Şampiy10
Magazin
Gündem

Barzani’nin gidişi her şeyi çözecek mi?

Barzani referandum öncesinde ABD’nin “Bağdat’la masaya otur. Tatmin edici olmazsa 1 yıl sonra referanduma ışık yakarız” şeklindeki önerisini bile geri çevirerek gayrimeşru bir sürece imza attı. Çünkü “Bağımsız Kürdistan” hedefi için koşulların bundan daha uygun olamayacağı düşüncesi hakimdi. Dünkü röportajımızda Erşat Salihi’nin dediği gibi “Benim malım var, silahım var, gücüm var, benim Avrupa’m var, benim Amerika’m var ben her şeyi yaparım” duygusuyla sadece kendi idaresini değil bölgedeki Kürtleri de bir kaosun içine taşımış oldu.

Neticede ABD başta olmak üzere kimi batılı ülkeler Barzani’yi cezalandırmak istedi. Koalisyon uçakları ve bomba destekli saha açma girişimleri bu kez işleme konulmadı. Türkiye ve İran’ın hassasiyetinin göreli işbirliğine yönelmesi merkezi hükümeti cesaretlendirdi. 2014’te DAEŞ karşısında çabucak pes eden Irak Ordusu birkaç gün içinde müthiş bir ilerleme sağladı. Böylelikle Barzani’nin Bölgesel Yönetimin başında kalamayacağı kesinleşti.

Peki Barzani’nin gidişi bölgedeki sorunları sona erdirecek mi?

Türkiye’nin çıkarları bundan nasıl etkilenecek?

Birincisi bu süreç Barzani’ye ya da onun yönetim sahasına ait olan bir yerin ondan alınması değil ırak anayasasına göre haksız şekilde elinde tuttuğu tartışmalı bölgeleri aslına rücu ettirmekti. Sınır kapıları ve havaalanların kontrolünün sağlanması da merkezi hükümetin güçlü bir kazanımı oldu. Yeni dönemde ekonomik sorunlarla birlikte hem KDP hem KYB’de aile içi güç kavgaları yaşanabilir.

İkincisi dört parçalı “Kürdistan” hayali sona ermiş değil. Sadece oyunu kuralarına göre oynamayan acele eden ve süreci baltaladığı düşünülen Barzani oyunun dışına çıkarılıyor. Bu hem bir cezalandırma hem de bir zorunluluk. Daha dün ABD’nin IŞİD’le Mücadelede Özel Temsilcisi Brett McGurk’un, ve birleşik bir Irak’ta güçlü bir Kürdistan Bölgesi’ni destekliyoruz” sözü yabana atılmamalı. Fakat burada şu ihtimali de dikkate almak lazım. Barzani’nin “göreve devam etmeme” konuşmasında etnik vurguyu öne çıkararak oluşturmak istediği mağduriyet fotoğrafı ona daha geniş bir alanda daha yüksek bir manevi liderlik alanı açabilir. Böyle olup olmayacağını kısa vadede göreceğiz.

Üçüncüsü Barzani’nin gidişini sağlayan kırılma noktalarından birisi de KYB ve Talabani ailesinin çekilerek Necmettin Kerim ve Kosrat Resul’a bağlı peşmergeyi çarpışmadan geri dönmeye zorlamasıydı. Nüfuz alanı olarak %70’e hakim KYB ve Goran Hareketi önümüzdeki dönemde İran’la anlaşıp Türkmenleri dışlayabilir mi? sorusu tamamen geçerliliğini yitirmiş değil.

Dördüncüsü Barzani sonrası yönetim boşluğunun Suriye-Irak kuzey koridorunda ABD’nin senaryosunu bozması halinde PKK-YPG ile alanı doldurabileceği tehlikesi karşımızda duruyor. Sınır kapıları şu an kontrolde gözükse de Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde sızmaların ne ölçüde önlenebileceği ince bir mesele.

Bu tespit ve endişelere rağmen Türkiye düne göre Irak’ta avantajlı bir konjonktür yakalamış durumda. Özellikle Bağdat ve Tahran’la işbirliği, Haşdi Şaabi’nin sorunlu alanının baskılanıyor olması, Türkmenlerin güven duygusunun ve görünürlüklerinin artması Türkiye açısından daha uzun vadeli politikalar üretebilmesine imkan tanıyor. Mesela dün Habur Sınır Kapısının da ele geçirilmesi ile Edirne’den Bağdat’a doğrudan bir hat meydana geldi.

Fakat tüm bunları bir arada değerlendirmek zorundayız.

Barzani tek başına bir devlet kuramadığı gibi onun gidişi de her şeyin çözülmesi anlamına gelmiyor.

Yazının devamı...

Türkmenler ne istiyor? Beştepe’de neler görüşüldü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilen Türkmen heyetinden Irak Türkmen Cephesi Başkanı Salihi, “Halkımız kendi liderini Türkiye’nin zirvesiyle birlikte gördüğünde daha farklı duygulara kapılıyor” dedi ve ekledi: “Cumhurbaşkanı evinden olan Türkmenlerin bir an önce Telafer’e dönmeleri gerektiğini, Telafer’in imarı için TİKA’yı devreye sokacaklarını söyledi”

Irak’taki son gelişmelerin ardından Barzani’nin oyunun içinde kalamayacağı görülüyor. Gayrimeşru referandum Barzani’ye kaybettirdiği gibi Irak Kürt Bölgesel yönetiminin akıbeti de dahil olmak üzere ülkenin tümünde yeni dengeleri ve yeni bir yapılanmayı işaret ediyor. Türkiye’nin referandumun ardından yaptığı hamleler de neticesini veriyor. Elbette ki bölgenin kaotik durumu ve anlık değişen politikalar dikkate alınırsa düne göre nasıl bir kazanım meydana geleceğini önümüzdeki günler gösterecek. İşte tam böyle bir süreçte Türkiye’nin tarihsel ve kültürel bağları ile Irak’taki varlığının birer göstergesi kabul edilen Türkmen Koordinasyon Heyeti iki gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya geldi. Yaklaşık 2,5 saat süren görüşmede çok önemli şeyler görüşüldü. Heyette bulunan Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi ile görüşme sonrası sıcağa sıcağına sohbet etme imkanı bulduk. Bölgedeki gelişmeler, Türkmenlerin durumu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Beştepe’de yapılan görüşmeye ilişkin çok önemli mesajlar verdi.

