Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Başkomutan sürprizi’nin perde arkası

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarının son dönemde tartışılan, “Genelkurmay Karargâh’ındaki tebrik töreni”nde bu yıl yaşanacak ‘ilk ’i VATAN dün manşetten duyurdu.

Bu yılki törende tebrikleri Genelkurmay Başkanı değil, Cumhurbaşkanı kabul edecek.

Türkiye bu beklenmedik gelişmeyi dün bu köşeden öğrendi ve gün boyu, yoğun gündemin diğer sıcak başlıklarının arasında en çok konuşulan haberlerden biri de “Başkomutan sürprizi” oldu.

Sanırım bugün de, az sonra okuyacağınız perde arkası bilgiler ve yeni haberler konuşulacak.

Org. Özel ‘arz’, Gül ‘kabul’ etti

Tebrikleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kabul edecek olması ‘sürpriz’ çünkü herkes, bu 30 Ağustos’ta Karargâh’ta tebrikleri, yanına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i de alacak olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kabul etmesi ni bekliyordu.

Peki bu dikkat çekici gelişme nasıl ortaya çıktı?

Dünkü haberin ardından görüştüğüm iki önemli kaynaktan teyid ettim:

Tebrikleri kabul etmesini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e öneren isim Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel.

MGK öncesi görüşme

Tarih 18 Ağustos 2011. Yani geçen perşembe.

Yer Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü .

Saat 13.30’da başlayacak olan Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) Ağustos ayı olağan toplantısının hemen öncesi...

Her MGK toplantısından önce olduğu gibi, Kurul’un diğer üyelerinin Köşk’e gelişleri devam ederken, toplantıya başkanlık edecek olan Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ile özel görüşmesini yapıyor.

O görüşmede, Orgeneral Özel, Cumhurbaşkanı Gül’e (mealen) şunları söylüyor:

“Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin yıldönümü olan Zafer Bayramı’nda tebrikleri, Başkomutan olarak sizin kabul etmeniz, Silahlı Kuvvetleri onurlandıracaktır.”

Cumhurbaşkanı Genelkurmay Başkanı’nın işte bu ‘arz’ını ‘kabul’ ediyor ve Karargâh’taki törenin ev sahipliği, Köşk’ün programına bu şekilde giriyor.

Bu seneye kadar o tören hep, Genelkurmay Başkanı’nın tebrikleri kabul etmesi; atanmışların yanı sıra Meclis Başkanı, Başbakan, bakanlar ve muhalefet liderleri, yani bütün ‘seçilmiş siviller’in de askerin önünde ayakta bekleyip sıraya girmesi ve protokoldeki yerlerine göre art arda önüne geldikleri ‘komutan’ı kutlamaları şeklinde gerçekleşir ve bu sahneler TRT tarafından da canlı yayında ekrana getirilirdi.

Bu düzene, ‘sivilleşen Türkiye’ fotoğrafına uygun olmadığı gerekçesiyle, geçen yılki Zafer Bayramı törenlerinin ardından yapılan bir yönetmelik değişikliğiyle (8 Eylül 2010) son verildi.



Yönetmeliğe son dakika ilavesi

Dün yazmıştım...

‘Ulusal ve Resmi Bayramlarda Yapılacak Törenler Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik 8 Eylül 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı.

Değişiklik metni, ”Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ile Zafer Bayramı’nın başkentteki tebrikatında TBMM Başkanı veya Başbakan bulunması durumunda, TBMM Başkanı ve Başbakan tebrikatı koordinatör kurum temsilcisi ile birlikte kabul eder ve önde yer alır” şeklindeydi.

Yani yönetmelikte Cumhurbaşkanı’ndan söz edilmiyordu.

Ama artık ediliyor.

Aldığım bilgiye göre, söz konusu yönetmeliğe dün itibariyle bir madde eklendi .

Mealen, “Cumhurbaşkanı’nın katıldığı törenlerde, tebrikler Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilir” şeklinde bir madde...

Yani salı sabahı Genelkurmay Karargahı’nda yapılacak olan törende tebrikleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kabul etmesiyle ilgili herhangi bir ‘mevzuat tartışması’ da yaşanmayacak.



Özel ile birlikte mi?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tebrikleri ‘tek başına ’mı yoksa yanında başka yetkili ya da yetkililer ile birlikte mi kabul edeceği hâlâ netleşmiş değil.

Ancak bu konuda sözüne itibar edilecek kaynaklardan edindiğim izlenim; 30 Ağustos’un ‘askerin bayramı’ olması sebebiyle, Gül’ün tebrikleri birlikte kabul etmek üzere yanına ‘başkomutanı’ olduğu ordunun Genelkurmay Başkanı’nı da davet edeceği yönünde. Yani Gül, çok büyük olasılıkla, Orgeneral Necdet Özel ile birlikte tokalaşacak konuklarıyla.

