Şampiy10
Magazin
Gündem

Utanabilme! Cesaretin panzehiri!

Başlık bana ait değil.

Anlatacağım...

***

Bakıyorum da herkes sadece dert yanıyor.

“Nasıl bir toplum olduk biz?”

“İnsanlar ne kadar tahammülsüz, ne kadar saygısız, ne kadar acımasız, ne kadar hoyrat oldu böyle...”

Vs... Vs...

Hemen herkes, üstelik aynı cümlelerle sadece yakınıyor.

***

Psikolog Belgin Levent’e sordum hâl-i pürmelalimizi.

Sorularıma sorularla cevap vererek başladı uzmanlık alanı ‘travma’ olan Psikolog Levent:

“Evler, sokaklar, köyler, kasabalar, şehirlerin mecburiyet caddeleri şidde te tutsak oldu. Ülkenin bir kısmı sosyopatlaştı mı? Öğrenilmiş bir çaresizlik içinde mi yoksa artık depresyonda mıyız? Bize neler oluyor?” sorularıyla...

Sonra da, tespitlerin ötesine geçti. Önce teşhis ardından tedavi önerileriyle devam etti.

Buyurun...

Travma gerçeği

- Türkiye çok travmatize bir toplum oldu. Yıllardır ağır travmalara maruz kaldı, kalıyor. Travmalarımızla hesaplaşmak, yüzleşmek yerine, travmalarımızı halı altına süpürür gibi tarihin çöplüğüne boşalttık, boşaltmaya devam ediyoruz. Ümit ettik geçer diye. Oysa filozof Nietzsche’nin dediği gibi sadece işkenceyi uzattık ve bir gün sorumsuzluğun dayanılmaz hafifliği içinde, rahat uykularımızdan uyandık. Artık gece rüyamız, gündüz seyrimiz kâbus... Patlamaya hazır ayaklı bombalar gibiyiz.

- Travma hiçbir zaman öylece boşalttığımız, gömüp beton döktüğümüz yerde kalmaz. Her zaman yeniden ve üstelik daha kötü şekilde ortaya çıkar. Bir toplum bu kadar travmayla yüklendiği zaman, en belirgin olarak ortaya çıkan şey kuşkusuz tahammülsüzlüktür, öfkedir, şiddettir.

- Travmaların izlerinden kurtulmak için destek, dayanışma, birlikte hareket etme iyileştiren, örselenmeyi azaltan bir karşı çıkıştır. Birlikte anımsama, birlikte adalet arama dağılmayı önler. Çünkü yaşanan travmaların etkisi ile duygu ve düşüncelerinin kontrolden çıktığını düşünen insanların, emniyet kemeri yol arkadaşlarıdır.

Ne yapacağız?

- Önce bu şiddetlere maruz kalanların bir ‘zahmet’ hatırlarını sormalıyız. Acıyı paylaşan, samimi bir şekilde ama. “Senin için ne yapabilirim?” Anlamadan, dinlemeden olmaz. Yapılması gereken öncelikle zorbalığa, zulme, sindirilmeye maruz kalanın yanında olmak, yardım etmek ve yaşama sevincini yeşertmektir. Sarsılan güvenini yeniden inşa etmek.

- Yaşanan şiddetin üstünün örtülmesine, zorbaların, zulüm edenlerin yanına kâr kalmasına izin verilmemeli. Olan biteni canlı, taze ve diri tutmak için unutmamak, unutturmamak gerekir. Hakikat komisyonları kurmak ve çalıştırmak, uzmanların bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak ve normalleşmeyi hızlandırmak için onları seferber etmek; yaşananları söze dökmek, yazmak, anıtlarda, müzelerde özenle saklamak, sanatla, filmlerle, ağıtlarla anlatmak psikolojik travmaların güçsüzlük acısını iyileştirir ve travma karşısında toplumsal refleksi ve bağışıklığı güçlendirir.

- Travmanın sıradanlaşması, toplumsal patlamanın ve yabancılaşmanın tehlikeli bombalarıdır. Bir an evvel normalleşip, yaşanan travmalarla yüzleşme, hukuki bir zemin üzerinde hesaplaşma, adaleti bulana kadar bireysel ve/veya örgütlü öz savunma ve öz eleştiri yapma, sağaltımın, bireysel ve toplumsal kırılmanın koruyan alçılarıdır.

Tanıkların rolü ve utanabilmek

- Şiddetin, ortaya çıkan travmanın tanıklarını da dinlemeliyiz. Sessizleşmiş tanıkların homurtusunu, fısıltısını duymalıyız. Çünkü travmanın, yaşanan acıların ne kadar derinleşeceği tanıkların alacağı tavırla doğrudan bağlantılıdır.

