Şampiy10
Magazin
Gündem

Tillerson neden gitti, Pompeo ile ne, nasıl olur?

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Dışişleri Bakanlığı’ndaki nöbet değişiminin Türkiye’ye muhtemel yansımalarını, Türk Amerikan İş Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi Ekim Alptekin ile konuştuk.

Ekim Alptekin; ABD’yi, Washington DC’deki dengeleri yıllardır çok iyi bilen, Amerikan başkentindeki birçok önemli ismi şahsen tanıyan bir işadamı.

İşte Alptekin’in Tillerson ile Pompeo hakkındaki değerlendirmeleri ve yeni döneme ilişkin öngörüleri...

Pentagon’a darbe

Donald Trump ile Rex Tillerson arasındaki ilişki ilk günden beri çok uyumlu olmadı. Tillerson’ı, aralarında Condoleezza Rice’ın da olduğu bir ekip önermişti Trump’a. Trump da, iş hayatını iyi bilen biri olarak ezber bozabileceği düşüncesiyle onu bu göreve getirdi ama Tillerson o ezberi bozamadı. Trump, zaman içinde Rex Tillerson’ın statükonun adamı olarak kaldığını düşünmeye başladı.

Bu görev değişikliği hakkında, “Pentagon’un darbesi” türünden yorumlar okudum; bu doğru değil çünkü Tillerson’ın Pentagon ile yani Savunma Bakanı Mattis ile arası çok iyiydi. Marc Pompeo ise Pentagon’dan çok daha bağımsız davranabilecek bir isim.

Tillerson, özellikle güvenlik konularında tecrübe eksikliği olan bir isimdi. Malum bir askeri geçmişi yok, daha önce istihbaratta görev almamış… İşte bu eksikliği tamamlamak için Mattis ve Kelly (Trump’ın Özel Kalem Müdürü ve eski İç Güvenlik Bakanı) ile çok yakın ilişki içindeydi ve bu konularda onlar ne derse o çizgiyi savunuyordu.

O nedenle bu değişiklik Pentagon’un darbesi değil, bence tam tersine Pentagon’a bir nevi darbe. Her istediklerini yapan bir dışişleri bakanı artık olmayacak.

Dosyalara hakim

Bakan değişikliği Türkiye’nin zaman zaman lehine, zaman zaman aleyhine sonuçlar doğurabilir. Bizim için şu anda ABD ile ilişkilerde ön planda olan iki konu çerçevesinde değerlendirirsek, yani PKK / YPG ve FETÖ konuları bağlamında; Pompeo’nun gelişinin lehimize olacağını düşünüyorum.

Bu konulara derinlemesine hakim olmadığı için bir Türk yetkili ona FETÖ gibi çetrefil, karmakarışık bir konudan bahsettiğinde Tillerson’ın onu tam manasıyla anlaması, derinden hissetmesi mümkün olmuyordu.

Mike Pompeo ise FETÖ’nün öyle bir eğitim vakfı vs benzeri bir sivil toplum örgütü falan olmadığını gayet iyi biliyor. Sadece CIA Başkanlığı döneminden değil aynı zamanda kongre üyeliği yaptığı için de gayet iyi biliyor. Temsilciler Meclisi’nde Türkiye Dostluk Grubu üyeliği de yaptı… Onların (FETÖ) oradaki lobi çalışmalarını vs yakından biliyor. Dolayısıyla Tillerson’a bu mevzuyu anlatırken Türkiye olarak yaşadığımız zorluklardan şimdi kurtulmuş olacağız, bu bir.

İkincisi, yeni bakan YPG’nin PKK olduğunu da çok net biliyor. Mesela yanındaki bazı isimler tarafından maksatlı yönlendirilen Tillerson o konuda da, “Acaba bunlar gerçekten Suriyeli Kürtler mi” diye düşünürken, şimdi bu gerçeğe tam manasıyla hakim bir isim var artık karşımızda. Bu meseleyi Tillerson’a anlatırken, “Türkler öyle diyor ama orada bağımsız Suriyeli Kürtlerin de dahil olduğu farklı gruplar var” vs türünden bilgilerle kafasını karıştırdılar hep. Mike Pompeo’ya bu tür şeyler söylemesi mümkün değil kimsenin.

Bize daha uzak ama...

