Şampiy10
Magazin
Gündem

Barzani’nin iki aşamalı planı

Irak’ın kuzeyinde yapılan referandum sonrası birbiriyle bağlantılı iki sorunun cevabı aranıyor. Sonuçlar etek kemiğe bürünerek bir devlet oluşumuna dayanak haline gelecek mi? Barzani 1 Kasım’daki Başkanlık/parlamento seçimlerinde referandum oy sahasını bu haliyle kullanacak mı? Zira 1 Kasım’daki oylamaya Kerkük, Diyala, Musul gibi tartışmalı merkezlerin de katılması, doğrudan milli irade potasına konulmaları anlamına geliyor.

Sonrası ise “geçmiş olsun” dedirtecek gelişmelere evrilecektir…

Gayrimeşru referandumda çıktığı iddia edilen yüksek “evet” oyuna rağmen görünürde sadece İsrail açıkça tanıyor. Fakat Türkiye ve İran dışındaki aktörlerin samimiyeti sorgulanmaya muhtaç.

Çok açık bir iddiada bulunuyorum…

Bu referandum hiç yapılmamalıydı. Büyük bir eşik aşıldı. Kademeli bir biçimde “Özerk Kürdistan’ın” devreye konulması için müzakere alanı oluşturuluyor. Müstakil bir devletten söz etmiyorum. Bu zaten orta vadeli hedefler arasındaydı.

Bakınız merhum Prof.Dr.Halil İnalcık hocamız 2003 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda Irak’la ilgili şu tespitleri yapıyor: “ABD kendisine K.Irak’ta uydu bir devlet yaratma peşindedir. İsrail gibi kendisine güvenilen bir devletçik isteği. O devletçiği kontrol altına alarak petrol yataklarını kontrol altında tutmak azmindedir. K.Irak Kürtleri, 1991’den beri bu koşullardan yararlanmış ve ABD desteği ile bir Kürt devletinin tüm altyapısını kurmuşlardır. Biz ABD’nin bu politikasını nasıl değiştirebiliriz? Yüzde yüz bağımlılık durumundan kurtulmak zorundayız.”

Bu tespitler hala geçerliliğini koruyor. ABD-İsrail projesi ilk olarak 1991’de Çekiç Güç’ün bölgeye konuşlanması ile şekilleniyor. Nihai adımlar ise 2003’te Irak’ın işgali ile atılıyor. Bu kez sınırları çevrelenmiş, temel yasası olan ve öncü karakol vazifesine sahip bir devletçik meydana getiriliyor.

Şimdi Barzani’nin KISA VADELİ VE İKİ AŞAMALI bir yol haritası üzerinde durduğu söylenebilir.

Birincisi tıpkı referandum gibi önceden ilan ettiği 1 Kasım seçimini tamamlayarak buradan galip çıkmak…Bu bakımdan gerek Irak Merkezi Hükümeti gerekse Türkiye ve İran gibi ülkelerle kontrollü bir gerginlik ortamı partisi KDP’ye tepkisel oyların gelmesini sağlayabilir.

İkincisi ise bölgesel ve küresel dinamiklerin alacağı karar ve uygulamalara göre müzakere masasının revize edilmesi. Zira bir süredir Barzani tarafından uygulanan yaklaşım restleşme üzerinden kendi müzakere alanını oluşturmak ve süreçleri böyle yönlendirebilmek şeklindeydi. Ancak birinci hedef, yani seçimlerin istenildiğini gibi neticelenmesi durumunda “vananın” ve/veya sınır kapısının kapatılması gibi yaptırımların varlığı son derece önemli olacak. Böyle bir aşamada siyaseten meşru bir zaman kazanmış olmanın motivasyonu ile müzakere masasına oturacaktır.

Müzakerede ortaya konulacak en önemli iki talep. (1)En kötü ihtimalle ÖZERK bir bölgenin Anayasal hale getirilmesi, (2)Kerkük’ün idaresi ve petrol kaynaklarından elde edilecek gelirlerin olabildiğince artırılarak güvenceye alınması olacaktır.

Bunlar yabana atılır şeyler değil. Hele ki bizim için. Irak’ın tarihsel süreç içerisinde nereden nereye getirildiği dikkate alınırsa önemli bir kazanım olarak değerlendirilecektir. Kaldı ki gelirleri ve yetkileri pekiştirilmiş özerk bir DEVLETÇİKPKK anayasası olan KCK sözleşmesinin de öncelediği bir durumdur. ABD-İsrail birlikteliğinden bakıldığında ise en az yüzyıllık bir projenin devamı söz konusudur.

