Bir zamanlar model ülkeydik...
.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kazakistan ziyareti içeriğindeki önemli noktalara rağmen çoğunlukla iç siyaset tartışmalarıyla irdelendi. Zira Türkiye’nin uzun zamandır dış politikasında Türk Dünyası belirleyici bir unsur değil. Hal böyleyken bu kaotik dönemde de meselenin boyutları alt sıralarda kalıyor.
Oysa Türkiye’nin son 2 yıllık diplomasi hamlelerine bakıldığında Kazakistan’ın çok önemli bir pozisyonda olduğu görülüyor. Nazarbayev’in arabuluculuğu ile Rusya uçak krizinin aşılması, Suriye’deki ateşkesin Astana süreci ile şekillenmesi, 15 Temmuz sonrasında ilk resmi ziyaretin Kazakistan Liderinden gelmesi kardeş ülkeyi öne çıkaran gündem maddeleriydi.
Bunlar tıpkı 1991 yılında bağımsızlığın elde edilişi ile önümüze çıkan imkanlara benziyor. O gün küresel gelişmelerin ve değişimin meydana getirdiği avantajlar vardı bugün ise yine küresel konumlanmaların ve kaos ortamının birleştirdiği ilişkilerden doğan fırsatlar…
Kazakistan’ın Rusya, Çin, İran, Suriye ve bazı Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini getirdiği nokta farklı meselelerde inisiyatif alabilmesine zemin hazırlıyor. Belki çok bilinmez ama Kazakistan’ın dış ticaretinin yaklaşık üçte biri Avrupa ülkeleriyle. Hollanda burada öne çıkıyor. Bununla birlikte uluslararası organizasyonlarda üstlenilen görevler Kazakistan’ın bölgesindeki güven seviyesini her geçen gün artırıyor. Düne kadar “totaliter yönetim” iddiası ile yüzleşen Kazakistan yönetim sistemi Süper Başkanlıktan uzaklaşarak parlamento ve hükümetin güçlendirildiği bir dengeye doğru gidiyor.
Bu sebeple Türkiye’nin bir yandan Ortadoğu bataklığından çıkmak isterken bir yandan da kültürel bağları yüksek bu coğrafyadaki imkanlarını harekete geçirmesi gerekiyor. Kazakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Nazarbayev 26 yıl gibi kısa bir sürede dünyanın farklı coğrafyalarına ve işbirliklerine açık bir ülke meydana getirdi.
Bağımsızlığın ilk yıllarında ülkesindeki nükleer silahlardan kendi kararıyla vazgeçip ABD’nin göreli desteğini alırken Rusya’nın endişe ve korkularını da yönetmeyi bildi. Ülkedeki Rus nüfusu ve Rusya ile 7 bin km sınır uzunluğuna sahip olduğu göz önüne alınırsa hiçte küçümsenemeyecek hamlelerdi bunlar…
İşte böyle bir süreçte Türkiye Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlar’daki siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler sistemini olabildiğince güçlendirmeli. Öncelikle büyükelçilikler başta olmak üzere bu bölgelerdeki kamu diplomasisi araçları ve sivil toplum kuruluşları titizlikle irdelenmeli, amaca uygun hale getirilmeli. Maalesef yakın tarih bu ülkelere yapılan bir çok hatalı atama ve görevlendirmelerle örülüdür.
Ve belki de en önemlisi Türkiye’nin söz konusu ülkeler için önem arz eden “Batıyla entegre”, “modern ülke” algısını gerçekçi temellere oturtması...Şuan en çok irdelenen, Türkiye’nin bu kapsamın neresinde olduğu.
Örneğin Nazarbayev’in 1 Aralık 1991’de yeniden devlet başkanı seçildiğinde Cumhuriyet’te yer alan bir haberdeki şu sözleri hatırlanmalı:
“Serbest pazar ekonomisini uygulamak istiyoruz. Bunun için de önümüzdeki tek model Türkiye’dir. Türkiye bizim açımızdan ekonomik umudu oluşturmaktadır.” “…Türkiye’nin laikliği de bizim için modeldir. Buradaki insanların da düşünce yapısı laiktir…” “Latin alfabesi zaten burada vardı. Bunu uygulamak, kullanmak bizi Batı dünyasına daha da yaklaştırır. Türkiye ile bu konuda ortak bir işbirliğine gidiyoruz. Bir alfabe hazırlanıyor.”
Şimdi Kazakistan latin alfabesine geçiyor ama Türkiye’nin model ülke olma iradesi nasıl bir fotoğrafın içerisinde duruyor? Sorgulamalı ve yol haritamızı ona göre çizmeliyiz.