Şampiy10
Magazin
Gündem

Evet saldırı altındayız ama…

“(…) Yapabileceğimiz ve bana göre asıl önemli olan husus siyasi duruşumuzu sağlam tutmaktır. Madem maruz kaldığımız saldırının ekonominin gerçek durumuyla ilgisi yoktur, işin arkasında başka niyetler vardır, öyleyse bizim de kendimizi buna göre konumlandırmamız gerekiyor. Bunları söylerken, ekonomi alanında, cari açık faizler enflasyon başta olmak üzere çözmemiz gereken bazı sorunlarımız olduğu gerçeğini gözden ırak tutmuyoruz. Ama aynı zamanda ülkemizin uzun süredir, gerçekten ekonomik gücüyle mütenasip olmayan bir konuma yerleştirmeye çalıştığını da biliyoruz.”

Albayrak’tan direkt temas adımı

Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak yarın yabancı yatırımcılarla doğrudan temas kurmaya karar vermesi de, Türkiye’nin uluslar arası piyasalara kendini anlatma ihtiyacının göstergesi. Perşembe günü Türkiye s aatiyle öğleden sonra 4, ABD Doğu saatiyle sabah 9’da telefon üzerinden yapılacak konferansa; ABD, Avrupa ve Ortadoğu’daki yatırımcılar başta olmak üzere dünya genelinde 750 - 1000 yabancı yatırım kurum / kuruluşunun katılması bekleniyor.

Cari açık mesaisi

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın 1.2 milyar TL’lik yeni destek programını devreye soktuklarını açıkladı.

Sanayicilere üç yıl içinde verilecek bu desteğin öncelikli hedeflerinden biri cari açığı azaltmak. Bakan Varank, “Bu yeni destek programının, cari açığın azaltılması başta olmak üzere yüksek katma değerli ürün, teknoloji ve projelere önemli katkı sağlayacağını düşünüyoruz” diyor ve ekliyor: Yeni fikri olanlar ve yeni ürün geliştirmek isteyenlere her türlü desteği vermeye hazırız.

Norveç ya da İsviçre aynı duruma düşer miydi?

Yani özetle…

Evet, ABD yönetimi Türkiye’den istediklerini almak için kur baskısı yaratma silahını çekti, bu doğru. Ankara’yı siyasi / diplomatik alanda diz çöktürmek için ekonomide dalgalanma yaratan sistematik saldırılar olduğu bir gerçek.

Ama bu gerçek, diğer gerçeği görmemizi engellememeli. O diğer gerçek, Türkiye ekonomisinin, yapısal manadaki sıkıntılarından kaynaklı kırılganlığı.

ABD, benzer bir siyasi / diplomatik gerginliği misal Norveç’le ya da İsviçre’yle yaşasa (özellikle AB üyesi olmayan ülkeleri örnek veriyorum) ve aynı ekonomik saldırılar bu iki ülkeden birini hedef alsa… İsviçre ya da Norveç, Türkiye ile aynı şekilde etkilenir miydi bu süreçten? Bu kadar sarsılır mıydı, bir düşünün.

İğneyi kendine batırmak iyidir

Ankara bu son kriz ortamı vesilesiyle, iğneyi biraz da kendine batırmak ve ona göre hareket etmek zorunda. Yukarıda aktardıklarım; yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, Bakan Albayrak’ın atmaya hazırlandığı telekonferans adımı, Mustafa Varank’ın duyurduğu gibi cari açığı azaltmaya yönelik hamleler, işte bu anlayışın işaretleri.

NOT: Ben bu satırları yazarken (dün saat tam 16.29’da) Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak, SETA konferansında, kürsüden “Bu süreç bize bazı eksik olduğumuz alanları da gösterdi” diyordu… Söylemeye çalıştığım tam da buydu işte.

İngilizce şayiası

Yazının devamı...

Failler belli ve piyasa bir saldırı daha bekliyor

Geçen yıl bugün, cebimizdeki 1.000 TL ile 283 ABD Doları alabiliyorduk. Dün öğle saatlerinde aynı 1.000 TL ile alabildiğimiz, 146 Dolardı. Siz bu satırları okurken belki daha da az...

***

Geçen sene bugün; 14 Ağustos 2017 tarihinde, Merkez Bankası Dolar Kuru 3,53 TL’ymiş.

Dün, bu yazıyı yazarken bir döviz bürosunu aradım, bir Doları 6,30 TL’den alıp 6,85’e satıyorlardı.

Bu da demek oluyor ki, sabit gelirli Dolar bazında bir yılda neredeyse yarı yarıya fakirleşti.

