‘Kusura bakma anne, ocakta yemeğim var, ben seni ararım!’
.
Ocak dediğimiz bir piknik tüpü... Başında üç üniversiteli genç... Üçü de erkek, makarna pişiriyorlar Gezi Parkı’nda... İşte telefonda annesine bu lafı söyleyen de onlardan biri... Pek bir meşguller... “Baktık AK Parti paket paket makarna dağıtıp oy topluyor. Biz hizmet kalitesini yükseltelim dedik. Pişirip dağıtıyoruz!” diyorlar gülerek... Orantısız zeka kullanımı tüm parkta biber gazından daha hızlı yayılıyor.
Evden çıktım. Cihangir’de oyuncuların mekanı Smyrna’nın yan duvarında ‘Kahrolsun Faşizm’ yazıyor. Öyle uzun zaman olmuş ki böyle bir slogan görmeyeli... Hele Cihangir’de, hani Gazi Mahallesi olsa şaşırmayacağım da, burası biraz bohem biraz sosyetik sayılır! Duvarlar, yerler slogan dolu, birkaçını sayayım: ‘Taksim bizimdir, bizim kalacak’, ‘Her yer Taksim, her yer direniş’, ‘Direnişe hoşgeldiniz’, ki bu birkaç dilde yazılmış... Bunların yanında kısaltılmış, twitter diline uyarlanmış küfürlü sloganlar var ki, hedefleri belli!
Mezbahalar kapatılsın, tavuklara özgürlük!
Çoğu bildik sloganlar ya da anlamakta zorluk çekilmeyen cinsten... Ama biraz ilerideki kasabın önünde işin içine tavuklar giriyor! “Mezbahalar kapatılsın! Tavuklara özgürlük!” Vallahi, en çok bu slogana seviniyorum, zira yetiştirme koşullarının ne denli korkunç olduğunu biliyorum. Bir ağaçla başlayan başkaldırı, herkesin kendi derdini dile döktüğü devasa bir coşku seli sanki... Özgürlük, haksızlığa karşı çıkma, yanlış gördüğüne isyan etme, her ne derseniz deyin!
Akarsu Caddesi’nden Sıraselviler’e döndüğümde anlıyorum ki Taksim tıklım tıklım dolu, zira kalabalık buraya kadar taşmış... Meydandaki şenlik havasını insanların yüzlerinden hissediyorsunuz, ilk günkü gerilimden eser yok. Gerçi polis olsa da burunlarının dibinde; artık korku diye bir şey kalmamış... Kafelerden sloganlar yükseliyor! Yoldakiler ya slogana katılıyor ya alkış tutuyor ya da düdük çalıyor.
Herkes sağduyu çağrılarına uyuyor
Nereye baksam absürd bir görüntü, sanki bir maden kasabası, milletin kafasında baret, gözünde dalgıç gözlüğü, ağzında maske, illa ki bir sırt çantası, içi hem yiyecek hem de ilkyardım malzemesi dolu! Birinde bile ne taş ne de başka bir kötü niyetli alet olmadığından eminim, zira insanların yüzlerindeki tebessüm bunun garantisi...
Taksim’e yaklaştıkça emin oluyorum ki, polis yok! Nereden mi anlaşılıyor, dumansız hava sahasından! Atatürk Anıtı’na geldim, bir grup küçük bir masa açmış; üstünde “Mücadele Birliği” yazıyor. Pek fazla ilgi yok, ama onlar da kendi dertlerini anlatıyor. Hemen arkasında bir grup slov dans yapıyor, sanki açık hava düğünü... HES karşıtları biraz ileride tulum eşliğinde horon tepiyor. Bir başka grup halay çekiyor.
Bir şenlik var, ama bu bir eğlence değil. Tek tek baktığınızda hepsi bir anlam taşıyor. Horon çekenler Karadeniz’in derelerini kurtarmaya adamış kendini, slov dans yapanlar Başbakan’ın “Üç çocuk yap”, “El ele bankta oturanı sevmem ama karışmam, ama metroda öpüşmek olmaz! Kızınızı kucakta görmek ister misiniz?” sözlerine inat yanak yanağa... Halay çekenler büyük olasılıkla sendikacı ya da sol bir örgütten... Ama burada en radikal solcular bile çok daha yumuşak huylu! Herkes sosyal medya üzerinden yapılan sağduyu çağrılarına uyuyor.
Bu kadar mutlu insanı hiç bir arada görmemiştim
Bu kadar mutlu insanı bir arada hiç görmemiştim dersem yeridir. Dokuz gündür burada yatıp kalkanlar, o iğrenç gazı soluyanlar, dayak yiyenler, yaralananlar, hepsi gülümsüyor!
Parkın içi hınca hınç... Makarna pişirmeye çalışan bir grup gencin yanına gidiyorum. Küçük bir kartona ‘Kardeşler Sıpagetti’ yazmışlar... “Kolay gelsin” diye oturuyorum yanlarına... Beykent Üniversitesi’nde öğrenci üçü de... Her tarafta şarkı, türkü, slogan, ne yazık ki kaydı çözerken bazı isimleri tam çıkaramadım. Bu Kardeşler Sıpagetti’den de ikisinin ismini verebiliyorum, Kemal Bozdağ ve Ersin Keskin. Üçüncü makarnacı beni affetsin! Ersin niye makarna yaptıklarını açıklayacak ama önce niye burada olduklarını anlatıyor kısaca; “Ben Greenpeace aktivistiyim. Ağaçlar için gelmiştim. Ama baktım ki Başbakan hiç kimseyi dinlemiyor, her şeyi yapabileceğini düşünüyor. Amacım artık Türkiye’nin hâlâ bir cumhuriyet rejimi olduğunu, bir diktatörlük rejimi olmadığını gösterebilmek.”