Telafer kalesi onarılacak

- Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmeniz nasıl geçti? Neler görüşüldü?

Böyle önemli bir günde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan tarafından kabul edilmemiz Irak Türklerinin Türkiye için ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Üstelik heyetimizin mezhep vb farklılıklar gözetilmeden, Sünni-Şii ayrımı olmaksızın bir bütün olarak kabul edilmesi önemli bir mesajdır. İlk zamanlar Irak Türkmenleri Türkiye kendisini unutmuş gibi sandılar. Biz siyasetçiler olarak bunun bu ölçüde olmadığının farkındaydık. Ama halkımız kendi liderini, temsilcilerini Türkiye’nin zirvesiyle birlikte gördüğünde daha farklı duygulara kapılıyor. Biz sadece Türkiye’de değil bölge ülkelerinin de Türkmenlerin daha fazla yanında olmasına talip olduk. Cumhurbaşkanlığındaki bu görüşme öncekilerden çok farklıydı. Irak’ın toprak bütünlüğü dışında somut şeyleri, mesela Türkmenlerin idari-siyasi konumlarını da görüştük. Cumhurbaşkanının açılış konuşması Türkmenlerin geri dönüşleri konusunda başladı. Çok önemliydi bu nokta. Özellikle de Telafer’den bahsetti. Ankara’da, İstanbul’da olsun, tüm Türkiye’de bölgedeki felaketten etkilenen, evinden olan Türkmenlerin bir an önce Telafer’e dönmelerinin sağlanması gerektiğini söyledi. Ayrıca Telafer’in imarı için TİKA’yı devreye sokacaklarını, Telafer kalesinin de onarılacağından bahsetti.

‘Türkmenler olmasa Irak parçalanmıştı’

- Gelinen aşamada Irak’ta Türkmenlerin genel durumu nasıl?

Biz Irak Türkmenleri olarak 14 yıldan beri bağırdık, çağırdık bizi duymak istemediler. Bölge ülkeleri duymak istemedi. Amerikalılar da duymak istemedi. Gelinen aşamada herkes gördü ki ülkenin istikrar unsuru Türkmenlerdir. Irak Türkmenlerinin ne kadar önemli olduğu çok daha iyi anlaşıldı. Bakın eğer Irak’ın içinde ve özellikle Kerkük’te Türkmenler ve onların haklı iddiaları, talepleri olmasaydı Kerkük K.Irak tarafına gitmiş olurdu ve bugün parçalanmış Irak vardı. Biz bunları uluslararası topluma da anlattık. Bunun yanında parçalanmış bir Suriye, Suudi Arabistan bile olurdu. Onların içinde bir bölge var ki Şiidir. Bu işi planlayanlar onları da krallığa karşı uyandırabilirlerdi. Mesele sadece Irak’ta değil. Eğer önlem almazsanız bu parçalanma senaryosuna sıra İran’a da Allah korusun Türkiye’mize de gelir.

‘Türkmenlerin de gücü olmalıdır’

- Haşdi Şabi ’ye nasıl bakıyorsunuz? Bu konuda Türkiye’nin bazı hassasiyetleri de var.

Haşdi Şabi içerisinde Türkmen cephesinin de unsurları vardır. Beşir, Tazehurmatu, Duhok, Tuzhurmatu’da olan ofislerimizin sorumluları onların içindedir. Burada yasa dışı bir iş yoktur. Irak Parlamentosu’nda yasallaşmıştır. Kaldı ki buna göre Peşmerge gücü varsa, Türkmenlerin de biz gücü olmalıdır. Cephede biz bu işbirliğine olumlu bakıyoruz, daha da aktifleştireceğiz. Yasallaştıracağız. Hatta başka destekler alıp bunu, çeşitlendirip, genişletebiliriz de...

- İran-KYB İşbirliğinden bahsettiniz... O vakit nasıl etkilenir?

Bu durumda Haşdi Şabi ile yürütülen ilişkiler bundan olumsuz etkilenir. Bu yüzden Türkmenler karar almalıdır. Güçlü durmalıdır. Zayıf düşersek her türlü endişelerimizin üzerine gelirler.

Yeni oyun PKK-YPG mi?

- Irak’ta son dönemde gündeme gelen PKK-YPG varlığı ne durumda?

