İnsan hakları
10 Aralık İnsan Hakları Günü’nden, ılık, puslu ve yağmurlu bir Berlin gününden yazıyorum bu satırları. Buraya çağrılı oluşumuzun çok önemli bir nedeni var: Gezi Parkı’nın Türkiye’nin gelecekteki yüzüne yansımaları.
Dün okurlarla ilk buluşmamızda, onların daha çok Gezi Parkı’na katılmış gençler için duydukları endişeye tanıklık ettim. Belki de geçmişlerinden tanıdık oldukları, onları zamanında Türkiye’den koparıp Almanya’ya sürüklemiş şiddeti çok yakından tanımış oldukları için bu endişe başat konularımızdan biri oldu. Kökenlerinden ötürü haksız yere ödemiş oldukları bedellerdi bu endişenin kaynağı. Kürt’ü, Alevi’si, kadını, genci olarak zamanında onlara ödetilen bedeller yüzünden...
Bedeller
Kimi kapitalizmden kaçış olmadığını, ama hiç değilse bunun Almanya benzeri ülkelerde olduğu gibi, daha kurumsallaşmış bir yapı içerisinde hayata geçirilmesi gerektiğini savunurken, kimi demokrasinin ilk temellerinin üstünkörü atılmasının bedellerini hâlâ ödediğimizi dile getirdi. Nihayetinde gençlere ödetilen de buydu.
Bir yanda bu bedeller ödenedursun demokrasiyi bir ülkeye kimlerin getirebileceği de önemli konularımızdan biriydi. Bir ülkedeki azınlık haklarının demokrasiyle kurduğu bağ, o ülkenin demokrasiyle gerçek anlamda kurduğu bağ olabilir miydi? Bir başka noktadan baktığımızda bir ülkeye asıl azınlıkların demokrasiyi getirebildiklerini savunabilir miydik? Tam da bu noktada, ‘Türkler Almanya’yı demokrasi ve çoğulculuk anlamında değiştirebilmiş midir?’ sorusu devreye girdi. Dinleyicilerden bir bölümü bunu olumlarken ateist olduğunu söyleyen bir okur, dinin bu konudaki baskılayıcılığına dikkat çekti. Birey olmanın özgürlükle kurduğu bağdı bu. Kendi içinde özgür olamamış bir topluluğun başka bir topluma çoğulculuk fikrini aşılayamayacağını ifade etti. Çoğulculuğun gerçek anlamını yeniden düşünmek açısından son derece kayda değerdi bu dediği.
Birey olabilmek
‘Biz zamanında birey olmayı hiç düşünmemiştik’ diyen bir diğer orta yaşlı okurun, birey olmanın kıymetinin altını çizmesi de çok önemliydi. ‘Birey olmayı düşünmek aklımıza gelmemişti’ derken düşüncenin gücüne vurgu yapması da. Bu açmazlardan bizleri kurtarabilecek en önemli eylemin, bizlerden çalınan ‘düşünebilme’ potansiyeli olduğunu ısrarla yineledi bu okurumuz. Ve gençlere inanıp güvendiğini.
Sanırım hemen hepimiz için geçerliydi bu inanç. Ancak bunun ne geçmiş ne de gelecek, şimdiki zamana taşınabilmesi ve yaşamla buluşabilmesi konusunda adımlar atabilmek bizlere düşüyordu. İlk etapta da ‘dün bugündür’ bakış açısıyla helalleşmek ve bugünün dinamiklerini anlayabilmek.