İşin özü:

Oyuncuları ve kaynakları uçurumun kenarına kadar getirip bir süre daha yamaçlarda sergilenen tiyatroda tutmak istiyorlar.

Yazının devamı...

Türkmen Türkmen’dir Sünnisi Şiisi olmaz!

Irak’ın kuzeyinde gerçekleşen referanduma ve olası neticelerine aylar önce dikkat çekmiştik. Maalesef Türkiye bu okumayı layıkıyla yapamadı. Olay ve olguları ıskaladı ya da bir takım adımları atma konusunda geç kaldı.

Bu süreçte Türkmenler konusu giderek gündeme geldi. Canlı yayınlar yapıldı, doğru-yanlış birçok köşe yazısı yazıldı. Elbette sevindirici bir durum. Ancak gündemin değişmesiyle birlikte medyadaki direnç alanı zayıflamaya ve yeni bir algı mekanizması işlemeye başladı.

Bunlardan birisi de “Barzani ile Türkmenler özgürlüğüne kavuştu.”, “Türkmenler IKBY’de daha rahat yaşıyor” şeklindeki iddialardır.

Geçtiğimiz gün İlhami Işık Star’da böyle bir yazı kaleme aldı. Kimi ortaklaştırıcı görüşlerini önemli bulurum ancak bu yazıda düzeltilmesi gereken ciddi hatalar var:

1- Türkmenlerin, Irak’taki diğer milletler gibi yekpare olmadığı doğru. Aralarında siyasi farklılıklar/görüş ayrılıkları bulunabilir. Ancak, ilk satırdan Sünni-Şii ayrımı yapmak ne ölçüde doğru? Üstelik Erbil dışında yaşayan Türkmenlerin çoğunluğu Şii değildir. Irak’ta yaşayan Türkmenlerin vilayetlere göre dağılımına bakıldığında Musul ve Kerkük’teki Türkmenler arasında Sünnilerin çoğunlukta olduğu, Diyala ve Selahaddin’de durumun tersine olduğu söylenebilir. Ayrıca bizim için Türkmen Türkmendir, Sünnisi Şiisi olmaz.

2- IKBY’de Türkmen nüfusunun 500 bin olduğu iddia ediliyor. Keşke, “resmi rakamların ” neye dayandığı söylenseydi. Çünkü Irak’ta 1997’den beri nüfus sayımı yapılmıyor. Resmi biçimde hiçbir milletin sayısı belli değil. Tabi tahmindeki IKBY rakamları, Duhok Süleymaniye ve Erbil dışında Musul, Kerkük, Diyala ve Selahattin’deki peşmergenin kontrol ettiği rakamları kapsıyorsa durum değişir. Yalnız bu bakış açısı Türkiye’nin gayrımeşru kabul ettiği referandumun sınırlarını tanımak anlamına gelir.

3- Yazıda nüfus sayısı oy oranıyla eş değer tutuluyor. Irak gibi kimliğin ağır bastığı bir ülkede dahi insanlar asıl olarak çıkarları ü zerinden oy veriyorlar. Diyelim ki bu yaklaşım doğru: Fakat IKBY’de son seçim 2014’te değil 2013’te oldu ve Türkmenlere çıkan toplam oy 11891. Yani buna bakarak IKBY’de toplamda 20 bilemedin 50 bin Türkmen yaşadığı söylenebilir mi?

4- 2014 seçiminde Türkmenlerin Irak Meclisine üye sokamadığı ve %7 baraj olduğu söylenmiş. İsteyen internette kolay bir taramayla bulabilir. Irak’ta seçim barajı diye bir şey yok. Seçim, vilayetler bazında yapılıyor, ülke bazında değil. Türkmen listesinin 90 bin oy aldığı doğru değil. Sadece Kerkük’te Türkmenlerin iki ayrı listeyle aldığı oy 95356 ve Irak genelinde oy sayısı 232038. Ayrıca Türkmenlerin Federal Meclise üye sokamadığı söyleniyor. Oysa Irak Parlamentosu’na farklı listelerden 10 Türkmen girdi. Örn. Irak Türkmen Cephesi başkanı Erşat Salihi ve yardımcısı Hasan Turan...