Küçük bir ihtimal de olsa, bu ikili ye kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’nın eklenmesi de şaşırtıcı olmaz.

Yazının devamı...

Karargahın sürpriz ev sahibi

Devletin zirvesi, bu yılki Zafer Bayramı kutlamalarında, hipodromdaki ‘geçit töreni’nden önce Genelkurmay Karargâhı’nda bir araya gelecek.

30 Ağustos 2011 Salı günü...

Hipodromdaki tören saat 11.00’de.

Öncesinde ise saat 09.45’te, Genelkurmay Karargâhı’nda ‘tebrik töreni’ var.

Ve işte o törende, bu yıl karargâhta bir ‘ilk’ daha yaşanacak.

Zafer Bayramı tebriklerini bugüne kadar olduğu gibi Genelkurmay Başkanı değil, Cumhurbaşkanı kabul edecek.
Bu yıla kadar, Genelkurmay Başkanlığı Karargâh Şeref Salonu’nda gerçekleşen 30 Ağustos Zafer Bayramı tebrik töreninde, ‘ev sahibi’ olan Genelkurmay Başkanı konuklarını, ayakta tek başına durarak kabul ediyordu. Törende, “Sayın Genelkurmay Başkanı” anonsunun ardından Meclis Başkanı ve Başbakan’ın da aralarında bulunduğu konuklar ayakta, kutlama sırasının kendisine gelmesini bekliyordu.

Bu görüntü, Salı sabahı itibariyle tarihe karışıyor.
Mevzuat değişmişti

Hatırlarsınız... Geçen yılki 30 Ağustos törenlerinin hemen ardından mevzuat ta bir değişiklik yapılmıştı.

Hatırlayamayanlar için detay vereyim:

‘Ulusal ve Resmi Bayramlarda Yapılacak Törenler Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik 8 Eylül 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı.

Değişiklik metni, “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ile Zafer Bayramı’nın başkentteki tebrikatında TBMM Başkanı veya Başbakan bulunması durumunda, TBMM Başkanı ve Başbakan tebrikatı koordinatör kurum temsilcisi ile birlikte kabul eder ve önde yer alır” şeklindeydi.

Hâlâ hatırlayamayan varsa, bir not daha:

Yapılan bu değişiklik medyanın büyük kısmında, “TSK’ya sivilleşme ayarı” minvalindeki başlıklarla yer almıştı.

Cumhurbaşkanı metinde yok ama...

Yönetmelikte ‘Cumhurbaşkanı’ndan söz edilmiyor. Yani metin doğrudan, tebrik töreninde Genelkurmay Başkanı ile birlikte Meclis Başkanı ve Başbakan’ın yer alacağını düşündürüyor.
Daha doğrusu, ev sahibi konumunda ‘sivil(ler)’in olacağı ve ‘asker’in, önde yer alan ‘sivil(ler)’e eşlik ettiği bir düzen...

(Not: Bu düzenleme, kişisel olarak gayet doğru bulduğum bir anlayış ve ortaya çıkacak olan da öyle bir görüntü.)

Devam edeyim...

Yapılan ‘sivilleşme’ yorumlarında da hep Meclis Başkanı’ndan, Başbakan’dan söz ediliyordu.

Cumhurbaşkanı’nın adı hiç geçmiyordu.

Uygulamanın ilk yılında ise şimdi, işte böyle bir ‘sürpriz’ var. 30 Ağustos tebriklerini ‘karargâh’ta ama Cumhurbaşkanı kabul edecek. Yönetmelikte yer almaması sanırım bir tartışmaya yol açmayacaktır çünkü Anayasa’nın 104’üncü maddesinin ‘b’ fıkrasında, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri arasında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek” de var.

Gül tek başına mı olacak?

30 Ağustos sabahı Genelkurmay Karargâh Şeref Salonu’nda tebrikleri kabul edecek olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu işlemi ‘başkomutan’ sıfatıyla, tek başına yapabilir. Ancak Gül’ün tercihi doğrultusunda tebrikleri kabul edecek yetkili sayısının artması, ortaya ‘siviller ile askerin bir arada olduğu bir tebrik kabul heyeti’nin çıkması da mümkün.
Şöyle ki...

Gül, tebrikleri tek başına kabul etmek yerine; yanında Meclis Başkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın da yer almasını isterse bu ‘dörtlü’nün, “Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı yanımda olsun” derse, o zaman da bu altı kişinin konuklar ile tokalaştığı bir tören izleyebiliriz.

Yazının devamı...

