Şampiy10
Magazin
Gündem

Yeni bir devrim başladı bile

Yapay Zeka (YZ) kavramı bir çoğumuzda merak uyandırıyor. Türk kamuoyunda yeni konuşulmaya, tartışılmaya başlansa da yaklaşık yüzyıllık bir maziye sahip. Daha öncesinde sadece adını bildiğim bu muazzam mecra ile 2010 yılında tanıştım. O tarihte yönetim ve strateji alanında çalışan bir akademisyen olarak YZ uygulamalarını kendi alanıma entegre eden ilk çalışmaları yapanlar arasındayım. 2012’de dünyaca ünlü Bilgi Yönetimi kongresinde YZ’nin Yönetim bilimi lisansüstü eğitiminde nasıl ders olarak verilebileceğini anlatan bir bildiri sunmuştum. Sonra birkaç farklı ülkeden mailler geldi. Bu projeyi o üniversitelerde anlatmam istendi. Doğrusu Türkiye’de hala bu konuda bir direnç olduğunu söylemeliyim. Biyoloji, tıp, mühendislik, matematik vb bilimlerde çalışmalar yapılıyor, Türkiye’de bu disiplinlerde değerli bilim insanlarımız var. Ancak sosyal bilimlerdeki uygulamalara şüpheyle yaklaşan ciddi akademik çevrelerin olduğunu söylemeliyim.

Nedir bu yapay zeka?

YZ’nin yapay sinir ağları, genetik algoritmalar, bulanık mantık, karar ağaçları gibi alt yöntemleri bulunuyor. Peki bunlar ne işe yarıyor? En kısa anlatımıyla insan beyninin işlevlerini bilgisayar ortamına aktararak bunları yine insanlığın hizmetine sunuyor. Bir gün bizim yerimize alışverişe çıkan ya da temizlik yapan robotların hayatımızın bir parçası olmazı kaçınılmaz. Örneğin yüz tanıma sistemleri yakın geçmişte büyük bir atılım gerçekleştirdi. Facebook’ta görmüşsünüzdür bir kişinin alakasız bir yerdeki fotosunu tanıyarak bunun siz olduğunuzu hatırlatıyor. Birkaç yıl önce DEAŞ üyelerinin medya söylemlerini ve paylaşımlarını YZ ile analiz eden ve terör yapılanmasına ulaşan program yazılmıştı. Çin ise 1.4 milyar nüfusu ile ülke güvenliği için inanılmaz bir uygulamaya imza attı. 60 bin kişilik bir stadyumun içindeki suçluyu saniyeler içinde tespit edip gösteren bir yazılım ürettiler. Şimdi de ülkedeki tüm nüfusu YZ ile kayıt altına alıyorlar. Yani sokakta gezen her vatandaşın bir vatandaşlık puanı olacak ve anında suç potansiyeli görülebilecek. Bu sebeple öyle geniş bir alan YZ’nin çekim alanına giriyor ki endüstri, sağlık, eğitim, güvenlik ve pek çok sahada kolaylıklar sunuyor. YZ bu yönüyle yeni bir çağın açılışını simgeliyor dersek çok da abartmış olmayız. ABD ve Çin öncü ülkeler konumunda.

Yeni rekabet burada

Geçtiğimiz yıl alınan karar uyarınca Çin’in 12 yıl içerisinde Yapay Zeka konusunda dünyanın en öncü ülkesi olma hedefi bulunuyor. Dünyada pek çok ülke YZ alanında ilerlemek için yenilikleri takip etse de Çin’in yenilik üretme kapasitesi karşısında göreli bir bağımlılık yaşıyorlar. Çin’in en parlak iş serüvenine sahip CEO’larından Kai-Fu Lee “artık keşif çağında değiliz; uygulama ve veri üretme çağındayız.” diyor. Dolayısıyla henüz YZ ile entegre iş süreçleri meydana getirememiş ülkeler keşfi yapan ülkelerin yeni bir ihracat alanı haline gelecek. Lee, ABD-Çin rekabetinin YZ ile başka bir boyuta taşındığını ve ABD hala önde gözükse de veri üstünlüğünün Çin’de olduğunu ifade ediyor. Düşünün ki irili ufaklı firmalar veya devlet kuruluşları maliyetleri azaltmak ve daha konforlu hizmet sunabilmek için YZ ile çalışmak zorunda kalacak ve bunun gerçekleşmesi için gerekli unsurlar bu iki ülkenin kontrolünde olacak.

Çok açık ki YZ alanında çok gerideyiz ve kaybettiğimiz zamanı telafi etmek zorundayız.

Yazının devamı...

