Şampiy10
Magazin
Gündem

MHP ile ittifaka yeşil ışık

MHP lideri Bahçeli’nin 2019 seçimlerinde ittifaka hazır olduklarına yönelik sözlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanıtı: Vatanseverlik noktasında, ülkemizin değerleri noktasında milli, hele hele terör örgütleriyle dayanışma içinde olan bir anamuhalefet partisi karşısında biz yerli ve milli olarak vatanımızın çıkarları, tüm milletimizin çıkarları noktasında MHP ile biz her türlü adımı atmaya varız. Bu konuda tereddüdümüz dahi yoktur

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya, Kuveyt ve Katar ziyaretlerinin ardından Türkiye’ye dönerken gazetecilerin hem iç siyaset gündemi hem de dış siyasetle ilgili sorularını yanıtladı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2019 seçiminde “AK Parti ile yan yana mücadele” açıklamasına Cumhurbaşkanı olumlu karşılık verdi. Erdoğan özetle şunları söyledi:

- Bahçeli’nin ‘MHP, Ak parti ile sonuna kadar birlikte mücadele etmeye kararlıdır’ şeklinde bir açıklaması oldu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

“Ben Bahçeli’nin şu cumhurbaşkanlığım dönemi içinde yerli ve milli olarak vatanseverlik konusundaki tüm yaklaşımlarını aynen paylaşmışımdır, paylaşıyorum. Bundan sonraki süreçte de vatanseverlik noktasında, ülkemizin değerleri noktasında milli yerli olacak her konuda; hele hele terör örgütleriyle dayanışma içinde olan bir ana muhalefet partisi karşısında biz yerli ve milli olarak vatanımızın çıkarları tüm milletimizin çıkarları noktasında MHP ile biz her türlü adımı atmaya varız. Bu konuda tereddüdümüz dahi yoktur.”

‘Erken bir tartışma’

- Seçim sistemi, ittifak, baraj tartışılıyor. Bu konuda bir çalışma var mı?

Bu konuda bir çalışma yok. Bana göre şu an için bu, erken sayılabilecek bir tartışma. Ancak ülke olarak baraj meselesinde tecrübemiz, deneyimimiz fazlasıyla var. Olaya ekonomik ve mali istikrar olarak bakmamız lazım. 50 artı 1 ile siyasi istikrar geliyor. Dolayısıyla bütün bunları göz önüne aldığımızda belki bir seçim öncesi ittifak düşünülebilir, onun üzerinde durulabilir. Bu da yetkili kurullarımızın çalışması, gerekli değerlendirmeleri yapması gereken bir iştir. Nasıl bir adım atılabileceği bilahare düşünülebilir. Bunlar da bu ülkenin evlatlarının birbirleriyle neler yapabildiğini göstermesi açısından çok çok önemlidir.

‘Atatürkçülük başka bir şey’

- 10 Kasım itibariyle başlayan gündem var. Belki de partiniz gençlik kolları çağrısıyla da... Partinizin Atatürk başlığında yeni bir hassasiyeti mi var? Eleştirilere ne dersiniz?

Gençlerin dediğiniz türden bir şey yapması genel merkez gençlik kolları kaynaklı bir şey değil. Gençlerimizin kendilerinin serbest hareket etmesi suretiyle attıkları adım. Benim konuşmam zaten onlarla bağlantılı bir konu değil... Benim konuşmamda, bu ülkede tabular oluşturulmaması gerektiğini vurguladım. Atatürk’ü sevmek başka bir şeydir, Atatürkçülük yapmak başka bir şeydir. Bizim anlatmak istediğimiz budur. Anlattığımız da budur. Ülkemizde maalesef böyle bir durum yaşanıyor. Mesela neymiş, efendim ben Atatürk ifadesini kullanmıyormuşum! Ya, yok öyle bir şey. Kullandığım yerler vardır, kullanmadığım yerler vardır. Bu matematik bir olay değil ki. Atatürk’ün imzasına bakarsınız, bazı yerlerde K.Atatürk diye imzası vardır, bazı yerlerde Gazi Mustafa Kemal diye imzası vardır. Ben şimdi Gazi Mustafa Kemal de diyorum Atatürk de diyorum. Ama adamın derdi bağcı ile olduğu için, ne deseniz kusur buluyor. Sıkıntı burada. Düşünün artık, kimlerin eline diline düştü ya. Marksistlerin, affedersin PKK’lıların, HDP’lilerin, şunların bunların eline düştü. Onlarla birlikte yürüyen kim? Sözde Atatürkçü Kılıçdaroğlu. Beraber bunlarla yürüyor. Oradan eleştiriler yapıyor. Önce işine bak. Bu ülkeye ne kazandırıyorsun ona bak. Buralara kadar bu işi düşürmedik, düşürmeyeceğiz. Kaldı ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, biliyorsunuz, kendisini putlaştırmaya çalışanlara yönelik aleyhte çok veciz ifadeleri var. Al biraz da onları oku. Bak bakalım ne diyor. ‘Vatan için ne yaptınız, bu millet için ne yaptınız?’ diye soruyor. ‘Bana öyle gelin’ diyor. Biz, bu cümlenin şu andaki muhatapları olarak, Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine taşıyoruz, yaptığımız budur.

‘Ilımlı Hristiyanlık diyor muyuz?’

- Lübnan Başbakan’ının istifa etmesinin, ettirilmesinin yankıları sürüyor. Suudi Arabistan içindeki güç kavgaları, ‘ılımlı İslam’ açıklamasının yankıları sürüyor. Değerlendirmenizi alabilir miyiz bu konularda?