- Tanıkların sesini açmak, yükseltmek için, incinebilirlik, kırılabilirlik korkusuna, belki de utanma gibi güçlü duygulara direnmemek gerekir. Hatta utanabilmeye teslim olmak; sonradan acı çekmek, suçluluk duymak yerine, riski göze almak bizi cesaretin doğduğu yere götürür. Doktor Jung’a göre ‘utanma ruhun bataklığıdır’ ve cesaret, ruhumuzu bataklıktan çıkaran bir panzehirdir. Utanabilme erkiyle birbirimize cesaret bulaştırmalıyız.

NOT: Psikolog Belgin Levent’in 2018 Türkiyesinde toplumsal yaşama ilişkin görüşlerini aktarmaya fırsat buldukça devam edeceğim.

Yazının devamı...

2030 tarihli Hayal Gazetesi

Önünüze; eni 33, boyu 56 santimetre ebadında bir kağıt koysalar...

Bir gazetenin birinci sayfası... Ama boş.

Sadece mizanpajı yani sayfa düzeni yapılmış... Kutu ve kutucukların içi boş...

Gazetenin üzerindeki tarih 18 Ocak 2030 olsa...

Ve 12 yıl sonranın, geleceğin gazetesinin boş birinci sayfasını doldurmanız istense...

Tek bir şartla... “Sayfada sadece olumlu haberler olacak” dense...

Şöyle bir düşünün bakalım, ne manşet atardınız? Sürmanşetten hangi güzel haberi duyururdunuz? Etekteki (sayfanın en alt kısmı) haberler neler olurdu?

***

Boş sayfaya 2030 Türkiyesinin hayalî gazetesini yapmak benim fikrim değil.

Bu, Denge ve Denetleme Ağı’nın (DDA) imza attığı çok önemli bir çalışma.

***

Türkiye çapında 264 sivil toplum örgütünün üye olduğu DDA, iki yıl önce başladı. ‘1 Türkiye Hayali’ çalışmasına.

‘1 Türkiye Hayali’, DDA üyesi örgütlerde görev alan insanların ülke geleceğine odaklanarak düşüncelerini ifade edebilecekleri bir katılım aracı olarak tasarlanmıştı.

İki senenin sonunda ortaya, “Türkiye İçin Bir Hayal, Fikir ve Ortaklık Haritası” başlıklı bir rapor çıktı.

***

‘Hayalgücü Buluşmaları’ adı verilen özel tasarlanmış toplantılarda, katılımcılara bir gazetenin ilk sayfasının boş taslağı verildi. Buraya 2030 yılının o günkü gazete haberlerini yazmaları istendi. Tek şart bütün haberlerin olumlu olmasıydı. Çalışmaya 28 ilden 515 kişi katıldı. 2030 yılının ‘Hayal Gazeteleri’ni bu gönüllüler hazırladı.

Ortaya çıkan gazete haberleri, bu alanın uzmanları tarafından tek tek okundu, gruplandırıldı ve analiz edildi.

Bu analiz sonucunda, ortaya bakın neler çıktı.

***

515 katılımcı, 2 binin üzerinde hayali döktü gazete sayfasına.

Ülke insanının hayalleri şu altı başlıkta ortaklaştı :

N Güçlü ekonomi, refah, mutluluk, huzur içinde yaşam. Bu hayalin gerçek olması için fırsat eşitliği ve gelir adaleti.

- Çocukların potansiyellerini ortaya çıkaran, bilimsel eğitimin verildiği eğitim sistemi.

- Bilim ve teknoloji üretiminde dünyada öncü Türkiye

- Kaostan uzak, huzur veren yaşam alanları. Binalarla kuşatılmayan, çocuklarımızla vakit geçirebileceğimiz yeşil alanlara sahip kentler.

- Herkesin kanun önünde eşit olduğu, kendisini korkmadan ifade edebildiği bir Türkiye.

- Bilim ve teknoloji, eğitim, demokrasi, insan haklarında itibar sahibi ve lider Türkiye.

H H H

DDA’nın İletişim ve Sivil Toplum Program Koordinatörü Sait Fehmi Ağduk yapılan çalışmaya dair önce şu noktanın altını çizdi:

“Bu çalışma, insanların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir araç ve güvenli bir ortama kavuştuğunda, Türkiye’nin geleceğini bir arada inşa edecek birçok hayal ve fikirde ortaklaştığını ortaya koydu.”

Ve Ağduk’un sonuca ilişkin sözleri:

“1 Türkiye Hayali, sivil alanda çalışan ve sivil toplum örgütlerinin kendi tabanlarının ihtiyaçlarına kulak kabartması gerektiğini düşünen bizlere, ortaya attığımız şu üç tezimizi kanıtlama imkânı da verdi.