Genel yaklaşım itibariyle, Tillerson’a kıyasla bize daha uzak bir adamdan bahsediyoruz. Tillerson genel olarak bize daha yakındı belki ama iş pratiğe geldiğinde, bu durum bize bir avantaj sağlamıyordu. Pompeo ile daha işlevsel, sonuç odaklı bir ilişki kurabileceğiz çünkü konuların özünü ve gerçeği biliyor. Ve Pompeo da sonra gidip Trump’ı ikna edebilecek. Bu da önemli. Bürokraside kaybolmayacak. Tillerson gibi Mattis’in, Kelly’nin gölgesinde kalmayacak.

Haliyle, Mevlüt Çavuşoğlu onla üç saat konuşup bazı konularla anlaştığında, adam dönecek ve Beyaz Saray’ı ikna edecek.

Ama tabii dikkat etmemiz gerekiyor çünkü özellikle Hamas, Müslüman Kardeşler, İsrail gibi konularda bize tabii çok uzak. Ancak reel politik diye bir gerçek var ve devir artık taktiksel davranma devri. İnsanları ikna etmekten ziyade hakkımızı aramamız lâzım. Haklı olduğumuzu anlatmaya çalışmak yerine haklı çıkmamız lâzım.

Yazının devamı...

Son fotoğraftaki o tişört son oyundaki o patlayıcı

'Girls can do anything.”

İran’da düşen özel uçakta hayatını kaybeden Mina Başaran’ın, son fotoğraflarından birinde, üzerindeki tişörtte yazan cümle bu.

Türkçesi, “Kızlar her şeyi yapabilir.”

***

11 genç kadın hayatını kaybetti o uçak kazasında.

Özellikle sosyal medyada yapılan bazı yorumlara hiç girmeyeceğim çünkü o yorumların sahipleri konu edilmeyi dahi hak etmiyor.

Ölüm acısı bu.

Gencecik insanlar öldü.

11 genç, hayat dolu, iyi yetişmiş, başarılı insan.

İçlerinde hamile olan da var, evlenmek için gün sayan da.

11 anne baba evlat acısı yaşadı. 11 ailenin evine ateş düştü.

Sevenleri, arkadaşları…

Bu ülkenin 11 güzel insanı daha kaybolup gitti.

Türkiye’nin ‘her şeyi yapabilecek kızları’ndan 11’i…

***

Sosyal statüleri, ekonomik durumları, yaşam tarzları değil önemli olan.

Önemli olan ölüm acısı.

Önemli olan kaybettiğinin farkında olmak.

***

Dubai’den İstanbul’a gelmekteyken İran’da düşen uçakta hayatını kaybeden 11 kişiye de; üç gün önce Yüksekova’da yaşamını yitiren 10 yaşındaki Berat Oktay’a da aynı derecede üzülmek değil midir insan olmanın gereği?

Yüksekovalı Berat...

Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde, Güngör Mahallesi’ndeki evinin yakınındaki boş arazide oynayan çocuk bir cisim buldu.

Toprağın içinde gördüğü metal cismi yerinden çıkardı ve oynamaya başladı Berat. Kısa bir süre sonra da, patlama gerçekleşti.

Çocuğun bulduğu, muhtemelen bölgede çatışmalı geçen dönemlerden kalma, infilak etmemiş bir patlayıcıydı.

Berat Oktay, elindeki patlayıcının infilak etmesi sonucu ağır yaralandı. İlk müdahale Yüksekova Devlet Hastanesi’nde yapıldıktan sonra, Berat, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi ama kurtarılamadı.

10 yaşındaki Berat, yıllardır bölgede benzer şekilde hayatını kaybeden onlarca çocukla aynı kaderi paylaştı.

Sadece yaşadığı bölgenin değil, bu ülkenin geleceğine katkı verecek onlarca çocukla...

***

Yetkililer, Yüksekova’da meydana gelen bu olayla ilgili inceleme başlatıldığını açıkladılar.

Benzer her olaydan sonra inceleme başlatılır. Bazıları soruşturmaya dönüşür. Bazılarında da bir ileri aşamaya geçilir ve dava açılır.

Bu son olayın akıbeti ne olacak göreceğiz ama ortada duran gerçek, bugüne kadar çok sayıda çocuğun benzer şekilde yaşamanı yitirdiği.

Görünen o ki, iç güvenlik harekât bölgesinde, terörle mücadele edilen ve / veya edilmiş alanlarda genel bir kontrole ihtiyaç var.