Sadece Irak’ta değil Suriye’de de üçüncü proje faaliyete geçirilmek isteniyor. Birincisi El-Kaide idi, ikincisi DEAŞ oldu. Üçüncüsü de Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü dağıtmak ve yeniden tanzim etmek için PKK-YPG’dir. Burada İran, Türkiye ve Bağdat buna hazırlıklı olmak durumundadır şimdiden... Aksi takdirde tehlike geliyor. Şu an Kerkük’ün içinde hala PKK var. Altunköprü’de Türkmen Cephesi’ne saldıran PKK’dır. Tavuk’ta Türkmen akıncılarına kurşun atan onlardır. Yaralımız Türkiye’de şu an tedavi görüyor. Kümbetler köyünde Irak bayrağını göndere çekti diye bizim akıncımız PKK tarafından şehit edildi. Bize verilen söz Irak Hükümeti ve Haşdi Şabi tarafından, “Biz PKK’yı temizleyeceğiz” oldu. Sincar olsun, Mahmur olsun Kerkük olsun. Bağdat-İran-Türkiye işbirliğinin devam etmesi lazım.

‘Muhatap Bağdat olmalı’

- Barzani’nin devam etmeyeceği açıklandı. Nasıl bir süreç yaşanacak?

Mutlaka bir değişim olması lazımdır. Barzani bu haliyle uzlaşmayı istemeyen taraftır. Artık bu halde devam edemez. Kaos olur. Benim malım var, silahım var, gücüm var, benim Avrupa’m var, benim Amerika’m var, ben her şeyi uygularım, sınırları tespit ederim diyemez. Bizim de irademiz var, milletimiz var. Mazlum ve mağdur olduğumuzu bugün pek çok dünya ülkesi gördü. Aynı zamanda biz bunu Türkiye’ye de söyledik ve söylüyoruz. Barzani yönetimiyle çok yakın ilişkileri oldu. Tabi yetkililer bunu daha iyi takdir edeceklerdir ama bunun sınırlı ve durumun gerektirdiği ölçüde olmasını hep önerdik. Irak Hükümeti üzerinden olması gerekir. Doğrudan Barzani ya da Erbil değil de. Ankara-Bağdat şeklindeki ilişkilerin artırılması Irak’ın geleceği ve bütünlüğü için çok önemli.

‘Bize kan kusturdular’

- Tehlike devam ediyor mu?

14 yılın içinde Türkmenler KDP-KYB’nin elinde neler çekmiştir? ABD bunu görmeli. Bizim Kürtlerle bir problemimiz yok. Bağımızın hep devam etmesini isteriz. Kürtlerin özellikle siyasi partilerin, dikkat edin halk demiyorum Türkmenlere karşı ayrımcılık politikalarından vazgeçmeleri gerekir. 14 yıldır bize kan kusturdular adeta... KDP olsun KYB olsun. Maalesef insan hakları hiçe sayıldı, işkence gördük, devletin atamalarında hep dışlandık. Şuan Türkiye-İran-Bağdat arasında iyi ve anlamlı bir denge kuruldu. Bu dengeler değişirse, İran ve KYB ilişkileri endişe verici olabilir. İran-KYB ortaklığı Bağdat üzerinden gelişmeleri etkileyip, Türkmenleri saf dışı bırakıp hem Erbil’de ve de Kerkük’te söz sahibi olurlarsa bu Türkmenler için bir felaket olur. Bunun için İran’a da anlatmak lazımdır ki senin ülkende de Azerbaycanlı Türkler var. Araplar var Kürtler de var. Bugün böl parçala yönet oyunu ile bizleri parçalamak isteyenler yarın öbür gün sizi de parçalayacaklardır. Buna dikkat kesilmeliyiz. Bugün Türkiye Bağdat üzerinden bu süreci başlatmıştır. İnşallah gelecekte bunun değişmemesini arzu ediyoruz. Türkmenlerin bu kapsamda durumları hep gözetilmelidir. Burada Türk medyasına, Türk akademi camiasına ve ilgililere çok büyük görevler düşüyor. Gazetenize de çok teşekkür ediyorum. Bu hususta hep hassas oldular.

Kerkük valisinin Türkmen olması...

Bir kanun yoktur ki valilik mutlaka Kürtlere verilecektir. Eskiden daha önce yapılmış seçimlerdeki dağılımlara bakıyorlardı. Ama şu anda burada Kerkük il meclisinde denge bozuldu. Şu an halihazırda nasıl bir koalisyon güçlüyse o valiliği bir hak olarak talep edebilir. Normalde Kerkük il meclisinde 41 üye vardı. Ancak Irak parlamentosunda göre gayrimeşru referanduma katılan milletvekilleri görevlerinde istifa etmiş sayıldı. Bu durumda 26 Kürt milletvekilinden sadece 2 kişinin katılmadığını düşünürsek. Mecliste 9 Türkmen, 6 Arap ve 10 yedek Kürt milletvekilinin girmesiyle 12’de Kürt milletvekili resmi olarak bulunuyor. Türkmen ve Araplar bir araya gelerek bir Türkmen ya da bir Arap Vali seçebilir. Burada da sayı olarak önde gözüken Türkmenlerdir. Bu bir alternatiftir. Başka bir alternatif daha vardır. Onu da Başbakan İbadi ile görüşeceğiz. Kerkük için nasıl bir sitem hazırlanacak? Valiyi Bağdat mı atayacak? Vali ve yakın kadrosu, örneğin yardımcıları nasıl ve hangi dengeyle oluşturulacak? Bunları masaya yatırıp Türkmenlerin burada hak ettiği konumda temsil edilmesini sağlamak istiyoruz.

Yazının devamı...

Ateşkesi kim neden istiyor?

Irak ordusu ile Haşdi Şaabi’nin Barzani yönetimine bağlı peşmergelerle yaşadığı çatışma son birkaç gündür giderek şiddetleniyordu. Zira çatışmalar sıkışma eğilimi taşıyan stratejik merkezlere doğru kayıyordu. Özellikle Kerkük’ün kontrolünün Erbil’den Bağdat’a geçişiyle askeri/motivasyonel bir üstünlük sağlanmış ve IKBY kontrolündeki tüm hava limanları ve sınır kapılarının devredilmesi hedefi ulaşılabilir hale gelmişti.

