Şahin Öner’in bize anlattıkları
.
Bir okurumuz, terör konusunda CHP’yi eleştireceğime bu konuda benim neler düşündüğümü sormuş.
Şiddet konusunda neler düşündüğüm çok açık ve yalın. Stratejiler, iç tüzükler, raporlar gibi resmi belgeleri içermiyor. Bunlar da olabilir, ama benim inandığım gerçek çok daha yalın bir özden besleniyor. Ne mi? Kendinize yapılmasını istemediğinizi başkasına yapmayacaksınız.
Cümlelere ‘Ama o da...’ diyerek başlamayacaksınız.
Olayları neden ve sonuç ilişkisiyle ilişkilendirmekten kaçınmayacaksınız.
Dahası, ‘ben bunları söylüyorum ama acaba etraftakiler, konu komşu ne der’ telaşına düşerek hareket etmeyeceksiniz.
Örneğin Şahin Öner gerçeği diye bir gerçek varken bunun üzerine gidebileceksiniz. Buradaki insani gerçeği atlamadığınız müddetçe bu gerçeği şu ya da bu şekilde atlayanlardan vicdanen daha temiz olacaksınız. Bu temizlik duygusu içerisinde ana yolda hareket etmek mümkün değilse bunun kestirme, tali, patika yollarını aramaktan vazgeçmeyeceksiniz.
Bu anlamda benim ‘terör‘ konusunda söyleyebileceklerim insanlara bakış açımla bağlantılı. Hangi güç insanı protesto etmeye iter, hangi güçtür ki gencecik insanları yaşamdan çok ölümün yanında tutar, buna bakmaktır asıl olan.
Nerede duruyoruz?
Şahin Öner’in genç ve yaşamla değil, çok erken bir biçimde ölümle sınanmış bedeninde üst üste binmiş aygıtlar, bugün Türkiye olarak Kürt sorununda nerede durduğumuzu net bir biçimde gösteriyor bizlere. İşin içinde yok yok! Medyasından valisine, panzerinden karakoluna her şey orada. Ama insani hiçbir şey yok. İnsana dair hiçbir şey yok ortada. Alıştığımız biçimde bolca inkâr var. Oysa Adli Tıp raporunun söyledikleri, daha önce yazılmış, söylenmiş olan hiçbir şeye uymuyor.
Demokrasinin işlediği varsayılan bir ülkede herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gereken bir olaydır bu. Ama biliyoruz ki yüreği yanan ailelerin dışında hemen unutulacak bir trajedi saklıdır burada da. O zaman şu soru tekrar gündeme gelir: Adalet kimin için vardır? Adaleti hak edenlerle etmeyenler diye bir ayrım yapılabilir mi? Belki... Ancak bu koşulda bunun adına adalet denemeyeceğini de biliyoruz.
Kim ne derse desin, Türkiye, Kürt sorununu bir terör sorunu olarak değil, bir insanlık sorunu olarak masaya koymayı başardığında hepimiz feraha ereceğiz. Bu gerçeği, bir çoğunluğun bir azınlığa karşı çatışması olarak değil, insanların buluşması olarak görebildiğimizde, kendi içimizdeki karanlık noktalara da ışık tutmuş olacağız. Ve en önemlisi, işin en insani olan yanını atlamamış olacağız: Bu ülkede gençlerin ölmesini engellemiş olabilmeyi, barışı, kısacası varlığımızı varlıklarına ‘onları yaşatarak’ armağan edebilmeyi.