Askerin beklentisi aynen sürüyor

Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanının istifa sının ardından Necdet Özel ’in genelkurmay başkanlığı koltuğuna oturmasını; askerin tercih, hassasiyet ve taleplerinin değiştiği ya da ortadan kalktığı şeklinde değerlendirenler sanırım şimdi farkına varmışlardır yanıldıklarının.

Ordunun komuta kademesinde isimlerle birlikte değişen, olsa olsa, üslup olur. Öz değil.

Bu hep böyledir ve aksini düşünmek, Silahlı Kuvvetler’i tanımamaktan kaynaklanır.

31 Temmuz 2011 ’de bu sütunda kayda geçirmiştik.

Koşaner’i istifaya götüren nedenlerden en önemlisinin, ‘Hasdal Cezaevi ’ndeki muvazzaf TSK personelinin tutuksuz yargılanması yönündeki ısrarlı taleplerine hükümetten olumlu yanıt alamamak ’ olduğunu yazmıştık.

Öncesinde de, Hasdal’daki silah arkadaşlarının Koşaner ve komutanlarından beklentilerini...

Gelelim düne.

19 Ağustos günü Genelkurmay Karargahı’nda yapılan toplantı, dün manşetlere çıktı.

Askeri ‘Adli Müşavirler toplan- tısı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın talimatıyla yeni yasama dönemine hazırlık amaçlı yapıldığının resmi olarak açıklanması fazla söze yer bırakmıyor.

Durum gayet net:

Asker, ‘tutuksuz yargılama’ talebindeki ısrarını yeni dönemde de sürdürecek.

Özel, Koşaner’in bıraktığı yerden devam edecek yani.

Yeni dönemde Genelkurmay ’ın, beklentisini; eskiden olduğu gibi ‘sözlü ’ olarak ifade etmek yerine, yazılı bir ‘hukuki öneri ’ye dönüştürüp hükümet e sunacağı anlaşılıyor.

Halef ile selef arasındaki fark sadece bu.



‘Biz’e dair...

- Karşıdan karşıya geçmek için kaldırımdan yola adımınızı attığınızda, sizi gören yaklaşan araç sürücüsünün, fren pedalına dokunmak yerine gaz ile klaksona aynı anda yüklendiği, aynı durumda, hasbelkader size yol veren bir sürücüye, arkasındakilerin korna eşliğinde el kol hareketleriyle tepki gösterdiği,

- hemen herkesin sürekli olarak kendine yönelik ‘empati ’ beklediği ama hiç ‘empati ’ yapmadığı,

- istisnaların kaideyi bozmamasının ‘istisna’ halini aldığı,

- kişiye özel yasal düzenleme yapılmasının yadırganmadığı,

- daha çok bağıranın ‘haklı’ kabul edildiği,

- telefondaki ilk sözü “Alo” yerine “Kimsin? ” olanların her geçen gün çoğaldığı,

- çifte standartların ‘standart’ uygulamaya dönüştüğü,

- “Başım ağrıyor” dediğinizde, karşınızdakinin “Geçmiş olsun” bile demeden, kendi sağlık sorunlarının sizinkinden çok daha ciddi olduğu nu anlatmaya başladığı,

- kaderciliğin bilimsellik, kişiye göre değişen ‘doğrular’ın ‘gerçek’ ten daha öne geçmesinin doğal karşılandığı,

- eleştiriye tahammülsüzlüğün toplumsal bir hastalık boyutuna ulaştığı,

- samimiyet ile hadsizlik arasındaki ince çizginin kaybolduğu,

- kuralsızlığın ‘kural’laştığı,

- cehaletin prim yaptığı, ‘cahil cesareti’nin özgüven sayıldığı,

n insanların sürekli olarak, kendilerinin hiç uygulamadığı evrensel kaidelerden dem vurduğu,

- kolaycılığın, hatta sahtekarlığın uygun atasözleriyle desteklenerek makul gösterildiği, normalleştirildiği,

- anlamını bilmediği sözcükleri, üstelik de yanlış telaffuz ederek kullananların entelektüel muamelesi gördüğü,

- “İyi ama o da” türünden kalıplarla başlayan cümleler vasıtasıyla, hep kötü örneklerin örnek gösterildiği ,

- okumak ve dinlemek yerine, seyretmek ve konuşmanın makbul bulunduğu,

- önyargıların esaretindeki yargısız infaz anlayışı nın sıradanlaştığı,

- ‘benim gibi düşünen düşünmeyen’, ‘bizden olan olmayan’ ayrımının yaygınlaştığı,

- bunları yazana, “Sen halkı aşağılıyor musun?” diye tepki gösterilebilen,

- ve nihayet böyle bir listenin daha sayfalar boyu sürdürülebileceği ülkeye Türkiye denir.

