Şampiy10
Magazin
Gündem

Vergi zammı neden şimdi?

Türkiye iki gündür vergi artışlarını konuşuyor.

Motorlu Taşıtlar’dan finans sektöründe kurumlar vergisine, gelir vergisinden şans oyunlarına birçok kalemde vergiler artıyor.

Üstelik bazılarında öyle birkaç puan da değil.

***

Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın açıkladığı vergi zamları, hepimizinin cebinden -doğrudan ya da dolaylı olarak- artık daha para çıkacağı anlamına geliyor. Yani Türkiye’de günlük yaşamın daha da pahalanması...

Vergi artışları her ülkede ve her dönemde kamuoyunu rahatsız eder. Hele böyle bir seferde yüksek oranda olanlar.

Tartışma gelir, ‘vergide adalet’ noktasına dayanır hep.

‘Az kazanandan az, çok kazanandan çok’ prensibine.

Bugün bir kez daha olduğu gibi...

***

Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Başdanışmanı Cemil Ertem önceki gün NTV canlı yayınında, Maliye Bakanlığı’nın vergi artış kararını gereksiz bulduğunu söyledi.

Ertem, 2018 2020 Orta Vadeli Program (OVP) ile ilgili olarak Maliye bürokrasisinde gereksiz bir telaş olduğu kanaatinde.

Bütçe açığının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranının yüzde 1,6 hedefine çekilmesi konusundaki ısrarı doğru bulmadığını söyleyen Cemil Ertem, vergi zamlarının şu aşamada gerekli olmadığını belirtti ve Maliye’nin bu kararının bir ‘önlem’ olduğunu kaydetti.

***

Dün Ankara’da konuyla ilgili kimle konuşsam farklı cümlelerle aynı değerlendirmeyle karşılaştım.

Şöyle ki...

2019’da hem yerel hem de Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Dolayısıyla 2018 yılında ekonomide vatandaşı rahatsız edecek adımlar atılmayacağını tahmin etmek güç değil. Siyasetçiler bu dengeleri gözetir, gözetmek zorundadır. O yüzden, bütçe dengelerini gözeterek, gelecek yıl mecbur kalmamak adına, bugünden tedbir alınmış olmasını normal karşılamak gerek.

Kapsamlı ve yüksek oranlı vergi artışı konusunda Ankara’daki genel kanaati işte böyle özetlemek mümkün.

***

Vergi artışı kararında en çok konuşulan MTV biliyorsunuz.

Motorlu Taşıtlar Vergisi 2018 itibariyle yüzde 40 oranında artacak. MTV’de aynı zamanda yeni bir sisteme geçilecek. Bugüne kadar sadece motor hacmine göre belirlenen vergi miktarları artık bunun yanı sıra binek otomobilin değeriyle doğru orantılı olarak artacak.

Şu görüşle bitireyim...

Vergi zammı kararını duyan bir arkadaşım şunları yazdı önceki gün:

“Bence hükümet haklı. Hatta az bile yapıyor. Otomotivdeki KDV ve ÖTV oranlarından, lâfa gelince herkes şikayetçi. Keza, dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanmaktan dert yanıyoruz öyle değil mi? Ama bak, bakan da söyledi, sıfır binek otomobil satışı her yıl artıyor. Ayda 2 bin lira maaş alan, hatta asgari ücretle çalışan ama banka kredisiyle sıfır otomobil alan çok insan var. Toplu taşıma araçlarını kullanmaktan geçtim, ikinci el ile bile yetinmeyip sıfır alıyorlar. Sonra o krediler ödenemiyor, araçlar birkaç ay sonra satılıyor o ayrı. Son model, pahalı cep telefonu kullanma alışkanlığı gibi... E böyle bir tüketim anlayışı olan insanlara bu vergi oranları az bile.”

Dedim ya, bu da bir görüş...

Yazının devamı...

O gece Dolmabahçe...

