik elektronik… Geçen sene ASELSAN yönetim kurulu üyesi olarak ASELSAN Akademi’yi arkadaşlarımla birlikte kurdum. ASELSAN, yüksek lisans ve doktoraya izin veriyor. Baktık, 5 bin 300 personelin bini yüksek lisans ya da doktoraya devam ediyor. Haftada 17 saat bu personele izin veriyor kurum. Düşünün, ASELSAN gibi kıymetli insanların çalıştığı yerde, haftada 17 bin saat bu arkadaşlarımız dışarıda. Üstelik bu insanlar bizim konularımızda da çalışmıyor. Dedik ki, 4 üniversiteyi ASELSAN bünyesinde buluşturup akademiyi kuracağız ve ASELSAN personeli sadece kendi konularında yüksek lisans ya da doktora yapacak. Hocaya da, öğrenciye de, kaynağa da, memlekete de yazık… Ve bu proje sayesinde şimdi üniversitelerimizin savunma sanayiine ilgisi de arttı.

ASELSAN intiharları

Son 11 yılda 8 personelinin intihar ya da şüpheli ölüm haberiyle gündeme geldi ASELSAN.

Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Görgün’e bu konuyu ve personel üzerindeki etkilerini de sordum son olarak.

- Evet maalesef böyle bir gündemimiz var. Konu şu anda savcılıkta. İnceleniyor. Birkaç defa incelenmiş ama somut bir şey bulunamamış. Sonuçlarını hep beraber göreceğiz ama bakın şöyle bir örnek de var. Mesela intihar edenlerden biri seneler önce ASELSAN’da çalışmış. Ayrıldıktan 7-8 sene sonra intihar etmiş. Ama haberler ASELSAN personeli diye çıktı. Her şey basında göründüğü gibi değil ama dosyalar savcılıkta.

- Negatif her haber, hele de bu tür haberler, aidiyet duygusunun olduğu her yerde insanları demoralize eder tabii ama bizim mühendislerimiz işlerine konsantre şekilde ve çok yoğun çalışmaya devam ediyorlar.

Yazının devamı...

Kılıçdaroğlu - Akşener görüşmesi öncesi Ankara’da konuşulanlar

"Saadet Partisi (SP) ve Demokrat Parti’yle (DP) ilkeler bazında anlaştık.”

Bu açıklama dün, İYİ Parti Genel Sekreteri Aytun Çıray tarafından yapıldı.

Çıray’ın bu açıklaması, önemli bir buluşmanın arifesinde geldi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yarın (bugün) saat 10.30’da İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i ziyaret edecek.

“Saadet ve Demokrat Parti ile ilkeler bazında anlaştık” diyen İYİ Parti’yi...

İttifak görüşmesi değil ama...

CHP kulislerinde, Kılıçdaroğlu Akşener görüşmesinden bir gün önceki hava ‘iyimser’di.

‘İlkeler ittifakı’ söyleminin Kemal Kılıçdaroğlu’na ait olduğunu belirten CHP’liler, yarın (bugün) yapılacak olanın bir ‘ittifak görüşmesi’ olmadığını söylediler.

Elbette adı bu değil ama Akşener Kılıçdaroğlu ikilisinin ilkeler bazında bir zemin arayışı için ilk adımı atacaklarına da şüphe yok.

Yakın gelecekte, bu ikilinin hatta belki SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun da katılımıyla üçlü şekilde yeniden bir araya gelmesi de şaşırtıcı olmayacaktır.

Blok netleşiyor

Hem CHP hem de İYİ Parti; SP, DP ve Anavatan Partisi (ANAP) ile ayrı ayrı görüşüyor. İlkeler ittifakının böylece şekilleneceği görülüyor.

Ak Parti, MHP ve BBP’den (Büyük Birlik Partisi) müteşekkil ‘Cumhur İttifakı’nın karşısına çıkacak blok da bu şekilde netleşmiş olacak.