Gelecekte de yeni özellikle de çocuk ölüm ya da yaralanmaların önüne geçmek için bu bölgelerin taranması ve varsa patlamamış mühimmatın bulunup imha edilmesi gerekiyor.

***

Ölen her insan bu ülkenin kaybı.Her çocuk, her genç...

Hepsi, hepimizin kaybı.

Bu gerçeği idrak edebilmek için yapılması gereken de çok basit aslında:

Ölen insanlara; kimliklerine, sosyal statülerine, kökenlerine, yaşam biçimlerine, ekonomik seviyelerine bakıp ona göre üzülmeyi bırakmaktan söz ediyorum.

Yazının devamı...

Hizmet ‘Tiryaki’si

Nevi şahsına münhasır bir siyasetçi ve yerel yönetici, Veysel Tiryaki.

Üç dönemdir, 2004’ten bu yana Ankara’nın Altındağ İlçesi Belediye Başkanı.

Ön plana çıkmayı pek sevmeyen, çok okuyan, 400 bin nüfuslu Altındağ’da sevilen bir insan.

Steve Jobs’un sözünü hatırlatıyor sohbetimiz sırasında:

- Başkalarının hayatını yaşamayın” diyor Jobs. Bu çok önemli. Bir de şu söze çok önem veriyorum: “Mutlu olmak istiyorsanız, insanlara iyilik yapın”.

***

Altındağ Belediyesi, 2014 yılı başında, “Maddeye Değil Hayata Sarıl” sloganıyla bir proje başlattı.

Belediyenin görevi değildi aslında yapılan.

“Ama madde bağımlısı gençlerin ailelerinden öyle yoğun bir talep geldi ki, buna kayıtsız kalamazdık. Ben bu işin uzmanı değilim. İşin uzmanlarını bulduk. İstanbul’dan bir özel hastaneyle anlaştık ve bu beladan kurtulmak isteyen Altındağlı kardeşlerimize ‘çipli’ tedavi sürecini başlattık” diyor Veysel Tiryaki.

Deri altına yerleştirilen çiple tedavi

Altındağ Belediye Başkanı Tiryaki anlatıyor:

- Zaman içinde, işin uzmanlarından biz de öğrendik tabii… Madde bağımlılığı tedavisinde, deri altına bir çip yerleştiriliyor. Bu çip beyine sinyal gönderiyor ve uyuşturucu madde alınsa bile, maddenin etkisini bloke ediyor. Yani kişi uyuşturucu maddenin yarattığı etkiyi hissetmiyor. Çip iki ay sonunda eriyip kayboluyor ve yenisi takılıyor. Senede altı çip kullanılıyor ve nihayet bağımlı bir yıl temiz kalmış oluyor. 75 bağımlı genci bu tedaviye tabi tuttuk. 54’ü kurtuldu bu beladan. Yani başarı oranımız yüzde 72.

- 2014’te biz başladığımızda bu yola tek başımıza çıktık. Ama gelinen noktada artık AMATEM ve Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalışıyoruz ve yaklaşık altı aydır tedavi masraflarını yüzde 80’ini artık devlet karşılıyor. Kalan kısmını da biz üstlenmeye devam ediyoruz.

Sosyal rehabilitasyon ve iş şart

Veysel Tiryaki, meselenin madde müptelası gençlerin tıbbi tedavisiyle bitmediğinin altını çiziyor:

- Tedavi tek başına yetmiyor. Bu insanların, hatta aileleriyle birlikte, sosyal rehabilitasyonu da şart. Biz belediye olarak tedavisi tamamlananları her gün düzenli takip ediyoruz. Sinemaya, tiyatroya, pikniğe gidiyor arkadaşlarımız bu gençler ve aileleriyle birlikte. Psikiyatri uzmanlarıyla çalışıyoruz.

- Sadece bu da değil. Tedavi görüp madde bağımlılığından kurtulmuş olanlar için İŞKUR’un bir kota getirmesi önerimiz var. Bu çok önemli. O gençlerin işe girmesi, çalışması, normal hayata dönmeleri çok önemli. Biz bugüne kadar 68 kişiye iş bulduk.

- Uyuşturucu belasına bulaşmış insanların tedavisiyle uğraşmak elbette lâzım ama yeni kurbanlar oluşmasının önüne geçmek için de çalışmalıyız. Bu noktada da en önemlisi, yeni nesli kültür ve sanat ortamı içinde yetiştirmek.