Ülkemizin insanları;

1. Uygun ortamlar ve iletişim araçları sağlandığında kendilerini rahatça ifade edebiliyor.

2. Türkiye’ye ve geleceklerine ilişkin birçok konuda fikir üretebiliyor.

3. Ve yine Türkiye’ye ve geleceklerine ilişkin birçok konuda ortaklaşabiliyor.

***

Denge ve Denetleme Ağı’nı (DDA) bu köşede 19 Kasım 2014’te tanıtmıştık.

“Ağlamak yerine ağ örenler de var” başlığıyla...

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-698446-yazar-yazisi-aglamak-yerine-ag-orenler-de-var/ )

DDA; çalışmaya, ağını örmeye devam ediyor. Aynı umut, aynı iyimserlik ve aynı hassasiyetle...

Yazının devamı...

Afrin gündemindeki kritik noktalar

"Suriye’nin Türkiye sınırındaki Afrin’de, 8 - 10 bin arası PYD/PKK’lı terörist barınıyor. Türkiye’nin Afrin’i hedef göstermesinin ardından kamplarını boşaltan teröristler, sivil yerleşimlere gizlendi, hendek ve sığınaklara saklandı. Suriye’nin kuzeybatı ucundaki Afrin, Halep’in Türkiye’nin Hatay ve Kilis illerine sınır ilçesi.”

Bu satırlar, Anadolu Ajansı’nın (AA) dün geçtiği analiz haberin spotunu oluşturuyordu.

( http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/turkiye-nin-yani-basindaki-teror-yuvasi-afrin/1032377)

Ve bu bilgiler, Afrin’e olası müdahalenin bir ‘meskun mahâl operasyonu’ şeklinde tezahür edeceğinin habercisi.

Kuvveden fiile

Türkiye, uzunca bir süredir uyarılarının dikkate alınmaması halinde, son çare olarak Afrin’e askeri bir operasyon düzenleyebileceğini seslendiriyordu.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Suriye’de 30 bin kişilik sınır güvenlik birimi kurmakta olduğunu açıklayınca Ankara kuvveden fiile geçti. Sınıra askeri yığınak başladı.

ABD’nin SDG ile ortak kuracağını söylediği Suriye Sınır Güvenlik Gücü, Türkiye için bir ‘terör ordusu’ demek.

Türkiye, bahsedilenin Suriye topraklarında Amerikan destekli PYD / YPG / PKK ordusu olduğunu söylüyor ve gereğini yapmakta kararlı.

Kilis Hatay arasındaki sınır hattına askeri araç, silah ve mühimmat sevkiyatı sürüyor.

Yani Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) “Şakam yok, blöf de yapmıyorum, ciddiyim” mesajını bu defa sözlü olarak değil, yaptığı hazırlıkla veriyor.

“Suriyeli rejim muhalifleriyle birlikte Afrin ve Münbiç’e, bugün yarın girebiliriz” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan.

Bugünkü MGK önemli

Başkent Ankara’da bugün Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı var.

Kurul’dan sonra kamuoyuyla paylaşılacak olan bildiride, kuvvetle muhtemel Afrin’e yönelik operasyon konusunda tam bir kararlılık mesajı da yer alacak.

Toplantıya, ayağının tozuyla katılacak olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın getireceği bilgiler büyük önem taşıyor.

Belçika’daki NATO Askeri Komite Genelkurmay Başkanları toplantısına katılan Orgeneral Akar, Amerikalı mevkidaşının da gözlerinin içine bakarak “Bu yanlıştan dönün” dedi. Ve ekledi, “PKK’nın bir uzantısı olduğu açık delillerle ispatlanmış olan terör örgütü YPG’nin ‘operasyonel ortak’ adı altında desteklenmesi ve silahlandırılmasına müsaade edemeyiz ve etmeyeceğiz.”

Dün Brüksel’de NATO üyesi ülkelerin genelkurmay başkanlarına hitaben bunları söyleyen Akar’ın bugünkü MGK toplantısında üyelere aktaracağı bilgiler, şüphesiz ki Ankara’nın tavrında ve tabii planlamalarında belirleyici olacak.

Meskun mahâl operasyonu

Dönelim yazının başındaki önemli ayrıntıya…

AA’nın haberinde, Afrin’deki PYD mensuplarının kamplardan çıkıp, sivil yerleşim bölgelerine geçtiği, hendekler kazdıkları, sığınaklarda düzen aldıkları bilgisi var.

Yani yakın geçmişte, yurt içinde, Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın da Cizre ve Silopi ilçelerinde olduğu gibi.

İki yıl önce tam da bu tarihlerde, yine bu sütunda, kent ve ilçe merkezlerindeki askerî harekât türünün zorluklarına dair bir yazı kaleme almıştım.

7 Ocak 2016 tarihinde “Üç hayati ayrıntı” başlığı altında meskun mahâl operasyonlarının, kırsaldaki terörle mücadeleden ne kadar farklı olduğunu irdelemiştik.

