Biraz da savaşalım
.
Daha bir hafta önce kürtaj yasasını tartışıyorduk. Kürtajın Uludere ile bağdaştırılmasındaki mantık zaafını anlamaya, anlatmaya odaklanmıştık. Havada uçuşan sözcüklerin Aziz Nesin’in öykülerinde gezinen kahramanların sözcüklerini aratmayacak halleri için ‘pes yahu, iyi de neden?’ diye soruyor ve en beterini yapıyor, bu olup bitenlere makul bir mantık kılıfı arıyorduk. Bu arada genç ölümlerinin haberi geldi. Bir başka kıyıya savrulduk. Öte yandan Eylül ayı içersinde Türkiye’nin çözmesi gereken eğitim sorunu gibi çok daha acil sorunları vardı. Ama bir dakika! Bu dağ gibi sorunlar bizi beklerken, bizim, nasıl derler, Suriye’ye atmamız gereken bir Osmanlı şamarımız vardı. Bakın bu çok önemliydi işte! Bu şamar atılmalıydı. Yoksa yaşayamazdık.
Şamarcı oğlan ruhuyla hareket etmeli, hatta ‘bir şamarın nesi var, iki şamarın sesi var’ diyerek, şamar atma kapasitemizi, performansımızı genişletmeli, büyütmeli, irileşmeliydik. İrademizi ortaya koyacak olan serinkanlı, stratejik ve olgun cümlemiz de belliydi.
‘Alırım ayağımın altına ha!’
Tam da bu sırada çok ilginç bir gelişme oldu.
Ölenler, gidenler, gidecek olanlar, dökülecek kanlar, evlatlar derken İngiltere’de Guardian gazetesi ilginç görüşleriyle toplumumuzu ‘sarsan’ bir kişinin söylediklerini ön plana çıkardı: ‘Suriye kendi içinde çatışırken Türkiye, bu fırsatı kaçırmamalı ve Suriye’yi işgal etmeli. Yoksa Yeni Osmanlıcılık çöker’ gibi insanı nefessiz bırakan ‘Survivor’ cümleleriydi bunlar.
Egzotik bir adada tramplenden atlama ya da kalas sektirme tarzında bir yarışmada mıyız, yoksa yağmur yağdı diye 5 saat trafiği altüst olan megakentli bir ülkenin dertli, biçare insanlarından mıyız anlamakta zorlandık. Kafamız iyice karıştı. Yeni Osmanlı ‘cılık’ bir yarımadada ya da kurtlarla dolu bir vadide oynanan nereden bakarsanız bakın muhteşem bir yüzyıl sürecek bir gölge oyununun adı mıydı? Yoksa bizler, YÖK’ün yeni çıkardığı (YÖK bu, yapar mı yapar) ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’ adındaki bir sınavda ‘Çile Bülbülüm Çile’ şarkısıyla sınanacak olan pantomimciler miydik?
Neyse ki bizim yerimize cümleler kuracak olan bu toplumun ‘akil’ insanları vardı da asıl işimizin bu ülkede sürekli (ama sürekli) yara alan demokrasiyi onarmak yerine sağa sola ‘Devletlüm’ şamarları atmak olduğunu söylüyor ve bize kim olduğumuzu hatırlatıyordu!
Yoksa çökerdik.
Titremeli ve kendimize gelmeliydik.
Bu yeni sistemin içindeki eski kafalılardan biri olarak tüm bunları Bertolt Brecht’in sözleriyle unutmak istiyorum.
(Hiç değilse bu hakkımız saklı kalsın.)
Gelecek Olan Savaş
İlk savaş değil. Ondan önce başka savaşlar da oldu.
En sonuncusu bittiğinde
Kazananlarla yenilenler vardı
Yenilen yanda yoksul halk açlıktan kırıldı.
Kazanan yanda
Açlıktan kırıldı yine yoksul halk.
Madem konumuz Osmanlı ‘cılık’, gururumuzdan yerimizde duramıyoruz madem, üstelik ileri demokrasi de alıp başını gitmiş ya ben ve benim gibilerin pek de haberi olmadan, o zaman sadece zafer naralarının önsözlerini değil, o dönemde Anadolu’daki halkın savaşlardan ne kadar yorgun, yoksul ve yoksun düştüğünü de hatırlamalı. Savaşla gelen yıkımı, sonu, hüznü, kederi.