Şampiy10
Magazin
Gündem

En ‘Genç’ bakandan ilk mesajlar

Gençlik politikalarını; gençlerin aktığı yönde yürüyerek belirleyeceğiz. Türk gençliğinin geleceğini, bu topraklarda yaşayan, her ideolojiden, her dünya görüşünden gencin katılımıyla dizayn edeceğiz.”

Bu sözlerin sahibi, 30 yaşında milletvekili, 39 yaşında da bakan olan Suat Kılıç. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni kabinesindeki en ‘genç’ ismi, “Gençlik ve Spor” Bakanlığı koltuğuna oturttu.


Aslında, TBMM’nin açılış gününde (28 Haziran 2011 Salı) kulağımıza gelmişti Kılıç’ın bakan olacağı.

Başbakan’ın, “yeni dönemde grup başkanvekilliğine devam etmeyeceği” yönündeki mesajı nı duymuştuk kulislerde. Bu da Erdoğan’ın, en güvendiği isimler arasında yer alan genç politikacının kabinede yer alacağının işaret fişeğiydi. Ve üç gün önce... Meclis Başkanlık seçiminin yapıldığı gün, kuliste Bülent Arınç ile oturuyoruz... Suat Kılıç’ı gören Arınç, gülerek, “Sayın Bakanım” diye hitap etti genç siyasetçiye. Bu sahne “işlemin tamam” olduğunun en net göstergesiydi.


Ve dün beklenen oldu. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin 61’inci hükümetini açıkladı. Biz de hemen telefona sarılıp, “Hayırlı olsun” dedik çiçeği burnunda bakan Suat Kılıç’a.

Ardından da, “ilk özel demeç”i rica ettik tabii... Eski bir meslektaş olarak halden anladı, kırmadı, uzun uzun yanıtladı sorularımızı. Okuyunca siz de göreceksiniz; doğrusu, cevapların içeriği, Kılıç’ın daha şimdiden dersini çalıştığını gösteriyor. İşte sorularımız ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın yanıtları:

* Görev alanınız, gençlik ve spor... Spordan başlayalım. Ülke gündeminin bir numaralı gündem maddesi şike soruşturması. Sizin bulunduğunuz yerden bakınca ne görülüyor?
Türk futbolunun şu anki gündemi bir hukuk sorunu. Yargı süreci devam ediyor. Yargının işleyişi içinde de devam edecek. Bizim hükümet olarak, siyaset kurumu olarak yorum yapmamız mümkün değil. Suat Kılıç’ın aynı zamanda bir ‘hukukçu’ olduğunu hatırlatıp devam edelim...

* Yeni dönemdeki öncelikleriniz neler olacak?
Gençlik ve spor faaliyetleri başat iki başlık olarak ele alınacak. Öncelikle spor dünyasının, mesela alt yapı gibi ihtiyaçlarını belirleyip, bunları gidereceğiz. Ayrıca federasyonlarla koordinasyon da önemli bir başlık.

* Pekiyi ‘gençlik’?
Gençlik, sporun gölgesinde kalmayacak... Bakın, Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası 30 yaşın altında. 40 milyon genci olan bir ülkede, böylesine geniş bir kesime yönelik kapsamlı bir planlama yapmamız gerekiyor.

* 39 yaşında bir bakanın gençlere vaadi nedir?
Bu toprakların ve Cumhuriyet’in sahibi gençler. Biz bu yeni dönemde, Türk gençliğinin geleceğini dizayn edeceğiz. Bilgi ve iletişim çağında yaşıyoruz. Gençlerin ihtiyaçları 10 yıl öncesine göre artık çok farklı. Ve biliyoruz ki, 10 yıl sonra daha da farklı olacak.

* Yani?
Yani; biz, mesela ‘gençlik şuraları’ gibi yöntemlerle, gençliğin aktığı yönde yürüyeceğiz. İhtiyaçlarını onlarla birlikte tespit edip, çözümleri de birlikte üreteceğiz. Gençlik politikalarını üretirken, ‘yönetişim anlayışı’nı egemen kılacağız. Türk gençliğinin geleceğini, bu topraklarda yaşayan her ideolojiden, her dünya görüşünden gencin katılımıyla dizayn edeceğiz.


