Şampiy10
Magazin
Gündem

ABD ile üçlü mekanizma

ABD ile YPG meselesi nedeniyle yaşanan sorunların çözümü için iki ülke arasında üçlü mekanizma oluşturulacağını açıklayan Başbakan Yıldırım “Savunma bakanları, dışişleri bakanları kendi aralarında, istihbarat teşkilatının başkanları da kendi aralarında yakın çalışacaklar” dedi

Başbakan Binali Yıldırım, Almanya ziyaretinden dönerken gazetecilere iki ülke arasındaki ilişkiler, ABD ve Suriye ile YPG konusunda yaşanan son gelişmeler ve Irak konusunda soruları yanıtladı.

- ABD ile yapılan görüşmelerle ilgili biraz daha bilgi almaya ihtiyacımız var. Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı görüşmeler yaptı. Bir takvimlendirilmiş, sözlerin ötesine geçecek mekanizmadan söz ediliyor. Bazı kararlar alındı deniliyor. Mekanizma nasıl işleyecek, nedir?

Mekanizma 3’lü olacak. Savunma bakanları, dışişleri bakanları kendi aralarında, istihbarat teşkilatının başkanları da kendi aralarında yakın çalışacaklar. Bu konunun detaylarını, ilgili bakanlarımızla yapacağımız bir koordinasyon içinde bu görüşmenin içeriğini de gördükten sonra ele alacağız. Amacımız; sınırlarımızın hemen ötesinde bir terör oluşumunu ortadan kaldırmak ve sınır güvenliğimizi tehdit eden bu oluşumlara izin vermemek. Diğer yandan Suriye alanında da şu olmaması lazım; PKK’nın başka bir isimle Kuzey Irak’ta yapmaya çalıştığı sözde bir terör devleti kurma hevesinin bu sefer Suriye’de gerçekleşmemesi lazım. Şu anda Afrin’de yaptığımız çalışma bunun önüne geçmek için. Fırat Kalkan’ı da öyle. Münbiç ve diğer bölümlerle ilgili çalışmalar, önümüzdeki günlerde karşılıklı görüşmelerde bir noktaya gelecek. bizim buradaki duruşumuz çok net. Kararlılığımızdan herhangi bir tereddüt yok. Özetle Suriye sınırının neresinde olursa olsun Türkiye’nin milli güvenliğine, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğine, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelecek her türlü tehdit bizim için önemlidir. Bu tehdidi bertaraf etmek gibi bir sorumluluğumuz mevcut...

‘Nereye giderse gitsin...’

- Osmanlı Tokadı ile ilgili sorular geldi. Osmanlı’dan mı korkuyorlar yoksa TC’nin Osmanlı kadar güçlenmesinden mi korkuyorlar?

Tokat durup dururken vurulmaz. Yanı bir karşılığı varsa, bir nedeni varsa vurulur. Burada bizim kastettiğimiz, cumhurbaşkanımızın kastettiği; biz hiçbir ülkeyle savaş yapmıyoruz. Terörle mücadele ediyoruz. Teröre karşı operasyon yapıyoruz. Onlara da gereken tokadı vuruyoruz, vurmaya devam edeceğiz. durup dururken, bize değmeyen bir ülkeye hasmane tutum içine girmemiz söz konusu değil.

Münbiç’ten PKK çıkarsa mesele bitiyor mu?

O bir adımdır. En azından orada burnumuzun dibinde hem de Arap nüfusun bu kadar yoğun olduğu bir yerde onların tepesine çökmüş bir terör örgütü var. Bu bizim için tehdit. ABD’liler de onların yanında. O bir kere atılması gereken bir adımdır. Bu şimdinin işi de değil. Geçmiş yönetimden beri verdiği sözdür; ordan çıkacak diye. Ama bizim için orta ve uzun vadede ne Irak ne de Suriye topraklarında Türkiye’ye karşı bir terör oluşumunun varolmasına ve yaşamasına asla müsamahamız olmaz. Bu, Fırat’ın doğusu, batısı diye pazarlığı da olmaz. Tehdit neredeyse orada biz olacağız. Nereye giderseler gitsinler. Gittikleri yere kadar askerimiz enselerinde olacak ve gereğini yapacaktır. Gerek içeride, gerek dışarıda. Ne zamana kadar. ‘Artık terör yoktur, bizim terörle işimiz yoktur. Türkiye ye herhangi bir zarar verecek değiliz’ dedikleri zaman. Nasıl, ‘DEAŞ’ı hep birlikte yok edelim’ diyorlar... Yani başkalarınından da bekliyoruz. ‘PKK’yı da YPG’yi de beraber yok edelim’ diyorlar ama o konuda isteğimiz işbirliğini göremiyoruz. DEAŞ’ın niye ise albenisi yüksek. Çok fazla reklamı yapılıyor ama PKK’dan YPG’den en büyük zararı gören, bedeli ödeyen biziz. Irak sahasında 40 yıla yaklaştı neredeyse, binlerce onbinlerce insanımızı kaybettik, şehitlerimiz var. Şimdi artık orada PKK ismi eskidi. Bir çok ülkede terör örgütü olarak tanındı. Şimdi bir taktik yapıyorlar. Demokratik oluşum filan... Yersen.”

ABD ile FETÖ mücadelesi

“Kapsamlı heyetler kurulmasının amacı; sadece Suriye’deki YPG konusu değil, aynı zamanda ABD ile ilişkilerimizin bozulmasına sebep olan konular bir bütün halinde ele alınacak. Diyelim ki biz Suriye alanında işbirliği yaptık, bunlar YPG ile işbirliğinden vazgeçtiler, ABD ile ilişkilerimiz düzelmiyor ki, başka konularımız var. FETÖ konusu var, devam eden dava var. Onların burada devam eden vatandaşlarının davası var. Bizim Halkbankası, daha doğrusu Zarrab davası var. Bunların hepsi bir bütün olarak ele alınması gerekiyor.”

MERKEL'DEN ADİL ÖKSÜZ TALEBİ

- Adil Öksüz konusu gündeme geldi mi?