***

Pekiyi neler oluyor? Ne olacak? Bu iş nereye varacak?

Herkesin aklındaki bu soruları dün konuyu en iyi bilenlerden birine sordum.

3 büyüklerin oyunu

İşte, çalıştığı kurumu ve ismini saklı tutmam gereken o kişiyle yaptığım görüşme:

- “Yaşadığımız sarsıntının nedeni ekonominin yapısal sorunlarından ziyade ABD ile ilişkilerdeki kriz” görüşüne katılıyor musunuz?

- Evet ABD ile diplomatik kriz tetikledi bu süreci ama 2001’de de Anayasa kitapçığı tetiklemişti. Ortada bir görünür sebep lâzım ama dün (önceki) geceki hadise mesela; o gerçekten kötü niyetli bir ataktı.

- Peki sorumlusu belli mi? Kim yaptı bu işi?

- Belli tabii... Bu seferki Merrill Lynch. Zaten, örneğin Twitter’da bu işi bilen bazı kişiler, hesaplarından en büyük alıcıları yayınladılar ekran görüntüleriyle. Fail ortada yani.

- Türkiye ekonomisi kur spekülasyonuyla sistemli bir saldırıya hedef oluyor yani, öyle mi?

- Öyle. Şu ana kadar söylediklerinde tatmin edici olmayan birçok şey olmakla beraber, Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın dün (önceki) gece söylediği doğruydu. Gerçekten o kötü niyetli bir saldırıydı. Bakın, bir önceki saldırıyı Morgan Stanley yapmıştı, bunu da BOFA (Bank Of America) Merrill Lynch yaptı.

- Bitti mi peki Amerikan yatırım bankalarının sistemli atakları?

- Hayır. Şimdi sırada bunların en büyüğü var; Goldman Sachs. Üçüncü büyük darbeyi de o vurmaya çalışacak. Bakın bunlar uyarı atışı gibi... Dikkat edin, piyasanın kapalı olduğu saatlerde yapıyorlar, “Bak biz sizin bütün dengelerinizi alt üst ederiz” diye gözdağı veriyorlar. Şimdi üçüncü atak da bu hafta içinde, belki bugün (dün) akşam saatlerinde Goldman Sachs’tan gelebilir.

- Pekiyi Türkiye ne yapacak? Şu ana kadar alınan önlemler hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Dün (önceki) gece BDDK’nın yaptıkları ve bu (dün) sabah Merkez Bankası’nın yaptıkları, burada yapılabilecek tek doğru hareketti. Bir tane doğru vardı ve yaptılar. Zaten sonuçları da görüldü.

Kur ne olur? Asıl tehlike ne?

- Peki, sonuçta nereye varacak bu iş?

- Bir yerde uzlaşılacak. Biz üzerine uçak gönderilip ya da kıyılarına uçak gemisi yerleştirilip tehdit edilecek bir ülke değiliz. O yüzden bu yolu tercih ediyorlar.

- Dolar eski günlerine döner mi? 4 lira 5 lira seviyelerine geriler mi?

- Bu saatten sonra bu seviyelerden geriye gitmesi çok büyük sürpriz olur. Dolar’ın 6, hatta 6,50 TL seviyesinin altına gitmesi bile bizim için büyük mükafat olur. Doğru, gerçekçi fiyatlar da buralar aslına bakarsanız.

- Sonuç olarak Türkiye bu sarsıntıyı atlatır diyebilir misiniz?

- Bakın bu noktada en tehlikeli şey ne Morgan Stanley, ne Merrill Lynch ne Goldman Sachs... Onlar iç piyasayı yıkamazlar. Bu piyasa öyle üç saldırıyla yıkılmayacak kadar büyük. Fakat buradaki en büyük düşman, içerideki şu lâflar: İşte, dövizlere el koyulacakmış, yok efendim para çekilmesine engel olunacakmış vs, vs... İç piyasayı batırırsa bu dedikodular ve bu yüzden doğabilecek bir panik ortamı batırır. Asıl mesele bu.

Yazının devamı...

Kim bu ‘diğer Amerikalılar’?

Başlıktaki soruyu dün telefonda, genel yayın müdürüm İsmail Yuvacan sordu.

İsmail Yuvacan, Amerikan Dışişleri Sözcüsü’nün açıklamasındaki “Papaz Brunson ve diğer Amerikalılar” ifadesindeki ‘diğerleri’nden bahsediyordu.