24 Haziran’da gençler ne yapacak?

Yeni sisteme göre yüzde birlerin büyük önem kazandığı göz önüne alınırsa gençlerin yönelimi seçim sonuçlarını ve özellikle meclis dağılımını çok etkileyecek. Son seçimlere bakıldığında, 1 Kasım’da gençlerin tercihi sırasıyla %33 MHP, %32 HDP, %23 CHP ve %21 Ak Parti şeklinde (KONDA araştırma) olmuştu. 16 Nisan referandumunda gençlerde “hayır” diyenlerin oranı bir parça daha yüksekti. Şimdi ise siyasette ittifaklar dönemi ve denklemi etkileyecek yeni parti/oyuncular var.

Her ne kadar güncel ve kapsamlı çalışmaların sayısı az olsa da 18-24 yaş aralığı en uygun izah yöntemi. Bu kapsamda öncelikle TÜİK’in 2017 yılına ait araştırmasından birkaç sonuç verelim.

-15-24 yaş arasındaki nüfus yaklaşık 13 milyon ve top lam nüfusun %16,1’ini oluşturuyor. Genç nüfusun en yüksek olduğu il Hakkari en düşük ile ise Muğla.

-Bu yaş grubundaki 4 gençten 1’i işsiz, 1’i ne çalışıyor, ne de okuyor. Yaklaşık 1 milyon üniversiteli genç işsiz var. 2011 yılından bu yana işsizlik sürekli artıyor.

-Gençlerin hangi sektörde yoğun çalıştığına bakılırsa %51,6 ile hizmet sektörü ilk sırada, %30,4’le sanayi sektörü ikinci sırada yer alıyor.

-Yaşam memnu niyeti araştırması sonuçlarına göre; 18-24 yaş grubundaki gençlerin %61,3’ü “mutluyum” diyor. Mutluluk sebebi olarak %48,2 sağlık, %22,8 ile başa rı geliyor. Bununla bağlantılı olarak gençlerin %51,1’i elde ettiği kazançtan memnun. Dolayısıyla iş/kariyer anlamında gençlerdeki memnuniyetsizlik daha yüksek sayılabilir.

Bu rakamlara ek olarak Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı yaklaşık 59 milyon seçmenin içerisinde 1 milyon 650 binin ilk kez oy kullanacağını belirtelim.

Özgürlük ve sosyal medya

Gençlerin %92’si internete erişebiliyor ve bunun %96’sı sosyal medya kullanıyor. Genellikle politikaya ilgisi düşük olan (örn. mitinglere gitmeyen) gençler sosyal medya üzerinden daha politik bir çizgiye taşınıyor ve oy kullanma oranları artıyor. Bugünün gençleri veya ilk kez oy kullanacak seçmenler dünün retoriğine farklı tepkiler geliştiriyor. Özellikle metropollerde yaşam/özgürlük alanının farkında bir gençlik öne çıkıyor. Bilgi teknolojisi ile dünün vaatlerine, yapılan ve yapılmayanlara bir tıkla ulaşabiliyorlar. Aileden gelen parti tutumu halen etkili olsa da sandıkta bunun dışında eğilim sergileyen bir seçmen grubu da var.

İşsizlik ve gelecek kaygısı

Genç seçmenlerin olağan dönemlerde neye göre oy kullandığını araştıran pek çok çalışmada ekonomi faktörünün ilk sırada çıktığı söylenemez. Genellikle ideoloji, lider, aday gibi faktörler öne geliyor. Ancak gelecek kaygısının arttığı dönemlerde kısa vadeli ekonomik değerlendirme, örneğin “bir işim var mı?”, “iş bulabilecek miyim?”, “ne kadar param var?” ya da “maaşım yeterli mi?” vb sorular sorulmaya başlıyor. Bu durum o anda iktidarda olan parti aleyhine gelişebiliyor. Buna “Sorumluluk” yaklaşımı deniliyor. Fakat önemli bir koşul var. O da diğer alternatif partilerin geçmiş öykülerinde bu durumu tersine çevirebilecek belirtilerin ya da ihtimallerin seçmende karşılık bulması. Burası gençlerin kararsızlar grubunda “kim ekonomiyi yeniden düzeltebilir veya istediğim noktaya getirebilir?” sorusunun cevabına yönlendiriyor. Yani genç seçmenin belirli bir bölümü ideoloji/aidiyet duygusunu öne çıkarırken bir bölümü de hızla ekonomi politiğin çekim alanına giriyor.

İşte 24 Haziran’da gençlerin sandığa gitme oranını ve tercihlerini bu sorulara verdikleri cevaplar oluşturacak.

Yazının devamı...