5- Türkmenlerin Irak tarihinde zulme uğradığı doğru. Saddam Hüseyin dönemi unutulamaz. Fakat, 1991’de Çekiç Güç’ün ardından yapılan bir anayasayla Türkmenlerin haklarının güvence altına aldığı söyleniyor. Oysa IKBY’nin bugün dahi anayasası yok. Bölgede geçerli olan şey “Temel Yasa”. Bu anayasadan farklı. IKBY’de birisi 2009, diğeri 2014’te olmak üzere iki defa anayasa yazma girişimi gerçekleşti ve ikisi de sonuçlanmadı.

6- İddiaya göre 1991’de IKBY ortaya çıkmış ve Türkmenlere eğitim hakları tanınmış. Türkmenlere anadilde eğitim hakkı 1931’de verilmiş ve bu hak 1993’e kadar aktif kullanılamamıştı. 1993’te Türkiye’nin bölgedeki askeri/siyasi etkinliğiyle Türkmen okulları açılmaya başladı. 1996’da Türkmence eğitim alanların sayısı 12800’e ulaşmış, 2003’te Irak’ın işgalinden sonra bu sayı 1200’e kadar gerilemişti.

Son olarak Dışişlerimizin resmi konumlanmasında IKBY =Irak Kürt Bölgesel Yönetimi olarak geçer “Kürdistan” değil.

Yazının devamı...

Cengizhan Türk müydü?

Türk tarihi için büyük anlamı olan Altın Orda Devleti’nin hüküm sürdüğü topraklara davet edildik. Gerçekten Bozkır başka bir tecrübe... Türkler ve Moğollar arasındaki etkileşim salt kan bağı ile açıklanamasa da kültürel olarak yüksek benzerlikler söz konusu

Geçtiğimiz hafta yoğun gündeme rağmen önemli bir keşif çalışmasına katıldık. Daha önce Moğolistan’a, İlteriş Kağan’ın kabrinin/yazıtının olduğu belirtilen Şivet Ulan bölgesine gitmiştik. Bu kez Türk tarihi için büyük anlamı olan Altın Orda Devleti’nin hüküm sürdüğü topraklara davet edildik. Uluslararası Türk Akademisi Başkanı Prof.Dr.Darhan Hıdırali ve beraberindeki heyetle Kazakistan’ın başkenti Astana’dan başladığımız yolculuğun sadece karayolu kısmı 2600 km sürdü. Gerçekten Bozkır başka bir tecrübe. Uçsuz bucaksız alanda ilerlerken hem atalarınızın bastığı toprakları hissediyor hem de bir tür safari yapıyorsunuz. Hedeflediğimiz bölge Uludağlar (yani Ulutau)... Bursa’daki Uludağ ile aynı adı taşıması kadim Türk birlikteliğinin açık bir göstergesi.

Uzun bir araç yolculuğunun ardından Jezkazgan şehrine varıyoruz. Burası SSCB döneminde madenlerin çıkarıldığı ve direk Moskova’ya bağlı bir merkezmiş. İsmi de kazmaktan geliyor. Yüksek teknoloji ürünü maddeler çıkarılıyor. Şehri gece duman kaplıyor. Darhan bey yol üzerinde Nursultan Nazarbayev’in mühendis olarak başladığı Karaganda şehrindeki Metalurji fabrikasını gösteriyor. Fabrikadan çıkıp dünyanın önemli liderleri arasında girmek gerçek bir başarı öyküsü.

Deşt-i Kıpçakların atası Cuci Han

Sabah tekrar yola çıktığımızda Jezkazgan’dan gitmemiz gereken 56 km mesafede yol olmadığı için yolculuk saatler sürüyor. Nihayet Altın Orda Devletinin temellerini atan Cuci Han’ın kümbetine ulaşıyoruz. Özellikle ön yüzü Selçuklu mimarisine benziyor. Bir kısmında Hoca Ahmet Yesevi türbesinin izleri var. Hemen yanı başında Cuci Han’ın tahtını kurduğu alanın etrafı çevrilmiş. Sessizce toprak alanın üzerine oturup Cuci Han’ın tahtına selam gönderiyoruz. Cuci Han, Deşt-i Kıpçakların da atası sayılıyor. Kıpçakların yerleştikleri ve yayıldıkları topraklara verilen ad Deşt-i Kıpçak. Bugünkü Orta Asya’nı tamamı ve hatta Cuci Han ile birlikte Kuzey Kafkasya’yı ve Harezm ülkesini de içine alan büyük bir coğrafya... Cuci Han Cengizhan’ın oğulları arasındaki paylaşımdan kendisine düşen bölümü ilk uluslaştıran komutan. Diğer oğulları Çağatay, Ögeday ve Tuluy Han’dır. Cuci Han 1222-1227 arasında 5 yıl mutlak hükümdarlığını sağlamış ancak ömrü yetmediği için Cuci ulusunun asıl hakimiyeti oğlu Batu Han zamanında gerçekleşmiştir. İşte o devletin adı Altın Orda’dır. Türk-Moğol tarihi açısından Altın Orda çok önemli... Ruslar Altın Orda hükümdarlığında yaşamış ve onları örnek almışlar. Zaten zayıflamasıyla Ruslar Türk alanında yayılmaya başlamışlar.