Sayın Hariri’yle ilgili süreci takip ediyoruz. Birkaç gün içinde Lübnan’a döneceği yönünde bir açıklaması olmuş. Dolayısıyla şu an için birkaç gün beklemekte fayda var. ‘Ilımlı İslam’ tartışmasıyla alakalı olarak ben öteden beri aynı şeyi söylüyorum: İslam, İslam’dır. Batılı liderlerle görüşmelerimde de, ABD’de STK’larda yaptığım konuşmalarda da defalarca söyledim: Biz Ilımlı Hristiyanlık, Ilımsız Hristiyanlık gibi ifadeler kullanıyor muyuz? Kullanmıyoruz. İslam için de bu tarz ifadeler kullanılması; dinimizin şiddetle özdeşleştirilmeye kalkışılması yanlıştır. Bu açıdan, ılımlı İslam, ılımsız İslam tarzındaki ifadeleri doğru bulmuyoruz. İslam’ın ilkeleri bellidir; İslam, İslam’dır.

S-400’lerde bürokrasinin farkı

- S-400’lerin alımı konusunda gelişme var mı, yeni işbirliği var mı?

Öncelikli olarak görüştüğümüz S-400. Anlaşma imzalandı, detaylar üzerinde savunma sanayi müsteşarımızla muhatapları görüşmeleri sürdürüyor. Avanslar meselesi var, kredi meselesi var. Ödemelerdeki faiz noktasında bu görüşmemizde biz kendisiyle mutabakat sağladık. Hatta bakanlar olarak da mutabık kalındı, teyit ettik. Alttaki bürokratların yaklaşımı ile ikimizin ortaya koyduğu yaklaşımın farklı olduğu ortaya çıktı. Arkadaşların yoğun çalışmaları olursa, 22’sinde de bir araya geldiğimizde önemli mesafe katetmiş oluruz.

‘Faiz lobisinin üzerine gideceğiz’

- Çift hane enflasyon... Faizlerin artırılması için baskı var. Piyasalarda kur kaynaklı stres var sanki... Nasıl bir oyun bu, nasıl bozulacak?

Benim tezimi biliyorsunuz: Enflasyonla faiz arası ilişki sebep netice ilişkisidir. Sebep faizdir netice enflasyondur, bugüne kadar bu dediğim de hep çıkmıştır. Faiz yükseldikçe enflasyon yükselecektir. Asla düşmeyecektir. Ama ne yazık ki biz bunu ilgili arkadaşlara anlatamıyoruz. Hepsi ‘Ben bankayım, daha yüksek kâr nasıl elde edeceğim ona bakarım’ diyor. Faizi yükselterek kendi kârını artırmanın gayreti içerisinde ama öbür tarafta enflasyon milleti, vatandaşı inim inim inletiyor. O onun umurunda değil. Belki önümüzdeki hafta sayın başbakan, ilgili bakanlar, bazı devlet bankaları bir araya gelmek suretiyle bu konuyu müzakere edip bu konuda çok kararlı adım atıp, bu faiz lobisinin de bu faizlilerin de üzerine gitmekte kararlıyız. Bu faiz lobisinin üzerine gidilmezse, bu faizlerin üzerine gidilmezse ne olur? Birincisi, enflasyon aşağıya çekilemez, ikincisi yatırımlar artmaz, üçüncü olarak da istihdam artmaz.

Terör örgütü varsa masaya oturmayız!

- DEAŞ’lı militanların Rakka’dan çıkarılması çok tartışma yarattı. İki terör örgütünün anlaşmasını ve bunun ABD’nin gözetiminde olmasını nasıl karşılıyorsunuz? Amerikalı koalisyon Sözcüsü Albay Ryan 3500 sivil, 300 potansiyel teröristin tahliye edildiğini söyledi. Bunlar nereye gitti, bunlar potansiyel tehlike değil mi? Türkiye’ye sızma tehlikesi var mı? Bir de yine aynı albay Afrin’de YPG’ye karşı Türkiye’nin olası müdahalesine ilişkin, ‘DEAŞ ile mücadele eden ortaklarımızı her kim olursa olsun koruruz’ dedi. ABD’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amerikalı koalisyon sözcüsünün olaylara ne kadar vakıf olduğunu bilemiyorum. Rutin asker mantığı ile yapılmış bir açıklama gibi görünüyor. İşin siyaseti başka bir şeydir. Önemli olan onları oralarda görevlendiren siyasetçinin ne dediğidir. Orada kaç DEAŞ’lı olduğunu, kaçının çıktığını bildiğini de zannetmiyorum. Rakka, DEAŞ’ın Suriye’deki ana merkeziydi; en sonda ana merkezleri de düşmüştür. Biz oralarda DEAŞ’la mücaledele konusunda Amerikalılara şunu söyledik: ‘Rakka operasyonunu, Münbiç de dahil olmak üzere gelin beraber yapalım’. Ama onları ikna edemedik. ABD, orada, bir terör örgütünü bir başka terör örgütüyle yok etmenin hesabı içine girdi. ‘Biz oralarda yokuz; havadan müdahale ediyoruz, sadece lojistik destek sağlıyoruz’ diyorlar ama, gerçek tam öyle değil. Amerikalı komandolardan tutunuz, değişik güvenlik güçlerine varıncaya kadar YPG ile o bölge içinde o mücadelenin içinde bizzat yer alanlar var. YPG elemanlarına para verdiklerine dair duyumlar var. ABD’nin orda beş hava üssü var, sekiz de diğer üsleri var. Şimdi bir de Rakka’da üs kuruluyor. Tırlarla sevk edilen silah, mühimmat, araç gereç hepsi oralara serpiştiriliyor. Hal böyle iken, ABD’nin, ‘Ben bu işin içinde yokum, ben bu işi sadece izliyorum, havadan takip ediyorum’ demesi ne kadar inandırıcı? Gerçek ortada. Yaşananlar, ABD’nin oralarda kara planlamasında da yer aldığını çok açık net ortaya koymaktadır.