Kendilerine (Merkel), ‘Bu veya diğer FETÖ örgüt elemanları konusunda destek olursanız memnun oluruz’ dedik. Aslında Almanya son zamanlarda bölücü terör örgütüne karşı tutumunu sertleştirdi. Bu iyi bir gelişme. Aynı şeyi FETÖ teröristlerine karşı da yapmasını bekliyoruz. Bunu da bizatihi söyledik.

Bu konuda Merkel’in bir sözü, izleyeceği plan oldu mu?

Konuyu dinledi, olumsuz bir beyanatı da olmadı. şunu dedik; ‘Bazı iltica taleplerine karşılık vermeden bizimle temasta olmanızda fayda var.

Çünkü bazıları var ki; bu teröristlerden direkt darbede yer almış, ciddi şekilde suç işlemiş ve cezalandırılması söz konusu olan isimler var.‘ Bunların Almanya-Türkiye ilişkilerini bozmasına izin vermememiz gerekir’ diye söyledik. Merkel ne dedi? ‘Biz darbeyi şiddetle kınadık ve tekrar kınıyoruz’ dedi. Konuşulan konulardan; tutuklu Almanlar dedi. Biz de tutuklu Türkler’den bahsettik. Terörle mücadelede ortak çalışmaya varız dedi. Sürekli iletişim kanallarını açık olması gerektiğini söyledi. Biz de katıldığımızı, aynı düşündüğümüzü söyledik.

‘Bu adamdan başka mesele yok mu?’

- Deniz Yücel’in tahliyesinin arkasında gizli görüşme trafiği var mı?

Bu konu ile ilgili Almanya’ya gelmeden önce Erzincan’da Almanya’nın ARD televizyonuna mülakat verdim. Orada soruldu, ben de; Türkiye hukuk devleti, hukuk devletinde de bu işler hukukçuların, yargının işi. Bizim onların işine karışmamız yanlış olur’ dedim. ‘Tutuklu duruyor, mahkemeye çıkmadı. Nasıl olacak, ümitli misiniz?’ Diye sordular ‘Her duruşma bir ümittir’ dedim. Hukuken işleyecek bir süreci anlattım.

Arkadaşlar, bütün bu tezviratları, hükümetler arasındaki ilişkilerin iyi yönde gelişmesinden rahatsız olan çevreler var. Burada medya üzerinde, bir takım sol siyaset üzerinden, sivil toplum örgütleri üzerinden, maalesef PKK’lılar burada aktif rol oynuyorlar. İlişkileri müspet yönde etkileyecek bu durumu bozmak, baltalamak için gayret ediyorlar. Almanya ile Türkiye arasında bir tane bu adamdan başka bir mesele yok mu yani. Bu kadar basite indirgenecek bir ilişki değil.

- MİT ile Alman İstihbarat Örgütü (BND) arasında tekrar çalışma başladı mı?

İstihbarat örgütleri arasında bilgi değişimi her zaman var ama bazı zamanlarda fazla, bazı zamanlarda az olur. Bunun kesilmesi; polis, istihbarat, asker ve diğer kurumlar arasında kesilmesi söz konusu değil. Ne zaman olur; diplomatik ilişkileri kesersen...

Dönüşü yakın

Başbakan Yıldırım Almanya ziyareti sırasında, bu ülkede tedavisi süren CHP’li Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal’la da görüştü. Yıldırım şu bilgileri verdi: Sağolsun kızı zahmet etti geldi, bize sağlığı hakkında bilgi verdi. Yakın zamanda da dönmeyi planlıyorlar. ‘Durumunda iyileşme var’ dedi. ‘Burada daha fazla durmaya niyetimiz yok, döneceğiz.

Kandil’e ortak operasyon yok

Irak Başbakanı ve beraberindeki heyetle birlikte çok verimli bir görüşme yaptıklarını belirten Başbakan Yıldırım, “Kandil’e operasyon konuşuluyordu?” diye hatırlatılması üzerine, “Bizim oradaki PKK ile mücadelemizi kendi kapasitemiz ile yapacağız. Bugüne kadar yaptığımızı bundan sonra da devam ettireceğiz. Irak’ın bu noktada zaten yeterince meşgalesi var. Gerek Kandil gerek başka yerlerdeki mücadeleye kapasitemiz yeterli rahatlıkla yapabiliriz bir sıkıntı yok” dedi. Hava harekatlarının yanı sıra gerekirse kara harekatı da olabileceğini ifade eden Yıldırım, “Şartlar neyi gerektiriyorsa o operasyonu yapabilme kapasitemiz var. Buna hakkımız da var. Irak’ın herhangi bir itirazı söz konusu değil. Benzer şekilde İran’ da bu operasyonlarla ilgili olumsuz bir tutum içinde değil” dedi. Irak’ta mayıs ayında seçim olacağını hatırlatan Yıldırım, “Kapsamlı işbirliği seçim sonronrası olabilir” dedi.

AB’den yeniden vize adımı

Temasları hakkında bilgi veren Başbakan Yıldırım, “Bulgaristan Başbakanı ile görüştük. Dönem Başkanı olarak bizi davet etti, ilişkilerimizin düzelmesi için hep gayret ediyor. Katar emiri ile görüştük, orada da iyi geçti. (AB Komisyonu Başkanı) Junker, ‘Türkiye ile işleri tekrar düzeltmek istiyoruz. Vize konusunu tekrar eele almak istiyoruz’ dedi. Theresa May ile ayak üstü konuştuk. Fransa Başbakanı ile görüşmemiz oldu. Ukrayna Cumhurbaşkanı ile ayak üstü konuştuk. Gürcistan Başbakanı ile konuştuk. Yunanistan demokrasi partisi ana muhalefet partisi lideri Miçotakis ile görüştük. Polonya Başbakanı ile vatandaşlarla görüştük” dedi.

Türkler memnun

Almanya’da Türk vatandaşlar ile bir araya geldiniz. Gerilim dolayı Ne düşünüyorlar? Tedirginlik var mı? sorusu üzerine Yıldırım şöyle dedi: Vatandaşlar bundan memnun. Dedikleri şu: İlişkilerin iyileşmesini biz memnuniyetle karşılıyoruz. Bunun gerilmesi bizi de geriyor. Öyle veya böyle istemesek de olumsuzluklar oluyor. İlişkiler gerildiği zaman vatandaşlarımızın tutumu çok net.