Kımız ve Baursak favorimiz

Yani Altın Orda Devleti’nin dağılması ile Türklerin zayıflaması arasında doğrudan bir ilişki var. Bugün Orta Asya Türklüğü Altın Orda’yı atası kabul ediyor. Biz de bu yönümüzü derinleştirelim diyorum. Yol üzerinde gördüğümüz piramit biçimindeki mezar dikkat çekiciydi. Heyetimizdeki arkeolog Nafil bey (Türkçesi Nafile) bunu açıklarken eski Türklerde “ağaç evden taş eve göçmek” şeklinde bir inanış olduğundan bahsediyor. Durduğumuz yerlerde konukseverlik yine harikaydı. Geleneksel Türk içeceği Kımız, pişiye benzeyen Baursak adlı yiyecek favorimizdi. Elbette ki yağlı et Kazak sofrasının olmazsa olmazı. Gelelim asıl sorunun cevabına...

Eşi ve annesi Türk’tü iddiaları

Moğollar ile Türkler arasında kesin sınırlar çizmek kolay değil. Türkler 8-9.Yüzyıllarda doğudan batıya gelince o bölgeye Moğollar yerleşiyor. Asıl ismi Temuçin olan Cengizhan ise Moğolları bir araya topladığı 12. yüzyıla gelindiğinde o dönem ki Uygur, Kırgız, Karluk alanından katılımlar oluyor. Yani Türkler ve Moğollar arasındaki etkileşim salt kan bağı ile açıklanamasa da kültürel olarak çok yüksek benzerlikler söz konusu. Bu yüzden Türk tarihi olmadan Moğol tarihi, Moğol tarihi olmadan Türk tarihi yazılamıyor. Bu arada Cengizhan’ın eşinin isminin Aşina ve annesinin de Türk olduğu iddialarını hatırlatmak lazım. Geziyi bir basın toplantısı ile tamamlarken Türk Akademisi Başkanı Darhan Hıdırali’nin başardığı şeylerden birisi Moğolistan tarihin, eserlerini bizlere açmış olmasıdır. Moğolların güvenini kazanan bu kurum Türk-Moğol araştırmacılarının da gözdesi haline geliyor.

Yazının devamı...

Ne olursa olsun bu adımı atmalıydık

Kuzey Irak’ta yapılan referandumun gayriresmi/gayrimeşru sonuçlarına bakılırsa %72 katılım oranı ve %90’lara varan “evet” oyu ile Barzani istediğini almış gözüküyor.

Her defasında yazmaktan yorulmayacağım; “Kürdistan Bölgesi ve idaresi dışındaki bölgelerin bağımsız olmasını istiyoruz musunuz?” sorusuna “evet” denilmiş oldu.

Dolayısıyla kafamızı kuma gömmenin ya da bir şey olmamış gibi davranmanın bu ülkeye bir faydası yok. Irak merkezi hükümetinin görevden almasına rağmen bunu tanımayan Kerkük Valisi Necmettin Kerim’in “Bir vatandaş olarak bağımsız Kürdistan’ın kuruluşu sürecine oy verdim” şeklinde sözleri referandumun anacını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Elbette bu neticeye birdenbire gelinmedi. Barzani ve K.Irak’ta Kürt devleti kurulması 100 yıllık bir projenin ürünü. Sevr Anlaşmasının 62 ve 64. Maddelerinde, Lozan’da planlananlar bugün farklı bir örtüyle sunuluyor. 1990’lı yıllarda 36.paralelin kuzeyine yerleşerek fiili bir terör bataklığı haline gelen K.Irak bölgesi 2000’li yıllarla birlikte ülke, insan topluluğu ve egemenlik unsurlarıyla kuşatılarak bir devletleşmeye doğru gidiyor.