***

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert önceki günkü basın toplantısında, Türkiye ile ABD arasında bir anlaşmaya varılıp varılmadığı sorusuna şu cevabı verdi:

“Eğer herhangi bir anlaşmaya varmış olsaydık, Papaz Brunson’u, diğer ABD vatandaşlarıyla birlikte buraya, evlerine dönmüş olarak görürdünüz.”

Diğer ABD vatandaşları…

***

Nauert, aynı basın brifinginin bir başka bölümünde de şu ifadeleri kullandı:

“Eğer bir ilerleme kaydedilip kaydedilmediğini soracak olursanız, sanırım bizim istediğimiz ilerleme, Papaz Brunson, Türkiye’deki yerel temsilcilik çalışanlarımız ve diğer ABD vatandaşlarının eve dönmesidir. Bu bizim arzu ettiğimiz ilerleme ve belli ki henüz orada değiliz.”

2. ABD Vatandaşı Serkan Gölge

Şimdi gelelim, başrolünde Andrew Brunson’un olduğu gergin gündemdeki o ‘diğerleri’ne…

Konuyla ilgilenen kaynaklardan aldığım bilgilere göre; Türk ve Amerikan makamları arasındaki yazışmalarda toplam 5 kişinin adı geçiyor. Brunson dışında 4 kişinin yani.

Bunlardan Amerikan vatandaşı (aslında çifte vatandaş) olan sadece Serkan Gölge.

15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından, Ağustos 2016’da ABD’den Hatay’a gelen NASA çalışanı (iki ülke arasındaki yazışmalarda “Nasa ‘eski’ çalışanı” olarak geçiyor) Gölge, kripto FETÖ elemanı olduğu ve ABD’ye ajanlık yaptığı iddialarıyla gözaltına alınıp tutuklanmış, İskenderun cezaevine konulmuştu.

Gölge, Hatay 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve ABD’nin Adana Konsolosluğu yetkililerinin başından sonuna duruşma salonunda takip ettiği FETÖ davasında ‘silahlı terör örgütüne üye olmak’ suçundan 15 yıla kadar hapis istemiyle yargılanmış ve 9 Şubat 2018’de 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Amerikan Dışişleri Sözcüsü’nün bahsettiği ‘diğerleri’nden Amerikan vatandaşı olan kişi, hükümlü olarak halen cezaevinde yatan, NASA eski çalışanı Serkan Gölge.

Ve üç yerel çalışan

Sözcü Nauert açıklamalarında, Papaz Andrew Brunson, diğer ABD vatandaşları ve ‘Türkiye’deki yerel temsilcilik çalışanlarımız’ diyor.

Amerikan kaynakları, Brunson ve Serkan Gölge’nin dışında, daha önce isimleri medyada yer almış üç yerel çalışanın da listede bulunduğunu doğruluyorlar.

- FETÖ davalarında sanık olan bu üç kişiden ilki, casusluk suçlamasıyla tutuklanması iki ülke arasında vize krizine yol açan İstanbul Başkonsolosluğu görevlilerinden Metin Topuz.

- İkinci yerel çalışan (ABD misyonunda görev yapan Türk vatandaşı) yine İstanbul Başkonsolosluğu’nda bölgesel güvenlik ofisinde görevli Mete Cantürk.

Bu kişiyle ilgili Şubat 2018’de yayınlanan haberlerde Cantürk’ün gözaltına alınıp sorgulandığı ve ‘elektronik kelepçeyle ev hapsi’ şartıyla serbest bırakıldığı bilgisi yer alıyor.

- Ve üçüncü isim ABD’nin Adana Konsolosluğu’nda politik işler danışmanı ve tercüman olarak görev yapan Hamza Uluçay.

Uluçay da ‘silahlı terör örgütüne üye olmak’ suçundan 15 yıla kadar hapis istemiyle, Mardin’de tutuklu yargılanıyor.

***

Sonuç olarak…

Amerikan Dışişleri Sözcüsü’nün isimlerini vermeden bahsettiği kişiler bunlar.

Ve bu isimler şimdi, Amerikan tarafınca, iki ülke ilişkilerinin yeniden yoluna girmesi için Washington DC’de iki ülke heyetleri arasında başlayan görüşmelerde masaya getiriliyor.

Yazının devamı...

ABD ile gerginlik bitecek mi?

Herkes başlıktaki sorunun cevabını merak ediyor.

O cevap büyük oranda ‘Evet’.

Kolayca ve hemen değil ama nihayetinde ‘Evet’.

Bunu sadece Ankara’dan 9 kişilik heyetin Washington DC yoluna çıkıyor olması dolayısıyla söylemiyorum.