Önceki akşam İstanbul Dolmabahçe’de UEFA Şampiyonlar Ligi grup maçlarından ikincisini oynadı Beşiktaş. Deplasmanda alınan Porto galibiyetinin ardından, Almanya’nın Leipzig takımını da 2-0 mağlup eden Karakartallar, ikinci maçlar sonunda grupta 6 puanla lider. Beşiktaş Türkiye’nin gururu olmaya devam ediyor.

***

Biz Beşiktaşlılar hep söyleriz; Beşiktaş ilklerin takımı, ilklerin kulübüdür diye. Birçok ilki yaşayan, yaşatan; bazen de ilklere maruz kalan Beşiktaştır.

Hep güzellikler, başarılar değil; bazen de şanssızlıklar, tatsızlıklar… Ama hep ilkler.

Konuk Leipzig’in önemli oyuncularından Timo Werner’in durumu da futbol tarihinde bir ilkti…

***

Önceki gece, İnönü’nün (güncel adıyla Vodafone Park) tribünlerindeki enerji hissedilir derecede yüksekti.

Hafta sonu yerel ligde yaşananların ardından Beşiktaşlılar daha bir kenetlenmiş, daha bir bütünleşmiş, daha bir inanmıştı takımlarına. Mağduriyetler böyledir, güçlendirir.

***

Bu arada hemen o konuya bir parantez açayım.

Geçen Cumartesi Kadıköy’de Fenerbahçe karşısında alınan mağlubiyetten söz ediyorum…

İnanın hiçbir Beşiktaşlı yenilgiye üzülmedi. Kaybedilen üç puan kimsenin umurunda değil. Sezonun daha başlarındayız. Puan kayıplarının telafisi var. O nedenle, ezeli rakibe de olsa, yenilmiş olmak değil mesele. Beşiktaşlıların derdi başka. Siyah Beyazlıların isyanı göz göre göre haksızlığa uğramış olmaya.

Tabii bir de, rakibin kerameti kendinden menkul bir yöneticisinin maç sonunda yaptığı açıklamalara. Yıllardır sicilinde benzer birçok vaka bulunan o yöneticinin, Beşiktaş’ın başkanı ve bir futbolcusu hakkında sarf ettiği kabul edilemez sözlere tepkili insanlar.

Önceki gece ilk yarının son dakikalarında Fenerbahçe, o yönetici ve o maçın hakemine yönelik tezahürat da işte bu ruh hâlinin tezahürüydü.

Yoksa Beşiktaşlıların ulusal ligdeki rakiplerinden birini oynadığı Şampiyonlar Ligi’nden fazla önemsiyor olması değildi yükselen o sesin nedeni. Bu noktayı aydınlığa kavuşturduktan sonra dönelim yaşanan son ‘ilk’e…

***

Maç sırasında, biz tribündekiler rakibin erken oyuncu değişikliğine bir anlam verememiştik.

Durum sonradan ortaya çıktı.

Stattaki tezahürat ve ıslık yoğunluğunun yarattığı ses seviyesi, Leipzig’li Timo Werner’i futbol oynamasına engel olacak kadar çok rahatsız etmiş.

Ve oyuncu önce kulak tıkacı isteyip onları takmış ama bu da kifayet etmeyince, oyundan çıkmış.

Futbol tarihinde bir ilk…

Ve içinde yine Beşiktaş var.

***

Beşiktaş yönetimine buradan önerim şudur: Hani bazı mekânların girişinde duvarda bir tabela vardır: “Dikkat, içerideki ses düzeyi geçici duyma kaybına yol açabilir” yazar üzerinde…

Bence aynı uyarı, Beşiktaş İnönü Stadı’nın (güncel adıyla Vodafone Park) görünür bir yerine, dört dilde yazılıp asılmalı. Önceki gün itibariyle, yaşanmış bir gerçek zira bu durum.

***

Konunun espriyle karışık tarafları bir yana, ciddi ve önemli boyutu da şu:

Son iki yılın Türkiye şampiyonu Beşiktaş, sportif başarılara Avrupa arenasında da devam ediyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin tanıtımına ve prestijine büyük bir katkı. Ve dünya çapında bütün Türkler için moral, motivasyon ve gurur kaynağı.