Yazıyı son bir notla bitirelim... 66 yaşındaki Elmas Kılıç, oğlu Suat Kılıç’ın bakan olduğunu, diyaliz tedavisi sürerken televizyondan öğrendi. Evladının bugününü görmenin, anne Kılıç’a, ilaçlardan çok daha fazla şifa verdiğine hiç şüphe yok. Geçmiş olsun...


Yazının devamı...

Kulüplerin futbolcuların akıbeti ne olacak?

Şike soruşturması; futbolun, sporun değil, Ankara’nın, ülkenin bir numaralı gündem maddesi. Adli soruşturma sürüyor. Üstelik, dosyanın üzerinde “gizlilik” kararı var.
“Gizlilik kararı varsa, gazeteler ve televizyonlardaki bu detaylar neyin nesi?” onu bana sormayın... Ben size, “bundan sonrası”nı anlatayım.

Dün gün boyu, bu işin üstadı hukukçularla konuştum. Durum biraz karışık... Hatta, biraz değil, bayağı karışık... “Bundan sonra ne olur?”un, birden çok yanıtı var.


Madde madde gidelim...

Kulüp, yönetici, futbolcu adı vermeden ve iddiaların detaylarına girmeden...

(Soruşturmanın gizliliğine bari biz riayet edelim.)

* Diyelim ki, bir futbolcunun şike yaptığı yargı kararıyla kesinleşti. Bu durum, diğer oyuncuları ve kulübünü bağlamaz, söz konusu kişinin şahsi sorumluluğudur.

* Şike yaptığı kesinleşen, başkan ya da yönetim kurulu üyesi ise durum değişir çünkü başkan ve üyeler kulübü temsil eder.

* Şike sabitse, cezası bir alt kümeye düşürülmedir.

* Soruşturmaya konu kulüplerin akıbeti, adli yargı süreci, yani dava devam ederken netleşebilir. Ki öyle olacak gibi de görünüyor. (Bu durumun en yakın örneği Almanya’nın Bochum Mahkemesi’nde süren bahis skandalı davası.)

* Soruşturmayı yürüten özel yetkili savcılık dosyayı Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) verirse ki verecek gibi de görünüyor Federasyon dosya üzerinden karar alabilir. Ki alacak gibi de görünüyor.

* Nihai karar ise (Yönetim ve Disiplin Kurulu’nun kararlarının temyiz makamı olan) Tahkim Kurulu’ndan çıkacak.

* Tahkim’in yeni başkanı Hasan Gerçeker henüz koltuğuna oturmadı. Yargıtay eski Başkanı, “Daha dosyaların içeriğini bilmiyorum. Önüme gelmemiş bir dosyayla ilgili konuşmam” diyor.


Bu kadar da değil...

Devam edelim:

* Ceza hukukundaki suç tanımları ile disiplin mevzuatındakiler bire bir aynı değil.

* Ceza hukuku, ‘şike’ suçunun sabit olması için ‘menfaat’ şartı arıyor.

* TFF’nun disiplin mevzuatında ise esas olan müsabakanın sonucunun etkilenmesi. Buna ‘hatır şikesi’ de dahil. Yani deliller net ise gereği yapılabiliyor.

* Bu noktada, “TFF, yargı sürecinin sonunu bekleyebilir ve alacağı bir tedbir kararıyla, davada adı geçen kulüplerin sportif faaliyetlerini dondurabilir” diyenler de var ama “Ya dava 3 5 sene sürerse?” sorusu bu görüşü baştan geçersiz kılıyor.


Peki... Diyelim ki bir takım, TFF kararıyla, Spor Toto Süper Lig’den Banka Asya Birinci Lig’e düşürüldü... Futbolcuların durumu ne olacak? Serbest mi kalacaklar mesela? Bu noktada da küçük tartışmalar var.