Belediyelerin problemi

Tiryaki açık konuşan bir politikacı.

“Ben yıllarca kaymakamlık yaptım. Devleti bilirim. Bazı işlerin devlet memuru kafasıyla yapılamayacağını da bilirim. Bakın bugün Türkiye’de belediyelerin para problemi yok. Yönetilememe problemi var” diyor sözünü sakınmadan.

Ve şöyle devam ediyor:

- 2004’te geldiğimizde kadrolu personel sayısı 2 bin 85’ti. Şu anda 400. Belediyenin şirketinde de bine yakın personel var. O tarihte bütçe 33 milyon liraydı, 29 milyonu personel gideriydi. Şu anda bütçemiz 300 milyon TL ve bunun yarısını doğrudan yatırıma yönlendiriyoruz.

- Altındağ Belediyesi’nde kiralık araç yok, taşeron araç yok. Yılda 15 bin konut yapılıyor ilçemizde. Emlâk vergisi gelirimiz de çok önemli bir kalem. İşte Hamamönü Projesi’ni artık herkes biliyor. Keza, bin dönüm arazi üzerindeki Altınköy… Altındağ’da 200 tesisimiz var. Kadınlara, gençlere yönelik merkezler, kurslar, müzeler, parklar, havuzlar vs.

***

14 senedir Altındağ Belediye başkanlığını yürüten Veysel Tiryaki ile üç gün önce öğle yemeğinde buluştuk.

Bütün bu anlattıklarının sonunda, “2019 yerel seçiminde yeniden aday mısınız” diye sordum Tiryaki’ye.

Cevabı şu oldu:

“Geçen sefer de ben aday olmadım. Aday gösterdiler, ben de hizmete devam ettim. Seneye ne olur bilmiyorum, zaten bu üçüncü dönemim. Geleceğe dönük siyasi planım da yok. Sadece işimi, en iyi şekilde yapmak için uğraşıyorum. İnsanlar mutlu oldukları, mutlu olacakları işleri yapmalı. En önemlisi bu.

Yazının devamı...

Harekat bölgesinde 24 saat sıcak su

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve güvenlik güçlerinin Suriye’nin kuzeyindeki terörist avı sürüyor.

Afrin bölgesindeki PKK / PYD / YPG varlığına yönelik olarak 20 Ocak 2018’de başlatılan Zeytindalı Harekâtı planlandığı şekilde devam ediyor.

Genelkurmay Başkanlığı, her gün yaptığı yazılı açıklamalarla askeri operasyonun aşamaları hakkında kamuoyunu bilgilendiriyor. Ele geçirilen, teröristlerden temizlenen yerleşim birimleri duyuruluyor, öldürülen terörist sayısı günlük olarak açıklanıyor.

***

Zeytindalı Harekâtı’nda binlerce asker ve polis görev yapıyor.

TSK’nın seçkin birlikleri Afrin kırsal alanında... Bordo Bereli Özel Kuvvetler mensupları, Mavi Bereli komandolar, subay, astsubay ve uzman çavuşlar...

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Jandarma ve Polis Özel Harekat personeli de askerler ile birlikte arazide. Zırhlı birliklerin de yoğun olarak kullanıldığı harekatta askerin, büyük bir başarıyla görev yaptığı tartışma götürmez bir gerçek.

Cephede yürütülen mücadeledeki başarının geri planında ise kapsamlı ve yine çok başarılı bir lojistik operasyon var. Zeytindalı, bu manada bir ilk niteliğinde.

Konteyner üsler

Askeri birliklerin Afrin merkezine ilerleyişi sırasında, Türkiye sınırına yakın bölgelerden başlayarak nihai hedefe doğru, belli aralıklarla özel üs bölgeleri oluşturuldu.

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından kurulan bu özel seyyar üs bölgeri, barındırdıkları silah ve mühimmat lojistik unsurlarıyla merkezle cephe hattı arasında kurulu zincirin halkaları niteliğinde.

Konteynerlerden oluşan bu üs noktalarının diğer önemli işlevi de personelin insani, kişisel ihtiyaçlarının karşılaması.

Mutfakları, banyoları, yemekhane, yatakhane ve revir gibi bölümleriyle, adeta yurt içindeki kışlalar gibi askeri üsler var artık operasyon bölgesinde.

Yani harekâta katılan personelin ihtiyaçları artık yerinde karşılanıyor.