O yüzden… Bırakın Beşiktaş futbolunu oynasın, en iyi bildiği işi yapıp Şeref’iyle oynayıp Hakkı’yla kazansın. Beşiktaşlı da tribünde desibel rekorlarına, görsel şovlara, sosyal meselelere karşı duyarlılığına ve ‘kulak çınlatan’ tezahüratlarına devam etsin. Rakiplerden alkış ya da destek beklemiyoruz. İstediğimiz sadece hak ettiğimiz saygının gösterilmesi o kadar.

Yazının devamı...

Jamaika koalisyonu

Almanya’da sandıktan çıkan sonuç,

Türkiye’nin de gündeminde...

Almanya Federal Cumhuriyeti’nde, siyasi partiler renkleriyle anılıyor.

Hristiyan Demokratlar siyah, Yeşiller adı üzerinde - yeşil, Hür Demokratlar (Liberaller) sarı...

Siyah - yeşil sarı... Bu üçü Jamaika bayrağının renkleri.

Almanya’da kurulması muhtemel koalisyona işte bu yüzden “Jamaika koalisyonu” deniliyor.

***

Angela Merkel’in başbakanlığındaki Jamaika koalisyonu hayata geçmezse, Almanya erken seçime gitmek zorunda kalacak.

Sandıktan yüzde 12,6 oyla üçüncü sırada çıkan Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ülkede siyasi dengeleri alt üst ettiği için yeni bir seçim, şu aşamada kimsenin tercihi değil.

Nazi Partisi diye tanımlanan ırkçı AfD’ye; Merkel’in partisinden bir milyon, ana muhalefette kalacağını açıklayan Sosyal Demokrat Parti’den de 400 bin oy gittiği hesaplanıyor.

Almanya’daki hakim görüş, hükümet kurulamaz ve erken seçime gidilirse AfD’nin oylarının daha da artacağı yönünde.

***

Sonuçta, zorlukları olsa da, Jamaika koalisyonu kurulacak. Görünen o...

Yalnız...

Yeni dönemde hem iktidarın büyük ortağı Merkel’in hem de ana muhalefet Sosyal Demokratların; kaptırdıkları oyları geri alabilmek için AfD’nin çizgisine yakın politikalar üreteceklerini tahmin etmek güç değil.

Bu da Türkiye açısından mevcut sıkıntılı tavrın devam edeceği anlamına geliyor. Hatta, artarak devam edeceği...

Hele bir de yeni hükümette dışişleri bakanı Yeşiller’den olursa; işte o zaman Ankara Berlin hattı, tam manasıyla bir yüksek gerilim hattına dönüşecek.

İlk değerlendirmelerin ana hatları bunlar.

Yazının devamı...

Bizi affet Muhammed

VATAN’ın birinci sayfasında bir haber vardı dün.

Haber irkilticiydi. Henüz 5 yaşındaki bir çocuk tam 35 kez bıçaklanarak öldürülmüştü.

Vahşice bir cinayet

Anadolu Ajansı’nın (AA) haberinde şu ayrıntılar yer aldı:

Mersin’in Erdemli ilçesinde, Suriye uyruklu 5 yaşındaki Muhammed H, vücudunun çeşitli yerlerinden bıçaklanarak öldürülmüş bulundu.

Alınan bilgiye göre, Kızkalesi Mahallesi Ali Kiya Caddesi’nde sahildeki bir iş yerine ait duş kabininde, erkek çocuğunun hareketsiz yattığını gören temizlik işçileri durumu polise bildirdi.

Olay yerine gelen polis ve 112 Acil ekipleri, vücudunda çok sayıda bıçak darbesi bulunan çocuğun öldüğünü belirledi.

Olay yeri inceleme ekibi, çocuğun cesedinin bulunduğu duş kabini içinde ve çevresinde araştırma yaptı.

Cumhuriyet savcısının yaptığı incelemenin ardından, Muhammed H’nin cenazesi, otopsi için Adana Adli Tıp Kurumu morguna gönderildi.

Çocuğun cenazesi, otopsi işlemlerinin ardından yakınlarına teslim edildi.