‘Hemen siyasi yol arayalım’

- Putin ile görüşmenizden sonra siyasi çözüm konusunda açıklamanız olmuştu. Acaba PYD-YPG’nin masaya davet edilmeyeceği konusunda güvence aldınız mı?

Türkiye olarak biz, terör örgütlerinin olduğu masada kesinlikle olmayız. Bu, Cenevre için de geçerli Astana için de. Buralara bir terör örgütünün katılmasını kabul edemeyiz. Dolayısıyla bir masada terör örgütü olacaksa, hiç kimse bizim de oraya oturmamızı beklemesin. İki kere iki dört. Siyasetin namusu vardır, biz siyasetin namusundan taviz veremeyiz.

Ben bu hususu Sayın Putin’e de söyledim. O tür bir adım atılamayacağını ifade ettim.

Ayın 22’sinde liderler düzeyinde yapacağımız toplantıda nereye varılabileceğini çok daha açık ve net biçimde göreceğiz.

Tabii Trump ile Vietnam’da yaptıkları açıklamada doğrusu bu şeyleri çok açık net görmüyorum, böyle bir çağrıyı görmüyorum. ‘Siyasi çıkış yolu’ ifade olarak doğru da, peki yedi senedir bu işin siyasi çıkış yolu yok muydu, böyle bir imkan yok muydu? Var idiyse niye bu yola başvurulmadı da yüz binlerce insan öldürüldü? Yüz binlerce insanın öldürülmesi olayındaki aktörler kimlerdi?

Siyasi çıkış yolu deniliyorsa o zaman hadi tüm silahlar, toplar, tanklar hepsi araziden çekilsin; o zaman AGİT vs. kimleri sokacaksak devreye, bunları sokalım devreye hemen burada siyasi çıkış yolunu arayalım. Türkiye olarak biz de siyasi çözüm için üzerimize ne düşecekse yapalım. Birleşmiş Milletler üzerine ne düşecekse, o da üzerine düşeni yapsın. Atalım adımları. Siyasi olarak hemen bu işlerin üzerine gidelim...

22 Kasım’da Soçi’de üçlü zirve yapılacak

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya lideri Putin ile görüşmesinde, Suriye’de savaşın sona erdirilmesi ve siyasi geçiş konusunu etraflıca ele aldıklarını belirtti ve şunları söyledi: Türkiye, Rusya ve İran Türkiye olarak Astana sürecini devam ettirmek istiyoruz. Ayın 22’sinde (Soçi’de) liderler düzeyinde bir araya geleceğiz. Başta İdlib, Afrin olmak üzere son gelişmeleri ele alma imkanımız olacak. Malum, özellikle İdlib’deki 12 gözlem noktası hususu hassasiyet taşıyor. Bu gözlem noktaları konusunda Türkiye olarak bizler, Rusya hatta hatta İran’ın da burayla ilgili talebi var ise biz orada esnek davranıyoruz. Ancak Afrin konusunda İran’ın oraya kendisinin de böyle bir şeyi arzu etmesi konusunda Afrin’e sıcak bakmıyoruz. Çünkü oradan çekilme konusunda Hamburg’taki G 20 zirvesinde Rusya’nın bize verdiği sözleri var. Rusya’nın oradan çekilmesi, oradan bize yönelik muhtemel tehdit ve tacizlerden duyduğumuz rahatsızlıklarla alakalı olarak Türkiye’ye gerekli anlayışın gösterileceği hususlarında bize söz verilmişti. Afrin olayını biz bu çerçevede değerlendiriyoruz. Afrin’de demografik yapının korunması bizim hassasiyetlerimiz arasındadır. Orada son zamanlardaki yerleşmelerle beraber yüzde 55 gibi bir Arap nüfusun, yüzde 30-35 gibi bir Kürt nüfusun oluştuğunu görüyoruz; orada nüfusun geri kalan bölümünün de Türkmenlerden oluştuğu bir demografik yapı söz konusu. Orada atılacak adımlarda, tüm bunların göz önüne alınmasından yanayız.

Yazının devamı...

Atatürk

“Mustafa Kemal bir temeldir. Bir yöndür. Yapılmış, her şeyi bitmiş bir bina değildir. Onu ancak devam ettirerek, sürdürerek sevebiliriz.”

Böyle demiş Cemal Süreya.

***

Bazı ‘adı entel’lerimiz var malum... Adı entel diyorum zira entel sözcüğünün aslı entelektüel, ‘aydın’ demek ama bu bahsettiklerimin aydın olmakla ilgileri yok.

Söz konusu Atatürk olduğunda o ‘adı entel’lerin dillerine pelesenk ettiği kalıp cümlelerden biri, “Atatürk’ü putlaştırmamak gerek” sözüdür mesela.

Ya da...

“Sonuçta o da bir insan... Hataları, eksikleri, zaafları olan bir insan” türünden bilmiş bilmiş ifadeler...

Tamamen iyi niyetle söylediklerini, dertlerinin sadece üzüm yemek olduğunu bilsem; oturup tartışacağım ama bu tür yaklaşımların hep maksatlı, hep bağcıyı dövmek amaçlı olduğu gayet açık, gayet net.

İşte bu sebeple tartışmaya kapalı bir konudur Atatürk benim için.

Putlaştırmaktan bahsedenin gizli Atatürk düşmanı olduğundan şüphelenirim ben.