Özellikle 2011 yılında Türkiye’den Erbil’e yapılan ziyaret ve ardından Kürt Bölgesel Yönetiminin tanınması adım adım cesaret fişeğini ateşliyor. Zira Barzani devletleşme süreci için küresel oyunculardan en az birinin ve bunun yanında İran, Türkiye gibi bölge ülkelerinden de en az birisinin ikna edilmesi gerektiğini dile getiriyordu.

Türkiye ile artan ikili ticaret ve petrol anlaşması ete kemiğe bürünen meşruluk alanını pekiştiriyor ve Ekonomi ile değişen ölçülerde bağımlılıklar artıyordu. Halen Irak Türkiye için ikinci büyük ihracatçı konumunda. Bunun da yaklaşık dörtte biri Kuzeydeki yapılanma ile gerçekleşiyor.

Kimi yorumcuların “Barzani bizim için tehlikeli değil”, “bu bir fırsat” şeklindeki değerlendirmeleri genellikle bu mesele üzerine kuruluyor. Oysa yakın bir zamanda Rusya çok büyük bir enerji anlaşması imzaladı. Ve buradaki kaynakları kendisi üzerinden transfer etmek isteyen İran Rusya’nın bölgedeki iki ortağından birisi. Dolayısıyla enerji konusundaki gelişmelerin Türkiye’nin kontrolü dışında evrilmesi mümkün.

Türkiye bu referandumu tanımadığını açıklasa da süreç içerisinde asıl tartışma “devletleşmenin” nihai adımında olacak. Zira elde edilen netice bir durum tespiti olarak uluslararası kamuoyunda sürekli kullanılır hale gelecek. O halde Türkiye’nin bugün elinde olup kullanmadığı kartları o gün işlevselliğini yitirmiş olabilir. Üstelik Türkiye 3 gündür konuşulan sınır kapatma, vanayı kesme gibi hamleleri yapmış olsaydı bile bu referandum gerçekleşecekti. Bunlar iki yıl önce atılması gereken adımlardı.

Şahsi kanaatim yarınlardaki inandırıcılığımız için ne olursa olsun bu yaptırımlar MGK toplantısının olduğu akşam devreye konulmalıydı.

Şimdi daha zor ve kırılgan bir süreç bizi bekliyor.

Yazının devamı...

Peki şimdi ne olacak?

Aylardır uyardığımız ve dikkat çektiğimiz üzere “Kürt devletine evet mi hayır mı?” sorusuna cevap arayan referandum gerçekleşti. Türkmenler ve Araplar büyük ölçüde sandığa gitmedi. En geç bir ay içerisinde resmi sonuçlar (daha doğrusu neticesi baştan yazılan) açıklanacak.

O gün geldiğinde bu sonuçları kim tanır kim tanımaz bilinmez ama K.Irak’ta bir devlet oluşumu için yamalı/yaralı bir netice dünya kamuoyuna sunulmuş olacak.

Referandumun devletleşme açısından önemi kadar Türkmenlerin geleceğine dönük etkisi bizde gündem yaratmaya devam edecek.

Dün IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani’nin “Bu Türkiye’ye tehdit değil; bağımsızlık hemen olmayacak” şeklindeki sözleri ise aklımızla dalga geçmeye çalıştıklarını gösterir gibiydi.

Dün öğlen saatlerinden bu yana Kerkük ve Tuzhurmatu merkezinde çatışmalar yaşanıyor. Bugün daha da artabilir. Zira artık Bağdat ile Erbil arasında petrolün kime akacağı, asıl söz sahibinin kim olduğuna yönelik bir mücadale başlıyor.

Öte yandan Türkiye açısından geçmişte atılan/atılmayan adımlar bugün devam eden sözde devlet yolculuğuna belirli taşlar döşedi denilebilir.

Her şeyi bir tarafa bırakın; yıllardır Türk toprağını sözde devletin sınırları içinde gösteren Barzani yanlısı TV kanalının (Rüdaw) Türksat’tan çıkarılmasına henüz dün karar verildi. Aslında RTÜK’te bu daha önce de görüşülmüştü. Ancak Dışişlerinden gelen “stratejik ilişkiler var” gerekçesiyle ötelenmişti. Çok önce yapılmalıydı.

Şimdi ise siyasi, ekonomik ve askeri bir takım seçenekler var. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sıraladığı tedbirler listesi epeydir seslendirdiğimiz pek çok adımı kapsıyor. Bu adımlar Barzani referandum tarihini açıkladığında atılsaydı bugün gerçekten bambaşka bir tablo olabilirdi.

Neden mi?