Öte yandan soruşturma kapsamında çalışmalarını sürdüren polis ekiplerinin iki kişiyi gözaltına aldığı öğrenildi.

Evden markete alışveriş için çıkmış

Suriye’deki iç savaştan kaçarak 3 yıl önce Kızkalesi’ne geldiği belirlenen ailenin en küçük çocuğu Muhammed H’nin, dün akşam saatlerinde markete alışveriş için gönderildiği, aradan bir saat geçmesine rağmen dönmemesi üzerine yakınlarının arama çalışması yaptığı ve durumu polise bildirdiği belirtildi.

Polis ekipleri, anne Ranya H. ve diğer yakınları çocuğu aradığı sırada, Kızkalesi sahil kesiminde bir iş yeri çalışanının, temizlemek için girdiği duş kabininde çocuğun kanlar içindeki cesedi ile karşılaştığı kaydedildi.

Kızkalesi’nde 17 yıldır esnaflık yapan Hüseyin Kılıç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, aileyi geldikleri günden bu yana tanıdıklarını söyledi.

Çocukların gece yarılarına kadar sahilde su sattığını öne süren Kılıç, “ Anneye ‘çocuklarını çalıştırmamasını’ söyledim. ‘Çocuklarınızı kaçırırlar, başlarına farklı bir hadise gelir’ şeklinde uyarıda bulundum. Bu olayın olduğunu duydum ve olayın şokunu yaşıyorum. Bu olayın Kızkalesi’nde olmasından ayrıca üzgünüm. 5 yaşındaki bir çocuğa bunu yapanları kınıyoruz ve bir an evvel bulunarak adal ete teslim edilmesini istiyoruz” şeklinde konuştu.

Gelin dürüst olalım

Haber dün VATAN’ın dışında, Milliyet, Posta, Karar, Akşam, Güneş, Takvim gazetelerinin de birinci sayfalarında yer aldı.

Evet, medya duyarsız kalmamış, haberi baş sayfasına taşıyan gazete sayısı az değil ama şimdi gelin elinizi vicdanınıza koyun ve şu soruya içtenlikle yanıt verin:

Bu olay Mersin’de değil, İstanbul’un mutena semtlerinden birinde yaşansaydı...

Hele bir de, hunharca işlenen cinayete kurban giden Suriyeli mülteci bir ailenin değil, Türkiye’nin kalbur üstü ailelerinden birinin çocuğu olsaydı...

Muhammed’in öldürülmesi, o zaman da yine bu kadar mı yer bulurdu medyada?

Yoksa şu anda hâlâ olay yerinden canlı yayınlar devam ediyor mu olurdu?

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Hayat böyle işte maalesef...

İnsan denilen varlık böyle...

Acı ama bazıları daha kıymetli doğuyor, öyle de yaşıyor.

Gördükleri muamele de buna göre oluyor.

Bazıları da işte Muhammed gibi insanın yüreğini burkan, kısacık bir yaşam öyküsüyle kaybolup gidiyor.

***

Haberde, polisin olayla ilgili iki şüpheliyi gözaltına aldığı bilgisi var.

Umalım ki katil bulunsun ve en ağır şekilde cezalandırılsın. Hak ettiği bu çünkü o caninin.

Daha 5 yaşındaki bir çocuğu onlarca bıçak darbesiyle öldüren nasıl bir insan olabilir ki? Daha doğrusu insan olabilir mi?

Bizi affet Muhammed.

Nur içinde yat güzel çocuk.

Yazının devamı...

Armut dibine düşer

- Otomobillerini engelli park yerine ya da kaldırımdaki engelli rampasının tam önüne veya garaj çıkışına bırakıp gidenlerden, çocuklarına neyi öğretmelerini bekleyeceğiz ki?

- Siz ona “Siz” diye hitap ederken inatla, pervasızca “Sen” diye konuşanların nasıl çocuk yetiştirdiğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.

- Havaalanlarında biniş kartı alma sırasında ya da pasaport kuyruğunda, yerdeki çizginin arkasında beklemeyi öğrenememiş insanlar mı çocuklarına okul kantinindeki yemek sırasına riayet etmeyi öğretecek?