‘Trump’ın yaptığı her şey Trump içindir’

ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasının ardından İsrailli yetkililerin gösterileri ve düzenleyenleri suçlaması yakın gelecekte daha vahim olaylara hazırlıklı olmamızı gerektiriyor. Doğrusu bu konuda Hamas’ı suçlamak, Trump’u destekleyen Cumhuriyetçileri suçlamakla eşdeğer. Washington Post’tan Kathleen Parker önceki gün ki makalesinde önemli bir tespitte bulunuyor. “Hiç kimse kendisini kandırmasın Trump’un yaptığı her şey Trump içindir.” Belki de Trump’un bir çok davranışını özetleyen bu yaklaşım ABD’de azımsanamayacak bir çevrede de hakim. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi İsrail ve Filistin Direktörü Prem G. Kumaar 2002-2004 yıllarında İsrail’de görev yapmış bir diplomat. Foreign Policy’de yayınlanan makalesinde Obama döneminde göreve başlayacağı zaman ilk işinin Kudüs kararının uygulanmasını engellemek olduğunu yazıyor. Şöyle diyor: “Obama’dan ilgili yasadan feragat etmesini istedim. Çünkü BMGK kararı çerçevesinde ABD dahil uluslararası toplum, Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğunu kabul ediyor du. Böyle bir karar hem Filistin’in iddialarına hizmet hem de bölge politikalarına aykırıydı.”

Nitekim ABD Kongresinde 1995’te yasalaşan bu karar Clinton, Bush ve Obama döneminde uygulanmadı. Bu sebeple Netanyahu Obama’ya karşı eleştirel bir üslup kullanmaktan çekinmedi. Görece daha resmi ilişkiler söz konusuydu. İran ile yapılan Nükleer anlaşma ilişkileri daha da gerdi. Bu aynı zamanda bir risk taşıyordu. 2015 seçimlerinden sonra, İsraillilerin yalnızca dörtte biri ABD-İsrail ilişkilerinin iyi olduğunu düşünüyordu; dörtte üçü ilişkilerin yanlış veya tarafsız olduğuna inanıyordu. Ve Trump’un seçilmesi ile Netanyahu büyük bir fırsat yakaladı.

Trump ise seçim döneminden bu yana İsrail’in hedeflerine uygun hareket edeceğini net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu adımıyla ABD’deki Yahudilerin ve Evangelist Hristiyanların desteğini konsolide etmeye ve koltuğunu sağlamlaştırma çalışıyordu. Halk desteği giderek azalan ve Cumhuriyetçi seçmenler de bile güven kaybı yaşayan Trump için bu hamlenin sürdürülebilirliği elbette önemli.

Aslında iç politika açısından İsrail Başbakan’ı Netanyahu’da benzer bir durumda. Toplumun bu konudaki güvenlik algısını iyi kullanıyor. Yapılan son araştırmalara göre İsrail’de 4 kişiden biri barış yoluyla çözüme inanmazken, yarısından daha fazlası iki devletli çözüme karşı gözüküyor. ABD’nin Kudüs’ü başkenti olarak taşıması ve İran kararı geçen süreç açısından İsrail’deki seçmenlerin yönelimini artırdı. Netanyahu sadece ABD ve AB değil Hindistan ve Azerbaycan gibi bazı ülkelerle ilişkileri derinleştirdi. En ilginci de İran’ın en önemli partnerlerinden biri olan Rusya ile çatışmasız, karşı karşıya gelmeden bir dönem geçirilmiş olması.

Türkiye’nin Pozisyonu

İslam Dünyası Filistin/Kudüs meselesinde iyi bir sınav veriyor olmasa da Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’nı toplaması doğru bir karar. Zira bu ülkelerin bir çatı altında toplanabileceği meşru kuruluşların sayısı çok az. Dün ki Yenikapı mitingi de önemli bir mesajdı. Türkiye daha önce olduğu gibi BM nezdinde de girişimlerde bulundu. Ancak İsrail’in bu ve benzeri kuruluşların kararlarına uyma niyeti hiç olmadı. Doğu Kudüs’ü 5 Haziran 1967’de işgal eden İsrail, 1980’de tek taraflı olarak kentin doğusunu ve batısını “birleşik başkent” ilan etmişti. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BGMK), 1980’de kabul ettiği 478 sayılı kararla, İsrail’in ilhak ve başkent ilanını geçersiz saymıştı. Gelinen aşamada ne İsrail ne ABD için bunların bir önemi var...

Yazının devamı...

Kerkük’te neler oluyor?

Irak’ta haftasonu yapılan genel seçimler ülkenin yakın gelecekteki yönelimi ve demografik dengeleri bakımından büyük önem taşıyor. DEAŞ’ın bitirilmesinin ardından kurulacak yeni yönetimde kimlerin yer alacağı Türkiye’nin Irak’taki politik denklemini de yakından ilgilendiriyor. 2017’deki gayrimeşru referandumu iptal ettirmeyi başaran Türkiye’nin tartışmalı bölgelerdeki tarihi hakları bu seçimlerle daha bir önem kazanıyor. Başta Kerkük ve Musul olmak üzere Türkiye’nin enerji politikalarına olumsuz etki edecek bir yönetim kurgusu yakından izlenmeli. Elbette ülkenin içişlerine karışmamak ilkesi Türkiye’nin en büyük hassasiyetlerinden. Dün de böyleydi bugün de...