Her ne kadar Kerkük ve Erbil-Duhok hattında kısmi direnişler yaşansa da Irak ordusunun ilerleyişinin nereye kadar devam edeceği kestirilemiyordu.

Zira bölgenin iki önemli aktörü ABD ve Rusya’nın süreci göreli bir temkinlilik içerisinde izliyor olması “Barzani gözden çıkarıldı mı?” sorusunu gündeme taşıyordu. Barzani’nin en önemli rakiplerinden Goran Hareketinin “istifa” çağrısı KDP’ye olan uluslararası desteğin pozisyon almayışıyla da ilişkiliydi.

Ancak geçtiğimiz gün ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Irak’ta bir tür uzlaşı istediklerinin mesajını veriyordu. Tillerson Irak Başbakanı İbadi’ye seslenerek, “Erbil’in, Irak anayasası temelinde müzakereler için yaptığı teklifi kabul etmeye davet ediyorum” demişti. İbadi ise daha önce öne sürdükleri koşulların yerine getirilmemesi durumunda buna sıcak bakmadıklarını açıklamıştı.

Bu etkileşim sürerken Irak Ordusu ile peşmerge arasındaki çatışmalar Rabia-Semelka sınır hattına yönelirken Erbil-Dohuk arasında kalan sahada da yoğunlaşma yaşanıyordu.

Söz konusu çatışma alanının iki temel özelliği bulunuyor. Birincisi çatışmaların devamı durumunda sınır kapıları Bağdat’ın kontrolüne geçecek ve IKBY nezdinde Barzani büyük ölçüde Erbil’e sıkışmış olacaktı. Bu durum muhtemel bir müzakere masasında Bağdat-Haşdi Şaabi’yi kuvvetlendiren bir durumdu. Irak Ordusuna bağlı kuvvetlerin aynı zamanda Duhok ile Türkiye arasındaki Fişhabur Sınır Kapısı’nı da kontrol altına almak istediği ve Peşmerge’ye süre verdiği duyuruluyordu. Irak-Suriye-Türkiye sınır hattında Bağdat üzerinden Türkiye’ye yönelebilecek terör tehlikesi belli bir düzeye çekilebilecekti. Böylelikle Bağdat temelinde göreli bir işbirliği yapan Türkiye ve İran’ın da hamle gücü artıyordu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ateşkes ihtimaliyle ilgili sınır kapılarına dikkat çekmesi de bunu doğruluyor.

İkincisi bu sınır kapıları arasındaki bölge bir süredir PKK-YPG’li teröristlerin sızma yaptığı, alan hakimiyeti sağlamaya çalıştığı bir bölge. Rakka’ya YPG’nin girişi ile Rabia sınır kapısından Sincar’a yönelen teröristlerin varlığını birkaç gün önce dile getirmiştik. Ve belki de en önemlisi ABD Suriye’de birlikte çalıştığı PKK-YPG’ye yoğun silah ve teçhizat yardımını Semelka sınır kapısı üzerinden IKBY plakalı tırlarla yapıyordu.

İşte tam bu esnada Irak ordusu ile peşmerge arasında ateşkes sağlandığı haberi kamuoyuna yansıyordu. Reuters’ın haberine göre DEAŞ’la Mücadele Koalisyonu Sözcüsü Albay Ryan Dillon bu bilgiyi paylaşıyordu. Yazıyı kaleme alırken haberin doğruluğu henüz teyit edilememişti. Hatta yanlışlıkla yapıldığına yönelik haberler de vardı. Fakat öyle olmasa da yukarıdaki tespit ve gerekçeler oldukça önemli. Irak Ordusunun dün itibariyle ilerlediği alan ve kontrolü ele alması durumundaki muhtemel neticeler ABD’nin orta ve uzun vadeli stratejileri açısından “bu kadar yeter” dedirtecek bir seviyeyi işaret eder nitelikte.

Yazının devamı...

Abadi’nin Türkiye ziyaretinde masada neler olacak?

Barzani yönetimi ABD başta olmak üzere batının verdiği desteğin sınırlarını zorlayıp gayrimeşru referandum kaosunu bölgenin kucağına bırakmış oldu. Bağdat ve KYB ile zorunlu diyalog zemini de çökünce yalnızca 5 günde on yılların kurgusunu kaybetmekle kalmayıp bölgesel yönetim mekanizmasını da tehlikeye attı. Bugün Barzani’nin istifasının dışında, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) üç önemli parçasından sayılan Süleymaniye’de, KYB ve Goran üzerinden farklı bir özerk yapıdan söz ediliyor. Bu arada Süleymaniye’nin 1991’de çekiç güç döneminde 36.paralelin kuzeyinde yer almamasına rağmen güvenli bölgeye dahil edildiğini hatırlayalım. Üstelik bir grup Türkmen temsilci o tarihlerde Özal’a giderek “neden Kerkük değil de Süleymaniye?” diye sormuşlardı.

Doğrusu bölgesel yönetimin mevcut yapısal konumunu parçalaması düşük bir ihtimal...

Erbil ve Bağdat arasındaki müzakere alanı bütünüyle merkezi hükümetin lehine çevrelendiğinde karşılıklı askeri konumlanma siyasal bir çatışmaya dönüşecek. Seçimlerin 8 ay ertelenmiş olması da durumun belirli bir dengeye oturtulması için öngörülen zamanı işaret eder nitelikte.

