Tillerson neden gitti, Pompeo ile ne, nasıl olur?
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Dışişleri Bakanlığı’ndaki nöbet değişiminin Türkiye’ye muhtemel yansımalarını, Türk Amerikan İş Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi Ekim Alptekin ile konuştuk.
Ekim Alptekin; ABD’yi, Washington DC’deki dengeleri yıllardır çok iyi bilen, Amerikan başkentindeki birçok önemli ismi şahsen tanıyan bir işadamı.
İşte Alptekin’in Tillerson ile Pompeo hakkındaki değerlendirmeleri ve yeni döneme ilişkin öngörüleri...
Pentagon’a darbe
Donald Trump ile Rex Tillerson arasındaki ilişki ilk günden beri çok uyumlu olmadı. Tillerson’ı, aralarında Condoleezza Rice’ın da olduğu bir ekip önermişti Trump’a. Trump da, iş hayatını iyi bilen biri olarak ezber bozabileceği düşüncesiyle onu bu göreve getirdi ama Tillerson o ezberi bozamadı. Trump, zaman içinde Rex Tillerson’ın statükonun adamı olarak kaldığını düşünmeye başladı.
Bu görev değişikliği hakkında, “Pentagon’un darbesi” türünden yorumlar okudum; bu doğru değil çünkü Tillerson’ın Pentagon ile yani Savunma Bakanı Mattis ile arası çok iyiydi. Marc Pompeo ise Pentagon’dan çok daha bağımsız davranabilecek bir isim.
Tillerson, özellikle güvenlik konularında tecrübe eksikliği olan bir isimdi. Malum bir askeri geçmişi yok, daha önce istihbaratta görev almamış… İşte bu eksikliği tamamlamak için Mattis ve Kelly (Trump’ın Özel Kalem Müdürü ve eski İç Güvenlik Bakanı) ile çok yakın ilişki içindeydi ve bu konularda onlar ne derse o çizgiyi savunuyordu.
O nedenle bu değişiklik Pentagon’un darbesi değil, bence tam tersine Pentagon’a bir nevi darbe. Her istediklerini yapan bir dışişleri bakanı artık olmayacak.
Dosyalara hakim
Bakan değişikliği Türkiye’nin zaman zaman lehine, zaman zaman aleyhine sonuçlar doğurabilir. Bizim için şu anda ABD ile ilişkilerde ön planda olan iki konu çerçevesinde değerlendirirsek, yani PKK / YPG ve FETÖ konuları bağlamında; Pompeo’nun gelişinin lehimize olacağını düşünüyorum.
Bu konulara derinlemesine hakim olmadığı için bir Türk yetkili ona FETÖ gibi çetrefil, karmakarışık bir konudan bahsettiğinde Tillerson’ın onu tam manasıyla anlaması, derinden hissetmesi mümkün olmuyordu.
Mike Pompeo ise FETÖ’nün öyle bir eğitim vakfı vs benzeri bir sivil toplum örgütü falan olmadığını gayet iyi biliyor. Sadece CIA Başkanlığı döneminden değil aynı zamanda kongre üyeliği yaptığı için de gayet iyi biliyor. Temsilciler Meclisi’nde Türkiye Dostluk Grubu üyeliği de yaptı… Onların (FETÖ) oradaki lobi çalışmalarını vs yakından biliyor. Dolayısıyla Tillerson’a bu mevzuyu anlatırken Türkiye olarak yaşadığımız zorluklardan şimdi kurtulmuş olacağız, bu bir.
İkincisi, yeni bakan YPG’nin PKK olduğunu da çok net biliyor. Mesela yanındaki bazı isimler tarafından maksatlı yönlendirilen Tillerson o konuda da, “Acaba bunlar gerçekten Suriyeli Kürtler mi” diye düşünürken, şimdi bu gerçeğe tam manasıyla hakim bir isim var artık karşımızda. Bu meseleyi Tillerson’a anlatırken, “Türkler öyle diyor ama orada bağımsız Suriyeli Kürtlerin de dahil olduğu farklı gruplar var” vs türünden bilgilerle kafasını karıştırdılar hep. Mike Pompeo’ya bu tür şeyler söylemesi mümkün değil kimsenin.
Bize daha uzak ama...
Genel yaklaşım itibariyle, Tillerson’a kıyasla bize daha uzak bir adamdan bahsediyoruz. Tillerson genel olarak bize daha yakındı belki ama iş pratiğe geldiğinde, bu durum bize bir avantaj sağlamıyordu. Pompeo ile daha işlevsel, sonuç odaklı bir ilişki kurabileceğiz çünkü konuların özünü ve gerçeği biliyor. Ve Pompeo da sonra gidip Trump’ı ikna edebilecek. Bu da önemli. Bürokraside kaybolmayacak. Tillerson gibi Mattis’in, Kelly’nin gölgesinde kalmayacak.
Haliyle, Mevlüt Çavuşoğlu onla üç saat konuşup bazı konularla anlaştığında, adam dönecek ve Beyaz Saray’ı ikna edecek.
Ama tabii dikkat etmemiz gerekiyor çünkü özellikle Hamas, Müslüman Kardeşler, İsrail gibi konularda bize tabii çok uzak. Ancak reel politik diye bir gerçek var ve devir artık taktiksel davranma devri. İnsanları ikna etmekten ziyade hakkımızı aramamız lâzım. Haklı olduğumuzu anlatmaya çalışmak yerine haklı çıkmamız lâzım.