Uluslararası stratejilerin neredeyse tamamı rakibin davranışlarına karşı tarafın vereceği tepkiye yönelik beklentisini kontrol edebilmeyi hedefler. Bu belli bir davranışa sevk etmek ya da mevcut olanı muhafaza etmek için olabilir. Eğer bekleyişi yönlendirirseniz yapılan/yapılacak hamleyi de yönlendirme şansı bulursunuz.

Yani bir devlet inandırıcılığını göstermek istiyorsa yarını bugünden yazmayı göze almalıdır. “Bugün şölenimiz var çünkü yarın oruç tutacağız” mantığı ne karşıdakinin beklentisini ne de kararlılığınızı etkileyebilir.

Yarın devam edeceğiz...

Yazının devamı...

Hedef erteleme değil iptal olmalıdır

K.Irak’ta yapılacak referanduma 2 gün kaldı. Dün MGK’da bugün ise TBMM’de alınacak kararların neticeye nasıl etki edeceğini muhtemelen yarın akşam saatlerine kadar görmüş olacağız. Doğrusu BM gözetiminde bir resmî/yarı resmî süreci kamuoyuna duyurmadan bu işten vazgeçmeleri düşük bir ihtimaldir. Barzani, Referandum konusunda özellikle Kürt nüfusunda ciddi bir kitleyi motive etmiş gözüküyor. Erbil’de kutlamalar/gösteriler devam ediyor.

Dikkat ederseniz kademeli bir hedefin ilk adımı olan “Kürdistan’a evet mi? hayır mı?” oylamasında bizim açımızdan en iyi senaryo “erteleme” şeklinde irdeleniyor.

Uluslararası konumlanmalar ve iç politikadaki çıkışlar bir arada değerlendirildiğinde böyle bir gelişme kamuoyu algısı bakımından göreli bir rahatlama sağlayabilir. Ancak orta ve uzun vadede oldukça riskli bir durum karşımıza çıkacaktır.

Neden mi?

(1) Bu konuda Erteleme, bir karar ve/veya uygulamanın gelecekte yapılmak üzere ötelenmesi anlamına geliyor. Yani tehlikeyi ortadan kaldırmış olmuyor. Şu aşamada “olsun en azından vakit kazandık” denilebilir. O halde sürecin nasıl evrileceği hususunda yol haritasını da denetim alanınıza almanız gerekiyor.

(2) Aynı zamanda K.Irak yönetimi ve onun dış desteği bakımından sürecin devam edebilirliğine yönelik bir tür motivasyon aracı ete kemiğe bürünüyor. Ya da fedakarlık gösterdiğini iddia eden bir yapılanma için “haklı” bir talebin tescili, uluslararası sistemin takdirine sunulmuş oluyor.

(3) Özellikle ABD’nin “şuan koşullar uygun değil” tespitiyle referanduma karşı duruşu aslında bölgedeki stratejik hedefleri açısından bir gereklilik gibi duruyor. Zira Rakka’da, Deyrzor’da İran-Rusya-Rejim ile karşı karşıya gelen ABD’nin önceliği Suriye’nin kuzeyini konsolide etmek. Şuan K.Irak’ta devletleşmenin fırına sürülmesi PYD-PKK devletinin akıbetini tetikleyebilecek fay hatlarına sahip.

(4) Hemen hemen tüm uluslararası stratejilerin ortak amacı rakibinizin davranışına sizin göstereceğiniz tepkiye yönelik beklentisini değiştirmektir. Beklentiyi etkileyemezseniz davranışı yönlendiremezsiniz. Maalesef bizim açımızdan geç kalınmış bir duruş Barzani yönetiminin beklentilerini istediğimiz noktaya getirmekte zorlanıyor.

Tüm bu gerekçelerle Türkiye açısından referandum için atacağı adımlar/olası hamlelerde tek hedefi İPTAL olmalıdır ERTELEME değil. Erteleme yukarıdaki gerekçelerle nihai sonun başlangıcı sayılmalıdır.

Yazının devamı...

“Kürt devleti” İsrail projesi mi?

“Bağımsız Kürdistan’a evet mi hayır mı?” sorusunun oylanacağı referanduma sadece 5 gün kaldı. İrdelenen hususlardan birisi de İsrail’in kurulması düşünülen Kürt Devletinin neresinde olduğu…Kimi yazarlar Türkiye’nin referanduma ve hatta Kürt devletine karşı çıkmasını İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiğini söylüyor.

Acaba gerçekten böyle mi?