Doğal olarak Türkiye’de dahil olmak üzere bölgesel karar vericiler/etkileyiciler kaosun ileri düzeyde yapısallaşmasına izin vermeyeceklerdir. Ancak eğer ABD ve hatta Rusya sürece müdahale edip dengeleri değiştirmezlerse Barzani için veda günleri belirsizliğini yitirmeye başlayacaktır.

Bu kapsamda bugün Başbakan Yıldırım ile Irak Başbakanı Abadi arasındaki görüşmede Irak ordusunun nereye kadar ilerleyeceği meselesi de masada yer alacaktır. Türkiye’nin bu görüşmeden beklentileri ve talepleri genel/ilkesel bağlamın dışında bize özgü hassasiyetleri de içeriyor. Muhtemelen şu temel hususlar Yıldırım-Abadi görüşmesine yön verecek.

Türkiye Irak’ın işgalinden bu yana sürdürdüğü gibi ülkenin toprak bütünlüğünün korunması hassasiyetini aktaracak. Bu ülkenin iç sisteminin korunması dışında Irak’ın Türkiye-Suriye-İran’la olan tarihsel sınırlarının da korunmasını içeriyor.

Irak’ta Türkmenler, Kürtler, Araplar başta olmak üzere tüm etnik unsurların adil/ortak yönetiminin gerekliliği vurgulanacak. Bu noktada belirtmek gerekir ki Barzani’nin yanlışları oradaki Kürtlere mal edilemez.

***

Bu genel bağlamın dışında Türkiye’nin iki önemli vurgusu Bağdat’ın yol haritasına sunulacak. Birincisi PKK-YPG terör örgütünün Sincar, Kerkük, Kandil’deki varlığı ve olası hamlelerine karşı merkezi hükümetin açık güvencesi görülmek istenecek. Özellikle Sincar bölgesine birlikte ya da ayrı bir hava operasyonu alternatifler arasında duruyor. Türkiye bu noktada Irak içerisine Rakka’dan giriş çıkışları takip ediyor. Kontrol dışı bir hal alması bu hamleyi ciddi biçimde gündeme getirebilir. İran’ın da koordinasyonun içerisinde bulunması bir gereklilik gibi duruyor.

İkincisi Habur yerine Ovaköy sınır kapısının ne kadar işlevsel kılınabileceği... Türkiye’nin şuan 8 milyar dolayı bulan bir ihracatı söz konusu. Habur’dan geçen tırlar toplam tır sayısının %35’ne denk geliyor. Yeni hat aynı zamanda Türkiye için bir güvenli bölge inşasını da sağlayabilir mi?

Türk kamuoyunu yakından ilgilendiren bir başka konu, Türkmenlerin varlığı ve temsil şekilleri de Abadi ile istişarenin muhtemel maddeleri arasında... Irak İçişleri Bakanı Araci’nin Irak Türkmen Cephesini ziyareti ile Kerkük’te yönetimin 1/3 şeklinde bir yönteme evrilmesi talebi “acaba Kerkük valisi bir Türkmen olabilir mi?” sorusunu da öne çıkarıyor.

Yazının devamı...

PKK-PYD’nin yeni Irak senaryosu üzerine

ABD destekli, SDG görünümlü YPG-PKK terör örgütü dün itibariyle Rakka’yı bir başka terör örgütü olan DEAŞ’tan aldı. Operasyona 1 yıl önce başlanırken Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen YPG sürecin odağında yer almış ve terör örgütünün kente girmeyeceği taahhüt edilmişti. Buna benzer taahhütler Menbiç’te, Tel-Abyad’ta ve hatta YPG’ye silah yardımı konusunda da verilmiş olmasına rağmen hiç birisi yerine getirilmemişti. Daha dün Rakka’da teröristbaşı Öcalan posterlerinin açılmasına ABD sözcülerinin verdiği cevap bir işaret fişeğine benziyordu.

Öyle ki ABD’nin “DEAŞ yok edilmeli” ana teması ile kurguladığı bölge senaryosunun yeni perdesinde PKK-YPG ortaklığının akıbeti Türkiye açısından büyük önem arz ediyor. Eğer mevcut beklentiler devam edecek olursa, yani ABD, DEAŞ ve etkilerini uzun vadeli bir konumda irdelerse YPG-PKK ortaklığı ile birliktelik sürecektir. Ancak Irak’ta olanlar karşısında ABD’nin sergilediği “tarafsızlık” durumu Suriye’de de farklı ittifakların imkansız olmadığını gösteriyor.

İşte bu sebeple Rakka’dan sonra ABD için asıl önemlisi Suriye’nin kuzeydoğusu ile Irak’ın kuzeybatısı arasında nasıl bir resim tasavvur ettiğidir. Bu yönelim Erbil’den Akdeniz’e kadar uzanabilecek bir hattın oluşması, dört parçalı demokratik konfederalizm düşüncesi (KCK sözleşmesi) ve güç mücadelesi bakımından bugüne kadar mesafeli olan PKK-YPG/IKBY etkileşimini belirleyecektir.

Bakıldığında YPG-PKK ele geçirdiği merkezlerde kısa ve orta vadeli yönetim kademelerini söz konusu yerlerde etnik/mezhepsel bakımdan yoğun olan kesimlerden ve bilhassa birlikte hareket edebilecekleri sözde temsilcilerle doldurma gayretinde. Örneğin Rakka’da nüfusun çoğunluğunun Sünni (Arap) olduğu dikkate alınırsa YPG kontrolünde bir grubun yönetimi ele alacağı söylenebilir. Bu etkinlik mekanizması Türkiye’ye karşı Afrin’de bir savunma çeperinin yol alması anlamına geliyor. Tabi Türkiye’nin İdlib sahasındaki başarısı ve Rusya-İran-Esat ile koordinasyonu son derece hayati olacak.