- Telefonda, kendi aramış olmasına rağmen, ilk söz olarak karşısındakine “Kimsin” diye soranlardan bahsediyoruz. Gerisini varın siz düşünün işte…

- “Hastayım” dediğinizde ya da bir sıkıntınızdan bahsettiğinizde, “Geçmiş olsun” demek veya derdinize ortak olmak yerine kendisinin daha çok hasta olduğundan bahseden, kendi sıkıntılarının daha büyük olduğunu söyleyen insanlarla dolu çevremiz. Çocuklar da bu rol modelleri görerek büyüyor.

***

Bunlar, dün bu sütunda yer alan “Cebir” başlıklı yazı ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1103317-yazar-yazisi-cebir/ ) üzerine gönderdiğiniz mesajlardan bazıları.

***

Devam edelim…

- Sayın Çelik, yazınızı okumadan hemen önce veli arkadaşlarla tam da bu konuyu konuşuyorduk. TEOG tartışmasından başladı sohbet. Sonra da aynen sizin vurguladığınız yere geldik. Ben eğitimin öğretimden önce geldiğini savunurken gruptaki bir veli, “Bunlar özel okul” deyip şöyle devam etti: “O kadar para veriyoruz, evden eksik kalanları da onlar tamamlasınlar. İşleri ne?” Ne diyeceğimi bilemedim.

***

- Genel bir hastalık var bizde. Geleneksel bir hastalık aslında… Daha kötüsü, artıyor, yaygınlaşıyor süratle. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı tahmin ettiğinizden çok daha yaygın toplumumuzda. Dönemsel olarak insanlar kendilerini rahat hissediyor olabilirler ama bir gün geliyor ve o yılan onlara da dokunuyor. Farkında olmadıkları da işte bu gerçek.

- “Armut dibine düşer” sözü çok doğru. Biz neysek, çocuklarımız da çok büyük oranda o oluyor. Bize öykünüyor, bizi örnek alıyor, bizim gibi olmak istiyorlar. Hatta boynuz kulağı geçiyor. Biz bir yapıyorsak onlar iki yapıyor. O yüzden bizim farkındalığımız çok önemli. Soru şu: Biz bu durumun farkında mıyız?

***

Bunlar sizlerden gelenler…

Bir dokunduk, bin ah işittik yani.

Yoruma ihtiyaç yok herhalde.

Yazının devamı...

Cebir

Gündemde TEOG var malum…

Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş uygulaması TEOG kaldırılacak, yerine yeni

bir sistem gelecek.

Gelecek olan da tartışılacak muhakkak. Beğenen de olacak, yanlış bulan da.

Aynı bundan öncekiler gibi.

Liselere Giriş Sınavı LGS gibi…

Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı OKS gibi…

Seviye Belirleme Sınavı SBS gibi…

Ve nihayet kaldırılması için çalışmaların başladığı TEOG gibi. TEOG sisteminin yerine ne koyulacak henüz bilmiyoruz ama kişisel görüşüm bu çok da önemli değil. Hatta asıl olan bu değil.

Asıl olan ‘eğitim’.

Öğretim değil, eğitim.

***

2017 2018 eğitim - öğretim yılı dün başladı.

Öğretim tarafının hiç kıymeti yok demiyorum. O da mühim tabii ama tekrar ediyorum - meselenin esası ‘eğitim.’

Öğretim sisteminin adı, şekli şemali bir yere kadar.

Slogan bile “Eğitim şart” diyor, öğretim demiyor.

***

Cebir öğretiliyor misal lisedeki çocuklarımıza.

Matematiğin o kısmını da öğrensinler tabii ama asıl ‘cebir ve şiddet’in anlamını bilsinler; ‘cebren ve hileyle’ kavramını tanısınlar.

Bilsinler ki; sırf etnik kökeni, mezhebi ya da ideolojisi farklı diye, mezarlık basıp kabrine koyulan insana dahi ‘cebir ve şiddet’ uygulamasınlar büyüdüklerinde.

