Utanabilme! Cesaretin panzehiri!
Başlık bana ait değil.
Anlatacağım...
***
Bakıyorum da herkes sadece dert yanıyor.
“Nasıl bir toplum olduk biz?”
“İnsanlar ne kadar tahammülsüz, ne kadar saygısız, ne kadar acımasız, ne kadar hoyrat oldu böyle...”
Vs... Vs...
Hemen herkes, üstelik aynı cümlelerle sadece yakınıyor.
***
Psikolog Belgin Levent’e sordum hâl-i pürmelalimizi.
Sorularıma sorularla cevap vererek başladı uzmanlık alanı ‘travma’ olan Psikolog Levent:
“Evler, sokaklar, köyler, kasabalar, şehirlerin mecburiyet caddeleri şidde te tutsak oldu. Ülkenin bir kısmı sosyopatlaştı mı? Öğrenilmiş bir çaresizlik içinde mi yoksa artık depresyonda mıyız? Bize neler oluyor?” sorularıyla...
Sonra da, tespitlerin ötesine geçti. Önce teşhis ardından tedavi önerileriyle devam etti.
Buyurun...
Travma gerçeği
- Türkiye çok travmatize bir toplum oldu. Yıllardır ağır travmalara maruz kaldı, kalıyor. Travmalarımızla hesaplaşmak, yüzleşmek yerine, travmalarımızı halı altına süpürür gibi tarihin çöplüğüne boşalttık, boşaltmaya devam ediyoruz. Ümit ettik geçer diye. Oysa filozof Nietzsche’nin dediği gibi sadece işkenceyi uzattık ve bir gün sorumsuzluğun dayanılmaz hafifliği içinde, rahat uykularımızdan uyandık. Artık gece rüyamız, gündüz seyrimiz kâbus... Patlamaya hazır ayaklı bombalar gibiyiz.
- Travma hiçbir zaman öylece boşalttığımız, gömüp beton döktüğümüz yerde kalmaz. Her zaman yeniden ve üstelik daha kötü şekilde ortaya çıkar. Bir toplum bu kadar travmayla yüklendiği zaman, en belirgin olarak ortaya çıkan şey kuşkusuz tahammülsüzlüktür, öfkedir, şiddettir.
- Travmaların izlerinden kurtulmak için destek, dayanışma, birlikte hareket etme iyileştiren, örselenmeyi azaltan bir karşı çıkıştır. Birlikte anımsama, birlikte adalet arama dağılmayı önler. Çünkü yaşanan travmaların etkisi ile duygu ve düşüncelerinin kontrolden çıktığını düşünen insanların, emniyet kemeri yol arkadaşlarıdır.
Ne yapacağız?
- Önce bu şiddetlere maruz kalanların bir ‘zahmet’ hatırlarını sormalıyız. Acıyı paylaşan, samimi bir şekilde ama. “Senin için ne yapabilirim?” Anlamadan, dinlemeden olmaz. Yapılması gereken öncelikle zorbalığa, zulme, sindirilmeye maruz kalanın yanında olmak, yardım etmek ve yaşama sevincini yeşertmektir. Sarsılan güvenini yeniden inşa etmek.
- Yaşanan şiddetin üstünün örtülmesine, zorbaların, zulüm edenlerin yanına kâr kalmasına izin verilmemeli. Olan biteni canlı, taze ve diri tutmak için unutmamak, unutturmamak gerekir. Hakikat komisyonları kurmak ve çalıştırmak, uzmanların bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak ve normalleşmeyi hızlandırmak için onları seferber etmek; yaşananları söze dökmek, yazmak, anıtlarda, müzelerde özenle saklamak, sanatla, filmlerle, ağıtlarla anlatmak psikolojik travmaların güçsüzlük acısını iyileştirir ve travma karşısında toplumsal refleksi ve bağışıklığı güçlendirir.
- Travmanın sıradanlaşması, toplumsal patlamanın ve yabancılaşmanın tehlikeli bombalarıdır. Bir an evvel normalleşip, yaşanan travmalarla yüzleşme, hukuki bir zemin üzerinde hesaplaşma, adaleti bulana kadar bireysel ve/veya örgütlü öz savunma ve öz eleştiri yapma, sağaltımın, bireysel ve toplumsal kırılmanın koruyan alçılarıdır.
Tanıkların rolü ve utanabilmek
- Şiddetin, ortaya çıkan travmanın tanıklarını da dinlemeliyiz. Sessizleşmiş tanıkların homurtusunu, fısıltısını duymalıyız. Çünkü travmanın, yaşanan acıların ne kadar derinleşeceği tanıkların alacağı tavırla doğrudan bağlantılıdır.
- Tanıkların sesini açmak, yükseltmek için, incinebilirlik, kırılabilirlik korkusuna, belki de utanma gibi güçlü duygulara direnmemek gerekir. Hatta utanabilmeye teslim olmak; sonradan acı çekmek, suçluluk duymak yerine, riski göze almak bizi cesaretin doğduğu yere götürür. Doktor Jung’a göre ‘utanma ruhun bataklığıdır’ ve cesaret, ruhumuzu bataklıktan çıkaran bir panzehirdir. Utanabilme erkiyle birbirimize cesaret bulaştırmalıyız.
NOT: Psikolog Belgin Levent’in 2018 Türkiyesinde toplumsal yaşama ilişkin görüşlerini aktarmaya fırsat buldukça devam edeceğim.