Operasyonda görev yapan timler, arazideki faaliyetleri sırasında belli aralıklarla bu üs bölgelerine dönüyor ve planlanan dinlenme, bakım ve fiziksel rehabilitasyon periyotlarını burada tamamlıyorlar.

AFAD tarafından kurulan konteyner üslerde; 24 saat yiyecek, içecek ve banyo için sıcak su, bunların yanında Türkiye ile kesintisiz telefon iletişimi gibi imkânlar sağlanmış durumda.

Çatışma noktalarındaki birlikler, periyodik olarak konteyner üslere gelip dinlendikten sonra tekrar araziye dönüyorlar. Operasyon bölgesinde yaratılan bu imkânlar, askeri lojistiğin yanı sıra arazide terörist peşinde koşan personelin moral ve motivasyonuna çok büyük katkı sağlıyor.

Bahsettiğim bu geri hizmet başarısının, devam eden Zeytindalı Operasyonu’ndaki askeri performansa doğrudan ve olumlu şekilde yansıdığına şüphe yok.

NOT: Türkiye sınırından itibaren operasyon bölgesinde kurulan konteyner üslere ilişkin - başta yerleri ve sayısı olmak üzere ayrıntılara, güvenlik gerekçesiyle bu yazıda yer verilmemiştir.

Yazının devamı...

Bu sözde ilahiyatçılar konuşmaya devam edecek mi?

İsimlerinin başında akademik unvanları var.

Kimi doktor, kimi doçent; hatta çoğu profesör.

Bazısı dernek başkanı, bazısı vakıf...

Daha vahimi, hemen hepsinin bir de sıfatı, uzmanlık alanı var: “İlahiyatçı” yazıyor unvan ve isimlerinin başında.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ndeki karşılığı “Tanrı bilimci.”

Genel kabul itibariyle “din bilimci, din alimi”...

Öyle ya da böyle bir sürü insan dinliyor, sözlerine kıymet veriyor.

Bir sürü insan söylediklerini ciddiye almaktan öte gerçek varsayıyor.

***

Din adına, İslam adına ahkâm kesen, medyada yer alan haberlerdeki tabiriyle ‘fetva’ veren bu insanlar (ki ben bu tür insanların sözlerini ‘fetva’ olarak nitelemiyorum) en büyük zararı İslam Dini’ne veriyor.

Ağızlarını açtıklarında kadından tahrik olmaktan bahsediyorlar.

Bırakın kadını, yataktaki yorgandan, battaniyeden tahrik olmaktan söz ediyorlar.

‘Asansörde halvet’ diye bir saçmalığı atıyorlar ortaya. Küçücük çocukların evlendirilebileceğini söylüyorlar.

Liste uzun ama benim ne beynim kaldırıyor bu insanların yarattığı gündemi, ne midem.

***

Şimdi size bir şey soracağım...

Din alimi kadınlar da var bu ülkede. Saygın, ilahiyatçı kadınlar.

Bu sakallı sözde din adamlarının bahsettiği konuların benzerleriyle ilgili, herhangi bir kadın İslam alimi konuşsa ne olur bir düşünsenize...

O kadının hâli nice olur?

***

“Bu insanlar çıldırmış” deyip geçilecek bir durum değil yaşanan.

“Bu neyin kafası” türünden cümlelerle dalga geçilecek, küçümsenecek, hafife alınacak bir mesele değil.

Diyanet İşleri Başkanlığı ve gerçek İslam alimleri ciddi bir tepki gösterir, bu kişiler camialarından dışlanır, yürüttükleri görevlerden ayrılır; işte o zaman tamam.

O zaman, yaptıklarına ‘meczupluk’ der ve bunların münferit örnekler olduğuna kani olabilirim ben de.

Ama yaptıkları sadece medyada, sosyal medyada tartışılıyorsa...

‘Fetva’ adı altındaki sapkın düşüncelerini pervasızca seslendirmeye devam edebiliyorlarsa; işte o zaman durum maalesef farklı. İşte o zaman, bu tiplerin zımnen korunup kollandıklarını düşünür insanlar.

Yaptıklarına göz yumulduğunu, ülkede İslam alanında yetki sahibi olan insanların da bu tür sözde alimlerin düşüncelerine katıldıkları, en azından bunlardan rahatsız olmadıkları fikrine kapılır insanlar.

Bu tür din bezirgânlarının en büyük zararı hem İslam’a hem de Müslümanlara verdiğini göremiyor musunuz?