Bu denklemde bir tek Halkların Demokrasi Partisi (HDP) yer almıyor. Hatta her iki blok da, HDP’ye adeta vebalı muamelesi yapıyor. (Bu durumun sebepleri, bu noktaya gelinmesinde, diğer partilerin bakışlarının yanı sıra HDP’nin yaptıkları ve yapamadıkları bir başka yazının konusu olmalı zira detaylarıyla ele alınması gereken çok unsur var o mevzuda.)

Kritik aşama, aday belirleme

Yarınki (bugünkü) Kılıçdaroğlu Akşener görüşmesi bir başlangıç.

Önce yerel, ardından da milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden yol haritasının çizileceği sürecin başlangıcı…

CHP ve İYİ Parti’nin başını çekeceği cephede, ilkeler üzerinde anlaşılmasında pek bir zorluk yok gibi.

Kritik aşama ‘aday belirleme’ noktası olacak.

Meral Akşener, “Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura CHP’nin adayı kalırsa, biz onu şartsız destekleriz” açıklamasını yapalı çok oldu. Ancak aynı Akşener, CHP ile ortak aday çıkarmalarının stratejik olarak yanlış olduğunu da söylemişti.

Daha bugünden orta yerde duran soru şu: “Tayyip Erdoğan’ın karşısına her parti kendi adayıyla çıkarsa, seçim ikinci tura taşınır mı? Yoksa Erdoğan’ı ilk turda yüzde 50’nin altında tutabilmek için CHP İYİ Parti SP ve diğerlerinden oluşan blok; ortak, tek aday mı çıkarmalı?”

CHP kulislerinde bu sorular etrafındaki tartışma için “Henüz erken” yorumu yapılıyor ve ısrarla esas olanın ilkeler üzerinde uzlaşmak olduğu vurgulanıyor.

CHP’de (seçim takvimi değişmezse yani bir erken seçim olmazsa) cumhurbaşkanlığı seçim sürecini, yerel seçim sonuçlarının şekillendireceği görüşü hakim. Ana muhalefet, yerel seçim sandığından çıkacak tablonun, cumhurbaşkanı adaylıkları (ya da adaylığı) konusunda belirleyici olacağını düşünüyor.

Yazının devamı...

Medyada yeni dönem ve satır arasındaki mesajlar

"Sizden tek ricamız, önyargılardan uzak kalmanız. En çok da kendinize ve kurumlarınıza güvenmenizdir.”

Demirören Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Yıldırım Demirören, dün Doğan Medya Grubu’nu devraldıkları törende yaptığı konuşmanın bir yerinde işte böyle dedi.

“Kendinize ve kurumlarınıza güvenin...”

Demirören’in bu mesajı çalışanlarınaydı. Biz gazetecilere...

***

Bağcılar’daki Hürriyet Gazetesi binasında düzenlenen törende, Doğan Grubu Onursal Başkanı Aydın Doğan’ın ardındın kürsüye gelen Yıldırım Demirören’in yaptığı konuşma önemliydi.

Önemliydi çünkü medyadaki bu el değiştirme hakkında günlerdir söylenmeyen, yazılmayan kalmamıştı ve Demirören’in sözleri bu spekülasyon gündemine verilen cevaptı.

***

Yıldırım Bey’i ve başta Erdoğan Demirören olmak üzere aile üyelerini yıllardır tanıyan, son 7 yıldır da grup bünyesinde görev yapan bir gazeteci olarak dünkü tabloda altını çizmek istediğim noktalar var.

***

Her şeyden önce, dün orada sadece iş adamları yoktu. Kardeşler, eşler ve çocuklar da tören salonundaydı. Demirören Ailesi, ‘aile’ olarak oradaydı.

Tanıyanlar bilir, bu durum Demirörenler için sıradandır, hep olduğu gibidir ama bu görüntünün anlamı büyük. Yıldırım Demirören’in konuşmasında çocuklarından söz ederken, en küçük evlatlarından bahsederken ‘Cemalim’ demesi de, bilenlerin dikkatinden kaçmamıştır sanırım.

***

Gelelim konuşmanın detaylarına...