Yazının devamı...

Büyük Kulüp’te diplomatik gerginlik

Tarih 30 Ocak 2018 Salı...

Yer, İstanbul Çiftehavuzlar’daki Büyük Kulüp. Fransızca adıyla Cercle D’Orient.

Kuruluş yılı 1882 olan Büyük Kulüp, ‘Türkiye Fransa ilişkileri’ konulu bir konferansa ev sahipliği yapıyor o akşam.

Uluslar arası İlişkiler ve Kardeş Kulüpler Komitesi’nin düzenlediği konferansın konusu, “Fransa Türkiye AB ilişkilerinde 2018’de bizi bekleyenler”.

Konuşmacı da Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Charles Fries.

***

Saat 19.30’daki kokteylin ardından 20.30’da Balo Salonu’nda başlayan konferansa Büyük Kulübün seçkin üyeleri, Türkiye adına Avrupa’nın önemli başkentlerinde görev yapmış emekli büyükelçiler, İstanbul’da görev yapan yabancı misyon temsilcileri davetli.

Moderatörlüğünü Lüksemburg eski Büyükelçisi Celalettin Kart’ın yaptığı konferanın dinleyicileri arasında Brüksel eski Büyükelçisi Fuat Tanlay, Paris eski Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu, Rabat eski Büyükelçisi Uğur Arıner, Addis Ababa eski Büyükelçisi Murat Bilhan, Atina / Pire eski Başkonsolosu Beyza Üntuna gibi eski diplomatlar da bulunuyor.

Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Charles Fries konuşmasına Fransa Türkiye ilişkilerinin tarihi perspektifini anlatarak ve iki ülke dostluğunun çok eskilere dayandığını söyleyerek başlıyor.

Güncel duruma geldiğinde ise konuşması Türkiye eleştirilerine dönüşüyor.

“İnsan hakları, fikir hürriyeti gibi başlıklarda Türkiye’nin karnesi kötü” diyor örneğin.

Osman Kavala’nın adını veriyor Fransız Büyükelçi. Kavala’nın tutuklanmasını eleştiriyor.

Keza Büyükada tutuklamalarını.

Tutuklu gazeteciler konusuna temas ediyor.

Bu örneklerin ardından, “Bütün bunlar batı dünyasının davranış şekilleri değildir” diyor Charles Fries.

“Böyle devam ederse, Türkiye’nin batı dünyasının parçası olamaz. Kriterlerini yerine getirmezse, Türkiye Avrupa Birliği içinde yer alamaz” diye de ekliyor.

Fransız Büyükelçi, devam eden Zeytin Dalı Harekâtıyla ilgili olarak da “Terörle mücadeleyle sınırlı kalmalı, bir işgal operasyonuna dönüşmemeli” diyen ülkesinin Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un çizgisinde değerlendirmelerde bulunup “Bir an önce sonuçlandırılmasını temenni ediyoruz” diye konuşuyor.

Tanlay salonu terk ediyor

Charles Fries’in, bir saat civarında süren konuşmasında içeriğin yanı sıra üslubu da salonda bulunan Türk meslektaşlarını rahatsız ediyor.

Konuşma bitip, konferansın soru cevap kısmına geçildiğinde ilk sözü Emekli Büyükelçi Fuat Tanlay alıyor.

Sözlerine Fransızca başlayıp Türkçe devam eden Tanlay, diplomasinin nazik üslubu içinde ama sert bir tepki gösteriyor Fries’e.

Tanlay (bana aktarıldığı kadarıyla) şunları söylüyor:

“Sayın Büyükelçi, Kapitülasyonlar Lozan ile birlikte 1923’te bitti. Onlar ekonomik ağırlıklıydı, sizin konuşmanız, kriter ve kıstaslarıyla bana kapitülasyonları hatırlattı. Burada, adeta bir sömürge valisi zihniyetiyle konuşmanızı ben kabul edemem, buna müsaade edemem. Burada keşke Türkiye Fransa ilişkilerini iyi niyetle anlatma çerçevesinin dışına çıkmasaydınız. Böyle olmadığı için, tavrınız ve üslubunuzu kabul etmiyor, salonu terk ediyorum.”

***

Tanlay tepkisini bu sözlerle dile getirip salondan çıktıktan sonra bir diğer emekli diplomat Uğur Arıner, Fransız Büyükelçi’ye, “Ülkenizde, soykırımın inkarı kanunu hala yürürlükte mi” diye soruyor.

Yine bana anlatılanlara göre Fries bu soruya zorlanarak da olsa “Evet” yanıtını veriyor.

Toplantı, işte bu atmosferde son buluyor.

Ve ilginç bir not...

Oturumun moderatörü Emekli Büyükelçi Celalettin Kart konferansı kapatırken, “Buradaki konuşması Sayın Büyükelçinin kişisel görüşleridir” şeklinde bir ifade kullanmak ihtiyacını hissediyor.

Yazının devamı...

İçki yasağı

"Burdur il sınırları içerisinde; kamunun istifadesine açık park, bahçe ve üzerinde tesis bulunmayan açık alanlarda, meskun mahallerde, karayollarında, umuma mahsus yerlerde veya umumun istifadesine sunulan piknik ve ören yeri gibi alanlarda, gar, otogar, meydan, cadde, sokak, tarihi ve kültürel mekanlarda, ibadethaneler ile terk edilip kullanılmayan yapılar, inşaatlar, banka ATM’leri, köprü altları, mezarlıklar, gezinti yerleri vb yerler ile nerede park halinde olduğuna bakılmaksızın her türlü aracın içerisinde çevreyi rahatsız edecek şekilde ve açıkta alkol içilmesi yasaktır.”

Burdur Valiliği’nin, 07/02/2018 tarih ve 2018/01 sayılı kararının 4’üncü maddesi aynen böyle.