“Canım, nihayetinde o da bir insan” diye başlayan cümlelerle dudak bükenlerin; ideolojik saplantılarıyla Atatürk’ten nefret edenlerin değirmenine su taşıdığına inanırım.

***

“O Mustafa Kemal olmasaydı” diye başlayan slogan cümlelerle cevap verecek değilim.

“Olmasaydı olmazdık”çılardan da değilim.

“Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı biz de olmazdık” cümlesi eksik.

Atatürk olmasaydı bu ülke de, bu millet de elbette yine olurdu ama böyle olmazdı. Olmasaydı, böyle olmazdık.

Biz, bu biz olmazdık.

Türkiye bu Türkiye olmazdı.

***

Bireylerin olduğu gibi, ulusların ve dolayısıyla ülkelerin, devletlerin de kötü, sıkıntılı, zor dönemleri olabilir, olur.

Esas olan özdür. Bireyin de, milletin de, ülkenin ve devletin de özü...

Ve ihtiyaç olduğunda, o özüne dönebilecek kararlılık ve kudrete sahip olmaktır esas olan.

Bizlerde hem o kıymetli öz var hem de o özü gerektiğinde canlandırma bilinci ve gücü.

Böyle özgüvenli olmamızda payı ve imzası vardır işte Atatürk’ün.

Sırf bu sebeple bile neredeyse putlaştırılmayı hak edecek bir liderdir Mustafa Kemal.

Bu yüzden itiraz ediyorum; küçümsemek, sıradanlaştırmak maksadıyla edilen “O da bir insan” sözüne...

***

Dün sabah saat 9’u 5 geçe, bu güzel ülkenin dört bir yanında ortaya çıkan görüntülere bakın sadece.

Dün gün boyu Ankara’da Anıtkabir, İstanbul’da Dolmabahçe merkezli yaşanan duygu, sevgi ve saygı selidir esas görülmesi, asıl kıymet verilmesi gereken.

Mustafa Kemal Atatürk, siyaset üstü bir varlıktır. Bu toplumun ortak ve vazgeçilmez değerdir.

Ve bu konuda daha fazla söz söylemeye gerek de yoktur.

Dönüp Cemal Süreya’nın yazının başına yerleştirdiğim sözlerini bir daha okuyun yeter.

Yazının devamı...

Helinler yaşasın diye (2)

“Bütün kamuoyuna, devletimize, milletimize, milletvekillerimize, herkese söylemek istiyorum. Bu silahlandırma durdurulsun, silahlar satılmasın, satılanlar toplansın, kimsenin canı yanmasın.”

Bu sözler, bu çağrı; Nihat Palantöken’den geldi.

Geçen ay, İstanbul Pendik’te pompalı tüfekle ateş açılması sonucu, henüz 17 yaşında hayatını kaybeden Helin Palantöken’in babasına...

Üç gün önce, 7 Kasım 2017 Salı günü bu sütunda sözünü ettiğim ziyaret aynı gün gerçekleşti.

(http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1116549-yazar-yazisi-helinler-yasasin-diye-/)

17 yaşında cinayete kurban giden Helin Palantöken’in babası Nihat Palantöken Salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeydi.

Ailenin avukatı Emrah Daylan ile birlikte CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm’ün davetlisi olarak Ana Muhalefet Partisi’nin Meclis grup toplantısına katıldı acılı baba.

***

Nihat Palantöken, Meclis’ten ayrılmadan önce bir grup CHP’li milletvekiliyle birlikte basın mensuplarına açıklama yaptı.

Ev sahibi CHP’li Mehmet Tüm, Helin’in katilinin cinayet silahını internetten aldığını hatırlattı ve Türkiye’de internetten peynir ekmek gibi silah satıldığını söyledi.

Milletvekili Tüm’ün verdiği rakamlar çarpıcıydı:

- Biz başka Helinler ölmesin diye çaba harcıyoruz. Tablo çok karanlık. Bu yıl 18 Ekim’e kadar bu silahlarla bin 722 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 874 kişi yaralandı. Ülkemizde yaklaşık 25 milyon kaçak silah var. Bireysel suçlarda ateşli silah kullanımı yüzde 80’lere ulaştı. Türkiye’de her 4 kişiden birinde ruhsatsız silah bulunuyor. Türkiye’deki bu silahların yüzde 85’i ruhsatsız durumda.

***

“Bunlar basit veya geçiştirilecek rakamlar değil. Bu konuya ilişkin 25 milletvekili arkadaşımla birlikte Meclis’e bir araştırma önergesi verdik. Ancak bu önerge AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi” diyen Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm sözlerini şöyle sürdürdü:

- Burada amacımız siyaset yapmak değil. Çok insani bir konuyu gündeme getirdik. Bu silahların namlusu yarın başka çocuklara da doğrultulacak. Biz, başka Helinler ölmesin diye çaba sarf ediyoruz. Buradan, AKP’li vekillere sesleniyorum, gelin bu yanlıştan dönün. Bu konuyu bir kez daha birlikte ele alalım. Ellerinizi bir kez de Helin için, Eylem Gülçin için, Arzu Gültekin için, kısaca bu ölümler bitsin diye kaldırın.

***

Ve evlat acısı yüzüne, bedenine yansıyan baba Nihat Palantöken...

“Meclis’e iki yürekle; hem anne hem baba yüreğiyle geldim” diyen baba Palantöken de aynı çağrıyı yaptı:

- Bir daha Helinlerin ölmesin, kimsenin canı yanmasın. Benim canım yandı, başkalarınınki yanmasın. Bunu, bütün kamuoyuna, devletimize, milletimize, milletvekillerimize, herkese söylemek istiyorum. Bu silahlandırma durdurulsun, silahlar satılmasın, satılanlar toplansın, kimsenin canı yanmasın. Herkesin yavrusu var, yarın herkesin başına gelebilir. Bunlar yaşanmasın.