Ancak tarihsel haklarınızı örseleyecek bir haksızlığın giderilmesi zorunluluğu var ise o ülkenin meşru/yasal yönetimi nezdinde girişimlerde bulunulması kabul edilebilir bir durum. İşte böyle bir hassasiyetin en belirgin yansıması Kerkük’te ve yine Türkmenler konusunda yaşanıyor.

Kesinleşmemiş seçim sonuçlarına göre Kerkük’teki 12 milletvekilinden ikisini Türkmenler çıkarmış gözüküyor. Irak Türkmen Cephesi yetkilileri ve diğer Türkmen siyasetinin önde gelenleri bunun aslında daha fazla olduğunu ve oyların çalındığını iddia ediyorlar. Bu iddia sadece Türkmenlere ait değil. Araplar da bu sebeple gösterilere katılıyor. Hatta dün akşam saatlerinde Haşdi Şaabi’ye bağlı bazı gruplar şehre giriş yaptılar. Tam bir güç mücadelesi.

Seçimleri yerinde izleyen resmi gözlemcilerin ortak tespitlerinden birisi Türkmenlerin yoğun yaşadığı mahallelerde ya da oy kullandıkları okullarda kimlik tespiti yapan cihazların sık sık arıza yapması. KYB oylarının ağırlık kazandığı okullarda ise bu arızalara neredeyse rastlanmamış. Üstelik Kürt partilerinin önde çıktığı okullarda yedek cihaz bulundurulurken Türkmen okullarında olmadığı gözlenmiş. Oylamanın yapıldığı saatlerde benzer şekilde bu okullardaki kayıt sisteminde arıza yaşanması da önemli. Bunun dışında seçimde usulsüzlük yapıldığı iddiaları çok ciddi. Ve her geçen gün yeni belge ve bilgiler geliyor. Irak Türkmen Cephesi Üyesi Aydın Maruf’un iddiası olayın boyutlarını şöyle özetliyor: “Kerkük’te 120 bin seçmenimiz var. Altınköprü’de 5 bin seçmenimiz sandığa gitti ancak orada bize 100 oy bile çıkmadı.” Buna benzer iddiaları birebir görüştüğümüz resmi gözlemciler de ifade ettiler. İsmini vermek istemeyen uluslararası gözlemcilerden biri “Kerkük’teki seçimde olanları usulsüzlük kelimesi karşılamaz. Açıkça bir oy gaspı var.” diyor. Örneğin Kerkük’te Türkmen yaşam alanı olan Musalla mahallesi... %60 oranında Talabani partisi KYB ilk sırada çıkabiliyor.

Gösteriler tırmanıyor

Türkmenler açık bir şekilde oylarının çalındığını, başka partilere yazıldığını ileri sürüyor. Önceki gün Irak Yüksek Seçim Komiserliği iddialarla ilgili soruşturma başlattı. Bu yazının yazıldığı saatlerde herhangi bir netice çıkmamıştı.

Bu sebeple gösterilerde bir araya gelen Türkmenler, uzun zamandır ilk defa bu denli birlik görüntüsü veriyor. Gösterilerin özellikle merkez, Altınköprü ve Tavuk ilçesinden başlayarak köylere kadar yayıldığı görülüyor. Dün camilerden yapılan çağrı ile Türkmenler ve Araplar merkeze doğru yürüyüşe geçtiler. Gençlerden açlık grevi yapanlar ve hastaneye kaldırılanlar oldu. Gece saatlerinde bazı Türkmen göstericilere ateş açıldığı bilgisi geldi. ITC Başkanı Erşat Salihi’nin “kaçırılmaya çalışıldığının” duyurulması ise olayların tırmandığı noktayı gösteriyor.

Peki Türkmenler Ne İstiyor?

Oyların yeniden ve elle sayılmasını, en azından şüphe duyulan okul ve sandıklarda bu işlemin yapılmasının kendi iddialarının gerçekliğini ortaya koyacağına inanıyorlar. Aslında bu noktada belirli bir ilerleme sağlanmıştı. Türkmen ve Arapların söylediği 9’ar sandıkta yeniden sayım yapılacağı bilgisi gelmişti. Fakat KYB bunu engelliyor. Türkmenler sandıkların Bağdat’a götürülmemesini ve bulundukları yerde açılmasını istiyor. Dün akşam saatlerine kadar Kerkük-Bağdat karayolunda gösterilen devam ediyordu. Türkmenler bu seviyede bir karşı duruş varken sandıkların şehir dışına çıkmasına izin vermeyeceklerini ifade ediyorlar. ITC adına Salihi’nin “Bugün oyunu kaptıran yarın toprağını kaptırır” sözleri gençleri daha da kenetliyor. Bu direnişin başka bir yönü de 2017 yılında yapılması gereken ancak daha sonra Irak Bakanlar Kurulu’nun kararı ile 22 Aralık 2018 tarihine ertelenen yerel seçimler…Çünkü bu birliktelik ve oyuna sahip çıkma başarısı il meclisi için yapılacak seçimlerde benzer bir gelişmeyi önleyebilir.