İki ülke dışişleri bakanlarının yüz yüze görüşüp sağladığı ön mutabakat çerçevesinde ABD’ye giden Türk heyetinin Amerikalı muhataplarıyla yapacağı görüşmeler çok kritik önemde.

Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) gerginliğin elbette bugünden yarına değil ama zaman içinde yumuşaması, büyük oranda bu ziyarete bağlı.

Mevcut kriz ortamı iki ülke açısından da devam ettirilebilir değil.

***

Önce şu tespiti yapalım:

ABD ile ilişkilerde yaşanan kriz, Türkiye’de insanların günlük yaşamına doğrudan yansıyor. Amerikan Doları’nın 5.30 TL seviyelerine yükselmesinden söz ediyorum.

Herkes Dolar’ı konuşuyor çünkü kur artışından az ya da çok, doğrudan ya da dolaylı herkes etkileniyor.

ABD kamuoyu içinse durum böyle değil. Sokaktaki Amerikalı için Türkiye ile ilişkilerin kötü olmasının öyle büyük bir önemi yok.

Ancak önemli olan, Türkiye ile ilişkilerin sokaktaki Amerikalı’nın gündeminde olup olmaması değil. Önemli olan Amerikan yönetiminin Türkiye kadar kritik bir müttefikten vazgeçemeyecek olması.

***

Dışişleri, Adalet, Hazine ve Maliye… Bu üç bakanlıktan üçer kişi gidiyor ABD’de temaslarda bulunmaya.

Siz bu satırları okurken dokuz kişilik heyet yolda olacak büyük olasılıkla.

Heyetlerin hangi bakanlıklardan olduğuna bakıp Washington DC’de hangi konuların masaya yatırılacağını kolayca tahmin edebilirsiniz.

Mesele, ön mutabakatın, ‘tam mutabakat’a çevrilip çevrilemeyeceği.

Eğer heyetler arası görüşmelerde bir yol haritası üzerinde uzlaşı sağlanırsa, özellikle Türkiye kamuoyunda göreceli bir rahatlama oluşacağına şüphe yok.

Sonrası, bugüne kadar olduğu gibi yine Ankara Washington DC hattında art arda gelecek önce ılık, ardından sıcak mesajlarla gelir.

***

Papaz Andrew Brunson, iki ülke arasındaki krizin sembol ismine dönüştü. Elbette bazen iki devleti karşı karşıya getirmeye tek bir kişi bile yeter ama o devletler krizden çıkış yolunu da birlikte bulur. Zorlu, yıpratıcı süreçlerin sonunda olsa da…

Devletler arası ilişki dediğiniz, kabaca bir al ver ilişkisidir.

Alınacaklar verilecekler listesinde de öncelikler ve denge belirleyici olur.

Diplomasinin kuralları, sınırları, yöntemleri de bellidir. Her yetkili, her yönetici kendi devletinin, kendi ülkesinin âli menfaatlerini önceler.

Tarafların esneklik sınırları dönemlere ve konu başlıklarına göre değişebilir ama nihayetinde kazanan, belirleyici olan ‘reelpolitik’ olur.

Yani sonuçta bu kriz de bir şekilde çözülür, çözülecektir lâkin bugün dikkat edilmesi gereken Türk Amerikan ilişkilerini etkileyen diğer faktörler. Başta da ABD’nin İran politikası…

***

Ekonomi çevrelerindeki değerlendirmeler de buraya kadar anlattıklarıma yakın.

Yatırımcılara yön veren analizler ve tahmin raporlarında Türkiye’nin yakın dönemde hem ABD hem de Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinde yumuşama, iyileşme beklentisi var.

Kısa vade sorunlu evet ama orta vadede iyi senaryo öngörüleri kötümserlere oranla çok daha yüksek. Yüzde 35’e 65’lik bir denge var bu noktada.

Tabii diplomatik ilişkilerin iyileşmesinin yanında, hem içeride hem dışarıda ekonomiyi olumlu etkileyecek yapısal adımların da atılması koşuluyla…

Yazının devamı...

Siyaset dışı…

Ankara’da siyasetin nabzı, muhalefet cephesinde yüksek atıyor.

Ağustos sıcağında hem Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hem de İYİ Parti iç karışıklıklarına çözüm arıyorlar.

CHP’de parti içi iktidar mücadelesi sürüyor ve görünen o ki Genel Merkez’in dünkü “kurultay yok” açıklamasından sonra da tansiyon bir süre daha düşmeyecek.