Vaziyet şöyle:

Bir yanda, “Oyuncunun sözleşmesi aynen devam eder” diyenler var. Bu görüşe karşı çıkıp, “ama” diyenler ise şu ihtimalleri sıralıyor:

* Takımı bir alt kümeye düşerse, oyuncu, bu durumun ‘mücbir sebep’ yani olağanüstü, zorlayıcı bir gerekçe olduğunu öne sürerek kulüpten ayrılmak isteyebilir.

* Beklenilmeyen hal teorileri bağlamında, oyuncu, Avrupa Kupaları’nda yer alamamak vb gerekçelerle mağdur olduğunu öne sürebilir.

* Gerçi hepsi ‘garanti para’lı sözleşmelere sahip ama yabancı futbolcuların, ayrılmak için CAS’a, yani Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’ne başvurmaları gündeme gelebilir.

* Futbolcunun, “Benim sportmenlik ve etik anlayışım, bu tür işlere bulaşmış bir kulüpte görev almama engel” diyerek yollarını ayırmayı istemesi de mümkün.
Sözün özü; durum böyle ama vaziyet karışık...



Bu da orduevi mönüsü

Dün TBMM Lokantası’ndaki mönüden bazı yemeklerin fiyatlarını yazdık ya... Hemen, “Orduevleri’ndeki durumu da yazsana” mesajları geldi. Başta da bizim meslektaşlardan...
Gerçi ben, “Meclis’te yemek sudan, hatta havadan bile ucuz” demek için yazmamıştım o bölümü. Söylediğim, fiyatların yeni vekilleri şaşırttığıydı ama genel istek üzerine Ordu Evi menüsünden birkaç kalemi de yazayım, olur, sizi mi kıracağım...
Buyurun...
Kuru fasülye 2 lira 25 kuruş. Pilav 50 kuruş. Tavuk çöp şiş 2 lira 55 kuruş. Izgara köfte 5 lira 34 kuruş. Tavuk pirzola 3 lira 74 kuruş. Adana kebap 7 lira 31 kuruş. Cacık 70 kuruş. Salata 70 kuruş. Tatlılar 2 2 lira 50 kuruş. Su 25 kuruş. Çay 25 kuruş. Bu fiyatların, malzeme alım maliyeti, elektrik, su, doğalgaz vb girdilere göre orduevinden orduevine cüz’i farklılıklar gösterdiği notunu da ekleyeyim. “Orduevi Meclis’ten pahalıymış” diyenlere, cevabımı da peşinen vereyim:
Benim kıyaslamak gibi bir derdim yok ki...
Dünkü yazı üzerine, “yaz” dediniz, yazdım...
Afiyet olsun.

Yazının devamı...

Arınç: Çukurambar’dan haber bekliyorum

“Ben de bekliyorum... Bu konunun mağduruysam, sonuç beklemek benim de hakkım.” Bu sözlerin sahibi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç. Arınç’ın, “Mağduru olarak sonuç beklemek hakkım” dediği konu ise üzerinden bir buçuk seneden fazla zaman geçen o ünlü, ‘Çukurambar suikast iddiası.’ Hani şu hemen ardından gelen kozmik oda aramasıyla tam bir krize dönüşen “Çukurambar suikasti iddiası.” Bülent Arınç ile dün Meclis Kulisi’nde sohbet ettik. TBMM Başkanlık seçimi için yapılan oylamalara verilen araların birinde, “Ne oldu sizin şu olay yaratan suikast iddiası konusu” diye sorduk. Arınç, “Ben de bekliyorum... Yargının işine elbette karışmak olmaz ama açıkçası ben de bir an önce bir sonuç alınmasını umut ediyorum” diye başladı söze. “Çok uzun zaman oldu ve hala ortada bir iddianame yok” dedik. Bülent Arınç devam etti: “Evet, gerçekten çok uzadı. Hiç unutmuyorum, 19 Aralık’tı... 2009’un 19 Aralık’ı... Ben Manisa’daydım. Bu çok önemli bir konu elbette. Üzerinden bir buçuk yıldan fazla vakit geçti ve ortada henüz somut bir gelişme yok.”
- Peki takip ediyor musunuz süreci? Ve ne olacağını tahmin ediyorsunuz? “Arada sırada ben de avukatlarıma soruyorum, ‘Var mı bir haber’ diye. Şu ana kadar yok... Soruşturma aşamasından sonra bir dava açılacak mı, yoksa kovuşturmaya yer olmadığına mı karar verilecek bilemiyorum. Ama doğrusu ben de merak içindeyim. Ve eğer bu olayın mağduruysam, bir sonuç beklemek herhalde benim de hakkım, öyle değil mi?” Başbakan Yardımcısı Arınç’ın, “Soruşturma neden bu kadar uzamış olabilir?” sorumuz üzerine söyledikleri ise yanıtlarının belki de en dikkat çekicisiydi: “Belki benimle ilgili olan kısmın dışında boyutları da vardır ve o sebeple uzamıştır. Bilemiyorum...”