***

Yukarıdaki listeye bakıldığında, restoran, bar vb alkol ruhsatına sahip ticari mekânlar ve özel alan yani ev, ofis gibi yerler dışında hiçbir yerde alkollü içki tüketilemeyeceği görülüyor. Metindeki ‘meskûn mahal’ifadesi bunu gösteriyor. (‘Meskûn mahal’in TDK Sözlüğü’ndeki karşılığı ‘yerleşim merkezi’.)

İdarenin, benzerleri gibi bu yasağa da göstereceği gerekçeleri tahmin etmek güç değil. Çoğunda da haklı oldukları açık.

Valiliğin yasaklama kararında iki ana kriter var:

1.) Alkollü içeceğin açıkta içilmesi.

2.) Çevreyi rahatsız etmek.

***

Malum, alkol yasakları her zaman tartışmaya açıktır.

Malum, yasaklar tepki doğurur.

Malum, yasağı delmeye niyeti olan bir yolunu bulur.

Ve malum, yurdum insanı o yolları bulmakta ziyadesiyle mahirdir.

Hadi bunu da bir yana bırakalım...

***

“Yasaklar keşke olmasa tabii ama böyle bir karara gerek duyulduysa muhakkak vardır kabul edilebilir gerekçeler” diyerek...

“Alkol yasağını, o bildik ‘yaşam tarzlarına müdahale’ başlığına bağlamadan...

“Her şey bitti, bir tek alkol mü kaldı” türünden ezberlerle değil, muhtemel fiili durumları esas alan sorularım var.

***

Merak ediyorum...

Mesela, Burdur’da bir kişi evinde ya da bir restoranda alkollü içki tüketse...

İçtiği, misal tek bir şişe bira ya da bir kadeh şarap olsa...

Yani sarhoş olmasa...

Sonra gidip, valiliğin yasak listesinde yer alan bölgelerden birinde; bir parkta, bir meydanda, gar ya da otogarda otursa...

Hasbelkader, bulunduğu yerde bir başkasıyla bir tartışma yaşasa...

Tartışma büyüse... Polis meseleye müdahil olsa...

Bir saat önce bir bardak alkol tüketen o kişinin durumu ne olacak?

“Ağzı kokuyor, bu kişi alkollü” dese tartışmanın diğer tarafı mesela...

Hatta bir adım ileri gitse, “Bu zaten burada içmiş” türünden bir iftira atsa…

Çıkan tartışmanın yüzde yüz haklı tarafı bile olsa, o kişinin başına, sırf bir kadeh alkollü içki içtiği için olmadık işler gelir mi?

***

Listeyi uzatmak mümkün ama sanırım anlatabilmişimdir meramımı.

Yasak kararı beraberinde mağduriyetler getirmesin diyorum özetle.

Burası Türkiye...

Burdur artık ‘Alkolün yasaklandığı şehir’ olarak anılacaktır. Algı bu şekilde olacaktır.

Sahadaki uygulama da bu algıyı teyit eder şekilde olursa işte o zaman sıkıntı olur.

Kararda iki kriter var demiştim ya yukarıda...

Tüketimin yasak olduğu yerler tamam ama ‘çevrenin rahatsız olması’ kriteri işi karıştırabilir.

İnsan vardır, içer ama kimseyi rahatsız etmez; bir diğeri içmez lâkin çevrede kim varsa huzurunu kaçırabilir.

‘Çevre’den kasıt, çevredekiler malum...

İnsanların rahatsız olma eşikleri farklıdır.

Rahatsız olma güdüsü izafidir. Kişiden kişiye değişir.

Bir ‘kahkaha’ örneğin.

Yakındaki bir kişinin yüksek sesle gülmesi kimine yaşama sevinci ve mutluluk verirken, bir başkasını rahatsız edebilir.

Yasak kararındaki ‘çevreyi rahatsız edecek şekilde’ ibaresi işte bu tür durumlarda mağduriyetlere sebep olmasın diyorum.

Bilmem anlatabildim mi?..

Yazının devamı...

‘Obama bize yalan söyledi, Trump da aynı istikamette’

İtalya’da gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı, Münbiç konusunda “Maalesef Obama bu hususta bize yalan söyledi. Şu an Trump yönetimi de maalesef görünüşe göre aynı istikamette ilerliyor. Münbiç er ya da geç gerçek sahiplerini bulacaktır” dedi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Vatikan-İtalya temasları beraberindeki gazetecilere değerlendirdi, soruları yanıtladı. Papa Francis ile görüşmesinde Orta Doğu ve Kudüs konularını görüştüklerini ayrıca 1915 olaylarıyla ilgili hassasiyeti aktardığını söyledi. Erdoğan, “Bu meselenin tarihçilere bırakılmasından, siyasi malzeme yapılmamasından yana olduğmuzu anlattım” dedi. Cumhurbaşkanı soruları şöyle yanıtladı:

- Zeytin Dalı Operasyonu’nda saldıranların tankımızı hedef aldıkları silahın hangi ülkeye ait olduğu belli oldu mu? Silahın ABD menşeli olduğu yönünde iddialar var...

İncelemeler devam ediyor. ABD bahsettiğiniz iddiayı reddediyor, kabul etmiyor. Genelkurmay başkanımdan incelemenin sonucuna dair henüz bir bilgi gelmedi. Neticeyi ortaya çıktığı anda bunu kamuoyumuzla paylaşırız.

‘YPG bir maymuncuk gibi’

- TSK çok başarılı bir operasyon yürütüyor. Bu, YPG’nin farklı arayışlarına da neden oluyor. YPG’nin Esad’la işbirliği yaptığı, bunun Rusya’nın Afrin operasyonuna bakışını değiştirebileceği yönünde iddialar var. Böyle bir vasat oluşması durumunda Türkiye’nin yaklaşımı ne olur?

YPG bir maymuncuk gibidir, nerede ne yapacakları belli olmaz. Bunu herkes kullanabilir. Türkiye’nin böyle bir maymuncuğa ya da böyle bir maşaya ihtiyacı yok. YPG bir terör örgütüdür. ABD’nin bir terör örgütüne karşı bir başka terör örgütüyle mücadeleye yönelmiş olduğu ortamda biz kendimizin neler yapabileceğine odaklanmak durumundayız. Rusya’nın ya da İran’ın dediğiniz türden bir hareket tarzı benimseyeceklerine ihtimal vermek istemiyorum.