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-902285-yazar-yazisi-uc-hayati-ayrinti/ ) Keskin nişancı faktörü, bubi tuzakları gerçeği ve teröristle sivilleri ayırmanın zorluğu gibi çok kritik noktaları var şehir çatışmalarının.

Evet TSK’nın seçkin birlikleri bu konuda tecrübeli ama işin doğasında yüksek oranda risk her zaman var.

Türkiye’yi, olası bir Afrin operasyonunda yine bir meskun mahâlde mücadele bekliyor gibi görünüyor.

Yazının devamı...

Hasip Kaplan ilk kez konuştu

Önce hatırlatma...

“HDP kurultayında Demirtaş’ın yerine sakın bir Türk göz dikmesin, benim naçizane önerim, herkes haddini bilecek...!”

Her şey, HDP eski Milletvekili Hasip Kaplan’ın, 9 Ocak 2018, saat 20.05’te attığı bu tweet ile başladı.

Yaklaşık iki saat sonra, saat 22.18’de HDP Genel Merkezi’nin resmi twitter hesabından şu mesaj paylaşıldı:

“Hasip Kaplan Twitter hesabından yapılan ırkçı, ayrımcı ve ötekileştirici paylaşımların HDP anlayışı ve politikaları ile hiçbir ilgisi yoktur. Kınıyor ve ayıplıyoruz.”

Kast ettiğim bir kişiydi, Türkler değil

- Hasip Bey, bir tweet attınız ortalık karıştı. Merak ediyorum; zaten artık siyaseti bırakmak gibi bir niyetiniz vardı da, bu olay bir gerekçe ya da vesile mi oldu yoksa bir patlama anı mıydı?

- Bunun izahı, gerekçesi çok net. Açıklamamızı, genel merkez adına, ayaküstü ‘ırkçı’ bir açıklama olarak tanımlayıp; ondan sonra da Sırrı Süreyya’nın haddini bilmez küfür ve tehditleri var. E ondan sonra da yapılacak bir şey yoktu.

- Sizin o ilk tweetinizde, ‘Türk’ vurgusuyla kast ettiğiniz Sırrı Süreyya Önder miydi, Ayhan Bilgen miydi?

- Tabii ki bir kişiydi. Tabii ki parti içindeydi. Yani tabii ki Türkler değildi. Tabii ki maksadı aşan şekilde yapılan yorumlamalardaki kasıtla değildi.

- Kimdi pekiyi o bir kişi? Sırrı Süreyya Önder miydi?

- Neyse... Önemli değil Murat Bey, ben bu konuda konuşmayacağımı söyledim. Her şeyi de açık açık söyledim.

- O akşam, o ilk tweetiniz üzerine çoğunluk Sırrı Süreyya Önder’i kast ettiğinizi düşündü ama adaylığı konuşulan Ayhan Bilgen olduğunu söyleyenler de oldu. O yüzden netleştirmeye çalışıyorum...

- Benim Twitter’da bütün açıklamalarım çok net. Arka arkaya üç tane, dört tane tweet var. Her şey ortada. Kapalı bir şey yok. Bir ikincisi, bir de onun o üslubuna da cevap vermeyeceğim dedim. Halka havale ediyorum dedim, bitirdim, kapattım.

‘Yüksek promilli tweetler’ iddiası

- Pekiyi bir soru daha. Konuşulduğu için soruyorum... “Yüksek promil” vb ifadelerle, o tweetleri atarken alkollü olduğunuzu ima eden yorumlar yapıldı. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?

- İsteyen istediği şeye bağlasın. İsteyen istediği şekilde bağlasın. Anladınız mı ne demek istediğimi. Kusura bakmasınlar, bu kadar basit değildir. Hiçbir şey bu kadar basit değildir. İşi o noktaya oturtmakla, ırkçılığa oturtmakla hiç kimse kendi durumunu kurtaramaz, o kadarını söyleyeyim.

- Pekiyi bu iş siyaseten nereye varır HDP açısından?

- Bilmiyorum. Ben şu anda dondurdum. Bilemiyorum.

- Kurultay?..

- Bilemiyorum. Benim tweetlerim açık. Onun dışında kimseye, herhangi bir yere de açıklama yapmadım. Size söylediğim şeyler de zaten tweetlerimde de var. Her şey bellidir.

***

HDP Şırnak eski Milletvekili Hasip Kaplan’ın, geçen hafta yaşanan tartışmaya ilişkin telefonda yaptığı açıklamalar işte böyle.

Konu, taraflar açısından kapanmış görünüyor. Görünüyor diyorum çünkü siyaset bu. Eski defterlerin açılacağı yeni koşullar her zaman oluşabilir.

Yazının devamı...