Yazının devamı...

24 Haziran ve ‘Kürt sorunu’ yaklaşımı

24 Haziran yaklaşırken HDP’nin oy oranı ve kimi ihtimaller üzerinden seçim sonucuna yönelik değerlendirmeler yapılıyor. Bilhassa “Kürt oylarının” seçim öncesi ve hatta sonrasında hangi ittifak haznesine yönelebileceği irdeleniyor. Oysa Kürtler sadece HDP’ye oy vermiyor.

Bu yaklaşım siyasal denklemin geleceği açısından kabul edilebilir bir durum. Ancak atlanan ya da üzerinde yeterince durulmayan bir husus olduğunu düşünüyorum. Bu ve benzer yorumları “Kürt sorunu” ya da çözümü altında inşa etmek yakın gelecekte daha derin bir problemle yüzleşmemize sebep olabilir. Zira 2010-2014 yılları arasında yürütülen çözüm sürecinde hedeflenen ile o hedefe varmak için seçilen yol ve yöntem gerektiği gibi kurgulanmadığı için zihinsel bir boşluk meydana geldi. Farklı sosyal kesimlerde güven kaybı hatta kopuşlar yaşandı. Sonrası ise malum...

Dolayısıyla seçildikleri takdirde yeni sitemde büyük yetkiler elde edecek Cumhurbaşkanı adaylarının böylesine hassas bir meselede kavramlara, içeriğe ve taahhütlere çok dikkat etmesi gerektiği kanaatindeyim.

Nasıl bir ilkesel tutum?

Ülkemizin her vatandaşı eşit ve kıymetlidir. Milletin bir parçasıdır. Irk ya da etnik kökenin hiçbir önemi yoktur. Kendinizi nasıl gördüğünüz, nereye ait hissettiğiniz herşeyden daha önemlidir. Bu önemle ilişkili olarak devlet, vatandaşlarının duygu ve düşünce dünyasında ortak ve eşit bir alan oluşturmak zorundadır. Cemil Meriç “fertlerin biyografisi gibi, milletlerin de biyografisi olduğunu” söyler. Zaman ve mekan içerisinde ontolojik bir gerçekliğe ulaşan Türk milleti, İbni Haldun’un ifadesiyle milletler tarihinin “cevheri” olmuştur. İlk Türk adının geçtiği Göktürk Devleti’de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’de böyle ortaya çıkmıştır. Çünkü bir ırka, bir millete ya da bir etnik gruba aitliğin açıklanamadığı, tarihsel boyutlarıyla ortaya konulamadığı durumlarda dil, din, kültür vb ortaklıklar, benzerlikler söz konusu milletin bir parçası olmanız için yeterlidir. Bu odak noktası Türkiye’de yaşayan tüm etnik grupları Türk milletinin ve hukuksal açıdan Türk vatandaşlığının çatısında bir araya getirir.

Ne ‘Türkiyeli’ ne ‘Mozaik’

Siyaset sahnesinde olanların, siyasete katkı sağlamak isteyenlerin kapsayıcı ama bir o kadar da tarihsel bütünlük arz eden kavramlara yönelmesi gerekmektedir. Örneğin “Türkiyeli” olmak bir coğrafyanın tarifi ve işareti için kavramsal bir çerçeve çizebilir. Bir millet olgusunu asla çevreleyemez. Milleti, onun tarihini, dokusunu, ayırt edici özelliklerini ortaya koyamaz. Yine bir başka örnek; Türk kültür sisteminin bir “mozaik” olduğunu iddia etmek hatadır. Nevzat Kösoğlu bu hususta şunları belirtir: “bayrağın bezini Almanya’dan, boyasını Pakistan’dan getirmekle bayrak mozaik olmaz; isterseniz ay ve yıldızını da Afrika’dan almış olalım.” Onu biz bayrak diye kaldırdığımıza göre, artık bir mozaik değil, bayraktır; bir kültürel olgudur ve bize hastır.

İşte bu gerekçelerle yarın ihtiyaç duyduğumuz şey etnik sorun alanlarını bir tarafa bırakıp her vatandaşımızın problemini çözecek bir Türkiye projesi ortaya koymaktır. Bu anlayışla bir millet olmanın aidiyetini üstlenebilir ve geçmişten ders çıkarabiliriz.

Yazının devamı...

Hazar’ın kıyısında yeni bir güç mücadelesi

Türkiye erken seçim gündemiyle yoğrulurken seçim sonrasını ilgilendiren önemli uluslararası gelişmeler yaşanıyor. Daha önce ifade ettiğimiz gibi ABD ile Rusya/Çin eksenindeki mücadele, sıkışan Ortadoğu denkleminden yukarı doğru, özellikle Afganistan üzerinden Orta Asya ve hatta Kafkaslara yöneliyor. Son 2 yıldır yumuşak güç unsurlarıyla devam eden süreç bugünlerde sivil/askeri üs girişimlerinin sınanması yoluyla şekilleniyor.