Bakanlık kulisleri

İktidar partisinde, grup başkanvekilleri dün belli oldu.
Ve tabii, bu isimlerin bakan olmadığı da...

Yeni grup başkanvekillerinin yaşadığı duyguyu, en hafif ifadesiyle, “buruk bir sevinç” olarak niteleyebiliriz. Grup başkanvekili olmayanlar için ise durum tam tersiydi kulislerde... Geçen dönemin öne çıkan iki grup başkanvekili, Suat Kılıç ve Bekir Bozdağ ile genel başkan yardımcısı Fatma Şahin, günün en ilgi çeken isimleriydi. Kılıç, Bozdağ ve Şahin’e, daha şimdiden, “Sayın Bakanım” diye hitap edilmeye başlandı...


Menüye alışma günleri

TBMM Üyeler Lokantası, yeni parlamenterleri ağırlıyor.
Meclis Lokantası’nda ödenen hesaplar ise ilk kez vekil olan siyasetçileri şaşırtıyor. Hemen hepsi, burasının, Türkiye’nin en ucuz lokantası olduğunu bilerek gelmiş ama yine de hesap öderken küçük bir şaşkınlık yaşanıyor. Hesap geldiğinde, “Ben ödeyeceğim” mücadelesine, “Dışarıda sen ödersin” esprisi eşlik ediyor. Bu durumun nedeni çok açık... Mesela; çorba, Ankara tava, salata ve tatlıdan oluşan bir yemeğe ödenen toplam miktar, ekmek ve su dahil 7 TL. (Yazıyla, yedi lira.) Bu satırları okuduğunuz saate göre ağzınızın sulanması riskini göze alın ve menüden bazı yemeklerin fiyatlarına bir göz atın derim... Çorbalar (mesela dün ıspanak ve mercimek vardı) 50 kuruş. Pilavlar 50 kuruş. Mantı 2 TL. Ankara tava, et sote, kuzu şiş 4’er TL. Köfteler 3 TL. İç pilavlı piliç dolma 2 Lira 50 kuruş. Kuru fasulye, patlıcan musakka 1 TL 50’şer kuruş. Türlü güveç 1 TL. Cacık 50 kuruş. Yoğurt 75 kuruş. Salatalar 50 kuruş. Tatlılar 1 Lira 50 kuruş. Ve kuver (ekmek - su), kişi başı 50 kuruş. Çayın durumu bu dönem biraz farklı; limitsiz, aylık 40 TL. Yemeklerin; lezzet, porsiyon, kalite ve servisinin birinci sınıf olduğunu söylememize gerek yoktur herhalde...

Yazının devamı...

‘Stres katsayısı’ beklentisi

ADINA ister ‘stres katsayısı’ deyin, ister ‘risk çarpanı’, ister ‘derbi tazminatı’...

HAKEMLER ‘beklentileri’ne ilişkin, aralarında bakın neler konuşuyor?..

MEVCUT sistemde, bizim için süper ligde herhangi bir maç yönetmekle, Üç Büyükler arasındaki derbileri yönetmenin, maddi getiri açısından hiçbir farkı yok. Aldığımız para aynı. Peki o maçlarda yaşadığımız stres ve üstlendiğimiz risk aynı mı?..

O maçların biletleri yayıncı kuruluşun izle-öde ve reklam tarifesi, kulüplerin oyunculara verdiği prim “derbiye özel”. O maçlarda, hakem olarak bizim üzerimizdeki stres ve üstlendiğimiz risk de “özel”.