İran’dan son haberler

“Ne sadece iç dinamikler, ne sadece dış güçlerin oyunu... Her ikisi de var gibi görünüyor, şu an İran’da yaşananların geri planında. Ama önce hangisi derseniz; önce içerideki yılların birikimi derim.”

İran’da da, Türkiye’de de uzun yıllardır iş yapan yabancı bir iş adamının sözleri bunlar.

***

Konuştuğum iş adamı, “Karışık bir durum. İsmini tam olarak koymak zor bence şu anda yaşananın” diyor ve tespitlerine şu cümlelerle devam ediyor:

- Hedef nedir, ona bakmak lâzım. Yani acaba istenilen bir şey mi yoksa istenmeyen bir durum mu, onu bilemiyorum doğrusu. Sonrasını merak ediyorum ben. Birilerini mi elimine etmek istiyorlar? Bu sorunun yanıtı önemli.

- İran’ın yabancı düşmanlarının ülkeyi karıştırmak istediği görüşüne belli ölçüde katılabilirim. Suudların, Amerika’nın, İsrail’in İran’a bakışını, İran politikalarını herkes biliyor. Bu bir sır değil. Mutlaka bir şeyler vardır ama olan bitenin hepsini de bu dış faktörlere bağlamak doğru değil.

- Ekonomik durum uzun süredir iyi gitmiyordu. İşsizlik sorunu uzun süredir önemli bir sorun. İnsanlar rahat değildi. Yani toplumsal bir mutsuzluk, huzursuzluk vardı zaten. Dolayısıyla karışıklığa uygun bir zeminin varlığından rahatlıkla söz edebiliriz.

- Daha genel bir açıdan bakıldığında, yani bölgenin bütününde yakın geçmişe baktığımızda aslında her şey çok net gözüküyor. Irak’ta yaşananlar, sonra Suriye... Türkiye’yi karıştırmayı denediler işte, siz yaşadınız. Ve şimdi de İran. Bütün bunlara tesadüf diyebilir misiniz?

Önce siyasiydi, şimdi ekonomik

İran’ı bilen bir iş adamından sonra, Tahran’da yaşayan bir başka iş adamıyla da görüştüm dün.

Yerinden, doğrudan anlattıklarını, onun ağzından şöyle özetleyebilirim:

- Meşhed’de başladı protestolar ve olaylar. Meşhed, seçimlerde Ruhani’yle yarışan ve kaybeden Reisi’nin şehri. Dolayısıyla, çıkışı itibariyle biraz devlet kendisi başlattı gibi bir düşünce de var. Yani devlet içinde başladığı yönünde bir görüş. Ama sonra diğer şehirlere sıçradı. Daha çok da küçük şehirlerde. Şu an 15 20 şehirde olaylar var ve daha çok ekonomik sorunlar kaynaklı görünüyor. Yani seçimler zamanında siyasiydi, şimdi bu sefer işsizlik başta olmak üzere ekonomideki kötü durum ön planda.

- Yüksek faiz verip halkın parasını toplayan küçük finans kurumları vardı biliyorsunuz. Bunlar batınca, paralarını kaptıran insanlar Merkez Bankası’ndan güvence bekliyorlardı. Bu olmadı. Üstüne, bu batan kurumların mollalarla bağlantıları ortaya çıktı. Sadece bu da değil... Artık internet çok yaygın, insanlar her şeyi öğreniyor. Bundan 8 10 sene önce sadece televizyon vardı, insanların tek haber kaynağı televizyondu ve onu da kontrol ettikleri için hiçbir haber yayılmıyordu. Ama şimdi internet, sosyal medya vs kanalıyla halk bütçenin detaylarını öğrendi.

- Hayat pahalılığıyla, işsizlikle boğuşan insanlar, ülke bütçesinin çoğunun mollalara, İslam’ı destekleme, yaygınlaştırma projelerine, yurt dışına vs gittiğini gördü. Bütçenin detayları, Telegram, Instagram ve WhatsApp’dan bütün ülkeye yayıldı, herkesin haberi oldu.

İnternet neredeyse yok

- İki gündür Instagram ve Telegram kapalı, çalışmıyor. VPN’ler (internete bağlanmak için kullanılan yurt dışı bağlantı kanalları) vardı, şimdi onları da kestiler. Yani VPN üzerinden de internete girilemiyor. WhatsApp bazen çalışıyor, gidip geliyor. İnternet pek iyi çalışmıyor ama asıl engelleme doğrudan Instagram ve Telegram üzerine. Eylemciler hazırlıklarını, planlamalarını sosyal medya üzerinden yapıp haberleşiyordu. Buluşma yerleri, saatleri vs... Şimdi protestocuların iletişimi zorlaştı.

- Tahran’ın merkezinde de, son iki gündür, öğleden sonra saat 4 5 civarlarında eylemler oluyor ve devam edecek gibi gözüküyor.