Bunlardan birisi de petrol yataklarıyla zengin Hazar kıyısında kendisini gösteriyor.

Şöyle ki Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev Ocak 2018’de Washington’a bir ziyaret düzenlemiş ve ilişkilerin “yeni bir stratejik ortaklık” seviyesine taşındığı belirtilmişti. Bu gezide Afganistan’ın yeniden imarı ve güvenliği de konuşulmuş ve Hazarın kıyısındaki Aktau ile Kurik limanlarının bu amaçla kullanılabileceği prensip olarak kabul edilmişti. Mart ayında Kazakistan Senatosu bu yönde bir karar aldı. Cumhurbaşkanı Nazarbayev ise ikin gün önce yasayı imzaladı. Buna göre iki liman üzerinden askeri olmayan malzemeler Afganistan’a gönderilecek. Hattın Hazar öncesi kısmında Azerbaycan ve Gürcistan kullanılacak; malzemeler Kazakistan topraklarından demiryolu ile geçerek Özbekistan’a ve oradan Afganistan’a ulaşmış olacak. Yani aslında sadece Orta Asya değil, Kuzey Kafkasya’ya da konuşlanabilecek bir ulaşım işbirliği gündemde. Üstelik bu yeni bir durum değil. 2013 yılında böyle bir öneri iletilmiş ve Aktau limanı üzerinden transit bir güzergah açılmasını planlamıştı. 2017 yılında da ABD’den bu talep gelmişti. Bu yolla hem Afganistan’a sevkiyat yapılabilecek hem de Kazakistan’ın ulaştırma alanında ciddi bir gelir kaynağı meydana gelecekti. Ancak Rusya dengesi sebebiyle proje sonuçsuz kalmıştı.

Avrasya’nın kalbinde

Bu ve beraberindeki çabaların bölgede etkileri olacaktır. Atlantik Konseyi Avrasya Direktörü John Herbst ’e göre bu gelişme Kazakistan’ın küresel güçler arasındaki denge siyasetine yönelik bir adım. 1995 yılından bu yana Rusya, Çin, Almanya, İran gibi ülkeler arasında çok değişkenli bir dış politika yürütüyordu Kazakistan...

Öncelikle bu durumdan rahatsızlık duyan Rusya ve İran, kendi bölgesindeki çevrelemeyi sıklaştırabilir ve/veya Hazar’ın çevresinde yeni bir silahlanma süreci başlayabilir. Rusya’dan bazı uzmanlar bir süre sonra Hazar çevresinde bir ABD üssünün ortaya çıkabileceğinden endişe ediyorlar. İran’ın da bu enerji sahasında eşit oranda payı bulunuyor. Fakat anlaşmanın askeri malzemeleri kapsamaması ve barışçıl bir hedefe yönelmesi sebebiyle Rusya’nın şimdilik belirgin bir tepki vermesi beklenmemeli. Kazaklar bu konudaki görüşlerini/niyetlerini net bir şekilde ortaya koydular. Bakıldığında Rusya il e her alanda ilişkiler söz konusu. Avrasya Ekonomik Birliği ile gümrüksüz alana sahipler. Ancak buna rağmen Kazakistan, ülkenin çıkarları söz konusu olduğunda komşu ülkelerden gelecek bu tür baskıları belirli seviyede görmezden geliyor. Örneğin ABD’li Chevron şirketinin 25 yılda Kazakistan’a yaklaşık 80 milya r dolar kazandırdığı söyleniyor.

Putin’in halk desteği

Levada Merkezinin yaptığı araştırmada Rus halkının Putin’i hangi sebeple onayladığı araştırılmış. Buna göre %47 ülkeye “büyük güç” statüsü kazandırması, %38’i “Kuzey Kafkasya’daki durumun istikrara kavuşması”, %27 oranında “Rusya’nın bütünlüğünü korumak” ve %18’i de “2008’deki ekonomik krizin aşılması” olarak değerlendirmiş. Yeni dönemde Putin’in Orta Asya ve Kafkaslara yönelik adımlarına şahit olabiliriz.

Yazının devamı...

Kılıçdaroğlu’nun kararı ve perde arkası

Seçim kararı alınmasının ardından gündem belirleme hamlesini kullanmak isteyen CHP, birbiriyle bağlantılı iki adım attı. Önce 15 milletvekili hamlesi sonra da siyasi yelpazedeki geçişkenliğin test edilmesi için bazı isimlerin tartıştırılması…Zira yeni sistemde yürütme ve yasama organı için ayrı pusulalar yer alıyor. Seçmenden yetki almak için ne sadece CHP’nin, ne de diğer partilerin oyları tek başına yeterli gözüküyor. Aslında bu yönüyle ülkede demokratik bir zemin sağlansa ve kuvvetler arasında denge kurulmasına izin verilse yeni hükümet sisteminin çoğulculuğu etkin kılması mümkün olabilir.