Yazının devamı...

Meral Akşener net konuştu

“Din adamı kisvesi altında 24 saat cinsellik konusunda fetva verenler var. Bazı adamlar adeta fantezilerini gerçekleştirmek için fetva veriyor.”

Bu cümleler İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e ait. Akşener, önceki akşam Ankara’da katıldığı özel bir davette gazetecilerin sorularını yanıtladı.

***

Başkentteki davetin ev sahibi Türk Tanıtma Vakfı Başkanı Kemal Baytaş’tı. Turizm Bakanlığı eski müsteşarlarından Baytaş, 90 yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen çok enerjik ve renkli bir kişi. Baytaş’ın Ankara Beysukent’teki evindeki akşam yemekli buluşmanın onur konuğu İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’di.

50 civarında misafirin ağırlandığı davette Akşener’in partideki yakın çalışma arkadaşlarından Koray Aydın, Ayfer Yılmaz, Aytun Çıray gibi isimler de vardı.

Bazı eski bürokratlar, iş adamları, sanatçılar ve bir grup gazetecinin de katıldığı davette, Meral Akşener gündeme ilişkin sorularımızı cevapladı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi

Akşener cumhurbaşkanlğı seçimine dair şu değerlendirmelerde bulundu:

- Cumhurbaşkanlığı seçiminde biz aday çıkaracağız; ben adayım. Saadet Partisi dahil herkes adayını çıkarmalı. CHP de çıkarmalı. HDP de çıkaracak gibi görünüyor. Ben birinci tur önemli diyorum. Tayyip bey bizi çerçevelemek istiyor. Rakibini de kendi belirlemek istiyor. Amacı Kılıçdaroğlu’nu adaylığa zorlamak. Kılıçdaroğlu’na yüklenmesinin ardında bu hedef var.

- Söyleyeceklerim bir siyasi parti lideri sözü gibi değil ama gerçeği de söylemeliyiz... Eğer ikinci tura CHP kalırsa şartsız şurtsuz destekleriz. Eğer ikinci tura beyefendi (Tayyip Erdoğan) ile ben kalırsam şansımmız %50 - %50 olur.

- Biz isme dayalı ittifak yerine ilkeler platformunu önemsiyoruz. İlkeler platformunun A nayasasını hazırlayıp bunun etrafında ilkeler ittifakını kurmak da bunun bir parçası.

- Seçimlerde esas olan sandığı korumak. Öyle söylendiği gibi bilgisayar oyunları falan yok.5 oyu 100 oy yapan bir yazılım falan da yok. Bütün bunlar insanları korkutmak için yayılan dedikodular. Sandıkta korakor mücadele edeceğiz. Biz sandık eğitimlerine başladık.Sandığa sahip çıkacağız.

Çocuk tecavüzlerine idam tartışması

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, “Çocuk tecavüzcüleri için idam cezası önerisine nasıl baktığı” sorusuna şu yanıtı verdi:

- Bu tartışmaların çok tuhaf bir yanı var. 12 yaş altı için diyorlar. 12 yaş üstü serbest mi yani ! Bakın bu idam mevzuu, sonrasına başka tartışmaların yolunu açacak. İdam da çözüm değil. Ve idam meselesi gündem değiştirmek için ortaya atılıyor.

- Kalıcı caydırıcılık olmalı. Mesele sapığı idam etmek değil, idam tartışmasıyla başka şeylere yönelik kapatma harekatı var.Tecavüz taciz konusunda daha aklı başında yöntem ve çözümlere ihtiyaç var.

Fantezi fetvaları

Akşener’e yöneltilen müteakip soru son dönemde çok tartışılan ‘cinsellik içeren fetvalar’dı.

Meral Akşener gayet açık bir dille seslendirdi tepkisini:

- İki adamın ayrı ayrı tecavüz ettiği bir kediyi evine almış bir insanım ben. Maalesef ‘benim sapığım senin sapığın’ anlayışı var bugün. Dezavantajlı gruplarla ilgili bir bakış açısına ihtiyaç var Türkiye’de.

- Bakın ben o kediyi aldım, Foça Belediyesi MOBESE kameraları takıyor. Bu uygulama mesela çocuk parklarına da olabilir.

- Şimdi size soruyorum. Bırakın 9’u, 12’yi… Kız çocuğu olanlara soruyorum… Kızınızın, 18 yaşında bile evlenmesini kabul eder misiniz?