“Ömrünü ülkesine, bayrağına ve milletine adamış Erdoğan Demirören, 1965’te Hürriyet Gazete Dağıtım Şirketi’nin Simavi Ailesi’yle birlikte ortaklarından biriydi. 1979’da da Aydın Bey Milliyet’i Karacan Ailesi’nden satın alırken yine kendisi ortaklardan biriydi. En son 2011’de Milliyet, Vatan gazetelerinin satışı yapılmıştı. Bu binaların, kurumların ne kadar bir arada olduğunu görüyoruz ve diyoruz ki, kalıcı olan Türk medya tarihini yazan bu kurumlar, bu kurumlara can veren emekçiler, gazeteciler ve yayıncılardır.”

Bu mesaj önemliydi...

Devamında gelen şu cümleler de öyle:

“Bu alımın üzerine çok yazılıp çok konuşuldu. Gerçekleri yansıtmayan spekülasyonlar yapıldı. Ancak bilmenizi isteriz ki, ortak geçmişimizi değerlendirdiğimizde, birlikte sahip çıkacak tarihimizi de bizler birlikte yazacağız.”

Ve yazının başındaki o cümle:

“Sizlerden tek ricamız önyargıdan uzak kalmanız. En çok da kendinize ve kurumlarınıza güvenmenizdir.”

Dikkat ederseniz, “talimatımız” değil, “isteğimiz” bile değil, “ricamız”...

Bu üslup da önemli ve gözden kaçmamalı.

***

Özetle...

Medya sektöründe sadece Türkiye değil, dünya çapında büyük bir iş bu alım satım.

Demirören Grubu’nun sorumluluğu da grubun ulaştığı büyüklüğe paralel oranda arttı.

Biz çalışanların, patronlarımızdan beklentilerimiz var.

Patronların da bizden...

Ve Yıldırım Demirören o beklentilerini, yazının başındaki iki cümleyle özetledi dün.

***

Yeni dönem hepimiz için hayırlı olsun.

Ülke, sektör, Demirören Ailesi ve biz gazeteciler için...

Yazının devamı...

Süleyman Şah Türbesi yerine ne zaman dönecek?

“Süleyman Şah Türbesi geçici olarak taşınmıştı. Eninde sonunda yerine taşınacak çünkü orası Türk toprağı.”

Bu sözler Başbakan Yardımcısı Fikri Işık’a ait.

Milli Savunma eski Bakanı Işık, dün TRT Haber’de katıldığı canlı yayında söyledi bunları.

Mümbiç de temizlendikten sonra…

Sabah televizyonda bu açıklamayı yapan Bakan Işık ile öğleden sonra telefonda görüştüm.

Fikri Işık’a, 2015 Şubat’ında taşınan türbe ve karakolun (*) tekrar eski yerine döndürülmesi konusunda takvimin belli olup olmadığını sordum. Henüz değilmiş…

İşte Başbakan Yardımcısı’nın telefonda söyledikleri:

- Biliyorsunuz, o günlerde bölgedeki koşullar gereği ‘geçici kaydıyla’ taşınmıştı. Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun taşındığı eski yer de Türk toprağı. Dolayısıyla, kendi toprağımızdan vazgeçmek gibi bir durumumuz olamaz. Onun için mutlaka tekrar eski yerine dönecek ama zamanlamasını ilgili arkadaşlar çalışırlar ve planlayıp uygularlar.

- Oranın (eski yerin) bağlantısı biliyorsunuz Mümbiç’ten kuruluyor. Tahmin ediyorum, Mümbiç PYD’den temizlendikten sonra yapılacaktır planlama. Şu anda benim zamanlama konusunda sıcak bir bilgim yok ama net bildiğimiz şu; orası Türk toprağıdır ve biz türbeyle karakolu geçici bir süre için taşıdık. Mümbiç de temizlendikten sonra inşaallah eski yerine, olması gerektiği şekilde tekrar taşınacaktır.

Macron’a tepki

Başbakan Yardımcısı Fikri Işık’a, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaptığı son açıklamayı da sordum.