Hal böyleyken CHP uzun süredir ilk defa kendi gündem sahası ile Türkiye gündemini buluşturma konusunda geçici bir avantaj yakaladı. Bu kapsamda Abdullah Gül ve Abdullatif Şener ile Ak Parti tabanıyla etkileşim, İlhan Kesici ile sağ-sol seçmenin ortak alanda buluşturulması ve Yılmaz Büyükerşen ile Muharrem İnce isimlerinin CHP tabanındaki konsolide etkisi masaya yatırıldı. Bu süre zarfında anketler yapıldı, parti içi dengeler gözlendi.Belirtmek gerekir ki isimlerin ikiye düştüğü her safhada İlhan Kesici karşılaştırmadaki yerini korumayı başardı. NitekimKılıçdaroğlu’nun “Adayımız, bir başarı öyküsü olan, ekonomiyi bilen, bilgili birikimi yüksek ve kavgacı olmayan birisidir.” sözleri Kesici’yi tarif eder gibiydi.

Seçime sonuçlarına nasıl yansır bilinmez ama “Çıldırtacak aday” vb ucu açık söylemler dışında beklentiler belirli bir seviyede tutuldu. Seçmenler yorulsa da bir gün öncesine kadar hangi ismin aday gösterileceği kestirilemedi. Özellikle sosyal medyada günün belli başlı konularından birisiydi. “Şener ismi kesinleşti” yorumları yapılırken İnce’nin seçim otobüslerini giydirmekte olduğu bilgisi geldi.

Peki ne olmuştu da tarif edilen aday profilinden kongredeki en büyük rakip olan Muharrem İnce isminde karar kılınmıştı? Parti içindeki bazı isimler bunu anketlerde İnce’nin önde çıkmasına bazı isimler de CHP tabanını büyük ölçüde sandığa götürebilecek kişi olarak görülmesine bağlıyorlar. Bunlar bir yana asıl sebebin CHP oylarının muhtemel geçişkenliğine yönelik bir endişeden kaynaklandığını söyleyebilirim. Bir süredir CHP çevrelerinde bu endişeleri duyuyordum. Özellikle İstanbul ve kıyı şehirlerde “İyi Parti lehine belirli bir kayış var” deniliyordu. Ayrıca HDP’nin de tek başına seçime katılacağı dikkate alınırsa son iki günde CHP’nin kök seçmeninin sandığa götürülmesi hedefi baş sıraya yükseldi.

Dolayısıyla CHP lideri Kılıçdaroğlu sadece 24 Haziran’ı değil, onun sonrasına yönelik bir fotoğrafı da irdelemiş görünüyor.

Peki Nasıl Bir Fotoğraf?

Kabul etmek gerekir ki Türkiye’de sağ ve sol seçmenin rekabetinde sağın parçalanmışlığına rağmen sol siyasal parti/partiler yarışa geride başlıyor. Bu yaklaşım Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağ/muhafazakar seçmeni kendi lehine sandığa götürmeyi başarması ile uzun süredir geçerliliğini koruyor. Elbette 24 Haziran’da başka bir denklem de ortaya çıkabilir. Fakat eğer Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tur gerçekleşmezse ya da ikinci turda sonuç değişmezse parlamentodaki milletvekili dağılımı ekonomi başta olmak üzere derinleşen sorunların nereye evrileceğini belirleyebilir. Ve yaklaşan yerel seçimler öncesinde dengelenmiş bir sandalye dağılımı yürütme/yasama ya da iktidar/muhalefet arasında siyasal rekabeti göreli biçimde ayakta tutabilir.

Yazının devamı...

UNESCO’da büyük buluşma

Uluslararası Türk Akademisi Başkanı Darhan Hıdırali’nin daveti üzerine çok önemli bir organizasyonu izlemek için Fransa’nın başkenti Paris’e yola koyulduk. “Manevi Yenilenme ve Kültürel Miras: Geçmişten Geleceğe Türk Dili” başlıklı uluslararası bir toplantı ilk kez UNESCO Genel Merkezinde düzenleniyordu. 16 ülkeden Türkoloji alanında çalışan bilim adamlarının ve kaybolma tehlikesindeki Türk lehçelerinin böyle önemli bir merkezde kendisini gösterecek olması gerçekten büyük bir buluşma olarak değerlendirilmeli. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Taşkent ziyaretinde Özbekistan’ın Türk Konseyi’ne katılma kararı alması (ilk biz duyurmuştuk) Paris’teki buluşmayı daha da önemli hale getiriyordu. Artık Türk Dünyası daha geniş, daha güçlü ve daha özgüvenli biçimde yoluna devam edecek.

Paris Neden Önemli?