- Din adamı kisvesi altında 24 saat cinsellik konusunda fetva verenler var. Bazı adamlar adeta fantezilerini gerçekleştirmek için fetva veriyor.

- Türkiye bilerek vasatlaştırılıyor. Eğimde, kültürde, her konuda...

- Bütün bu tartışmalarla hem kadın değersizleştiriliyor hem de Türkiye asıl konuşması gerekenleri, başka önemli konuları konuşamıyor. Bunları konuşmaktan, dış politikayı konuşamıyoruz. Irak’ı, Suriye’yi, ABD ile ilişkileri konuşamıyoruz.

Yazının devamı...

Münih yolunda...

Bu satırları, Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’nde Bayern Münih ile yaptığı maçtan saatler önce yazıyorum.

Yani okuyacaklarınız, bir futbol maçının sonucundan bağımsız düşünceler, duygular, gerçekler...

***

Almanya’ya, Bavyera Eyaleti’nin başkentine, Allianz Arena’ya, ‘siyah’ geceyi ‘beyaz’a çevirme umuduyla gidiyoruz.

Rakip, tam anlamıyla bir dev. 1900 yılında kurulmuş olan Bayern Münih, dünya futbolunun markalarından biri. Kadrosundaki 27 oyuncunun güncel piyasa değeri tam 642,50 milyon Euro. Bu 27 futbolcunun 16’sı ulusal takımlarında da yer alıyor. Bu yıl da Şampiyonlar Ligi’nde şampiyonluğun büyük favorilerinden.

90 dakika oyun disiplininden kopmamalarıyla meşhur Almanlar. Rakibe acımayan futbol anlayışlarını herkes biliyor.

Futbolla ilgili olanlarınız hatırlayacaktır... Almanya Milli Takımı’nın 2014 Dünya Kupası yarı finalindeki rakibi Brezilya’ydı.

‘Panzerler’ lakaplı Almanlar ilk yarıyı 5 - 0 önde kapatmışlardı ‘Sambacılar’ karşısında.

Böylesine olağan dışı bir skora rağmen, ikinci yarıda da sanki maç 0 - 0’mışçasına ciddi devam ettiler oyuna. Nitekim dakika 90 olduğunda skor 7 - 0’a ulaşmıştı. Brezilyalılar son dakikada bir gol buldu ve o maç tarihe 7 - 1’lik skoruyla geçti.

Bayern Münih de, Alman Ulusal Takımı’ndan farklı değil. Takım oyununu müthiş bir disiplinle oynuyorlar ve dediğim gibi yakaladıklarında acıma huyları yok.

***

Yukarıda anlattıklarım, istatistiklerin doğruladığı nesnel gerçekler.

Ve fakat; futbol öyle bir oyun ki, bazı akşamlar ne istatistiklerin anlamı kalır, ne nesnel gerçeklerin. Futbolu 100 küsur senedir vazgeçilmez yapan da bu zaten.

Futbol sürprizler oyunu.

O sürprizleri yaratan da sadece kaslar değil.

Kimi gün, yürek kazanır; ayaklar değil.

***

Siz bu satırları okurken maç bitmiş olacak.

Beşiktaş Münih’ten nasıl bir sonuçla dönecek; futbolun, kulübün ve camianın gündemi ne olacak bilmiyorum.

Zaten çok önemli de değil. Daha doğrusu en önemli konu o değil.

Sportif manada tabii ki mühim lâkin Bayern Mühih’e kaybetmek veya bu dev Alman’ı devirmekten ötesi asıl mesele.

***

20 sene evvel yine bir B. Münih - Beşiktaş maçı için gelmiştim bu kente. 1997’de...

Münih Olimpiyat Stadı’nda 2 - 0 kaybetmiştik o maçı.

Demem o ki, Beşiktaş gibi asırlık kulüpler bu tür maçları hep oynadı, hep oynayacak.

Mühim olan o liglerde, o seviyede olabilmek. Ve sürekli o düzeyde kalabilmek.

O düzeyde derken sadece çimler üstünde oynanan futbolun seviyesinden söz etmiyorum.

Zihniyetten, sportmenlikten, anlayıştan bahsediyorum.

Futbol kültüründen, fair play’den, ‘Şeref’iyle oynayıp ‘Hakkı’yla kazanmaktan...