Tam bu noktada kamuoyuna yansıyan ve çok tartışılmadığını düşündüğüm bir açıklama PYD’nin eski Başkanı Salih Müslim’den geldi: “Rusya ile ilişkilerimiz vardır. Moskova’da temsilciliğimiz bulunuyor. Rusya’nın Suriye’de çıkarları vardır. Açıktır. ABD’nin de Suriye’de çıkarları vardır ama herkes bilmiyor. Açık değildir. Fakat Rusya’nın Suriye’de ve Ortadoğu’da varlık sebebi bellidir.” şeklindeki sözleri ABD ile yürütülen araçsal/vekalet ilişkisinin seyrinde ilerlememesine karşı yeni bir denge arayışı görünümündeydi. Üstelik bununla da kalmayıp “Rusya ile daha iyi ilişkiler içerisinde olmak istiyoruz. Bize göre Rusya rejimin üzerinde baskı yapabilir. Demokratik bir çözüm konusunda rolünü oynayabilir” dediğinde PYD Rusya üzerinden Esat rejimi ile anlaşmanın yolunu mu arıyor? sorusunu gündeme getiriyor.

Rusya’nın PYD-YPG-PKK konusunda hareket kabiliyetini ayakta tutacak belli rezervlerle hareket ettiğini de göz önünde bulundurursak bu tür denge değişimlerine hazırlıklı olmak gerekiyor.

Ayrıca Irak’ta Barzani’nin 2014 öncesindeki sınırlarına çekilme süreci PKK-YPG için sahada yeni avantaj alanları meydana getiriyor. Kerkük ve Sincar gibi stratejik bölgelerde adım adım sayılarını artırarak görünür olmaları Suriye’nin kuzeyi ile Irak’ın kuzeyi arasında hedefsel/araçsal bir bağlamın kuvvetlendirileceğinin işaretleri...

Yazının devamı...

Haşdi Şaabi ve Türkmenler meselesi...

Haşdi Saabi (Halk/Millet Yığınları-Gönüllü Birlikler) Irak’taki mücadelenin en çok tartışılan unsurlarından biri... Burada önemli 2 husus var. (1) Kerkük’ün peşmergeden temizlenmesi ve işgalci yönetimin uzaklaştırılmasında ciddi bir aktör olarak sahada bulunması. (2) Türkmenlerle olan etkileşimi ve Sünni-Şii dengesine yönelik farklı bakış açıları.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Türkiye’nin tarih ve coğrafyasından kaynaklanan ilişkilerinde ya da soydaş merkezli yönelimlerinde mezhep ayrımının bir tarafa bırakılması oldukça önemli. Çünkü böyle bir nüfusu Sünni-Şii olarak konumlandırmak ve böyle politikalar geliştirmek potansiyel gücün bütününden vazgeçmek demek. Ayrıca kültürünüzle yoğrulan belli bir kesimi mezhep üzerinden başka bir devletin kontrol ve oyun sahasına bırakmanız anlamına da gelir.

Nasıl bir örgüt?

İlk başta (2014) Irak güvenlik güçlerine destek vermek amacıyla ortaya çıkan Hasdi Saabi, DEAŞ’ın Samarra gibi Şiilerin kutsal saydığı mekanlara saldırmasıyla kendisine önemli motivasyon alanları oluşturdu. O dönem Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah el-Sistani’nin cihat çağrısı böyle başladı. Haşdi Şaabi kuruluşu itibariyle Şii ve Irak kimliğini temel alan bir kurguya sahip olsa da içerisinde Sünni Araplar, Hıristiyan, Yezidiler de bulunuyor. Dolayısıyla örgütte farklı çıkar çatışmaları olabileceğini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Türkiye Ekim ayında Haşdi Şaabi’nin Telafer operasyonuna katılmasına karşı çıkmış; Cumhurbaşkanı Erdoğan “Haşdi Şaabi’nin orada terör estirmesine izin vermeyeceğiz” demişti. Gerçekten bu örgüte karşı çok dikkatli olmak gerekiyor.

Irak Hükümetinin Abadi döneminde Haşdi Şaabi’nin kullanım alanını genişlettiği görülüyor. Hatta çıkarılan yasayla Irak’ta Başbakanlığa bağlı bir teşkilat statüsüne eriştiler. Ancak bu süreçte İran etkisinde bir örgütlenme olarak Haşdi Şaabi’nin Sünni kesimdeki olumsuzluk algısı artmaya devam ediyor. Irak kimliği oluşturabilme konusunda sorunlar yaşanıyor. Özellikle İran’ın belirli gruplara desteği ve onlar üzerinden etkinlik kurma çabası Irak’taki kimi Sünni-Şii kesimlerin ciddi eleştirisine uğruyor. Bu kesimler örgütün İran’ın kontrolünde olduğu iddiasından rahatsızlar... Eğer dengeler iyi kurulamazsa Haşdi Şaabi, Irak’ın istikrarsızlığı için çarpan etkisi yaratabilir.

Ya Türkmenler...

Irak’ın 2003’te işgalinden bu yana belki de en çok sıkıntı çeken, topraklarında edilen onlar oldu. Barzani’nin Kerkük gibi tartışmalı yerleri işgal hedefi bu şehirlerde yoğun yaşayan Türkmenleri vurdu. Topraklarında “Bağımsız Kürdistan’a evet diyor musunuz?” sorusuna muhatap oldular. Bu süreçte 1.5 milyondan fazla Türkmen göçe maruz kaldı.