Yazının devamı...

İşte Beşiktaş’ın sakatlık gündemi

Beşiktaş geçen yıl birçok önemli maça ideal kadrosuyla çıkamadı. Sakatlıklardan herkes “İllallah” dedi.

YENİ sezon öncesinde, “Eyvah, kaldığı yerden devam mı?” endişesi var siyah-beyazlılarda. Ersan, Bebe, Mustafa Pektemek, Necip ve Simao ilk akla gelen isimler. Kimi “İdmanlar ağır” diyor, kimi “Sorun sağlık ekibinde” diye ahkâm kesiyor.

“BİLEN bilmeyen konuşuyor” diyeceğim ama genelde ‘bilmeyen’ler atıp tutuyor. ‘Bilen’ler pek konuşmuyor. İşte bu yüzden konuyu, en iyi bilenlerden birine, Beşiktaş Kulüp Doktoru Devrim Urgun’a sordum.

ÖNCE şunu söyleyeyim” dedi Doktor Urgun, “Roland Koch bizim için bir şanstır.”

“MEDYADA, hiçbir bilgiye dayanmayan yorumlar yapılıyor. Mevcut vakalara bir baksınlar, kondisyona ve yüklemeye bağlı sakatlık yok” diyen Devrim Urgun, özellikle çapraz bağ ameliyatı geçiren oyuncuların, operasyonlardan sonra düzenli ve çok titiz bir fizyoterapi sürecine ihtiyaç duyduklarını belirtti.



URGUN, “Bu oyuncuların bakımında hem biz çok daha hassas davranırız, hem de oyuncu kendine çok dikkat edip, iyi bakmak zorundadır” dedi. (Ersan, Bebe ve Mustafa Pektemek bu durumdaki oyuncular.)

NECİP Uysal’ın tedavisinin gayet iyi gittiğini ve oyuncunun hızla iyileştiğini anlatan Dr. Urgun, “Necip’in ayağına basıldı ve bileği döndü. Bu tür, darbeye bağlı sakatlıklar dünyanın her yerinde, her takımda, her futbolcunun başına gelebilir. Şanssızlık tabii ama futbolda bu hep var” diye konuştu.

SIMAO’NUN son Alania maçında yaşadığı sakatlığın da pozisyon gereği olduğunu anlattı Devrim Urgun:

“POZİSYON tam önümüzde oldu. Görür görmez anladım, çizgiye gidip durumunu sordum. Önce ‘Yok bir şeyim, iyiyim’ dedi ama tahmin ettiğim gibi çok kısa bir süre sonra hissetti adalesinde yanmayı.”



VE Kulüp Doktoru’ndan son mesaj:

“BİZ sağlık ekibi olarak, oyuncu ve teknik heyet ile birlikte hep en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bilgiye dayalı olmayan yorumlar, taraftarı, kamuoyunu yanlış yönlendiriyor. Bizim Beşiktaş sağlık ekibi olarak gönlümüz çok rahat. Prof. Dr. Mete Düren başkanlığında, ne yaptığımızı biliyoruz. Dediğim gibi bu yıl takımın kondisyonerinin Roland Koch olması çok büyük bir şans. Göreceksiniz geçen yıl başımıza gelen türdeki sakatlıkları bu sezon yaşamayacağız. Bu konuda iddialıyım.”

Yazının devamı...

Bataklığa okaliptüs ağacını dikemedikten sonra...

“1. 17 Ağustos 2011 günü akşam saatlerinden itibaren bölücü terör örgütüne ait Kandil Dağı, Hakurk, Avaşin-Basyan, Zap ve Metina Bölgesindeki 60 hedefe, Türk Hava Kuvvetleri uçakları tarafından başarılı bir taarruz harekatı icra edilmiştir.

2. Görevlerini başarıyla tamamlayan uçaklarımız emniyetle üslerine dönmüşlerdir.

3. Ayrıca, hava harekatı öncesinde; Zap, Avaşin-Basyan ve Hakurk Bölgelerinde tespit edilen 168 hedef, topçu silahları ile yoğun olarak ateş altına alınmıştır.

4. İcra edilen harekatta, her zaman olduğu gibi sadece bölücü terör örgütü hedef alınmış, sivil halkın olumsuz etkilenmemesi için gerekli hassasiyet gösterilmiştir.

5. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt içi ve yurt dışındaki benzer faaliyetleri, Irak’ın kuzeyini güvenli bir yaşam alanı ve Türkiye’ye saldırı üssü olarak kullanan bölücü terör örgütü etkisiz hale getirilinceye kadar kararlılıkla sürdürülecektir.”