İYİ Parti’deyse 12 Ağustos Pazar günü toplanacak olağanüstü kongreye günler kala üç kurucu üyenin istifası, yakın gelecekte de suların durulma ihtimalinin zayıf olduğunun işareti.

Güzel haberler

Özetle, başkentin politika gündemi yine bildiğiniz gibi.

Hatta, Ankara siyaseti; izlemeyi bırakıp bir süre sonra tekrar başladığınızda hiçbir şey kaçırmadığınız Brezilya dizileri misali…

Dolayısıyla, kaldığımız yerden devam etmek üzere, bugün hayatın farklı alanlarından birkaç başlık aktarmak istedim.

***

Futbolun efsaneleriyle ‘melek yüzler’ Kıbrıs’ta bir arada…

Uluslararası Down Sendromu Federasyonu (udf), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (kktc) bir plaj futbol festivali düzenliyor.

Eski futbolcular Ahmet Dursun, Ergün Penbe, Hakan Ünsal, Serhat Akın, Emre Aşık, Murat Erdoğan, Yattara, Kadir Çağlar ve Faruk Atalay; Girne’de down sendromlu çocuklarla plaj futbolu oynuyor.

Udf Başkanı Muhammed Abdullah Tuncay ve yönetim kurulu üyesi Mehmet Gürbüz, 8 ilden 32 çocukla birlikte dün Ada’da, kktc Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı tarafından kabul edildiler.

Festivalde başlama düdüğünü Cumhurbaşkanı Akıncı çaldı.

‘Melek yüzler’ için “her şey 1 farklı olacak” sloganıyla çalışılıyor. Down sendromlu bireylerin eğitim, kültür, sanat, sağlık, spor ve istihdam gibi alanlarda öncü olabilmesi hedefleniyor.

Her şey o ‘melek yüzler’in daha fazla gülmesi için…

Tatsız haberler

Rusya’da düzenlenen Dünya Kupası’nda uygulandı, hep birlikte izledik… Bu hafta sonu başlayacak olan Süper Lig’in yeni sezonunda Türkiye’de uygulanacak.

‘Var’ yani video hakem uygulaması’ndan söz ediyorum.

‘Var’, önceki gece Konya’da Teleset Mobilya Akhisarspor ile Galatasaray arasında oynanan Süper Kupa finalinde uygulandı.

Karşılaşmayı, Dünya Kupası’nda da düdük çalan Cüneyt Çakır yönetti.

Maçta, kritik pozisyonlarda ‘var’a başvuruldu.

İşte o anlarda hem sahadaki oyuncular hem de tribündeki seyircilerin tepkilerine baktım da…

Dünya Kupası’nda ne tribünde, ne sahada yaşandı benzer tepkiler. Rusya’da, dünyanın farklı ülkelerinden on binlerce insan ve yüzlerce oyuncu sabırla hakemlerin kararını bekledi ve çalan ya da çalmayan düdüklere saygı gösterdi.

Pekiyi ya bizde?..

Maalesef durum Dünya Kupası’ndakilerden farklıydı. Olumsuz yönde tabii…

Umalım ki, henüz ilk tecrübe olduğu için böyle olmuş olsun.

Umalım ki, sezon boyunca durum böyle devam etmesin.

Futbolda adil yönetim isteyip sonra bu amaç için hayata geçirilmiş bir uygulamaya tahammül edememenin, ilk günden tepki göstermenin nasıl bir açıklaması olabilir ki?

***

Ankara Güven Hastanesi’nin en kıymetli hekimlerinden biri vefat etti.

Çocuk Kardiyoloğu Doç. Dr. Burhan Öcal, uzun süredir tedavi görüyordu ama olmadı. 4 Ağustos Cumartesi günü aramızdan ayrıldı.

Binlerce çocuğu sağlığına kavuşturan Burhan Hoca sadece bir hekim olarak değil, insan olarak da ‘nadir’ değerlerdendi.

Mekanı cennet olsun…

Yazının devamı...

MSB’ye orgeneral bakan yardımcısı

Genelkurmay eski Başkanı Hulusi Akar, yeni dönemin Milli Savunma Bakanı.

Genelkurmay Başkanlığı da artık ona bağlı. Bakanlığa yani.

Milli Savunma Bakanlığı’nda (MSB) halihazırda bir bakan yardımcısı var.

Yeni bakan Akar’ın, bu sayıyı artırıp iki bakan yardımcısıyla çalışmayı düşündüğü konuşuluyor.

Ve Hulusi Akar, bu bakan yardımcılarından birinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) bir orgeneral olmasını istiyor.