Bu kez güçlü olan değil, haklı olan kazanacak!
Sonra geliyoruz makarnaya; “Baktık ki AK Parti paket paket makarna dağıtıp oy topluyor. Biz hizmet kalitesini yükseltelim dedik. Pişirip dağıtıyoruz! Belki bizim de işimize yarar” diyor gülerek ve ekliyor; “Aman ha yanlış anlaşılmasın. Alanlar yoksulluktan alıyor o makarnayı. Asla kınamıyoruz!”
Sonra işi gırgıra almaya başlıyor; “Biraz önce annem aradı, ‘Kusura bakma anne! Ocakta yemeğim var, ben seni sonra ararım’ dedim kapattım!”
Bu direnişin orantısız güç kullanımına rağmen nasıl bu kadar hızla yayıldığını her sohbette anlıyorsunuz. Gaz da etki etmiyor, tazyikli su da... Başbakan’ın her sözüne bir cevapları var, hepsi de orantısız zeka üstünlüğü taşıyor! Siz bu zekaya bir de görülmemiş dayanışma ruhunu ekleyin. Görünen o ki bu kez güçlü değil, haklı olan kazanacak!
Sonra bir arkadaşıma rastlıyorum üniversiteden... Tüm parktaki tebessüm onun yüzünde de var. Heyecanlı ve yeni bir şeyi keşfetmenin mutluluğuyla; “Biz bu kuşağa apolitik der, kızar, küçümserdik. İnternetin başından kalkmazlardı. Bir kalktılar pir kalktılar. Ne kadar yanılmışız onları hafife almakla... Bizim yapamadığımızı onlar yapıyor!”
Munise böyle diyor, hislerime tercüman oluyor. Bizim kuşak ve bizim gibiler şimdi onların yanında, hem onları anlamaya çalışıyor hem de özgürlüğün tadını çıkarmaya...
‘Bize ütopya denmişti!’
HEMEN parkın merdivenlerinin başında tahrip edilmiş bir polis aracı... Göstericiler grafittiler yazmış üzerine, yetmemiş dilek ağacı benzeri küçük kağıtlara taleplerini yazıp iliştirmiş. Mesela, “O son birayı yasaklamayacaktın!” gibi, “Deniz Gezmiş Vol. 2 istiyoruz” gibi... Otobüsün şoför mahallinde bir genç bağırıyor, “Ankara’ya gider, İzmir’e gider, Tayyip’e gider, Gül’e gider!..” 18 yaşındaki lise öğrencisi Emre, “Kazanana kadar Gezi Parkı’ndayız” diyor. Neyi kazanana kadar? “Gezi Parkı’nı! Ama bununla bitmez, aslında her şeyi... Ben Erzurumluyum, içmedim, içmem... Ama isteyen içsin, buna kimse karışmasın! Onu da kazanalım...” Çevredeki herkes alkışlıyor.
İyi ki İzmir’den gelmişim
25 yaşındaki güzel mi güzel bir kız... Bursalı... İzmir’de turizm okuyor. “Dayanamadım kalkıp geldim. Buranın ruhu bambaşka... Burada akıl var, burada beyin var. Burada devrim ruhu var. Çok mutluyum bunu yaşayabildiğim için... İyi ki gelmişim. Bize bunun ütopya olduğu söylendi hep. Bakın gerçek oldu!” Sonra ekleme gereği görüyor, belki buraya gelmeyenler de biraz daha iyi anlasın dertlerini diye: “Bizi polisle karşı karşıya getirmeye, başka insanlara kırdırmaya çalışıyorlar. Gelip görsünler. Sabahtan beri gülümsüyorum, iyi ki atlayıp gelmişim İzmir’den...”
‘Ben özgür bir adamım, istediğimi yaparım!’
AKM’nin önünde, “Ne için buradasınız?” diye soruyorum, beş kişilik bir gruba... 30’lu yaşlarında farklı mesleklerden, orta düzey yönetici ya da şirket sahibi hepsi... “Hepimiz anti-siyasiyiz” diye tanımlıyorlar kendilerini... Artık bıçak kemiğe dayandığı için buradalar. Ne para pul ne de işlerini umursamıyorlar bugünlerde, onlarınki başka türlü bir hayat mücadelesi... Hayat tarzlarını savunmak için buradalar: İsimlerini vermiyor, anonim konuşuyorlar: “Başbakan durmuyor ki bir yerde! Hayatın her alanına bir lafı var. Neymiş? İstediğin saatte içemezsin... Metroda öpüşemezsin... İstediğin kadar çocuk yapamazsın, en az üç yapacaksın... Ertesi gün hapını ancak reçeteyle alacaksın... Utanmasa diyecek ki, benim istediğim zaman sevişeceksin... Ben özgür bir adamım, isteğim zaman, istediğimi yaparım. Babam değilsin! Karışacaksan kendi çocuklarına karış!”