Bireysel silahlanmanın ulaştığı boyut, toplumsal huzur ve güvenlik ile insan yaşam hakkını ciddi şekilde tehdit ediyor Türkiye’de.

Sadece ateşli silah edinilmesinin acilen zapturapt altına alınması değil, mevcut ruhsatsız silahlar meselesinin de yine ivedilikle ele alınması ve gereğinin yapılması şart.

Yazının devamı...

Atina Erdoğan’ı bekliyor ama...

Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin ayrılmaz parçası karşılıklı atışmalardır malum...

Ege’nin iki yakası arasında gerginlik hiç eksik olmaz.

Atina da, Ankara da zaman zaman dozu artan, krizlere dönüşen bu gerginlikle yaşamaya alışıktır.

Objektif bir bakışla rahatlıkla söylenebilir ki, iki ülke arasındaki gerginliklerin hemen hepsinin çıkışı Atina kaynaklıdır.

Ankara genelde savunmada olan taraftır. Ya da daha doğru bir tabirle, Atina’nın manipülasyonlarına, dezenformasyonlarına cevap verip, Yunan tezlerinin gerçeği yansıtmadığını kayıtlara geçiren taraf.

***

Türk ve Yunan makamlarının karşılıklı açıklamalarla atışması, Yunanistan Türkiye hattını t akip edenler için sıradışı bir durum değil.

Ama son günlerde yaşanan ilginç bir gelişme ...

İki taraf da birbirini uluslararası hukuku bilmemekle suçladı.

Şöyle ki ; Türk Dışişleri , Yunan silahlı kuvvetlerinin Rodos’ta a skeri tatbikat yapmasını, uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu gerekçesiyle şiddetle eleştirdi.

Yunanlılar da bunun üzerine Türkiye’ye “S iz hukuku bilmiyorsunuz, zaten bu konuyu düzenleyen an laşmalara taraf bile değilsiniz” mealinde bir cevap verdi.

***

Konunun uzmanı diplomatlara sorduk... Bakın işin aslı neymiş?..

Gerçekten de Rodos’u da içeren adalar grubu , İkinci Dünya S avaşı sonrasında askerden ve silahtan (iç güvenliği sağlayan kolluk kuvvetleri hariç) arındırılarak , mağlup İtalya tarafından Yunanistan’a verilmiş.

Türkiye de savaşa katılmadığı için hakikaten de savaşı bitiren anlaşmaya taraf olmamış. Bunlar doğru. Yani Türkiye o anlaşmaya t araf değil ama, Yunanlıların gözden kaçırdığı , daha doğrusu kaçırmayı tercih ettiği nokta şu:

B ir anlaşma eğer başkalarını ilgilendiriyorsa “ objektif s tatü” diye bir durum doğuruyor. Yani bu örnekte olduğu gibi Türkiye’nin güvenliği gözetilerek silahsızlanma şartı getirilmişse , bu düpedüz Türkiye’yi ilgilendirir . Türkiye anlaşmaya imza koyan ülkeler arasında olmasa da...

Yunan tarafının bu uluslar arası diplomasi gerçeğini bilmiyor olması mümkün mü?

***

Diğer taraftan, Yunanistan uluslar arası hukuk konusunda bu kadar hassas bir ülkeyse, Batı Trakya Türklerinin lehine ve Yunan devleti aleyhine çıkan mahkeme karar larını neden yıllardır uygulamaz acaba?

Sadece Batı Trakya Türklerinin haklarının verilmesi konusundaki kararlar değil Yunan sümenlerinin altında bekleyenler. Misal, Makedonya’nın isim sorununu hatırlar mısınız? Makedonların lehine karar veren Uluslararası Adalet Divanı ’nın hukuk alanındaki yetkinliğini mi sorgulamak gerekiyor yoksa !

***

İlk mevzuya dönersek...

İnsanın aklına bir nokta daha takılıyor şu Rodos tatbikatı konusunda.

H ukuka aykırı olması bir yana, bizim komşu amfibi çıkarma harekatını Mısır ile birlikte yaptı.

Neden acaba?

Türkiye Rodos’u işgal edece k de Yunanistan, Mısır ile birlikte mi kurtaracak adayı?

Y oksa onlar ın ortak bir planı mı var?

Evet Yunanistan, Türkiye için oldum olası ‘zor komşu’ ama bazen işte böyle, işlerine gerçekten akıl sır ermiyor.

***

Atina’dan gelecek haberleri bu ara daha da dikkatli bir gözle izlemekte fayda var.

Aralık ayının ilk yarısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’a resmi ziyarette bulunacağını biliyoruz.

Cumhurbaşkanı seviyesinde 65 yıl sonra ilk ziyaret olacak Erdoğan’ın Atina’ya gidişi.

Bu tarihi gezi öncesi, komşu yeni bir gerginlik politikası mı izleyecek diye insan merak etmiyor değil.

Yazının devamı...

Helinler yaşasın diye...

Nihat ve Ali Kemal Palantöken ile Emrah Daylan bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olacak. Nihat Palantöken, yaklaşık bir ay önce, 13 Ekim 2017 tarihinde Pendik’te pompalı tüfek ile öldürülen 17 yaşındaki Helin’in babası. Ali Kemal Palantöken de Helin’in amcası.

Emrah Daylan ise Palantöken ailesinin avukatı. Acılı baba, amca ve avukatları yarın TBMM’ye davetli. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Meclis Grup toplantısına da davet edilen Palantöken kardeşler ile avukatları Meclis çatısı altında, ülkenin büyük sorunlarından ikisine dikkat çekecek. Birincisi kadına şiddet ya da kadın cinayetleri,ikincisi de kontrolsüz bireysel silahlanma tehlikesi...