Paris’e Ankara’dan doğrudan uçuş olması bir avantaj. Vardığımız ilk gün serbest zaman geçirme fırsatımız oldu. Yağmurlu ve soğuk bir havaya rağmen Eyfel Kulesi, Versay Sarayı, meşhur Şanzelize caddesi hıncahınç doluydu. Özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra Türkçülük akımının önemli merkezlerinden biri olan Paris’te katıldığımız bu toplantı geçmişin sayfalarını da aralıyordu. Çünkü organizasyon 5 yıldönümüne denk getirilmişti. Orhun Yazıtlarının Thomsen tarafından okunmasının 125.yıldönümü, Azerbaycan Cumhuriyetinin 100.yıldönümü, Kazakistan’ın milli şairi Mağcan Cumabay’ın 125.doğumgünü, Kırgızistan’ın dünyaca ünlü yazarı Cengiz Aytmatov’un 90.doğumgünü ve Atabetül-Hakayık adlı eserini basılışının 100.yıldönüm... Her birisi ayrı bir anlam taşıyan ve Türkiye başta olmak üzere tüm Türk Dünyasının kültürel mirasına dahil olan ortaklıklar. Bir de bunların dışında Paris’te çok kimsenin bilmediği iki detay var. Osmanlının son döneminde Paris’e gelerek modern Türkçülük hareketinin öncüleri arasında yer alan Mustafa Çokay (Kazakistan) ve Ali Merdan Topçubaşı (Azerbaycan). Her ikisinin de öyküsü o günlerde nasıl zor koşullarda bağımsızlığın elde edildiğini anlatıyor. Topçubaşı’nın mezarını ziyaret ettiğimizde yüzyıl önce anayasasında “dili Türkçe’dir” yazan Azerbaycan’ın önemini anlıyoruz. Buradaki belediye Mustafa Çokay’ın yaşadığı evin hemen yanında onun adıyla küçük bir park yapmış.

Ortak Türk Dili Vurgusu

Forumun ilk bölümünde organizasyona katkı sağlayan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin diplomatik temsilcilerinin konuşmaları vardı. Türkiye dışında üç ülkenin Cumhurbaşkanlarının gönderdiği mesajlar okundu. Nazarbayev “geleceğimizi inşa etmeye devam edeceğiz” diyordu. Türkiye Büyükelçisinin hemen ardından konuşmasını Türkçe yapan Türk Akademisi Başkanı Darhan Hıdırali büyük alkış aldı. İki tatil günü arasına denk gelmesine rağmen salon doluydu. Asıl önemlisi yok olma tehlikesi bulunan Türk lehçeleri sırayla bu tarihi buluşmaya ses ve sözlerini kaydediyordu.

Tehlikedeki Türk Dilleri

Dünyada 1720 dili 10 Binden daha az kişi konuşurken, 31 dili 1 milyondan fazla kişi konuşuyor. Prof. Dr. Chao Gajin’e göre dünyadaki yaklaşık 7 Bin dilin önemli bir bölümü bu yüzyılın sonunu göremeyecek.

Polanya’dan katılan Prof. Dr. Henryk Jankowski Türk dilini üç duruma ayırıyor. Birinci durumda olan diller Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan Türkçeleri... İkinci durumdakiler Kazakistan ve Kırgızistan Türkçeleri. Özerk statüde olanlar ise Altay, Başkır, Çuvaş, Gagavuz, Karaçay-Balkar, Karakalpak, Hakas, Kumuk, Tatar, Uygur, Tuvan, Saha-Yakut. Bunların içinde çeşitliliğini en çok sağlayan lehçenin Yakut olduğunu ifade ediyor. Devleti olmayan Türk dilleri aslında tehlike altında. Litvanya’dan Karay’ları temsilen gelen Diana Lavroniç ülkede sayılarının 150-200 kişi olduğunu söylüyor. Bir diğeri İran’da Kaşgay ve Tacikistan’da Karluk Lehçesi kayboluyor. Nesiller arası iletkenliğin durması büyük sorun.

Almanya’dan Türkolog Marcel Erdal’e göre bunun önemli sebeplerinden biri gençlerin bu dilde kariyer yapamayacağına inanması. Bir diğer sebep de Türkçe’nin baskın bir hale gelmesi. Bu aslında kötü değil. Türkiye Türkçesinde bir ortaklık zaten pek çok uzmanın “böyle olmalı” dediği bir gelişme. Bu arada Michigan Üniversitesinden Prof.Dr.Timur Kocaoğlu çok özel bir insan. Buhara Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu’nun oğlu. Cumabay’ın şiirlerini İngilizce’ye çevirmiş.

Uzaylılar Şiirimizle Karşılanacak

Forumda son konuşmacı Altay’dan halk yazarı B.Borantay’dı. “Bizim bir kaç kez yok olduğumuzu düşündüler ama biz Altaylarda varız. Cengizhan’a da boyun eğmedik. Kim diyebilir Türkler yok olacak. Uzaylılar bu dünyaya indiğinde bile Altay ailesi onları şiirleriyle karşılayacak.”

Bu organizasyonla her platformda kendisini kanıtlayan Türk Akademisi’ni ve Başkanı Hıdırali’yi kutluyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.