DERBİLERİN öncesi ve sonrasında bir hafta gündemdeyiz ve hedef oluyoruz. Pazar 19.00 maçlarını yönetmek bile, cuma ya da cumartesi görev yapan meslektaşlarımıza oranla, spor programlarının öncelikli malzemesi olmak anlamına geliyor ki; nerede kaldı derbiler.. Dolaysıyla (popülarite bir manevi tatmin aracı olabilir ama) 3 Büyükler’in aralarında oynadığı maçları yönetmeyi bir hakem için ‘cazip’ hale getirmenin tek yolu, daha fazla para.

KULÜPLERİN, yayıncı kuruluşun, futbolcuların ve teknik kadroların o maçlara özel kazançları nasıl (en az) 2’ye katlanıyorsa, aynı durum biz hakemler için de geçerli olmalı.

3 Büyükler arasındaki derbiler gibi şampiyonluk ve düşme hattındakilerin maçları için de “stres katsayısı” kademeli olarak uygulanmalı. Hakemler işte böyle düşünüyor. Bu bakış açısına karşı çıkanların tezi ise şu:

“NASIL hakim için, büyük dava-küçük dava farkı olmazsa; ‘hakem’ için de büyük maç-küçük maç farkı olmaz, olmamalı.”



BU tartışma alevlenir mi bilemem ama Mehmet Ali Aydınlar yönetiminde göreve başlayacak TFF yönetimi ve (adı netleşmeyen) müstakbel MHK Başkanı’na ‘hakemlerin aile içi sohbet gündemi’ni şimdiden iletmiş olayım dedim.

HAKEMLERİN beklentisine naçizane bir ek yapayım... “Büyük maça büyük ücret” sisteminin içinde, objektif ve adil olmak kaydıyla “büyük yanlışlara büyük cezalar” alt başlığının da yer almasına herhalde kimsenin itirazı olmaz.

Hakemler ne kadar kazanıyor?

TÜRKİYE’DE bir ‘üst klasman hakemi’, yönettiği Süper Lig maçı başına 2.969 TL alıyor. Müsabaka için 2.466 TL, artı 503 TL harcırah. Ulaşımı TFF karşılıyor ama konaklama ve yemek 2.969’un içinde. Yani maç başına kalan net kazanç 2.500 liranın üzerinde.

1. Lig maçlarında ise tarife, 1.151 TL + 363 TL harcırah = 1.514 TL. Türkiye standartlarında ‘iyi para değil mi?

DÜRÜST olalım; bu insanların yaptıkları işin karşılığında ödediği “manevi bedel” de bayağı bir üstünde standartların.

KÜÇÜK bir not: ‘elit hakem’ Cüneyt Çakır’ın, geçen yıl “first” sınıfta yönettiği her maç için kazancı, net 8.000 TL dolayındaydı.

Toroğlu: Cevabım hazır, bekliyorum

F.BAHÇE Başkanı Aziz Yıldırım, “Federasyon seçiminden sonra ‘MHK Başkanı Erman Toroğlu, yardımcısı da Ahmet Çakar olsun’ diye bir açıklama yapacağım” dedi ya; çoğunluk bu sözleri ‘kinaye’ olarak algıladı. Ancak benim kulağıma gelen, Yıldırım’ın bu sözleri, “Madem bu kadar çok ve iyi biliyorlar, o zaman ellerini taşın altına koysunlar, gelip MHK’yi yönetsinler” anlayışıyla söylediği. Peki bu sözlerin muhatapları ne düşünüyor?..

ERMAN Hoca’ya sordum telefonda, “Ne diyorsun?” diye.

“AZİZ Yıldırım böyle bir açıklama yapmadı, yapacağını söyledi. Önce o açıklamayı bir yapsın bakalım. Benim cevabım hazır. O açıklamayı yaparsa, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşemde cevabımı yazacağım. Bekliyorum...”