Öğrensinler ki; bir stat tribününde rakip takım taraftarı küçücük bir çocuğun sırtındaki farklı renklerdeki formayı ‘cebren’ çıkarttırmasınlar ileride.

O kavramlarla yetişsinler ki; gelecekte hukukçu öğretim görevlisi olduklarında, uçakta ön koltuktaki farklı dünya görüşüne sahip milletvekili için “boğma teliyle işini bitirmek”ten bahseden tweet atamasınlar.

Ortaöğretime geçiş sistemini tartıştığımız günlerde bunları yaşıyoruz çünkü.

Uygar, çağdaş, evrensel ve en önemlisi insani vasıfları temel alan bir ‘eğitim’e sahip olanın yapacağı işler mi bunlar?

Hangi dersi, haftada kaç saat verirseniz verin; neyi, ne kadar öğretebilirsiniz ki eğitimsiz insana?

Bugüne kadar olmamış işte.

Bu anlayışla bundan sonra da olmaz.

Olursa da bundan iyisi olmaz.

Eğitim yoksa, öğretmekle ancak bu kadar oluyor.

O yüzden diyorum, çocuklarımız fizik öğrensin ama o derslikten önce kimsesiz çocuk ya da yaşlı bakım evleriyle tanışıp kendinden farklı insanları da sevmeyi öğrensin.

Biyoloji laboratuvarından önce sahipsiz hayvan barınaklarına girsin, hayvan sevgisiyle tanışsın.

Kimya formüllerinden önce doğaya çıksın, ağaç kesmemeyi, dereleri kirletmemeyi bilsin.

Coğrafya okusun ama daha önce müze gezsin, sergi, galeri gezsin, sanatı sevsin.

***

Hangi örneği vereyim bilemiyorum ki…

Yaya olarak karşıdan karşıya geçmeye çalışırken size yol vermeyen sürücülere küfrediyorsunuz ya hani…

İyi ama birkaç dakika sonra direksiyona geçip otomobilinizi yoldaki yayaların üstüne üstüne sürüyorsunuz.

Çocuklarınıza, “En yakın arkadaşın bile olsa kimse için fedakârlık yapma, risk alma” diye öğüt veriyorsunuz ya…

Peki sonra neden siz ‘dostluk’ bekliyorsunuz yakınlarınızdan?

Dünyanın merkezinde siz varsınız; çocuklarınızı da dünyanın onların etrafında döndüğüne inandırıyorsunuz.

‘Benmerkezci’ bireyler yetişiyor sayenizde. Egoist yani… ‘Çifte standart’ın standart donanımında yer aldığı bireyler.

Ve tabii, hayatta başarıyı ve mutluluğu, sadece daha çok para kazanmaktan ibaret sanan yeni nesiller.

***

Hatayı hiçbir zaman kendinde aramayan…

Sorumluluğun kendisinde olabileceğini aklının ucundan dahi geçirmeyen…

Her durumda başkalarını ya da kendi dışındaki faktör ve aktörleri mesul gören ve buna gerçekten inanan gençler geliyor sizin oralardan.

Empatiden uzak, varsa yoksa kendini önceleyen, başkalarını önemsemeyen, hatta yok sayan bir nesil yaratıyorsunuz el birliğiyle.

Sonra da dönüp, “Nerede o eski günler” edebiyatı yapıyorsunuz. Çocuğunuz ile ilgili problem olursa okuldan kaynaklanıyor.

İyi notu sizin çocuğunuz alıyor, kötü notu öğretmen veriyor.

İleride de, sizin çocuğunuz hep iyi ama çevresi kötü !

***

İşin ilginci; böyle yaşayıp “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” türünden vecizeleri de dilinizden düşürmüyorsunuz.

Daha da ilginci; bütün bunlardan sonra siz de “Eğitim şart” diyorsunuz ya, işte o noktada insan ne düşüneceğini bilemiyor.

Yazının devamı...

TEOG gündemi

2017’de 1 milyon 174 bin 427 öğrencinin katıldığı TEOG sınavı kalkıyor mu?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün yaptığı açıklamanın ardından bu sorunun yanıtı “Evet.”