İnternetten pompalı tüfek ticareti

Helin Palantöken cinayeti internet üzerinden satın alınan bir pompalı tüfekle işlendi.

17 yaşındaki Helin’i öldüren 22 yaşındaki katil zanlısı Mustafa Yetgin.

Yetgin olayın ardından yakalandı. Emniyet’te susma hakkını kullandı. Polise ifade vermeyi reddetti yani.

Aynı tutumu savcılıkta da sürdürdü. Savcıya da ifade vermedi.Yetgin ilk ifadesini sulh ceza hakimliğinde verdi.

Hakim karşısındaki ifadesi de sadece iki cümleden ibaretti:

“Helin’e ve yanındaki iki kişiye ateş ettiğimi kabul ediyorum. Tüm söyleyeceklerim bu kadardır.”

Katil zanlısı, cinayet silahı olan pompalı tüfeği bir arkadaşından temin etmiş.

Mustafa Yetgin’e silahı satan M.O. ifadesinde şunları söylemiş:

“İş yeri sahibi dedemden habersiz, daha önceden tanıdığım Mustafa Yetgin benden pompalı tüfek istedi. İnternet üzerinden Konya’dan 750 TL’ye satın alıp, Mustafa Yetgin’e 1.800 TL’ye sattım. Tüfeği Yetgin’in adresine kargoyla gönderdim.”

Avukat Daylan anlatıyor

Palantöken ailesinin avukatı Emrah Daylan ile konuştuk…

Daylan, dosyadaki bilgiler ışığında, sadece bu davaya özel değil, Türkiye’deki kronik sorunlu noktalara da temas etti. Avukat Daylan’ın altını çizdiği konuları başlıklar halinde özetleyeyim…

- 13 Ekim’de İstanbul Pendik’te 17 yaşındaki Helin Palantöken’i öldüren, arkadaşları Deniz Morsümbül ve Cemil Yıldız’ı da yaralayan 22 yaşındaki Mustafa Yetgin pompalı tüfeği yukarıda anlattığım şekilde almış.

- Türkiye’de bir pompalı tüfek işte böylesine kolayca elde edilebiliyor. Üstelik kargoyla teslim alınabiliyor öldürücü ateşli silah.

- Olay yeri bir okulun önü. Ama dosyada güvenlik kamerası görüntüsü yok. Okulların çevresinde güvenlik kameralarının olması gerekmiyor mu?

- Söz konusu olan bir aşk cinayeti değil çünkü ortada bir aşk, bir ilişki yok…

- Mahkemede verdiği ifadede üç gencin üzerine ateş açtığını kabul eden yani dolayısıyla cinayeti itiraf eden zanlıyı otomobille getirip olay mahalline bırakıp giden kişi yakalanıyor ama ifadesi alınıp serbest bırakılıyor.

- Katil zanlısı Emniyet’ten Adliye’ye kelepçe takılmadan götürüldü. Bu görüntü bile aileyi ve kamuoyunu rencide ediyor.

- Aradan neredeyse bir ay geçti ama hâlâ iddianame hazırlanamadı. Dosya Kartal Adliyesi’nde. Otopsi raporu Yenibosna’daki İstanbul Adli Tıp Müdürlüğü’nde.

Kesin rapor savcılığa hâlâ gönderilmiş değil. Cinayet sonrası, kesin raporun gelmesinin 3- 4 haftayı bulacağı bilgisi verilmişti bize, bekliyoruz.

- Tasarlayarak, hunharca adam öldürme suçundan, TCK 82’nci maddenin uygulanmasını istiyoruz. Katilin hak ettiği ceza yasalarımıza göre ağırlaştırılmış müebbettir ve kamu vicdanını da rahatlatacak olan budur.

- Ailenin kaygısı, sanığın mahkemede kravat takıp, düzgün tıraşlı geldi diye TCK 62’nci madde uygulanması ve iyi hâl indirimi alması.

- Onlarca sivil toplum örgütünden müdahil olma talebi var… Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ilk günden itibaren takip ediyor. Bakanlık davaya müdahil olacak.

***

Henüz 17’sinde yaşama veda eden Helin’in babası ve amcasının Meclis ziyareti, ülkenin kanayan yaralarından ikisine çare bulunmasına bir vesile olabilecek mi, izleyip takip edeceğiz...

Yazının devamı...

Bir sanatçının haklı isyanı

“Bakın bu fotoğrafa... Bu biziz işte.

Eskikaraağaç Köyü, Uluabat Gölü çevresinde çektim bu fotoğrafı.

İçiyorsun da, bu nasıl bir zevktir, izini bırakmak?

Ya da açıkça; lan ne diye atıyon şişeni oraya buraya?

Ne diye kırıyon ya da denize atıyon?

Manyak mısınız?

O çöpleri neden orada bırakıyorsunuz?

Sana söylüyorum...

Bunu neden yaptığını sor kendine. Sor lan bi kere. Neden yapıyorum de. Niye atıyorum?

Bu güzel ülkeyi neden böyle kirletiyorum de. Hani ben eziğin tekiyim, koca ülkede attığım bi çöpün zararı var diye mi düşünüyorsun a bencil kişilik?

(Bugün bir alışveriş merkezinin otoparkında, o çıkınca yerine park edeceğim adamın, niyetimi anlayınca ağırdan alması ve o çıktıktan sonra arkamdaki adamın, ben geri geri girerken mahsus beni sıkıştırmasıyla daha zor park etmeme sebep olup gizliden sevinmesi nasıl bir kişilik mücadelesidir anlamış değilim.)