Geçiş dönemi formülü

Milli Savunma Bakanı, muvazzaf bir orgenerali bakan yardımcısı olarak görevlendirerek yeni düzene geçişi kolaylaştırmayı hedefliyor.

Yeni sistemde Genelkurmay Karargâhı bakanlığa bağlı olarak çalışacak. Karargâh ile bakanlık arasındaki koordinasyonu da işte atanacak o orgeneral / bakan yardımcısının sağlaması öngörülüyor.

Yeni sisteme geçiş döneminde ilişkileri kolaylaştıracak ve verimliliği artıracak formül bu.

Akar’ın konuyu yakın zamanda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşüp onayını alması ve ardından belirlenen bakan yardımcılarının atanması bekleniyor.

Genelkurmay 2’nci başkanı gibi

TSK’dan muvazzaf bir orgeneralin MSB’nda bakan yardımcısı olarak görev yapması, Genelkurmay Karargâhı’ndaki 2’nci başkanlık makamına benzer bir çalışma mekanizmasını hatırlatıyor.

Genelkurmay’da, karargâhın işleyişini 2’ci başkan koordine eder ve Genelkurmay Başkanı’na karşı sorumludur. Yeni dönemde görev yapması düşünülen orgeneral bakan yardımcısı da, bakanlığın TSK ile ilişkilerindeki eşgüdümü sağlayacak ve askeri işleri yürütecek. Bir başka deyişle, bakan genelkurmay başkanıyla, bakan yardımcısı da genelkurmay 2’nci başkanıyla yakın mesai içinde olacak.

Mustafa Karakaya

Şu fotoğrafa bir bakar mısınız?

Şehit bebek…

Bedirhan Mustafa Karakaya… Henüz yaşını doldurmamış, 11 aylık bir bebek.

Annesinin kucağında veda etti hayata.

PKK’nın kahpe bir bombası öldürdü Mustafa ve annesini.

Terör örgütü, yollara döşediği EYP’lerle (El Yapımı Patlayıcı) çok can aldı bugüne kadar.

Ancak bu son saldırının çok önemli bir farkı var. Bu kez hedef bir sivil araç.

Teröristler, tuzaklanmış EYP’leri uzaktan kumandayla patlatıyorlar. Kablolu ya da telsiz düzenekli; bomba bir kişinin bir düğmeye basmasıyla infilak ediyor. Yani görerek !

EYP’lerle askeri konvoy ya da araçları hedef alan PKK, bu defa içinde gencecik bir anneyle sadece 11 aylık bebeğinin bulunduğu sivil otomobilin geçişi sırasında patlattı bombayı.

Görerek, bilerek, isteyerek !

Abdullah Ağar’ın yorumu

Terör ve güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, “Planlı, maksatlı, bir stratejiye hizmet eden bir fırsat eylemi” olarak niteledi kanlı saldırıyı.

Dün görüştüğüm Ağar, PKK’nın kamuoyunda infial yaratıp karşıt eksenler arasında düşmanlık yaratma amacı güdüyor” diye konuştu.

Abdullah Ağar saldırıyla ilgili şu değerlendirmede bulundu:

“Bölgede oluşan huzur iklimini sabote etmeye yönelik bir eylem bu. Şehit Nurcan Karakaya’nın kendi kullandığı araçla eşini ziyarete gidip dönebilmesi zaten bölgedeki ortamın en güzel örneği. Örgüt işte bu huzur ikliminden rahatsız. Güvenlik güçleri ve kamu çalışanlarıyla ailelerini duvarların, dikenli tellerin ardına hapsetmek istiyor. PKK, o insanların lojmanlardan dışarı çıkmasına, bölgede sosyal hayatın normalleşmesine engel olmak istiyor.”

Yazının devamı...

CHP’nin geleneksel gündemi

Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) kritik gün yarın.

Olağanüstü kurultay için gereken imzaların genel merkeze teslim edilmesi için 6 Ağustos Pazartesi gününe kadar süre var ama CHP’li muhalifler, bu işlemin 2 Ağustos Perşembe günü yapılacağını açıkladı.

Yani imzalar yarın teslim edilecek. Tabii eğer yeterli sayıya ulaşılabildiyse…

Bu soru işaretini not düşüyorum zira iki taraftan zıt haberler geliyor.

Muharrem İnce önderliğindeki parti içi muhalefet, kurultaya gidilmesini sağlayacak kadar imzanın ellerinde olduğunu söylüyor.

Genel merkez yönetimiyse aksini…

Karşılıklı markaj

CHP’de olağanüstü kurultay için 625 delegenin imza vermesi gerekiyor.