- Münbiç konusunda ABD ile Türkiye görüşmeleri ne aşamada? Oraya yönelik olası bir operasyonda, Türk askeri ile ABD askeri arasında çatışma riski görüyor musunuz? ABD askerinin Münbiç’ten çekilmesi söz konusu mu?

Münbiç yeni bir olay değil. Bu, Obama döneminde başlamış olan bir süreç. Biz bu konuda ne düşündüğümüzü ABD’ye baştan beri söyledik. Maalesef Obama bu hususta bize yalan söyledi. Şu an Trump yönetimi de, maalesef, istemeyerek söylüyorum görünüşe göre aynı istikamette ilerliyor. Trump bize, ‘Onlar orada kalmayacaklar, kalamazlar, Fırat’ın doğusuna gidecekler’ demişti. Münbiç’in gerçek sahibinin Araplar olduğunu kabul etmişti. Ama söylenilenler halen hayata geçirilmedi. Şu anda Münbiç’in içinde bir hareketlilik var; oradaki insanlar, aşiretler adeta bir ayaklanma halindeler. Münbiç en ya da geç gerçek sahiplerini bulacaktır. Biz de üzerimize düşeni yapmak durumundayız. Bizdeki mülteciler arasında da Münbiçliler var; ‘Artık evlerimize dönelim’ diyorlar. Afrinliler Afrin’e, İdlibliler İdlib’e dönmek istiyorlar. ABD ve koalisyon güçleri samimi iseler bu manzara karşısında tavırlarını ortaya koymalıdırlar; ‘Türkiye’de 3,5 milyon mülteci var, oradaki Suriyelilerin kendi evlerine, kendi topraklarına dönmeleri için onlara yardımcı olmalıyız’ demeleri lazım. Bunun yapılması herkesin yararına olur. Bunu Papa’ya da İtalya’nın cumhurbaşkanına ve başbakanına da anlattım. ‘Bize mali destek verilirse, Türkiye’deki mültecilerin tekrar topraklarına dönmeleri için her şeyi yapmaya hazırız’ dedim. Nedir o? Bu insanların oralarda iskanı için gerekli konutların, alt yapıların vesairenin yapılmasıdır. Biz bu konuda tecrübeliyiz, bunu pekala yapabiliriz. Bunu herkese söylüyoruz. Sözlerini yerine getirseler, dediklerimizi gerçekleştirmeye başlayabilirdik.

Kudüs için Papa ile ortak çaba

- Kudüs meselesinde Vatikan ne dedi? Yaklaşımları ne oldu?

Papa Franciscus’un bu hususta ilk günkü gibi kararlı olduğunu gördüm. Kudüs, hem Müslümanlar, hem Hristiyanlar, hem Museviler için kutsal bir şehir. Papa’ya göre de şehrin statüsünün korunması gerekiyor. O da, ABD’nin attığı adımın yanlış olduğunu söylüyor. Kendisine, “Siz 1 milyar 200 milyonluk Katolik dünyasının ruhani liderisiniz, an itibarıyla ben de 1 milyar 700 milyonluk İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanıyım. Kudüs’ün statüsünün muhafaza edilmesi için beraberce çalışmalıyız. Katolik dünyasına bu doğrultuda sizin vereceğiniz mesajlar önemli” dedim. Hep birlikte gayret gösterme konusunda mutabık kaldık.

Soçi’de en büyük açık: Mihraç Ural

- Soçi’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Buradan Suriye adına bir sonuç çıkacak mı? Cenevre’den ümitli misiniz?

Cenevre sürecinin çok başarılı olduğuna inanmıyorum. Yapılan tüm çalışmalara rağmen, somut bir şey ortaya çıkarılamadı. Astana süreci ise netice alma bakımından daha verimli oldu. Astana’yı biz Cenevre’nin adeta mütemmim cüzü olarak değerlendiriyoruz. Soçi’yle ilgili sıkıntılar yaşandı, bunların aşılması için Mevlüt Bey’in epey gayretleri oldu. O gayretler neticesinde bazı yanlışlar düzeltildi. Ama tamamı düzeltildi diyemem. Örneğin o terörist adamın (Reyhanlı sanığı Mihraç Ural) oraya gitmiş olması. Bunu ben Sayın Putin’e söylediğimde, ‘Benim bundan haberim yok’ dedi. Ondan sonra konuyla ilgili görüşmeler yaptı. Bize aktardıkları bilgiye göre adam oraya sahte kimlikle giriş yapmış. Böyle bir teröristin her ne surette olursa olsun görüşmecilerin arasına sızabilmesi, Soçi’nin en büyük açığı olmuştur. Bunu anlamak mümkün değil.

İttifakta tek mühür iki logo

- İç politikaya dair bir sorum olacak. Bahçeli ile tekrar bir araya gelecek misiniz? Nasıl bir mutabakat formülü var?

İttifakla ilgili arkadaşlar, bu hafta tekrar bir araya gelecekler. Şu anda görüşülen birçok şey var. İttifak modeli içinde yer alacak siyasi partilerin logoları yan yana mı olsun, ayrışık mı olsun, bunlar müzakere ediliyor. İsmi, ‘milli mutabakat’ ya da ‘cumhur ittifakı’ tarzında bir isim olabilir. İttifak bünyesindeki partilerin logoları, onların en tepesinde de ana logo olabilir. Tek bir mühür basılacak. Tüm bu hususlara dair düşünceler şu anda müzakere ediliyor.

- İttifaka girecek parti sayısını sınırlamayı düşünüyor musunuz ?

Şu anda öyle bir sınırlama söz konusu değil; bu konuda Sayın Bahçeli ile mutabıkız. Üç olur dört olur. Yeter ki oturalım konuşalım, mutabık kalalım. Bütün mesele gerçekten milli yerli olsun. Ülkenin değerlerine sahip çıkmada sıkıntısı olmasın.