Egosantrik kişilerin yaşadığı, çirkin izler bırakmayı seven, yüzleri cep telefonu ışığıyla aydınlanmış bir ülke olduk çıktık.

Hah, ne diyordum?..

Lan niye atıyon şişeni, içtikten sonra deniz kenarında, manzarada, duvar kenarında, dünyanın en güzel yerlerini görüp niye içine ediyon laaan...

Kumdan kaleleri plajda gizlice yıkansın sen.

Git topla o attıklarını.

Atma izmaritini de arabadan dışarı.

Tükürme sokağa.

Akşam yemek yerken şapırdatma ağzını. Kapalı tut.

Aynı tuvaletteyken kapıyı kapalı tuttuğun gibi.

Sifonu çek.”

***

Yukarıdaki satırlar bir sanatçıya ait. Tiyatro ve sinema oyuncusu Ege Aydan’a...

Dün şu fotoğrafı paylaştı Aydan Instagram hesabından.

Bildiğiniz çöplük...

Altına da işte yukarıda okuduğunuz metni yazdı.

***

Şimdi hemen üsluba takılıp işin özünden uzaklaşmaya kalkmayın. Sakın...

Sakın, “Bir sanatçıya lanlı lunlu yazmak yakışıyor mu” falan demeyin.

Bu üslubun, yazılanların hedef kitlesi itibariyle bilinçli bir tercih olduğu açık çünkü. O manzarayı yaratanların, yakındığı türden insanların anlayacağı dilden konuşmak tercihi...

Üslubu, seçilen sözcükleri bırakın şimdi. İçeriğe bakın.

Dile getirilen rahatsızlığı önemseyin.

Sonra da bir düşünün bakalım...

Belki sizin de payınıza düşenler vardır Ege Aydan’ın yazdıklarından, kim bilir?

***

Misal ormana, mesire yerine gidip çoluk çocuk piknik yapmıştınız ya hani... Mangal yakıp semaverde çay demlemiştiniz... Çocuklar top oynamıştı... Çok eğlenmiştiniz. Güzel bir gün geçirmiştiniz hani...

Günün sonunda mutlu mesut eve dönerken arkanızda nasıl bir manzara bırakmıştınız o gün, hatırlıyor musunuz?

Pet şişeleri, naylon torbaları, çerez poşetlerini ne yapmıştınız mesela? Toplayıp çöpe mi atmıştınız yoksa o güzelim ormanda etrafa hatıra mı bırakmıştınız hepsini.

(Meyve sebze kabuklarıyla pirzolaların kemiklerini söylemiyorum çünkü onlar en azından doğada çözülebiliyor ya da çevredeki kedi köpeğin karnını doyuruyor.)

***

Ya da trafikte yaptıklarınız, otoparktaki icraatınız, tuvaletten ellerinizi yıkamadan çıkmanız, telefonu “Kimsin” diye açmanız...

Örnekleri çoğaltabilir, yazıyı sayfalarca uzatabilirim ama gerek yok.

Anladınız siz...

Yazının devamı...

Bir 5 yıl daha sürmesin

Afyonkarahisar’daki Şehit Uzman Çavuş Mete Saraç Kışlası’nda yapılan mühimmat sevkiyatı sırasında meydana gelen patlamada 25 asker yaşamını yitirmişti.

İhmaller zincirinin son halkasında, tam 25 asker şehit oldu Afyonkarahisar’da. Tarih 5 Eylül 2012’ydi.

O ihmaller zincirinin ortaya çıkarılması ve sorumluların hak ettikleri cezayı alması için başlayan dava, aradan geçen beş yılda sonuçlandırılamadı.

Askeri mahkemede başlayan yargılama, şimdi sivil mahkemede sürüyor. Sivil mahkemedeki ilk duruşmadaki tablo, yakın geleceğe dair umut veren türden değildi.

Acı hâlâ taze

2012’deki olayda evladını kaybeden bir baba bakın ne diyordu mahkeme salonunun önünde:

- Olayın üzerinden beş yıl geçti. Acımız halen taze. Beş yıldır sorularımıza askeri mahkemede cevap bulamadık. İnşallah burada cevap buluruz. Ben buraya sabah 04.00’te geldim. Fakat sanıklar yok. Tutuksuz yargılandıkları için katılmıyorlar. Ben sanıkların tutuklanmasını ve burada bizler gibi mahkemeye getirilmesini istiyorum .

Kedi değil evlat kaybettik

Beş yıldır evlat acısıyla yaşayan bir diğer baba da şu sözlerle ifade ediyordu duygularını:

- Hâlâ evlatlarımızın acısını yaşıyoruz ve yaşamaya da devam edeceğiz. Bir buçuk saattir dışarıda , mahkemeye girmek için bekliyoruz. Bizim gibi sanıkların da gelip mahkemede bulunmasını istiyoruz. Ayrıca sanıkların halen maaş almalarını da kabul etmiyoruz. Biz kedi kaybetmedik, evlat kaybettik. Lütfen bu konuda daha duyarlı olmanızı istiyoruz. Ayrıca askeri mahkemenin almış olduğu kararları da kabul etmiyoruz .

3 günlük askerdi

Ve bir şehit annesinin gözyaşları içinde söyledikleri...

- Üç günlük askerin ne işi var depoda ? Askerlik yaptığı depoyu bile tam anlamıyla bilmeyen evladı mın acısıyla yanıp kavruluyorum ben beş senedir. Evladımı patlamadan üç gün önce askerlik vazifesini yapmak için gönderdim. Benim evladım üç günlük askerken ne işi var mühimmat deposunda ?