- Ülkeyi yönetenlerin bir aksiyon alması gerekiyor. İnsanlar, yöneticilerinin çıkıp açıklama yapmasını bekliyor. Ekonomiyle ilgili önlemler mesela... Ya da bugünkü koşulları iyileştirmek için ne yapılacak? Bir şey yapılacak mı? İnsanlar bunları duymak istiyor. Eğer böyle bir açıklama yapılmazsa, eylemler daha da yayılarak devam eder. Bugün itibariyle hava bu yönde.

Yazının devamı...

2018’de keşke...

- Trafikte sürücüler yayalara daha fazla yol verse,

- Okur ya da izleyicinin medyaya olan güveni artsa,

- Atılan çamurlar iz bırakmasa,

- Samimiyet ile hadsizliğin arasındaki ince çizgiyi görebilsek,

- Okumuş, iyi yetişmiş olanlar da cahiller kadar cesur olsa,

- Kişisel temizlik ve bakım ürünlerinin tüketiminde bu kadar cimri olmasak,

- Empati yapmaktan bahsedenlerin sadece yüzde biri empati yapsa,

- Daha fazla kitap okusak,

- Daha az bağırsak,

- Trafikte sürücüler klaksona yüklenmek yerine, fren pedalına dokunmayı tercih etse,

- Yalancılığın bir müeyyidesi olsa,

- Türkçeyi daha düzgün kullanmak gibi bir kaygımız olsa,

- İnsan hayatı önceki yıllardaki kadar ucuz olmasa,

- Sanatçıların özel yaşamlarından çok sanat ile ilgilensek,

- Sükûtun her zaman ikrardan gelmediğini, insanın bazen değmeyeceğini düşündüğü için sustuğunu fark edebilsek,

- İddia sahiplerine, iddialarını ispatla mükellef oldukları kesin bir dille hatırlatılsa,

- Sporu düşmanlık değil rekabet olarak görebilsek,

- Aptal yerine koyduğumuz karşımızdakilerin bu durumu fark etmeyecek kadar aptal olmadıklarını görebilsek,

- Her istediğimizden istediğimiz kadar yesek ama kilo almasak,

- Daha çok resim sergisi gezsek,

- Daha az kavga etsek,

- Sevdiklerimizin kıymetini, onları kaybetmeden bilsek,

- Beşiktaş yine ‘Şeref’iyle oynayıp ‘Hakkı’yla kazanarak şampiyon olsa,

- Daha çok ezber bozulsa,

- Daha az şiddet haberi duysak,

- Kendimiz için ‘hak’ gördüklerimizin başkaları için ‘lütuf’ olmadığını unutmasak,

- Dünyanın merkezinde bizden başkalarının da bulunabileceğini düşünsek,

- Verdiği sözü tutmayanlar ifşa edilse,

- ‘Aşk’ın ayıp ya da utanılacak değil, peşinden koşulması ve yakalandığında kaybetmemek için emek verilmesi gereken bir duygu olduğunu idrak edebilsek,

- Sözler ile özler bir olsa,

- Bu ülke insanı devletine güvenebilse,

- ‘Yorumcu’ sıfatıyla ekrana çıkan insanlar, hem bilgi birikimi hem de üslup açısından kahvehanede onları izleyenlerden bir adım önde olsa,

- Daha fazla dürüst olsak,

- Daha az çifte standart uygulasak,

- Yabancılardan esinlenmek, yabancı hayranlığına dönüşüp kendi insanı ve ülkesine yabancılaşmak sonucunu doğurmasa,

- Haksızlığa, sadece kendimize yapıldığında değil, her şekilde isyan etsek,

- Alın teriyle kazanılan paranın gönül huzuruyla harcanabileceğini unutmasak,

- Emek hırsızları önceki yıllardaki kadar itibar görmese,

- Efendilik ‘âcizlik' olarak algılanmasa,

- İnsanlar asılsız iddialarla suçlanıp cezaevine atılmasa,

- ‘Düşmanlık’ ve ‘şiddet’ sözcüklerini daha az duysak,

- Karşımızdakini hep kendimiz gibi bilmesek,

- Her konuda, özellikle de insan ilişkilerinde daha ‘özenli’ olsak.

Ve

2018 keşke, hepimiz için önceki yılların hepsinin toplamından daha fazla sağlık ve huzur ile dolu olsa.

NOT: Bu yazıyı, ufak tefek değişikliklerle, senelerdir bir yılı bitirip sonrakine başladığımız günlerde yazıyorum. Ve maalesef aynı ‘keşke’ler çok uzun süredir geçerliliğini koruyor. Ne acıdır ki liste kısalacağına uzuyor.

Yazının devamı...