Yazının devamı...

CHP’de kurultay hareketliliği

“Benim kimsenin lütfuna ihtiyacım yok.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 36’ncı Olağan Kurultayı’nda Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkan aday adaylarından Muharrem İnce, dün saat 16 civarında, olan bitene böyle tepki gösteriyordu.

Olan biten şuydu...

CHP Kurultayı’nda genel başkan adaylığı için 127 delegenin imzasına ihtiyaç vardı.

Divan Başkanı Yılmaz Büyükerşen, yapılan incelemede, 49 delegenin hem İnce’nin hem de Kılıçdaroğlu’nun adaylığı için imza verdiğinin tespit edildiğini açıklayınca, kurultay salonunda ‘mükerrer imza’ tartışması başladı.

Bu durum üzerine devreye Kemal Kılıçdaroğlu girdi. Kurmaylarına, İnce’nin aday olabilmesi için gerekli imzaların tamamlanması talimatını verdi.

Genel başkan yardımcıları bu gelişmeyi, “CHP’de sandık kurulmalı. Demokrasinin gereği budur. Sayın genel başkan da bu anlayışla, eksik imzaların tamamlanması ve Muharrem İnce’nin sandıkta kendisine rakip olabilmesini istedi” açıklamasıyla duyurdular.

Yalova Milletvekili ve genel başkan aday adayı İnce de işte genel merkez yönetimindeki arkadaşlarının bu sözlerine tepki gösterdi.

İnce, “Benim imza sıkıntım yok. Bütün bunlar algı operasyonu. Benim kimsenin lütfuna ihtiyacım yok. Sandıklar açılınca herkes görecek. Ben bu kurultay’ı 700’ün üzerinde oy ile kazanacağımı düşünüyorum” diye konuştu.

Sabah saatleri

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 36’ncı Olağan Kurultay’ı dün başladı, bugün tamamlanacak.

Kurultayın yapıldığı salonu çevreleyen yollar trafiğe kapanmıştı dün sabah saatlerinde. Dışarıdan baktığınzda, rengarenk bir görüntüsü vardı Ankara Spor Salonu’nun.

Parti bayrakları, pankartlar, flamalar, el ilanları...

Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıkan üç aday adayının yanı sıra parti meclisi üyeliğine aday olan partililerin fotoğraf ve isimlerini taşıyan pankartlarla doluydu salonun çevresi.

Salonun içindeki görüntü ve hava, dışarıdakinden farklıydı.

İçeride ağırlık Kılıçdaroğlu’ndaydı

‘Adalet ve Cesaret’ temalı kurultayın yapıldığı salonda Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun ağırlığı net şekilde göze çarpıyordu.

Tribünlerin sadece bir kısmında, 150 200 kişilik bir grup vardı Muharrem İnce’ye tezahürat ve sloganlarıyla destek veren.

Tereddütler gündemi

Salonun zemininde yer alan kurultay delegeleri ve partililerin çoğunda şöyle bir tereddüt vardı. Buna ‘kafa karışıklığı’ mı dersiniz, ‘ikilem’ mi bilmiyorum ama durum şuydu:

Bir yandan Kılıçdaroğlu’nun tekrar genel başkan seçileceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu, diğer taraftan ise partide bir yenilenmeye ihtiyaç olduğu konuşuluyordu.

Bu arada, Muharrem İnce’nin kürsüden yaptığı hararetli konuşmanın salonda bir karşılığı olduğu da gözlerden kaçmadı. İnce sadece Ak Parti iktidarını değil, CHP yönetimini de kıyasıya eleştirdi.

Salonda herkes, doğal olarak, yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidar olma hedefine vurgu yapıyordu.

Ancak iş “CHP cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 50’yi nasıl aşar” sorusuna gelince, ittifak seçenekleri tedirgin edici bir başlığa dönüşüyordu.

“Tek başına olmayacağı açık. Merkez ve sağ partilerle birlikte hareket etmek CHP için ayrı bir sıkıntı. Ancak parti sola evrilirse, bu defa da iktidarın ‘Bakın gördünüz mü, bunlar HDP ile birlikteler, teröre destek verenlerle bir oldular’ türünden ithamlarına hedef olacak” şeklinde özetlenebilecek bir kaygı dikkat çekici seviyedeydi.

Yarın (bugün) yaşanacak parti meclisi seçimine hiç girmiyorum bile...

O sandıktaki mücadele ve tansiyonun çok daha yüksek olacağına şüphe yok.

Tabii ortaya çıkacak CHP Parti Meclisi’nin ana muhalefet cephesinde yaratacağı gündem de şimdiden merak konusu.

Yazının devamı...

Kilis ve Hatay Reyhanlı’ya ‘Altın Kafes’

Aselsan’ın geliştirdiği yerli hava savunma sistemi Korkut, radarlarla desteklenerek YPG’li teröristlerin roketli saldırısına uğrayan Hatay ve Kilis’in üzerine İsrail’in kurduğu ‘demir kubbe’nin benzerini kuracak. Türk Demir Kubbesi’nin adı da ‘Altın Kafes’ olacak...

Iron Dome, yani Demir Kubbe…

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’dan topraklarına yönelik füze ve roket tehdidini bertaraf etmek için kurduğu hava savunma sisteminin adı bu. Görünen o ki, ‘Türk Demir Kubbesi’nin adı da ‘Altın Kafes’ olacak.

Turkish Iron Dome

ASELSAN’ın 2015’te geliştirdiği ‘Korkut’ adlı bir hava savunma sistemi var.

Savunma Sanayii kulislerinde ‘Altın Kafes’ olarak adlandırılan ise ‘Korkut’un, çok daha kısa menzilli radarlarla desteklenerek ani reaksiyon verebilecek bir ağa dönüştürülmesi.

Halen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) envanterinde olan ‘Korkut’, 35 milimetre modernize çekili toplar ve 35 milimetre parçacıklı mühimmat sistemlerinin entegre edilmesiyle geliştiriliyor.

Demir Kubbe ya da Altın Kafes… Bu tür savunma sistemleri, adlarından da anlaşılacağı üzere, kurulu bulundukları bölgenin üzerinde koruyucu bir kalkan oluşturuyor.

