Gaddar politikacıya neden âşık oluruz?
Bir devletin başkan yardımcısının adam öldürmesinden duyduğumuz haz da neyin nesi? Neden, seçilmiş kötülere ölüp bitiyoruz da; monarşik kötüleri kazıklara oturtmak istiyoruz? Kevin Spacey kulağımıza 'aslında' neler fısıldıyor?
Gözünüzün içine baktığı anda beyaz dediğiniz zifiri siyaha dönüşebilir. Her an arkanızdan bıçaklayabilir, zaten ona güvenmeniz için hiçbir çaba da sarf etmemiştir. 5 kartın 4'ü hep açıktır zira... Sonuncusunu açmadan ölüp gidebilir. Eli kan kokar; ağzından ateşler çıkar. En sarsıcı gelişmelere ağzının kenarıyla güler geçer. Kayadan sert, odundan cansızdır. Ama ağzınızın suyu aka aka izlersiniz onu, seversiniz. Acımasızlığı cesur gelir, cesaretlenirsiniz. Umursamazlığı acayip havalıdır; gülersiniz. Âşık olursunuz ona!
O PİSLİKLERE NASIL KULP BULUYORUZ?
İkinci sezonu fırtına gibi başladı House of Cards’ın… Frank Underwood, her zamankinden daha kötü! Peki, onu böylesine arzu nesnesi yapan nedir? Bütün o pisliklerine nasıl bir kulp buluyoruz kalbimizin en tatlı köşesinde? Kendini mi savunuyor? Hayır! Etraftan sert darbeler geldiği filan yok. Acımasızca ‘kendi iktidar savaşı’nın efendisi oluşunu izliyoruz. Yenilmeden, eğilmeden, bükülmeden koşuyor Başkan koltuğuna…
Kuşkusuz Underwood’a beslediğimiz bu anlamsız sevdanın sebeplerini sıralasak tahtı Kevin Spacey’e veririz! O insanüstü adam, heykel gibi öylece dursa, putperest olursunuz; o ayrı! Ama sadece bu olamaz değil mi? Bir devletin başkan yardımcısının adam öldürmesinden büyülenmemizin tek sebebi bu değildir herhalde... Evet, kötü her zaman daha çekicidir ama gaddar politikacıdan haz almak da neyin nesi?
İYİ POLİTİKACIYA NEFRET YAĞIYOR!
Kötüye aşk bir yana, iyi politikacıdan da nefret ediliyor ekranda… Bu sıralar ekranlar ‘iktidar’ hikâyelerine emanet... Scandal’ın ABD Başkanı Fitzgerald Grant’ın ne kadar sevilmediğini anlamak için dizinin forumlarında küçük bir tur yeterli. Niye? Çünkü adam ciddi ciddi ‘hizmet’ için gelmiş. Allah onun belası versin, bu ne sıkıcılık? Neymiş efendim, tek kusuru karısından başka bir kadına aşık olmakmış. Vatansevermiş, ‘öldürmemek’ için elinden geleni yaparmış, merhametliymiş. Nefret yağıyor! Sağ kolu Cyrus’a gelince… İktidarı kaybetmemek için bir gecede soykırım yapabilecek kadar gözü kara; ‘politik hayvan’ın tam anlamıyla sözlük karşılığı… Ve tahmin edebileceğiniz üzere adama tapan tapana! ‘Caps’lerin kralı olmuş bile…
ŞUURSUZ, BECERİKSİZ BAŞKAN YARDIMCISI
Hop! Zıplıyoruz Veep’e… Bir kadın başkan yardımcısı var bu defa karşımızda. Hasbel kader buralara gelmiş, hiçbir şeyden anladığı yok. 100 kişilik ekibinin 1’i ortadan kaybolunca panikatağı tutuyor. Rüşvet yiyor, menfaatleri uğruna sonuçları ne olursa olsun kabul etmeyeceği hiçbir şey yok. Şuursuzluğun tarihini yazıyor… Üstelik bu bir komedi dizisi! Katıla katıla gülüyoruz; ondan daha çok sevdiğimiz bir komedi karakteri yok bu sıralar…
’BEN DE OLSAM BÖYLE YAPARDIM’
‘Seçilmiş’ politikacılarda durum böyle… Monarşilerde ise garip bir şekilde ‘insanlığımıza’ geri dönüyoruz. Rüstem Paşa, şu sıralar İstiklal’e bir girse, Tünel'e sağ salim varamaz! Kanuni bile Mustafa’nın gazıyla devrildi bu bir haftada… Peki, Game of Thrones’un iblisi Kral Joffrey’yi gördüğümüz yerde tokat manyağı yapmaz mıyız? Mevzu, seçmediklerimize, ‘mutlaklara’ uzanınca kötüden alabildiğine tiksiniyoruz! İyi de, çok garip değil mi?
Garip, hem de çok! Bütün dünya toplumları, koca insanlık ‘seçimlerinin’ ihanetini ilmek ilmek içselleştirmiş demek ki... Mide, 4+2 tripleks villaya dönmüş. Varsın, kötü olsun, gaddar olsun; hiç değilse ‘dürüstçe’ rezilliğini gösteriyor diye ‘Helali hoş olsun!’ diyecek noktaya gelmişiz televizyon başında… Pişkinlik, iktidarın altın anahtarı olmuş. En pis stratejilere, “Yalnız şimdi hakkını verelim; çok iyi hamle!” hayranlığı duyar olmuşuz içten içe.
Ve… Ezilmiş, ortaya çıkamamış egolarımızın “Ben de olsam, böyle yapardım” iç sesi, “Neden, nasıl hâlâ o, onlar?” türünden soruların tek cevabı olmuş!