Paris izlenimleri

Avrupa Birliği (AB) Bakanlığı’nın düzenlediği toplantı için Paris’teydik hafta içinde...

Bakanlığın organize ettiği ‘Türkiye AB Sivil Toplum Buluşmaları’nın ‘Ortak Geleceğimiz Avrupa’ başlıklı oturumu için Fransa’nın başkentinde, bu ülkenin önde gelen gazetecileriyle bir araya geldik.

Meslektaşlar buluşmasında yaşananları dün bu sütundan aktarmıştım. ( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-1128666-yazar-yazisi-paris-te-fransiz-meslektaslarla-/ )

Bugün de Paris’ten izlenimlerimi paylaşacağım.

Kafelerin manzarasında artık özel timler de var

Paris, kafeler şehri malum...

Kaldırımların üzerine sıralanan küçücük masalarında adeta omuz omuza oturan insanların doldurduğu kafeler, şehrin sembollerinden.

Fonda Edith Piaf’ın sesinden klasikleşmiş şarkılar; sokak kafelerinde şarabınızı ya da kahvenizi yudumlarken Fransız başkentinin o kendine özgü atmosferini solursunuz.

Şehrin merkezindeki hemen her kafeden, her restorandan benzer manzaralara tanıklık etmek mümkündür. Champs Elysee’de de, Saint Germain’de de... Opera’da da, Montparnasse’da da…

Tarihi dokuyu yansıtan mimari, Fransızların günlük koşuşturmanın içinde bile öne çıkan şık görünüm ve tavırları, Paris’i diğer Avrupa başkentlerinden ayırır.

Daha doğrusu, ayırır-dı !

Şimdi ise o manzaranın parçalarından biri çelik yelekli, otomatik tüfekli güvenlik güçleri.

Güvenlik alarmı

Noel arifesindeki Paris ışıl ışıldı.

Yılbaşı alışverişinin yarattığı hareketlilik hem araç hem yaya trafiğine fazlasıyla yansımıştı.

O kalabalığın içinde öne çıkansa, şehrin en turistik noktalarında görev yapan tam teçhizatlı özel timlerdi.

Sadece polis ya da jandarma değil, Fransız Ordusu’nun anti terör timleri de üniformalarıyla sokaklardaydı. Hem de her yerde…

Yakın geçmişte defalarca terör eylemleri yaşayan Fransa’da güvenlik tedbirleri, özellikle de Noel öncesi, en üst seviyeye çıkarılmıştı.

Polis, jandarma ve özel harekat timleri, üçer dörder kişilik ekipler halinde sokaklardaydı. Sokaklarda görev yapan sivil istihbarat ve güvenlik personeli sayısının, üniformalılardan kat be kat fazla olduğunu da öğrendik.

Terör endişesinin yanında, şehrin kalabalık bölgelerinde çok ciddi bir yankesicilik tehdidi de var Paris’te.

Otel çalışanlarından, mağazadaki tezgahtara kadar birçok kişi kapkaççılara dikkat etmemiz konusunda uyardı bizi.

Paris’te Fransızlar azınlıkta kalmış

Dediğim gibi, şehir çok canlıydı…

Fakat Paris’te Fransızlar azınlıkta kalmış artık.

Hep yabancı turistler…

Araplar, Kuzey Afrikalılar ve orta doğuluların oluşturduğu Müslüman turistler çoğunlukta. Sonra da uzak doğulular geliyor…

Bilmelerine rağmen İngilizce konuşmayı reddetmeleri ve ısrarla kendi dillerinde iletişim kurma alışkanlıklarıyla tanınan Fransızlar, bu geleneği de geride bırakmış artık.

Garsonundan taksi şoförüne, hemen herkes turistlerle doğrudan İngilizce konuşuyor artık.

Erdoğan’ı neden seviyoruz?

Taksi şoförü demişken…

Dün, Cezayir asıllı bir taksicinin verdiği ‘Zinedine Zidane örneği’ni aktarmıştım.

Bugün de bir başka yine Cezayir kökenli Fransız taksi sürücüsünün sözleriyle bitireyim yazıyı.

Türk olduğumuzu öğrenince daha bir içten sohbet eden şoförümüz, ikinci cümlede “Erdogan” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı çok sevdiklerinden söz etti. Sonra da biz sormadan devam etti:

“Neden seviyoruz biliyor musunuz Erdoğan’ı?”

“Neden” dedim.

“Çünkü, dünyada İsrail’e açık açık meydan okuyan, İsrail’e tepki gösteren tek Müslüman lider sizin cumhurbaşkanınız. İşte bu yüzden, bizim için yeri farklı” diye cevap verdi.

Son günlerde Kudüs merkezli yaşanan gündemi, dünyanın farklı coğrafyalarındaki Müslümanların yakından takip ettiğini, Paris’teki Cezayir asıllı Fransız taksici vesilesiyle bir kez daha, işte bu şekilde görmüş olduk.