Ancak TEOG sınavının ne zaman kalkacağı henüz kesinleşmiş değil.

Milli Eğitim Bakanlığı’nda yarın bir ‘TEOG Komisyonu’ kurulacağı ve yeni sisteme ilişkin seçenekler üzerinde hemen çalışmaya başlayacağı belirtiliyor.

***

1 milyonun üzerinde öğrenci ve aileleri için meraklı bekleyiş başladı.

TEOG, yani Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş Sınavına 8’inci sınıf öğrencileri giriyordu.

Bu sınavın kaldırılacağına artık herkes kesin gözüyle bakıyor ama mesele yerine nasıl bir sistem koyulacağı. Ve tabii bu değişikliğin ne zaman yapılacağı.

Kritik soru şu:

Bu eğitim – öğretim yılında (2017 – 2018) TEOG sınavı olacak mı, olmayacak mı? Olmayacaksa, yerine nasıl bir sistem gelecek?

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım’ın dün İstanbul’da yaptıkları baş başa görüşmenin iki ana gündem maddesinden biri TEOG sınavının kaldırılmasıydı.

Diğer önemli başlık da Kuzey Irak’da yapılması planlanan bağımsızlık referandumu…

Türkiye’nin referandum konusundaki kararlılığı biliniyor. Barzani yönetiminin ısrarı da sürüyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmesinden bir gün önce gerçekleşti ikili görüşme.

Erdoğan döner dönmez de Milli Güvenlik Kurulu toplanacak.

Devletin zirvesi işte bu ortamda alternatifli planları masaya yatırdı ve askeri müdahale de dahil her olasılık için hazırlıkların tamamlanması talimatlarına son şeklini verdi.

***

Gelelim TEOG mevzuuna…

Başbakan Binali Yıldırım, dün Cumhurbaşkanı ile görüşmeye gitmeden önce Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ile görüştü.

Bakan Yılmaz Sivas’taydı ama TEOG konusunda bakanlığı bünyesinde yapılan çalışmalarla ilgili detaylı bilgi notlarını Başbakan’a gönderdi.

Ankara’da konuşulanlara göre; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TEOG sınav sisteminin yerine başka bir formülden yana olduğu, kamuoyu tarafından değilse bile, Milli Eğitim bürokrasisince uzunca süredir biliniyordu.

Yıldırım, işte bu dosyalarla gitti Erdoğan ile görüşmeye.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, TEOG’un kaldırılmasından yana olduğunu açıkladı.

Hükümet, şimdi sistem değişikliğinin nasıl olacağına karar verecek.

Başbakan Binali Yıldırım yarın, yeni eğitim – öğretim yılının açılışı için Şanlıurfa’da olacak.

Yıldırım’ın Şanlıurfa’da TEOG konusunda ilk açıklamalarını yapması da muhtemel.

O açıklamalar da büyük olasılıkla seçeneklerin – yukarıda sözünü ettiğim - Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulacak komisyonun çalışmaları sonrası belirginleşeceği yönünde olacak.

***

Konuyla ilgili kaynaklar, meselenin TEOG sınavını kaldırmak değil, yerine getirilecek sistemin herkesi tatmin etmesi olduğunun altını çiziyorlar.

Aynı kaynaklar ilk akla gelen formülün, ‘okulların sınavlarını kendilerinin yapması’ modeli olduğunu hatırlatıyorlar.

“Her modelin artıları da eksileri de var” diyen konunun uzmanları, zamanlamanın altını çiziyorlar.

Cevap bekleyen sorular şunlar:

TEOG sınavı bu eğitim – öğretim yılı itibariyle mi kaldırılacak?

Kaldırılırsa, yerine koyulacak sisteme hemen geçilebilecek mi?

Yoksa bu yıl da TEOG sınavı yapılacak ama pilot bölgelerde denenecek farklı modellere göre bir görüş oluşacak ve TEOG’a bir sonraki sene mi veda edilecek?

İşte bütün bu soruların yanıtları, önce bakanlık bünyesinde kurulacak komisyonun çalışmaları, ardından hükümet ve nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vereceği kararlarla netleşecek.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.