Bu kadar mı zor?

Bir dava, beş yıldır neden sonuçlandırılamaz?

Velev ki askeri mahkeme olduğu için…

Bakalım şimdi ne, nasıl olacak? Sivil mahkemenin performansını da göreceğiz.

Umarım bir beş yıl daha devam etmez yargılama.

Mahkeme heyetinin ilk duruşmadaki tavır ve yaklaşımı, umut verici değil maalesef.

Hukukçu değilim.

Ama insanım...

Evlat acısı yaşamış 25 ebeveynden sadece üçünün sözlerini aktardım yukarıda. Diğerler anne babaların, kardeşlerin duyguları, isyanları da farklı değil muhakkak ki.

Evlat acısı bu. Başka bir şeye benzer mi? “Düşmanım yaşamasın” derler…

“Kedi kaybetmedik, evlat kaybettik” diyor bir baba. Daha ötesi var mı?

O çocuklar geri gelmeyecek.

O acıyla yaşamaya devam edecek olan o ailelerin tek bir isteği var.

Adil, hakkaniyetli bir yargılama süreciyle, sorumluların tespit edilip hak ettikleri cezaya çarptırılmaları. Ve adaletin bir an önce tecelli etmesi.

Bu çok mu zor?

Bu kadar mı zor?

Yazının devamı...

Erken seçim gündemi

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün partisinin Meclis grup toplantısında ‘erken yerel seçim’ dedi.

Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben, “Meydan okuyorum” diyerek yaptı çağrısını: “17 ay beklemeyelim, yerel seçimleri hemen yapalım.”

Ana Muhalefet Lideri, erken seçim için gereken Anayasa değişikliğine destek sözü de verdi grup kürsüsünden.

Bir süredir Ankara kulislerinde “Acaba olur mu” şeklinde konuşulan mevzu, CHP’nin bu hamlesiyle artık siyasetin gündem maddesine dönüştü.

Erken seçim gündemi erken oluştu başkentte.

***

Kılıçdaroğlu ‘erken yerel seçim’ hamlesini, tam da Ak Parti’nin belediye başkanları gündemiyle meşgul olduğu şu günlerde yaptı.

Muhalefetin, iktidar partisi yerel yönetimlerde taşları yerine oturtmadan seçime gitmek istemesi gayet anlaşılabilir bir durum.

Dün öğleden sonra, bu satırların yazıldığı saate kadar Ak Parti’den herhangi bir açıklama gelmemişti Kılıçdaroğlu’nun hamlesine cevaben.

Parti yöneticileri, CHP’nin bu çıkışına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vereceği tepkiyi görmek istiyor olabilirler elbette.

Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun hamlesinden sadece bir iki saat önce “Erken seçim gündemimizde yok” dedi Meclis kulisinde.

Kılıçdaroğlu da zaten hem konjonktürü gözeterek hem de Tayyip Erdoğan’ın o sözleri üzerine oynadı erken yerel seçim kozunu.

Barzaniler ve zikzak

Dün sabah, Hulusi Turgut’un telefonuyla başladım güne.

Bu sütunda dün yer alan yazıya teşekkür etmek için aramış, sağolsun.

Gazeteci yazar Hulusi Turgut’un 1968 yılında Molla Mustafa Barzani ile yaptığı röportajdan bazı bölümleri aktarmıştım dün.

Turgut’un ‘Barzani Olayı’ adlı kitabından…

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1112786-yazar-yazisi-sene-1968-baba-barzani-anlatiyor/)

***

Hulusi Turgut, yazıyla ilgili güzel görüşlerini, o her zamanki kibarlığıyla ifade ettikten sonra kendisine o günlerden kalan izlenimini sordum:

- Üzerinden neredeyse yarım asır geçmiş bir röportaj ama belli ki hafızanızda hâlâ taze ve yeri ayrı… Molla Mustafa Barzani, o gün (1968’de) size söylediklerinde ne kadar içtendi sizce? Özellikle de Türkiye hakkındaki ifadelerinde ne kadar samimi olduğunu düşünüyorsunuz?

“Bilemiyorum” dedi ve şöyle devam etti Hulusi Turgut:

- Evet o röportaj anılarımda tazeliğini koruyor. Bu içtenlik mevzuunuysa yorumlamam pek kolay değil doğrusu. Sonuçta söyledikleri onlardı. Biz gazeteciler fotoğraf çekeriz malum. Röportajı veren kişinin beyanları bunlar ve beyan esastır.

- Pekiyi Hulusi Bey, o günden bu günlere baktığınızda Barzani yönetimi hakkındaki değerlendirmeniz nedir?

- İşin aslı… Hem babanın (Molla Mustafa Barzani) hem oğlun (Mesud Barzani) şöyle bir yaşam çizgisine bakınca hep zikzak yapmışlar. Gördüğüm budur. Yani bir gün Rusçu oluyorlar, bir gün Amerikancı oluyorlar, bir gün İrancı oluyorlar, bir gün Türkiyeci oluyorlar. Durumları bu.

***

Ben tam bu satırları bilgisayarın ekranına dökerken, haber kanalları bir son dakika gelişmesini duyuruyordu dün öğleden sonra…

Haberin başlığı şuydu:

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, 1 Kasım’daki başkanlık ve parlamento seçimini 8 ay erteledi.

Geleneksel Barzani yönetimi hakkında ki ‘zikzak’ değerlendirmesini n ne kadar isabetli olduğunun net kanıtı değil mi bu son haber?

‘Zikzak’ sözcüğünün TDK Sözlüğü’ndeki karşılığı aynen şöyle:

“ Sık sık değişen görüş, düşünce veya davranış, istikrarsızlık .”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.