Macron geçen hafta Paris’te, PYD ve YPG’lilerin de dahil olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) heyetiyle görüşmüştü. Bu görüşmenin ardından Fransa Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan yapılan yazılı açıklamada da, “Macron’un Suriye’nin kuzeyinde istirkarın sağlanması için SDG’ye destek verdiği” belirtilmiş ve “Fransız Cumhurbaşkanı’nın SDG heyetine, Türkiye ile aralarında arabuluculuk yapmayı teklif ettiği” bilgisi verilmişti.

Fikri Işık işte bu duruma şu sözlerle tepki gösterdi:

- Her şeyden önce Macron’un tavrı kabul edilemez bir tavır. PYD kamuflajı SDG’nin terör örgütü yöneticilerini kabul etmesi akıl tutulmasıdır. Fransa terörden en çok acı çeken ülkelerden biri. Böyle bir ülkenin yöneticilerinin terör örgütleri arasında ayırım yapması ve kendilerine yakın terör örgütü uzak terör örgütü diye böyle bir tasnif yapmaları da kabul edilemez bir durum. Kendilerine müzahir gördükleri bu terör örgütleri yarın karşılarına geçer ve onların canını yakar. Bu çok net. Bugüne kadar onlarca örneği var. O açıdan, bir an önce sağduyuyla hareket edip bütün terör örgütlerine aynı mesafede olup bütün terör örgütleriyle mücadele etme arzusunu ve kararlılığını ortaya koymaları lâzım. Bugün terörün küreselleşmesinin en önemli sebebi, bazı ülkelerin işte böyle davranıp terör örgütleri arasında maalesef kendi çıkarları doğrultusunda yaptığı ayırım var.

***

(*) Suriye topraklarında, Türkiye sınırına 37 kilometre mesafede yer alan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu, 22 Şubat 2015 tarihinde, bölgedeki kaos ortamı ve devam eden çatışmalar sebebiyle taşınmıştı.

O gün Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Türbe ve karakolun, Süleyman Şah’ın kabriyle birlikte, yine Suriye topraklarında ancak sınıra mücavir Suriye Eşmesi köyünün kuzeyinde ve aynı büyüklükteki araziye geçici olarak taşındığı bilgisi paylaşılmıştı kamuoyuyla.

Aynı gün Genelkurmay Başkanlığı da konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştı:

“Güvenlik mülahazaları temelinde hayata geçirilen söz konusu geçici nakli kubur işlemi, Süleyman Şah Türbesi ve müştemilatının anlaşmalarla tespit edilmiş statüsünde herhangi bir değişiklik anlamına gelmemektedir. Süleyman Şah Türbesi’ni ve Saygı Karakolu’nda görevli personelimizi emin kılacak Suriye içindeki bu geçici nakil işlemi 22 Şubat 2015 tarihinde tamamlanmıştır.”

Yazının devamı...

Küçük Fikret’in büyük (!) torunlarıyız biz

Bu akşam Kadıköy’de Fenerbahçe Galatasaray derbisi var. İki takım da şampiyonluk potasında.

Maçın sonucu, diğer iki şampiyon adayı Beşiktaş ve Medipol Başakşehir takımlarını da yakında ilgilendiriyor.

***

Malum; iki takım arasında oynanan maçlar, çok uzun süredir futbol kalitesinden çok gerginlikleri ve polemikleriyle işgal eder spor gündemini.

‘Ezeli rakip, ebedi dost’ kalıbına pek de uygun olmayan şekilde yani...

***

Dünyada da benzerdir durum aslında.

Özellikle de aynı kentin köklü kulüpleri arasındaki mücadelelerde hep yüksek olur tansiyon.

Ancak dünyadaki örneklerin bizden farkı, saha içinde olanın saha içinde kalmasıdır.

Soyunma odası koridorlarında, şeref tribünlerinde, stat dışında, sokaklarda devam etmez gerginlik. En azından, futbol kültürüne sahip Avrupa ülkelerinde...

Yeşil zemin üzerindeki 90 dakikada yaşanır ve biter bütün sertlik, bütün itiş kakış.

Oyuncular rakip tribünleri tahrik etmez, teknik kadro ve yedek kulübeleri hakemlerin üzerine yürümez, tribünlerden sahaya su şişeleri, çakmaklar ve bilumum yabancı madde yağmaz, oyuncular maç sonu stat kapısında gazeteci dövmez.