‘Altın Kafes’ olarak adlandırılan hava savunma ağının en önemli özelliği, yakın mesafeden atılan füze ya da roketleri, çok kısa süre içinde, hedefine ulaşmadan havada imha edebilmesi.

Proje hızlanacak

Ankara’da; projenin, üç gün önce toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesi’nde (SSİK) de ele alındığı ve ASELSAN’a çalışmaların hızlandırılması talimatı verildiği konuşuluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 31 Ocak 2018 Çarşamba günü gerçekleşen toplantının ardından yapılan açıklama şöyleydi:

“Toplantıda, Zeytin Dalı Harekatı’nda ordumuzun ve güvenlik güçlerimizin gücüne güç katan yerli ve

milli sistemlerimize yenilerini eklemeye yönelik projeler gözden geçirilerek yeni kararlar alınmıştır. Toplam 9,4 milyar Dolar bedeli olan 55 projenin değerlendirildiği toplantıda, savunma sanayini geliştirme, güçlendirme ve destekleme amaçlı muhtelif yatırım ve iyileştirme faaliyetleri de gözden geçirilmiştir.”

SSİK sonrası yapılan bu açıklamada, doğal olarak hiçbir projenin adı spesifik olarak anılmıyor.

Ancak askeri kulislerde, ASELSAN’ın üzerinde çalışmaya devam ettiği hava savunma ağı sisteminin, listenin üst sıralarında olduğu belirtiliyor.

Roketleri vuracak

ASELSAN’ın üzerinde çalıştığı bölgesel hava savunma ağı, füze ve daha kısa menzilli olan roket tehdidine maruz kalan yerleşim bölgelerine hızla konuşlandırılacak.

Sistem, roketin; atılmasından sadece saniyeler sonra tespitini, düşeceği noktanın hesaplanarak yerdeki savunma sistemlerine uyarının gönderilmesini ve parçacıklı mühimmat vasıtasıyla yere düşmeden imhasını sağlıyor.

Sadece bu kadar da değil… Hedefe ulaşmadan havada imha edilen roketin atıldığı koordinatların tespiti ve o noktaya karşı ateş açılması da sistemin sağladığı diğer askeri imkân.

Kilis ve Reyhanlı

Zeytin Dalı Harekâtı’nın başlamasıyla birlikte Kilis ve Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’ne her gün çok sayıda roket ve havan topu mermisi düştü.

Teröristlerin hedef gözetmeden attığı bu roketler bölgede masum sivillerin ölümüne ve yaralanmasına yol açıyor. Bu saldırıların çıkış noktaları TSK topçuları tarafından ateş altına alınıyor olsa da, bölgede roket ve havan tehdidi sürüyor.

İşte bu yüzden, Türkiye – Suriye sınırının batı bölümünde kurulma çalışmalarına hız verilen ‘Altın Kafes’ hayati önem taşıyor.

Sistemin operasyon bölgesinde hayata geçeceği tarih henüz net değil ama ASELSAN bunun bir an önce olması için yoğun mesai veriyor. Afrin bölgesinden Reyhanlı ve Kilis’e yönelen havan mermisi, roket ya da füzelerin havada imha edilmesi ve bunların atıldığı noktaların anında vurulması çok önemli bir gelişme olacak.

Yazının devamı...

TSK ile dayanışma sözde kalmasın

Zeytin Dalı Harekâtı’nda 13’üncü güne girildi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) dün yaptığı açıklamaya göre operasyonun ilk 12 gününde öldürülen terörist sayısı 712’ye ulaştı.

Türk Ordusu, bu kapsamlı harekâtta (dün itibariyle) 5 şehit verdi.

***

Harekâtın başlamasıyla birlikte ortaya çıkan toplumsal duyarlılık, milli bir seferberlik niteliğinde sürüyor.

Afrin cephesindeki askerlere atkı, şapka, kazak ören anneler haberi bu konudaki en somut gösterge.

Operasyon alanındaki personelin moralini yüksek tutmak, muhakkak ki böyle dönemlerde çok önemli.

Bunun kadar önemli olan bir diğer nokta da, terörle mücadelede şehit olan askerlerin ailelerine verilecek olan destek. Tabii yaralanan, uzvunu kaybeden gazilere de…

***

Mehmetçik Vakfı’nı duymayanınız yoktur.

35 yıllık, saygın, güvenilir bir yardım kurumu Mehmetçik Vakfı.

Vakfın hedef kitlesi, vatani hizmetini yaparken şehit olan veya herhangi bir nedenle hayatını kaybeden Mehmetçiklerin bakmakla yükümlü olduğu yakınlarıyla malul gazi ve engelli olan Mehmetçikler ile çocukları.

Dediğim gibi, hepimizin bildiği, tanıdığı, adını duyduğu bir vakıf.

Peki ya TSK Dayanışma Vakfı?..

Sadece zorunlu askerlik hizmetini yapan er ve erbaşlar ile ailelerine yardım eden Mehmetçik Vakfı’nı biliyoruz ama Türk Silahlı Kuvvetleri Dayanışma Vakfı’ndan neredeyse hiçbirimizin haberi yok.

Oysa, işte devam etmekte olan Zeytin Dalı dahil, terörle mücadele operasyonlarında verilen şehitlerin ailelerine maddi destek sağlayan TSK Dayanışma Vakfı.

Zeytin Dalı Harekâtında şehit olan 5 personelin ailelerine yardım yapan tek kurum TSK Dayanışma Vakfı.

Vakıf; subay, astsubay, sivil memur, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve sözleşmeli erlerden şehit olanlar ile görevdeyken hayatını kaybedenlerin aile fertlerine, gaziler ya da malul olanların ise kendilerine nakdi yardım yapıyor.

2000 yılından bu yana faaliyette olan vakıf ilk 16 seneyi, yardımlarını bağış almadan, sadece TSK personelinin ödediği yıllık katkı paylarından toplanan paralarla yaparak geçirmiş.

Ancak bu kaynak artık maalesef yetersiz kalıyor.