Genelkurmay Başkanlığı’ndan dün sabah yapılan açıklama aynen böyle.

Yukarıdaki metinde yer alan tarihi değiştirin. 2011‘in yerine 1992 koyun. Ya da 1993. Veya 1995, 96, 97, 98; 1999.

2007 ya da 2008 de olur.

Ve hedefler...

Avaşin - Basyan, Zap, Metina, Hakurk...

Bunların yanında, son harekâtın hedef listesinde yoklar ama hemen aklıma geliveren Haftanin, Mezi, Keryaderi, Basyan, Şive, Sinat, Sindi mesela...

Çoğuna bizzat gittiğim, yıllar boyu sadece biz habercilerin değil, bütün Türkiye’nin ezberlediği adresler bunlar.

Sınırın hemen öte yanında, Irak’ın kuzeyinde yer alan PKK kamplarının bulunduğu bölgeler (hatta noktalar) yaklaşık 20 yıldır aynı.

Bir ‘Kandil‘ hedefi farklı geçmişten.

Yani...

Bataklıkların yerleri belli. Sivrisineklerin öldürerek bitirilemediği de öyle.

Gidip okaliptüs (*) ağacını dikeceksiniz doğrudan. O zaman kurutabilirsiniz bataklıkları.

Tabii komşununkinden önce, kendi bahçenizdeki bataklık ile başlayacaksınız işe.

(*) Mersingillerden, asıl yurdu Avustralya olan, boyu 100 metreyi aşabilen, toprağın suyunu çekerek yerin bataklık duruma gelmesini önleyen bir ağaç (Eucalyptus globulus).



‘JET YANIT’ YİNE DE ÖNEMLİ

‘Okaliptüs şerhi‘ni düştükten sonra bir de yapılanın, yani Kuzey Irak’a yönelik hava ve topçu taarruzunun ‘kısa vade‘deki sonuçlarına bakalım...

İster ‘tokat‘ deyin, ister ‘yumruk‘; Hakkâri’de verilen şehitlerin ardından terör örgütüne böylesi kapsamlı ve güçlü bir darbe vurmak kesinlikle önemli.

Hava taarruzları ve uzaktan yapılan topçu atışları, örgüte belki büyük bir insan kaybı yaşatmaz ama kamplardaki mevcut kurulu düzenini ciddi ölçüde bozar.

Örgütün silah, mühimmat, yiyecek, içecek gibi lojistik gücünü zayıflatmanın yanında, hava bombardımanları ve topçu taarruzları, örgüt üyelerinin psikolojik dengesini de etkiler.

PKK, “Buraların hâkimi benim, asker burada bana ulaşamaz” rahatlığını kaybeder, her an bomba ve mermilere hedef olabileceğini hisseder.

Terör örgütü üzerindeki etkilerinin yanı sıra bu operasyon;

1. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ‘ani reaksiyon‘ güç ve kabiliyetini göstermesi açısından,

2. Devletin terörle mücadele konusunda sahip olduğu kararlılığı sergilemesi boyutuyla,

3. Kamuoyunun moral ve güvenini tazelesi işleviyle de önemlidir.



HAMAL 2

‘Hamal 2’ başlıklı bir elektronik posta mesajı aldım dün.

Cezayirli Mustafa‘yı yazmıştım ya...

Dört dil bilen, bilgisayar mühendisi; ülkesinde iş bulamadığı için Türkiye’ye gelen ve hamallık yapan...

Beyin değil kas gücüyle, ayda yaklaşık 800 TL kazanan Mustafa’yı.

İşte o yazıya istinaden gelen bir e-mail...

“Siz yoksa Türkiye’de üniversite mezunlarının kolayca iş bulduğunu mu zannediyorsunuz?” diye soruyordu mesajın sahibi Soner.

İçimden, “Hayır” diyerek okudum... “Hayır öyle zannetmiyorum. Türkiye’deki durumun vahametini de gayet iyi biliyorum” diyerek.

Buyurun, siz de okuyun:

“Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunuyum. Mesleğin duayenleri hocamızdı. İngilizce ve Fransızca bilirim. Altı yıldır işsizim.

Kadıköy bitpazarında altı yıldır hamallık yapıyorum. Arkadaşlarımın çoğu faal gazeteci, televizyoncu. Belediye başkanı tanıdıklarım var. Hiçbiri iş vermez, ilgilenmez. Üç kapılı buzdolabını bir kilometre sırtımda taşıyorum 10 TL veriyorlar.”

Yazının devamı...