Bizde olur, Yunanistan’da olur, bazen belki İtalya’da olur ama misal bir İngiltere’de, İspanya’da, Fransa’da, Hollanda’da, Almanya’da olmaz öyle işler. Olursa da 40 yılda bir, belki...

***

İngiltere, Almanya, İspanya, Hollanda gibi ülkelerde maçtan sonra rakip seyircilerin stadı bir arada terk etmesine gıpta ederiz biz futbol sohbetlerinde.

“Adamlar medeni abi” der birisi mesela.

“Sporu, futbolu bizdeki gibi düşmanlık olarak değil, bir eğlence, bir oyun olarak görüyorlar da ondan abicim” der bir başkası cevaben.

“Her şeyin başı eğitim ve kültür kardeşim” diye devam eder bir diğeri... “Futbolcusu, yöneticisi, seyircisi... Bizdeki gibi cahil değil tabii adamlar.”

***

Şimdi sizle bir anekdot paylaşacağım... Hatıranın sahibi, canlı şahidi, ben bu satırları yazarken yanımda oturuyor.

Onun ağzından aktarıyorum:

- Dolmabahçe’de Fener ile oynuyoruz... İstanbul Ligi... O aralar hep kazanıyoruz Fenerbahçe’ye karşı. O gün de kazandık. Geçmiş gün, yalan olmasın; 1 0’dı galiba. Neyse, maç bitti, biz çıktık Gazhane tarafından... 5 6 arkadaşız... Aramızda maçın kritiğini yapa yapa, pozisyonları tartışa tartışa Beleştepe’den vurduk yukarı, Taksim’e doğru. O zamanlar sadece bir yaya yolu var orada. Daha doğrusu bir patika...

- Keyfimiz yerinde, konuşa konuşa çıkıyoruz yokuşu... Yan yana yürüyoruz ya 5 6 kişi; farkına varmayıp kapatmışız tabii yolu... Arkadan bir ses geldi, “Çocuklar bir müsaade edin” diye. Döndük, kafamızı kaldırdık, bir baktık Fikret. “Aaa, Küçük Fikret” dedi bizimkilerden biri... Duşunu almış, stattan çıkmış, yürüyor o da...

İki yana açıldık, yol verdik. O arada da takıldık gülerek, “Fikret abi, nasıl yendik yine” diye. “Bizi yenmeyi unuttunuz” falan...

- Tam aramızda Küçük Fikret... Kollarını açtı, iki yanındaki ikimizin başlarını okşadı. Babacan bir gülümseme yüzünde... “Tebrikler çocuklar. İyi oynayan, hak eden kazansın. Bir gün de biz kazanırız” dedi. Sonra da “Haydi eyvallah” deyip uzaklaştı hızlı adımlarla...

***

Olay bu...

15 16 yaşlarındaki gençlerden oluşan 5 6 kişilik bir öğrenci grubu... Hepsi Beşiktaş taraftarı. Karşılaştıkları, Fenerbahçe ve dönemin milli takımının efsane sol kanat oyuncusu Küçük Fikret lakaplı Fikret Kırcan.

Ergenler “Abi” diyerek takılıyor, o zamanlar 30’larının başında olan efsane futbolcu da işte böyle davranıp, bunları söylüyor.

Bu olay 1951 senesinde yaşanıyor. 1951...

***

Bu anısını anlatan, o çocuklardan biri. Mustafa Çelik... Babam...

Bugün 83 yaşında... İnönü Stadı’nda ilk maçını 1949’da seyretmiş birinden söz ediyorum. 1949...

16 yaşında, maç çıkışı bunu yaşamış... Hani bugün, İngiliz’e, Fransız’a, Hollandalı’ya, Alman’a özeniyoruz ya...

“Bizim gibi değiller” ya da “Biz onlar gibi olamayız” deyip gıptayla izliyoruz ya...

1951 diyorum size... İstanbul’da, bir derbinin ardından...

Bugün de bir derbi var İstanbul’da.

Bilmem anlatabildim mi?

Haydi iyi derbiler...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.