Noter tasdikli imza verme süresinin dolduğu önceki gün saat 17.30’a kadar, imza veren delegeler Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alan parti yöneticileri ve milletvekillerinin markajındaydı.

İmza vermeyenler ise İnce yanlısı isimlerin.

Olağanüstü kurultaya gidilmesi yönünde imza verdiği duyulan delegeleri arayıp imzasını geri çekmesi için ikna etme girişiminde bulunan parti yöneticileri oldu. Aynı şekilde, muhalif cephenin önde gelen isimleri de kararsız görünen ama imza vermemiş delegelerle temasa geçip onları notere yönlendirmeye çalıştı. İki taraf da delegelerden az da olsa bir kısmına kararlarını değiştirtmeyi başardı. İmza vermiş olup geri çekmek için ya da tam tersi, imza vermek için bazı talepleri olan delegelerden de söz ediliyor CHP kulislerinde.

İmza vermek ya da notere 85 TL ödeyerek verdiği imzayı geri almak karşılığında eşine, çocuğuna iş talep edenler olduğu konuşuluyor. Ama işin bu boyutu söylentiden ibaret. Böyleleri varsa da münferit birkaç örnek seviyesinde olduğunu tahmin ediyorum.

Kılıçdaroğlu ne düşünüyor?

CHP’li muhaliflerin dediği gibi 625’in üzerinde imza toplandıysa, genel merkez yönetiminin 45 gün içinde olağanüstü kurultayı toplaması gerekiyor.

Tabii bu noktada önemli bir ayrıntı var.

Resmiyet kazanması için imzaların, partinin seçim ve hukuk işlerinden sorumlu yetkili kurulları tarafından incelenmesi ve onaylanması gerekiyor. Bu aşamada sahte, mükerrer vb imza tartışmaları yaşanması da şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta imzaların mahkemelik olması da öyle…

Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresi, muhalefetin yeterli imzayı toplayamadığını söylüyor.

Peki, böyle bir durumda, yani muhalif kanat yeterli gücü bulamamışken, Kemal Kılıçdaroğlu bir karşı atak yapar ve baskın bir olağanüstü kurultay düşünür mü?

Bu soruya yönetim katından “Hayır” yanıtı veriliyor.

CHP Lideri’nin olağanüstü kurultaya gitmeyip parti içi tansiyonu düşürecek bir yol izleyeceği söyleniyor.

Kılıçdaroğlu’nun, ilk adım olarak CHP Merkez Yönetim Kurulu’nda (MYK) önemli değişikliklere gideceği belirtiliyor.

CHP’de, genel başkan ve genel sekreter dahil 19 kişiden oluşan MYK’nın üye sayısının 15’e indirileceği ama daha önemlisi Kılıçdaroğlu’nun MYK’daki birkaç etkin ismi kuruldan çıkaracağı konuşuluyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içinde sükûneti sağlamayı hedeflediği bu hamlenin ardından da yerel seçim çalışmalarını başlatması bekleniyor.

Belediye başkan adaylarının netleşmesi elbette zaman alacak. O noktaya kadar, aday belirleme sürecinde birden çok faktör göz önüne alınacak.

Sadece adayların kişisel nitelikleri değil aynı zaman 24 Haziran seçim sonuçlarının il ve ilçeler bazında detaylı değerlendirilmesi de önem arz edecek.

24 Haziran’da kimi yerde İYİ Parti, kimi bölgelerde de HDP ile olan oy geçişkenliklerinin de hesaba katılması, CHP’de yerel seçim aday belirleme sürecinin dikkat çekici yönlerinden biri olacak.

Yazının devamı...

15 Temmuz 2019 bugünden farklı olmalı

Geçen bir yılın tecrübesiyle, beşinci, onuncu yıl dönümlerine bakmak, o günleri öngörmek gerekiyor.

15 Temmuz 2021 geldiğinde, geriye dönüp; ‘Üzerinden beş yıl geçti ama FETÖ’nün devlete sızmış kadrolarından hâlâ bir bölümü tespit edilememiş olabilir’ denecek mi mesela?

Ya da 15 Temmuz 2026’da, ‘10 yıl önce yaşanan ve 249 şehit verilen o kanlı darbe girişimi bile bize ders olmamış’ demek durumunda kalınabilir mi örneğin? Ya da 20 yıl sonra… Ta 2036’da bile?..”

**

Yukarıdaki satırlar geçen yıldan… 15 Temmuz’un yıldönümü yazısından…

Bugün, o yazının üzerinden bir; Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki FETÖ’cü kadroların darbe girişiminin üzerindense iki yıl geçti.