Yazının devamı...

Paris’te Fransız meslektaşlarla...

Avrupa Birliği (AB) Bakanlığı’nın çok isabetli ve faydalı bir uygulaması var.

Bakanlık, “Türkiye AB Sivil Toplum Buluşmaları” düzenliyor Avrupa’nın farklı başkentlerinde.

Son buluşmanın adresi Fransa, başlığı da ‘Ortak Geleceğimiz Avrupa’ydı.

Ankara ve İstanbul’dan bir grup gazeteci, Paris’te Fransız meslektaşlarımızla bir araya geldik.

AB Bakanı Ömer Çelik toplantıya katılamadı. Bakanlık Müsteşarı Selim Yenel vardı masada.

Dünkü VATAN’ın haber sayfalarında yer aldı; Yenel’in “Türkiye ve AB; karşılıklı olarak birbirimize tam olarak güvenmiyoruz. Ve biz AB’ne yeniden güvenmek istiyoruz. Bunun için de doğrudan ve samimi bir diyalog ortamına ihtiyacımız var” sözleri önemliydi.

Nazi benzetmesinin derin izleri

Habertürk Genel Yayın Müdürü Selçuk Tepeli’nin moderatörlüğünde gerçekleşen toplantıda söz alan Le Monde editörü Marc Semo, Türkiye AB ilişkilerindeki sıkıntılı durumun Ankara kaynaklı olduğu görüşündeydi.

“Avrupalı muhataplarına, mevkidaşlarına Nazi diyen bir lideriniz var” cümlesi, Semo’nun bakışını özetlemeye yetiyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; ülkesinde yaşayan Türklere yönelik baskıları üzerine, Alman Şansölyesi Angela Merkel hakkında “Yaptıkları Nazi dönemindeki uygulamaları çağrıştırıyor” ifadesini kullanmıştı.

İşte o sözler, Paris’te, Fransız gazeteciler tarafından, “Sizin cumhurbaşkanınız, Avrupalı liderlere Nazi diyor” şeklinde karşımıza çıktı.

Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu izah etti Erdoğan’ın o açıklamasına dair bütün detayları ama bir süre sonra bir başka Fransız gazeteci yine aynı noktayı hatırlattı.

Toplantının sonlarına doğru, aynı konu bir kez daha gündeme geldi. Bu defa biraz daha farklı bir tarzda…

Yan yana oturduğumuz Le Figaro’nun Kıdemli Ortadoğu Muhabiri Georges Malbrunot şöyle dedi:

“Evet, Erdoğan’ın Nazi benzetmesi hepimizi çok rahatsız etti ama Fransız yetkililerin, ‘Sorun İslam’ söylemi de aynı derecede rahatsız edici. Biz burada, Paris’te, devletin en üst seviyesinde bu görüşün dile getirildiğine şahit olduk.”

Taksici ve Zidane örneği

Farklı noktaların irdelendiği ve iki tarafın büyük oranda birbirini anladığı hoş bir ortama sahne olan toplantıdan çıktığımda, önyargıları ve çifte standartları düşünüyordum. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, kimilerinin sabit fikirleriyle başa çıkmanın mümkün olmadığını…

Biraz yürüdükten sonra bir taksi çevirdim otele dönmek için.

Trafik yoğunluğu, klasik taksici müşteri sohbetini doğurdu.

Sürücü 39 yaşındaymış. Cezayir asıllı…

“Fransızım ben” dedi. Paris’te doğmuş, büyümüş; çocuklarını da burada büyütüyor.

Ve tek bir örnekle özetledi Fransa’daki yabancıların durumunu.

Zinedine Zidane örneğiyle…

“Zidane” dedi… “Gol atarken Fransızdı, kafa attığında Cezayirli.” (*)

“Bize” dedi, “Böyle bakıyorlar.”

“Yani” dedi… “Ülkeye katkı verdiğimiz ve onları rahatsız etmediğimiz sürece Fransızız; Fransa açısından en ufak bir sorun yarattığımızda ise Cezayirli, Türk ya da bir başka milletten.”

***

Otele gelip taksiden indiğimde, Cezayir asıllı Fransız taksicinin sözleri sonrası bir kez daha kani oldum, çifte standartlar ve önyargılarla başa çıkmanın bu dünyadaki en zor iş olduğuna.

(*) Cezayir asıllı Fransız eski futbolcu, 2006 Dünya Kupası final maçında, İtalyan rakibi Materazzi’ye kafa atıp kırmızı kart görmüştü. 1 1 biten maçın uzatma bölümünün son 10 dakikasında bile olsa 10 kişi kalan Fransa, kupayı penaltılarla kaybetmiş, Zidane’ın hareketi maçın önüne geçmişti.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.