***

Bu yılın ilk ayında, (düşen Casa uçağında, Bitlis Hizan’da çığ altında kalanlar ve Zeytin Dalı Operasyonu’nda hayatını kaybedenler dahil) toplam 17 şehit verildi.

TSK Dayanışma Vakfı, şehitlerin ailelerine, personelin hizmet yılına göre ödeme yapıyor. Statü ve rütbe farkı olmaksızın, hizmet süresine göre… Hizmet süresi az olan personele daha fazla yardım yapılıyor.

Vakıf yetkilileri etkin terörle mücadele kapsamında verilen şehit sayısının maalesef arttığını, bu durumun sonucu olarak da vakfın gelirlerinin, yardımlar için yetersiz kaldığını belirtiyor. İşte bu nedenle, profesyonel askeri personele yardım yapan tek vakıf olan TSK Dayanışma Vakfı hepimizin bağışlarını bekliyor.

***

Dediğim gibi, Afrin seferberliğinde cephedeki askere moral vermek elbette önemli ama o cepheden dönemeyen kahramanların ailelerine destek de bir o kadar mühim.

Yazının devamı...

Zeytin Dalı’ndan önemli notlar

Türkiye’nin Irak’ın kuzeybatısındaki Afrin’e yönelik başlattığı sınır ötesi askeri harekât ile ilgili kayda geçirilmesi gereken birkaç kritik nokta var.

Milat 1 Mart 2003

NATO’nun en büyük iki silahlı gücüne sahip müttefikleri ABD ile Türkiye’nin arası uzun süredir iyi değil.

İki ülke ilişkileri, yaklaşık 15 yıl önce zedelendi ve o günden bu yana hep limoni, hep bıçak sırtı…

Yaklaşık 15 yıl önce, 1 Mart 2003’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelen tezkerenin kabul edilmemesi üzerine ABD yönetimi Türkiye ile ilişkilerini tabiri caiz ise gözden geçirdi.

Irak operasyonu için bölgeye tahkimatı Türkiye dışındaki alternatif güzergahlardan yapmak zorunda kalan ABD, bu maliyetli sürecin faturasını Ankara’ya kesti.

Washington DC yönetimi Türkiye’den uzaklaşırken, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi durumdan vazife çıkardı ve tam tabiriyle rol çaldı.

1 Mart’tan sadece 4 ay sonra, 4 Temmuz 2003’te, Irak’ın Süleymaniye kentinde, tarihe ‘Türk askerinin başına çuval geçirilmesi olayı’ olarak geçen operasyon yaşandı.

Amerikan ipiyle Ortadoğu kuyusunda…

PKK’nın çok uzun süredir bazı Avrupa ülkelerinin desteğine sahip olduğunu bütün dünya biliyor.

Terör örgütünü bölgede, arazide himaye eden, silah ve mühimmat desteği sağlayan da ABD oldu.

Amerikan himayesi, PKK Suriye topraklarında, PYD (ve onun silahlı gücü YPG) adı altında sahne aldığında aleniyet kazandı.

Suriye’nin kuzeyinde IŞİD (DAEŞ) ile mücadelede YPG’ye taşeronluk veren ABD, stratejik müttefiki Türkiye’nin sesine kulağını tıkadı.

Türkiye hep aynı noktayı vurguladı: Bir terör örgütünü bertaraf etmek için bir başka terör örgütü ile işbirliği yapmak yanlıştır.

Washington DC, Ankara ile ilişkilerde göstermelik bir denge görüntüsü verirken bildiğini okumaya devam etti ve YPG ile ortak çalıştı, çalışıyor.

Bu noktada, ABD’yi bir yana koyalım…

Asıl düşünmesi gereken PKK’dır burada. Ya da Suriye topraklarındaki adıyla PYD / YPG.

PKK on yıllardır bu bölgede ve kan döküyor. Yukarıda bahsettiğim süreci - Barzani Peşmergelerinin hemen ötesinde - içinde yaşadı tescilli terör örgütü.

Zamanında Beyaz Saray’da devlet başkanı seviyesinde ağırlanan Mesud Barzani’nin daha birkaç ay önce referandum girişimi sırasında ABD’den aldığı yanıt ortada.

‘ABD, işi varken ve işi bittiğinde kime nasıl davranır’ sorusunun somut cevabıdır Barzani’nin yaşadığı.

Çok kısa bir süre sonra PKK’nın akıbeti de aynı olacaktır. Adı her ne olursa olsun. İster PYD, ister YPG…

‘Ortadoğu kuyusuna ABD ipiyle inenleri bekleyen kaçınılmaz son’ da diyebiliriz bu duruma.

Hava Kuvvetleri’nde moraller yerinde

Genelde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), özelde Hava Kuvvetleri Komutanlığı (HKK)…

15 Temmuz travmasının ardından ilk sınavını Fırat Kalkanı Operasyonu’nda veren TSK, şimdi Zeytin Dalı Harekâtı ile özgüvenini bir kez daha tazelemiş oldu.

Özellikle operasyonun ilk aşamasına, tarihinin en yoğun faaliyetiyle imza atan Hava Kuvvetleri için çok önemliydi yapılan iş.

15 Temmuz’un en derin iz bıraktığı kuvvet, Hava Kuvveteri’ydi malum…

Darbe girişimi hıyanetinin ardından görevden uzaklaştırılan savaş pilotlarının yarattığı kadro açığı da uzunca bir süre meşgul etti Hava Kuvvetleri’ni.

“Bir savaş çıksa jetleri uçuracak pilot kalmadı” türünden cümlelerle kimileri samimi üzüntü ve kaygılarını ifade ederken, kimileri de Türkiye’nin acz içinde kaldığı mesajını yükledikleri bu çeşit beyanlarla içten içe adeta mutlu oluyordu.

Afrin bölgesine yönelik sınır ötesi sortileri yapan savaş pilotları, o cümlenin – en azından artık – gerçeği yansıtmadığını bütün dünyaya kanıtladılar. En başta da kendilerine…

En başta havacılar için geçerli olan bu durum, TSK’nın diğer bütün birimleri için de aynı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.