Tarihsel sürece bakıldığında İsrail’in (1) Yahudi Kürt lobisi (2) 1950’lere dayanan istihbarat ve asker desteği (3) 90’lı yıllarda ve 2003 sonrası ABD ile fiili durum yaratma hamlelerin odağında olduğu görülüyor.

MOSAD ajanı Tsafrir 1963-1975 yılları arasında Irak’taki Kürtlere yoğun destek sağladıklarını gizlemiyor. Hatta MOSSAD’ın K.Irak’a olan ilgisini 1934 yılına kadar götürmek mümkün. Daha İsrail’in kurulmadığı o tarihte bölgeye gönderilen R.Shiloah (daha sonra MOSSAD’ın özel operasyonlar biriminin sorumlusu oldu) buradaki Yahudi Kürtlerin Filistin’e gelmesi için görüşmeler yapmış. İsrail’de bulunan Kürtlerin 150 binin üzerinde olduğu belirtiliyor. ABD’deki Yahudi lobisinde de etkililer.İşte bu süreçte Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin birkaç kez MOSSAD’la görüştüğü biliniyor.

1965 sonrası İsrail ve İran’ın Irak’taki rejimin zayıflaması için peşmergeye silah ve eğitim desteği verdiği belirtiliyor. 1963’ten itibaren İsrail tarafından Kürtlere her yıl 500 Bin dolar destek sağlanırken 1975’e kadar ABD tarafından 16 milyon dolarlık yardım yapılıyor. 1970’e gelindiğinde bazı petrol sahalarının tahrip edilmesi ile rezervleri düşen Irak yönetimi Kürtlere geniş haklar tanıyan bir anlaşma imzalamak zorunda kalıyor. Bununla birlikte K.Irak’ta PARASTİN adlı istihbarat örgütünün kurulmasında da İsrail’in verdiği destek önemli. Bu yapı MOSSAD’la güçlü bilgi alışverişinde bulunmuş.

Bu destek süreci Irak ve İran arasında imzalanan Cezayir anlaşması ile kesilmiş ve İran üzerinden gönderilen yardımlar durmuştur. Irak ordusu Kürt isyanını oldukça sert bir şekilde bastırmış ve Mustafa Barzani İran’a sığınmak zorunda kalmıştır. Bir süre sonra da ABD’ye gitmiştir.

90’lı yıllara gelindiğinde bu bölge Kuveyt’in işgali sonrasında ABD ve İngiltere tarafından 36’ncı paralelin kuzeyini güvenli bölge ilan etmesi ile de facto bir nitelik kazanmıştır.

2003 sonrasında ise Türkiye, İran, Arap ülkelerinin tepkisi dikkate alınarak ilişkiler genellikle kapalı devre sistemi ile sürdürülmüştür. Türkiye-İsrail yakınlaşması ve MOSSAD’la işbirliği artışı İsrail’i ikili bir çevreleme politikasına götürmüştür. İsrail K.Irak yönetimine verdiği desteği Türkiye’yi rahatsız etmeyecek bir içerik ve üslupla yürütmüştür. Ancak 2003 sonrası verilen destek belirginleşmiş ve DAVOS’un ardından gerilen ilişkiler İsrail’in giderek Bölgesel Yönetime açıktan desteğine evrilmiştir.

Bugün daha da uygun koşullar söz konusudur. ABD bölgeye konuşlanmış ve DEAŞ’a karşı Suriye’de YPG’yi, Irak’ta Peşmerge’yi kullanmaktadır. Arap ülkelerinin bölünmüşlüğü ve iç savaşlar gölgeleme politikasını bir gereklilik olmaktan çıkarmıştır.

26 Haziran 2014’te ABD’ye giden İsrail Devlet Başkanı Simon Peres Irak’ta savaşan grupların birleşemeyeceğini ve Kürt Devleti’nin fiilen kurulduğunu ifade etmesi en üst düzeyden yapılan açıklamadır.

Peres’in “IKBY’nin petrol satışına yardımcı olan Türkiye’nin de bu durumu kabul etmişe benzediği” yönündeki açıklaması dikkat çekicidir. 2014 sonunda Aljazeera’ya konuşan eski Dışişleri Müsteşarı AlonLiel’de açıktan böyle bir söyleme yönelişlerinde Türkiye’nin K.Irak politikasındaki değişmeyi gerekçe göstermesi önemlidir.