Kerkük’te Kürtçenin resmi dil olması, IKBY bayrağının kamuda kullanılması, Kerkük Kalesine Türkmenlerinin girişinin yasaklanması, Musalla gibi Türkmen mahallelerde hizmetin yavaşlatılması, kaçırma/gasp/yaralama olayları gibi farklı tetikleyiciler Türkmenleri bir varlık/yokluk kaygısıyla baş başa bıraktı. Türkiye’nin gerek moral gerekse araçsal desteği ise bunu durdurmaya yetmedi.

Ve Türkmenler adım adım Haşdi Şaabi içerisinde çekim alanı buldular. Halen 16. ve 53. Tugay Türkmenlerin.. .Bunun temel gerekçelerinden biri kendi yurtları için savunma kalkanı oluşturmak, diğeri de Türkmenlerin zaten yoğun nüfusa sahip şehirlerinde Şii demografinin buna imkan tanımasıydı. Türkmenlerin bu amaçların dışında Haşdi Şaabi içerisindeki başka gruplar gibi farklı ajandalarının bulunmayışı, aslında onları o topraklarda farklı kılan özelliklerden...

Böyle olduğu içindir ki Kerkük’te, Tuzhurmatu’da, Emirli’de, Tazehurmatu’daki mücadeleye diğer yerlerdeki Sünni Türkmenler destek verdiler.

Buradan hareketle Haşdi Şaabi-İran ilişkisi, bunun bölge ve Türkiye için meydana getireceği tehlikeler ortadadır. Tüm tedbirler alınmalı. Ancak belirli zorunluluklarla eklemlenip Türkmen kimliğini koruyan gruplarla olan etkileşimimiz büyük bir sağduyu içerisinde götürülmelidir. Hele ki onlara yönelik geri dönüşü olmayan toptancı yaklaşımlar çok yanlıştır.

Yazının devamı...

İki kardeş ülkeye çağrımız...

Yoğun ve karmaşık gündem arasında ülkemizi yakından ilgilendiren bir coğrafyada pek çoğumuzun fark etmediği bir gelişme yaşanıyor. Üstelik bu gelişme “Türkiye yüzünü Avrasya’ya mı dönüyor?” tartışmalarının alevlendiği bir dönemde gerçekleşiyor. Merkezinde iki dost ve kardeş ülke bulunuyor.

Kazakistan ve Kırgızistan...

Olayın odak noktası bu Pazar günü Kırgızistan’da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri...

Seçimde iki aday öne çıkıyor. İktidardaki Sosyal Demokrat Partinin adayı Sooronbay Ceenbekov ile Cumhuriyet Atayurt Par tisi Başkanı Ömürbek Babanov. Ceenbekov bir yönüyle görev süresi biten Atambayev’in de adayı olarak gösteriliyor.

İşte tam bu süreçte Eylül ayında genç aday Ömürbek Babanov, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından kabul ediliyor. İkili görüşmede “Kazakistan’ın yeni seçilecek Cumhurbaşkanına da destek vermeye devam edeceği” belirtiliyor. Babanov ise Kazakistan ve Nazarbayev’e daha önce ülkesine yaptığı katkılardan dolayı teşekkür ediyor.

Bu görüşmenin Kazakistan basınında geniş yankı bulmasıyla birlikte Kırgızistan tarafı Dışişleri Bakanlığı üzerindeN protesto niteliğinde bir nota verirken Cumhurbaşkanı Atambayev’de çok sert sözlerle Nazarbayev’i hedef alıyor. Her iki açıklamada da Kazakistan’ın Babanov’a destek vererek Kırgızistan’daki seçimlere müdahale ettiği iddiası yer alıyor. Atambayev’in konuşmasında Kazakistan’ın şuan ki yönetimini “ülkenin kaynaklarını halka adil şekilde dağıtmamak” gibi bir suçlama yöneltmesi ise iki ülke ilişkileri açısından yeni gerginliklerin işareti gibi...

Bu gerginliğin ardından Kazakistan Dışişleri Bakanlığı yazılı bir açıklama ile “Biz inanıyoruz ki bu sorumsuz, pr ovakatif ve yanlış iddialarla dolu açıklamalar bir seçim öncesi hamleden ibarettir. Kırgızistan Cumhurbaşkanı’nın seçim kaygıları ve amaçları iki ülke arasındaki asırlar boyu süre gelen köklü ilişkilere zarar vermeyecektir.” deniliyor.

Ancak böyle bir gerginliğin iki ülkenin de menfaatine olmadığı çok açık.

Zira Kazakistan ve Kırgızistan tarihsel bağları, ekonomik ilişkileri ve mevcut uluslararası pozisyonları itibariyle adeta et-tırnak olmuş iki ülke. Türk Dil Ailesinin aynı grubuna dahil olan bu iki halkın birbirine yakınlığı kültürel bakımdan da dikkat çekici. Avrasya Ekonomik Birliği üyesi olan iki ülkenin vatandaşları karşılıklı gümrüksüz rejime tabi. Bütünleşik alanları ve ekonomileri sebebiyle vatandaşlar yoğun bir ticaret içerisindeler. Özellikle Kırgızistan’daki “renkli devrimlerin” sona ermesinden itibaren Kazakistan’ın komşu ülkeye ciddi ekonomik/yapısal destekleri bulunuyor. Sadece Ekonomik Birliğe entegrasyonu için Kırgızistan’a 100 Milyon dolarlık bir yardım söz konusu.