Çifte bayram için alarm

Dün yine şehit haberleriyle güne başladık. Temmuz’dan bu yana terörün bilanço ağır. Tam 45 şehit verildi. Ve maalesef görünen o ki, önce bayram döneminde ardından da örgütün kış dönemi nedeniyle kamplarına çekileceği Kasım ayına kadar Türkiye terörü ve terörle mücadeleyi konuşmaya devam edecek.



30 Ağustos hem Zafer Bayramı hem de bu yıl Ramazan Bayramı’nın ilk günü.

Ülkenin farklı noktalarından gelen ve Ankara’da derlenen istihbarat raporları, ortaya bir ‘çifte bayram alarmı’ çıkartıyor.

Gelen bilgiler PKK’nın;

- 30 Ağustos’u kana bulamayı hedeflediğini, bu tarihten başlayarak saldırılarını artırarak devam ettireceğini, kuzeye, Ardahan Kars bölgesine doğru çıkıp eylem yapmayı planladığını ve bu yolla eylem alanlarını genişletmeyi hedeflediğini, sadece kırsalda değil, metropollerde de bombalı saldırılara hazırlandığını, üst düzey sivil ya da askeri yetkilileri hedef alan suikast girişimlerinde bulunabileceğini gösteriyor.

Ankara müteyakkız Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Artık bıçak kemiğe dayandı” çıkışı, şüphesiz, yaklaşan sıcak dönemin en açık işareti, en somut habercisi.

Önceki gün İran ve ABD’nin Ankara Büyükelçileri’nin art arda Başbakanlık’a gitmeleri, “Bu iki ülkeyle koordineli bir sınır ötesi operasyon hazırlığı mı var?” sorusunu beraberinde getirdi.

Doğrusu zannetmiyorum.

Türkiye’nin; sınırlarının dışında askeri bir harekat düzenleyecek olsa bile bunu günler öncesinden Tahran ve Washington ile paylaşması pek gerçekçi değil.

Ancak;

- Irak (ve kuzeyinde İran) sınırına yakın illerdeki askeri birliklerin, son iki haftadır takviye edildiği, yine aynı dönemde,

-bölgeye asker, araç, teçhizat ve mühimmat sevkiyatının yoğunlaştığı,

- Diyarbakır’daki hava üssüne son dönemde çok sayıda askeri kargo uçağının indiği,

- Batman’daki üsse ise batıdaki (Balıkesir, Bandırma gibi) üslerden takviye F-16’ların konuşlandırıldığı,

- iç güvenlik harekat bölgesindeki komutanlar ile mülki amirlerin daha yoğun bir ‘ortak mesai’ye yönlendirildikleri de gerçek.

Sonuçta Türkiye, yeni ama aslında çok bildik bir döneme girmek üzere...

Not: 30 Ağustos tarihi itibariyle terör eylemleri ve terörle mücadelede artacak olan hararetin; açılım süreci, BDP’nin yemin tavrı, demokratik özerklik vb. alt başlıklardan oluşan iç siyasi gündeme yansımaları ayrı bir yazının konusu.



Dört dil bilen, bilgisayar mühendisi hamal

İsmi Mustafa. İstanbul’da hamallık yapıyor. Taşıdığı eşyaların arasında bir ‘Meksika şapkası’ görüyor ve “Aa, sombrero” diyor.

O dev şapkanın adını bilmesine şaşırıp soruyorum şaka yollu: “Meksikalı mısın sen?”

“Hayır Cezayirliyim” diyor.

Ve ‘haber’ buradan çıkıyor işte.

Türkçe başlayan bu sohbete, Fransızca devam ediyoruz bir süre. Malum, Cezayir 1962’ye kadar Fransız sömürgesiydi.

Ardından, “Pratiğimi artırmak için faydalı oluyor, İngilizce konuşalım” diyor, İngilizce sürdürüyoruz sohbeti.

25 yaşındaymış. Geçen yıl ülkesinde üniversiteden mezun olmuş. Bilgisayar mühendisliği bölümünden!

- Pekiyi neden buradasın Mustafa?

- İş yok Cezayir’de. Mesleğimi yapamadım. Eşya taşımaya başladım. Ayda 100 Dolar kazanıyordum. Burada aynı işi yapıyorum, 500 dolar kazanıyorum bir ayda. Para biriktirip Cezayir’e döneceğim. Ailemin maddi durumu kötü. Dört kardeşiz biz. Birinin para kazanması lazımdı.

Ana dili Arapça. Yanında Fransızca, İngilizce ve şimdi bir de Türkçe. Dört dil bilen bir bilgisayar mühendisi. Türkiye’de hamallık yapıyor.