Şahsen aynı kanaatim (daha doğrusu endişem) maalesef bugün de geçerli.

Daha doğrusu, yine 15 Temmuz 2017’deki o yazıda bahsettiğim şu boyutuyla…

**

(…)‘Ta 2036’ diye özellikle vurguluyorum. Çok uzak geliyor değil mi?

Gelmesin…

Neden 20 yıl sonrası için bile kaygılıyım biliyor musunuz?

Çünkü 2016’dan 20 yıl önce, bu ülkenin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında Fethullah Gülen Cemaati (terör örgütü PKK ile birlikte) ‘iç tehditler’ başlığının ilk sırasında yer alıyordu.

1995 - 96’larda, devletin istihbarat raporlarında “Cemaatin stratejisi” başlığı altında neler sıralanıyordu biliyor musunuz?

Örgütün (o zamanki adıyla cemaat) başarılı ve maddi durumu iyi olmayan öğrencileri saflarına nasıl kattığı, Işık Evleri adı verilen yerlerde bu gençlerin beyinlerinin nasıl yıkandığı…

Misal Türk Silahlı Kuvvetleri’de (TSK) Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla ihraç edilen bazı personelin komutanlarından yani üstlerinden değil, cemaat içinde daha kıdemli olan ‘ast’larından emir ve talimat aldıkları…

Cemaatin, yurt dışında açtığı okullar vasıtasıyla uluslararası bir ilişkiler ağı kurduğu, bu yolla maddi, siyasi ve diplomatik güce sahip olmayı hedeflediği…

Yabancı çocukların Türkçe öğrenip, İstiklal Marşı’nı okudukları o okulların girişlerindeki Atatürk büst ya da resimlerinin gerçek maksadı gizlemek niyetiyle yaratılan bir görüntüden ibaret olduğu…

Cemaat üyelerinin çocuklarının, orta öğrenimde askeri okullar ve polis okullarıyla üniversitelerde özellikle kamu yönetimi, hukuk vb bölümleri tercih etmeye yönlendirildiği…

Nihayet; Fethullah Gülen Cemaati’nin hedefinin ülke yönetimini ele geçirmek olduğu, bunun da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerine dinamit koyulması anlamına geleceği…

Şu son bir yılda öğrendiklerimizi düşününce hiç yabancı gelmiyor değil mi bütün bunlar?..

Lâkin bu bilgilerin, tespitlerin ve öngörülerin hepsi, 90’ların ilk yarısından 2000’lerin başına kadar bu ülkede, devletin resmi kurumlarında yazılan raporlarda yer alıyordu. O zamanlar her ay yapılan MGK toplantılarının tutanaklarında da yani devletin arşivinde de duruyordur sanırım.”

**

15 Temmuz 2016, bu ülkede tam manasıyla bir ‘travma’ya yol açtı. Türkiye ‘travma’yı atlattı mı; evet atlattı.

Peki tehdit tam olarak bertaraf edildi mi, hayır edilmedi.

Fethullah Gülen, ABD’de aynı yerde, aynı koşullarda yaşamaya devam ediyor. Bu demek oluyor ki, Washington DC açısından Gülen’in son kullanma tarihi henüz gelmedi.

15 Temmuz’a giden süreçte ve doğrudan o gece darbe girişiminde aktif rol alan isimlerin çoğu hâlâ Türkiye dışında farklı ülkelerde himaye ediliyor.

Ankara, FETÖ ile mücadeleyi sadece yurt içinde değil, dünyanın farklı noktalarında da sürdürüyor.

O farklı noktalardan MİT tarafından paketlenip getirilen FETÖ’cülerin devamının geleceği konuşuluyor bugünlerde Ankara’da.

Yönetim sistemi değişen Türkiye’de; değişmeyen, yakın vadede de değişmeyecek olan FETÖ ile mücadeledeki kararlılık.

**

15 Temmuz’un 3’üncü yıl dönümü yazısında geçen yılki ve bu yazıdan alıntı yapmak zorunda kalmamayı umuyorum.

İlk iki yılda (azalarak da olsa) geçerliliğini koruyan durumun artık tehdit olma niteliğini yitirmesini istiyorum.

Umarım gelecek sene bugün FETÖ operasyon ve davalarının mağdurlarından bahsedilmez.

Umarım üçüncü yıldönümünde artık rahatlıkla “FETÖ bitti” diyebiliriz.

Sadece devlet mekanizmasının değil, hepimizin hedefi bu olmalı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.