Türkiye açısından da bu gelişmeler çok önemli. Kazakistan ve Kırgızistan Türkiye ile birlikte Türk Dünyasının çatı kuruluşu olan Türk Keneşi’ne üyeler. Son döneme kadar üç ülkenin uluslararası kuruluşlardaki uyumu oldukça güçlüydü. Pek çok karar öncesinde istişare ediliyordu. Türkiye’nin Avrasya’ya entegrasyonu gündeme gelirken Orta Asya’daki iki güçlü müttefikinin bu gerginliği kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

Türkiye’den bakıldığında iki kardeş ülkenin bir an önce güven ve istikrar temelinde ilişkiler yürütmeye devam edeceğini umut ediyoruz.

Yazının devamı...

Neden mi İDLİB’teyiz?

İdlib içerisinde konumlandırdığı dengeler itibariyle daha önce operasyon yapılan kimi şehirlerden farklı... Bir defa tek bir hedef/düşman üzerinden bütünsel bir hakimiyetin sağlanması oldukça zor. Bu çerçevede küresel ve yerel güç unsurlarının çok yönlü etkileşimine açık bir şehir. Bir yanında Astana süreciyle Rusya-Türkiye-İran-Esat Rejiminin zorunlu hedefleri dururken bir yanında da Suriye’nin diğer kısmında devam eden mücadelenin eşzamanlı etkileri hissediliyor. Mesela ülkenin doğusundaki Deyrizor adlı şehrin kontrolünün kime geçeceği ile İdlib’teki sürecin nasıl bir gelişim yaşayacağı aynı savaş alanının soruları.

ABD, Irak ve Suriye’de kullandığı PYD-PKK-Peşmerge sistematiği ile kendi haritasına oynarken, Rusya görünürde onu bölgeye getiren “Esat’ı kurtarmak” hedefinin çok ilerisine yönelmiş durumda. İran kendi coğrafyasında mevcut kazanımlarını korumak ve etki alanını artırabilmek için hem Suriye hem de Irak’ta bütünleşik bir askeri-siyasal strateji yürütüyor. Tüm bu dengeler içerisinde İsrail ve İngiltere’nin anlık ve tedrici yönlendirmeleri var.

İdlib bu dengeleri keskinleştirebilecek ya da daha güçlü bir kaosa yönlendirebilecek özelliklere sahip. Nusra Cephesi’nin öncülüğündeki Heyet Tahrir Şam (HTŞ) adlı çatı örgütün içerisinde bir bütünlük olmadığı gibi özellikle Astana zirvesi ile dışarıda kalan silahlı gruplar da söz konusu. Astana koalisyonunun ilk ve en belirgin hedefi, ılımlı gruplarla radikal olanların ayrışması ve yok edilecek hedefin olabildiğince belirgin ve meşru bir alanda konumlandırılması. İşte bu aşamaya kadar bile İdlib, sahadaki küresel-yerel dinamiklerin değişken ilişkilerine sahne olacak.

Türkiye ise 2003’te Irak’ın işgali ve 2011 Suriye iç savaşından bu yana her iki ülke nezdinde yürüttüğü yanlış politikaların üzerinde doğru bir takım hamlelerle netice alabilmek gayesinde. Eğer Fırat Kalkanı olmasaydı bugün İdlib’te Türkiye’nin eli bu kadar kuvvetli olmayacaktı. Üstelik kuzeydeki olası PKK koridorunun ötelenmesi hedefi operasyonal düzeyde dayanaklarını oluşturamayabilirdi. Ama şunun da altını çizmek gerekir: Süleyman Şah Türbesi’nin taşınma kararı olmasaydı sahada bundan daha etkili bir Türkiye olabilirdi. Dolayısıyla yakın geçmişin hatalı veya yerinde adımlarını ne silmek mümkün ne de olduğundan farklı bir değer atfetmek...

Türkiye bugün iki ana hedef için İdlib’te konuşlanmakta.

(1) Eğer biz bugün İdlib’te kendi etki/kontrol alanımızı oluşturamazsak yakın bir gelecekte ABD-Rusya bloğu arasında rekabete dayalı adımlar atılacak. Yani bölgenin yeni DEAŞ’ı bizim hemen sınırımızın ötemizde konumlandığı için yeni bir PYD-PKK koridoru tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız. Ayrıca zaman ilerledikçe böyle bir bataklıktan gelen kokular ülke içinde istemediğimiz eylemlerle kendisini hissettirecek. Bir de göç dalgasının meydana getireceği yeni bir krizle yüzleşmek zorundayız. Türkiye aslında bir süredir İdlib’in karşısındaki Reyhanlı ve Cilvegözü sınır kapısı çevresine yoğun bir askeri yığınak yapıyordu. Nusra liderliğindeki HTŞ ise karşı tarafta At me ve Bab el-Hava sınır kapısında benzer bir pozisyon aldı. Türkiye öncelikle ılımlı gruplar üzerinden sürecin kontrolünden yana. Ama sonuç alınamazsa güvenli bir hat açmak suretiyle HTŞ ile doğrudan çatışma yaşanabilir.

(2) Burada kabul edilebilir/sürdürülebilir bir saha hakimiyeti sağlayabilirsek İdlib’in kuzey-kuzeybatısında ve özellikle Afrin’i kontrol altında tutan PYD-PKK’ya karşı her an hamle yapabilme gücümüz artacaktır. Zira ABD’nin muhtemel İdlib operasyonu diğer yerlerde olduğu gibi YPG’ye yeni bir yol açmak şeklinde programlanıyor. Bunu önlemek hayati bir önem taşıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.