Şefine soruyorum; Mustafa’nın tek örnek olmadığını anlatıyor. Birçok farklı sektörde varmış üçüncü dünya ülkelerinden gelen ve iş gücü yaratan gençler. Mustafa gibilerini tercih etme gerekçeleri de dikkat çekici:

- Güçlü ve çok çalışkan. İş seçmiyor. Disiplinli. Sessiz, sakin, sadece işini yapıyor. Bu paralara, bu kadar yorucu işleri yapacak adam bulamıyoruz.

Vedalaşırken, bizim bu sohbetimize tanık olan, ekipteki bir başka taşımacının kendi kendine mırıldandığını duyuyorum:

- Bir de bu ülkede işsizlik var, değil mi? Bizimkiler bu paralara bu işleri beğenmiyor. Bak elin oğlu ta Cezayir’den kalkıp gelmiş çalışıyor işte...

Yazının devamı...

30 Ağustos’ta çifte resepsiyon

“(...) Resepsiyon; ya yapılmayacak,
ya İstanbul’da verilecek,
ya da bayram sonrasına bırakılacak.
Bunların arasında en kuvvetli olasılık, Ankara’daki daha alt düzey katılımlı davetle eş zamanlı olarak İstanbul’da da dar kapsamlı bir resepsiyon yapılması.”

8 Ağustos 2011 tarihinde, bu sütunda yer alan ‘Resepsiyon Muamması’ başlıklı yazı işte bu paragraf ile son buluyordu.
O ‘muamma’ dün itibariyle ortadan kalktı. Durum netleşti.
Ve geçen pazartesi yazdığımız ‘en kuvvetli olasılık’ hayata geçti.

Bu Zafer Bayramı’nda ilk kez ‘çifte resepsiyon’ verilecek.
30 Ağustos 2011 akşamı, Ankara’da, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın ev sahipliğinde bir resepsiyon verilecek.

Merkez Orduevi’ndeki bu resepsiyona, Ankara Garnizonu’ndaki askeri personelin yanı sıra, gaziler, şehit aileleri, yabancı askeri misyon ve medya temsilcileri davet edilecek.
Başkent’teki bu davet ile eş zamanlı olarak, İstanbul’da da bir resepsiyon var.

Bu resepsiyonun ev sahibi ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ilk kez İstanbul’da düzenlenecek olan bu gecede bir arada olacak.

Ankara’daki Zafer Bayramı resmi törenlerinin ardından İstanbul’a geçecek olan devletin zirvesi, önce Deniz (Tuzla) ardından da Hava Harp Okulu’ndaki (Yeşilyurt) mezuniyet törenlerine katıldıktan sonra akşam Fenerbahçe’de buluşacak.

Fenerbahçe Orduevi’ndeki bu ikinci resepsiyona, iş, spor ve sanat dünyasından önemli simalarla birlikte medyanın önde gelen temsilcileri de davetli.


Ankara’da Yarman gündemi

Havelsan Genel Müdürü Faruk Yarman’ın tutuklanması, Ankara kulislerinde ilginç değerlendirme ve söylentileri beraberinde getirdi.

Sekiz yıldır Havelsan’ın genel müdürü olarak görev yapan Yarman’ın ‘Balyoz Soruşturması’ kapsamında tutuklandığı belirtiliyor.

Ancak başkentin ‘kozmik kulisleri’nde yapılan değerlendirmeler, farklı ihtimallere de dikkat çekiyor.
Şöyle ki;

Faruk Yarman’ın; halen ‘Futbolda Şike Soruşturması’ kapsamında tutuklu bulunan ve savunma sanayii alanında da ticari faaliyet gösteren bir kişi ile çok yakın olduğu öne sürülüyor. Hatta kimileri, bu yakınlığın, ortaklık seviyesinde olduğunu bile iddia ediyor.
Dediğim gibi bu, kulislerde dolaşan bir rivayet. Ve açıkçası bana bayağı zorlama gelen, pek ihtimal vermediğim bir rivayet.

Ben pek ihtimal vermiyorum ama bu dedikodu şu açıdan dikkat çekici.

Eğer bu söylenti gerçek ise işte o zaman; bir süredir bazılarının seslendirdiği, “Şike soruşturması, Ergenekon ile ilişkili ve oraya bağlanacak” iddiası, ‘Şike’ ve (Ergenekon değil ama) ‘Balyoz’ soruşturmalarının bir şekilde temas etmesi şeklinde hayata geçebilir.


Küçükali neden istifa etti?

Herkes başlıktaki sorunun yanıtının peşinde. Küçükali, daha iki gün öncesine kadar canlı yayınlarda, o her zamanki dinamizmiyle Somali’ye yardım kampanyasının detaylarını anlatıyor, herkesi kampanyaya katılmaya davet ediyordu.