‘Beşiktaşlılık duruşu’nu uluslar arası platformlarda da sergilemekten, göğsündeki armasının içinde taşıdığı Ay - Yıldızlı bayrağı dünyanın her yerinde onurla, gururla dalgalandırabilmekten.

Bir maçı kazanmaktan, bir turu geçmekten, Bayern’i elemekten ve hatta Şampiyonlar Ligi kupasını almaktan öte bir gerçeklikten bahsediyorum.

Başarı için her yolu mübah görenlere bir şey ifade etmeyecek bu yazdıklarım biliyorum ama olsun.

Ben ‘güzel günler, güneşli günler’ göreceğimize dair umudumu koruyorum.

Yazının devamı...

İnsan sağlığı... Devlet terbiyesi...

Geçen hafta, Başbakan Binali Yıldırım’ın resmi ziyaretlerini takip için önce Belarus, ardından da Almanya’daydık.

Yıldırım’ın, gezisine davetli biz gazetecilerin gündeme dair sorularına verdiği yanıtları okumuş olduğunuzu varsayarak dört günlük bu seyahatten tarihe not düşülmesi gereken bir ayrıntıyı aktaracağım bugün.

Deniz Baykal’ı ziyaret girişimi

Başbakan ve beraberindeki heyeti taşıyan özel uçak TC TUR Belarus’un başkenti Minsk’ten havalanmadan kısa bir süre önce çaldı telefonum.

“Binali Bey Münih’te Deniz Bey’i ziyarete gidecek” dedi İstanbul’dan arayan bir dostum.

Malum; CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın tedavisi Münih yakınlarındaki bir hastanede sürüyor.

Heyetten birkaç kişiye sordum, kimsenin haberi yoktu böyle bir planlamadan.

Ama Almanya’ya inince öğrendim ki, İstanbul’daki dostumun telefonda söyledikleri gerçekmiş.

Baykalların devlet terbiyesi

Biliyorsunuz; Başbakan Binali Yıldırım Deniz Baykal’ı tedavisinin devam ettiği hastanede ziyaret edemedi.

Hasta yatağındaki babasının başında olan, Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal, Münih’in merkezine gelip Başbakan Binali Yıldırım ile kaldığı otelde görüştü.

Çünkü, görüşme öncesinde bakın neler yaşanıyor...

Başbakan Başdanışmanı Ömer Sertbaş, Baykal’ın kızı Aslı Baykal’ı arıyor ve Başbakan Yıldırım’ın Deniz Bey’i hastanede ziyaret etmek istediğini söylüyor.

Aslı Baykal, babasının doktorlarıyla görüşüyor ve Sertbaş’a “Kusura bakmayın” diyerek doktorların, “Enfeksiyon riski sebebiyle ziyarete izin veremiyoruz” şeklindeki yanıtını iletiyor.

Sertbaş, yanında bulunduğu Başbakan Yıldırım’ın bu durumdan üzüntü duyduğunu söyleyip, “Acil şifalar” dileklerini iletiyor.

Bu noktada Aslı Baykal “Sayın Başbakan’ın ilgisine çok teşekkür ederiz. Bu durumda ben kendisini ziyaret edip babamın sağlık durumuyla ilgili son bilgileri vermek isterim” diyor. Onun bu sözlerine Ömer Sertbaş’ın cevabı “Teşekkür ederiz, bekliyoruz” oluyor.

İşte bu görüşme üzerine gerçekleşiyor Başbakan’ın kaldığı oteldeki Binali Yıldırım Aslı Baykal görüşmesi. (Görüşmenin içeriği dünkü VATAN’da haber olarak yer alıyordu.)

Bu anekdotu detaylarıyla aktarıyorum çünkü önemli. Çok önemli...

Ülkenin başbakanının hassasiyetini göstermesi açısından önemli, bir.

İki... Baykal Ailesi’nin devlet terbiyesini göstermesi açısından önemli.

Ve üç... Söz konusu sağlık, insan sağlığı olduğunda, ideolojik ya da siyasi görüş farklarının, iktidar muhalefet şeklindeki pozisyon ayrımlarının anlamını yitirdiğinin idrak edilmesi açısından önemli.

Son bir not...

Binali Yıldırım Aslı Baykal görüşmesinden fotoğraf görmedik çünkü iki taraf da, görüşme sırasında çekilen fotoğrafların servise koyulmasını istemedi.

Bu da, tarafların ortak hassasiyetinin bir diğer örneği olarak kayıtlara geçti.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.