Çok açık ki Irak’ta bir Kürt devleti Arap dünyasının çevrelediği İsrail’in yalnızlığına son verebileceği gibi İran’ın istikrarsızlaşmasını sağlayabilir. Bu sebeple Türkiye-İsrail ilişkileri ve referandum sürecine olası etkileri ciddiyetle irdelenmeye muhtaçtır.

Yazının devamı...

Stratejik bataklık...

Dış politikada teamül haline gelen bir yaklaşım var. İktidarıyla, muhalefetiyle neredeyse tüm siyasi kurumlar belirli bir yetkiyle donandığında bu yaklaşımın cazibesine kapılıyor. Projeniz, stratejiniz, hamleniz sonuçsuz kaldığında “rasyonel gerçeklik böyleydi” ya da “şimdi jeopolitik imkan doğdu” şeklindeki söylemlerle hataların gölgelenmesinin yolu açılıyor.

Ben buna stratejik bataklık diyorum. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın çıkış için kendi kontrolünüzün dışında birisine ve/veya koşullara ihtiyaç duyuyorsunuz.

Kimi zaman bir kaos ya da çatışma ortamı kimi zaman bozulan ilişkiler ağı oluyor çıkmanız gereken…

Bu bakımdan asıl başarı ve netice bataklığa düşmeyeceğiniz bir strateji sahasında durabilmek.

Elbette dış politikada restleşmeler, başlangıçlar ve sonlar da olacaktır. Devletler uçurumun kenarına götürmeden bir takım karşıtlıkları politika haline getirebilirler. Ancak önce krizi çıkarıp sonra onu yok etmek mecburiyeti ile krizden ve kaostan fırsatlar meydana getirmek farklı şeyler.

Mesela…

AB ile kopma noktasına gelircesine geriliyoruz sonra “bu yeni bir fırsat” diyebiliyoruz. Rusya ile dalaşıyor, savaşın eşiğine geliyoruz; ardından “yeni bir dönemin başlangıcı” olduğunu ilan edebiliyoruz. Teröristle müzakere ediyor; hatta bazı şeyleri “görmeyin” diyoruz ve orada da “bu olmasaydı operasyonlar olmazdı” diyerek çıkış yolunun burası olduğunu sanıyoruz.

Özellikle ülkenin bir dönemini kuşatan “çözüm sürecini” bu açıdan iyi irdelemek gerekiyor.

2011’de hız kazanan sözde çözüm sürecinde önemli riskler söz konusuydu. Biz bu riskleri anlatmak için büyük çaba harcıyorduk. O dönemde bize karşı en çok kullanılan argüman “bu söylediklerinizi devlet bilmiyor mu?”, “her şey kontrol altında”, “çözümünüz yoksa konuşmayın” şeklindeydi. Ancak öyle olmadığı görüldü. Çözüm diye sunulan şey tek taraflı bir balonun üzerinde uçuyordu. Farklı cephelerden patlatılmaya müsaitti. Ve işler adım adım kontrolden çıkmıştı. Önce Habur’da sonra Oslo’da ve ardından Dolmabahçe’de devletin kontrol refleksleri aşındırılmıştı. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan “benim haberim yok, doğru bulmuyorum” diyerek varılan çözüm mantığının mantıksızlığını da ortaya koymuştu. Mamafih Dolmabahçe’ye dönük iddiaların gelecekte yeniden tartışılmayacağını veya buzdolabından çıkarılmayacağını kimse garanti edemez.

Bununla birlikte dün Barzani’nin alkışlarla ağırlanması ve böyle bir sürecin içerisine konuşlandırılması bugün erteletmek için uğraştığımız referandumdan tamamen ayrı düşünülemez. Geçmişten günümüze K.Irak ve Barzani ile ilişkilerin evrilişine bakıldığında stratejik bataklığın belirli düzeyde yansıması görülür. İkili ticaretin artışı ise gelecekte karşı karşıya kalacağımız tehlikeler düşünüldüğünde etki gücünü kaybedecektir.

Gelinen aşamada Barzani bir yandan Türkiye’ye ortak enerji projeleri fotoğrafını gösteriyor bir yandan bölgeyi tanzim etmeye çalışan ABD’nin Irak’taki karakol vazifesini yürütüyor. Türkiye’nin halihazırdaki zaaflarını ve farklı sahalardaki mücadele zorunluluğunu kullanarak süreci olabildiğinde ileri noktalara taşımaya gayret ediyor.

Referandum ertelense bile adı üstünde sadece bir öteleme olacak…

Türkiye böyle bir durumda bataklığı kurutacak stratejileri üreterek uygulamak zorundadır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.