AYNI soruyu sormak için Ahmet Çakar’ı da aradım. Belli ki yurt dışında, ulaşamadım. Ama eminim, Ahmet Hoca’nın Yıldırım’a yanıtı da hazırdır.

Yazının devamı...

Aydınlar, hakemler, atamalar...

Türkiye Futbol Federasyonu’nun müstakbel başkanı Mehmet Ali Aydınlar ile telefonda sohbet ettik. Önce “Göksel Gümüşdağ’ın adaylıktan vazgeçmesi” konusu...

AYDINLAR, “Benim, başka aday çıkmasını istememem sanırım yanlış anlaşıldı. Bunu, antidemokratik bir bakış gibi değerlendirenler oldu. Bu konuyu burada aydınlatmak isterim” diye başladı söze ve şöyle devam etti:

AKLIMDA İKİ İSİM VAR

“BENİM düşüncem, birden çok adaylı bir seçim yarışının Türk futboluna zarar vereceğiydi. Kulüpler Birliği’nin içinde bölünme olacaktı. Ayrıca, kurulların oluşturulması aşamasında yine bir çok kıymetli isim farklı listelerde olacak ve sonuçta bunlardan bazıları göreve gelme şansı bulamayacaktı. Göksel (Gümüşdağ) özveride bulundu ve benim başından beri sözünü ettiğim, güçleri birleştirmek mümkün oldu.

VE can alıcı sorular:

- “FUTBOLDA tartışmaların da, gerginliğin de çıkış noktası hakemler ve hakem atamaları. “Kura yöntemi” gibi bir düşünceniz var mı mesela? Yani hakemleri tartışmanın odağı, atamaları da spekülasyon konusu olmaktan çıkaracak bir yol var mı aklınızda?”

- “DOĞRU... Bu nokta çok önemli. Batıda, gelişmiş ülkelerde bu iş nasıl yapılıyor, onu araştırtıyorum. O modelleri de inceleyip, değerlendireceğiz ve sonuçta bir karar vereceğiz.”

- “KAMUOYUNUN federasyon yönetimlerine bakışını, doğrudan MHK’nin performansı belirliyor. MHK başkanınız belli mi?”

- “AKLIMDA iki isim var. Ama takdir edersiniz ki, şu anda bu isimleri açıklayamam.”

- “O zaman, bu isimler de, bugüne kadar olduğu gibi eski hakemlerden mi, en azından bunu söyleyin.”

- “(GÜLEREK) Şimdilik onu da söylememeyim. O da bana kalsın.”

MECBUREN “Tamam” dedik Mehmet Ali Aydınlar’a...

VE fakat... Hakemler ve atamalar hakkında futbol kamuoyunda tam bir ‘paranoya’ yaşanıyor ve yeni başkanın önünde bu durumu ortadan kaldırmak gibi çok zor bir görev var.

BABALAR GÜNÜ-BABA HAKKI

BEKO Basketbol Ligi’nin G.Saray Cafe Crown ile F.Bahçe Ülker arasındaki final serisi harikaydı... Sonu hariç. Abdi İpekçi’de yaşananlar, Türk Sporu adına adeta bir utanç vesikası olarak geçti kayıtlara.

BİLMEM Dirk Nowitzki’nin, NBA şampiyonu yüzüğüyle sarfettiği şu sözler, vandallığın temsilcilerine bir şey ifade eder mi? “Kariyerimin ilk yıllarında bir şampiyonluk kazanmış olsam, muhtemelen bu kadar iyi bir oyuncu olamazdım. Kaybettikçe kendimi geliştirmek için daha çok çalıştım.”

EVET... Yenilgiler, zaferlerden çok daha öğreticidir. Ve bu gerçek aslında, -tam da Babalar Günü’nün hemen ertesinde- Baba Hakkı zihniyetinin içinde yaşar on yıllardır.

İNTERNETİN en gelişmiş arama motoru google’a Baba Hakkı’ ya da ‘Hakkı Yeten’ yazın yeter... Okuyun ve görün ‘bizim’ Baba Hakkımız’ın nasıl bir ‘sporcu’, nasıl bir ‘sportmen’, nasıl bir ‘adam’, nasıl bir ‘insan’ olduğunu...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.