* “Sağlık durumu ve ihmal ettiği ailesinden gelen baskılar” şeklinde özetlediği istifa gerekçeleri pek tatmin edici görünmüyor .

Bu yüzden de sorular birbirini izliyor:

* Tekin Küçükali, Cuma günü İstanbul Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşme üzerine mi istifa kararı aldı?

* Kızılay (eski) Başkanı’nın istifasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Somali’yi ziyaret hazırlıklarının bir etkisi mi oldu?

* Küçükali, Kızılay’ın, Simav depremi sonrası olduğu gibi, Somali kampanyasında da ‘İHH’ (İnsani Yardım Vakfı), ‘Deniz Feneri’, ‘Kimse Yok mu?’ ve benzeri kuruluşlarla birlikte çalışmaya itildiği bazı fiili durumlardan mı rahatsız oldu?

* İstifa nedeni, bakan yardımcılığı gibi yeni bir görev mi?
Ardından bu sorular soruladursun, Tekin Küçükali cep telefonlarını yanına almadan memleketine gitti. Dede Küçükali, şu anda Karadeniz’de köyünde torunlarıyla vakit geçiriyor.

Yazının devamı...

İyi başlasın, öyle de gitsin

BEŞİKTAŞ’IN Avrupa mesaisi bu perşembe akşamı başlıyor. Siyah-beyazlılar bugün itibariyle ‘Alania dersi’ne çalışmaya başlıyor. Beşiktaşlı oyuncular yarından itibaren, UEFA Avrupa Ligi Play-Off turu ilk maçında BJK İnönü’de konuk edeceği Rusya’nın Alania Vladikavkaz takımının son maçlarının kayıtlarını izleyecek. Ümraniye’ye gelen ilk haberler, rakibin; adı duyulmamış olsa da, çok zayıf bir ekip olmadığı yönünde.

“TUR çantada keklik değil” görüşü hem teknik ekibe hem de futbolculara hakim. Her ne kadar; kadro zenginliği, kalite, tecrübe ve teknik kapasite itibariyle Alania’yı Beşiktaş ile kıyaslamak mümkün değil ise de, Kartal ihtiyatlı ve tedbirli bir yaklaşımla hazırlanıyor perşembe saat 21.00’deki ilk randevuya. Çünkü...

- RUSYA’DA sezon devam ediyor, Türkiye’de ise takımlar henüz hazırlık döneminde.

- BEŞİKTAŞ, teknik ekipte yaşanan zorunlu (ve umarım geçici) değişiklik ve kadroya eklenen yeni isimlerle birlikte bu sene yeni bir takım.

- GEÇMİŞTE ‘kolay’ görülen rakiplerin yaşattığı kötü sürprizlerin anıları hâlâ taze.

İŞTE bu nedenlerle, işi ciddiye almak, sıkı tutmak ve turu garantileyecek skora ilk maçtan ulaşmak çok önemli. İşte Beşiktaş kadroları bu gerçeklerin bilinciyle hareket ediyor. Bu da bir o kadar önemli. Yazının başlığındaki umudun gerçeğe dönüşmesi dileğiyle...

YENİ BAKAN’IN YOĞUN TEMPOSU

DÜNKÜ VATAN’da okumuşsunuzdur, Lütfü Özel ile birlikte Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’a konuk olduk. Kabinenin en genç bakanı Suan Kılıç ile samimi sohbetten önemli notlarım var aktaracak.

Buyurun... Yeni bakan;

- HER branşta önceliğimiz yerli antrenörlerle çalışmak ama yerlilerin yetersiz kaldığı ya da gerektiğinde yabancı hocaları göreve getirmekten de kaçınmayacağız,

- BEN takım oyunundan yanayım. Elimde sihirli değnek yok. Tek başıma mucize yaratamam. ‘Ben’ değil, ‘biz’ olarak hareket edeceğiz,

- BİR spor belgesine ihtiyacımız var. Güreş, halter gibi bazı branşlarda başarılıyız ama uluslararası düzeyde sürekli bir iddiamız yok. Bunun nedenlerini araştıracağız ve bulacağız. Basketbol, hentbol, voleybol ve diğer branşlarda da başarılı olmayı hedefliyoruz,

- BAKAN yardımcım ve müsteşarım sporun doğrudan içinden gelen isimler değil. Ancak onlar klasörlere gömülerek çalışmayacaklar. Onları da destekleyecek, uzmanlar ve danışmanlardan oluşan bir kadromuz olacak,

- SPORUN her dalıyla ilgili çalışma siparişleri verdik. Onları da toplayıp değerlendireceğiz. Türkiye’de spora dair sözü olan herkesi dinlemek, iyi niyetle katkı vermek isteyen herkesin görüşlerinden faydalanmak istiyoruz” diyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.