Şampiy10
Magazin
Gündem

Işıltının peşinde geçen bir hayat!

Ödüllü mücevher tasarımcısı Fernando Jorge, ilham kaynaklarını, tasarıma bakış açısını ve mücevher dünyasındaki yolculuğunu anlattı

Duyuları uyandıran bir tasarım anlayışı, ışıltının peşinde geçen bir kariyer, birbiri ardına kazanılan prestijli ödüller; işte Brezilyalı mücevher tasarımcısı Fernando Jorge hakkında ilk etapta bilmeniz gerekenler... Uluslararası arenada gelecek vadeden bu genç yeteneği daha yakından tanımak isterseniz, İstanbul ziyaretinden hemen önce gerçekleştirdiğimiz röportaja göz gezdirebilirsiniz.

Brezilya kökenli bir sanatçı olmak eminim ki sıra dışı bir renk ve doku çeşitliliğine erişmeni sağlıyordur. Bu tür etkileşimlerin seni belirli kalıplara sıkıştırmasına engel olup özgün bir marka yaratmayı nasıl başardın?

Bahsettiğin çeşitlilikten doğan bütün elementleri elbette ben de özümsüyorum; ancak, günün sonunda bu elementleri kendi bakış açıma göre yeniden yorumluyorum. Brezilya’da çalıştığım yıllar boyunca mücevherler hakkında pek çok şey öğrenme şansım oldu. Central Saint Martins’de aldığım uzmanlık eğitimimse tasarım yaklaşımımı şekillendirmeme katkı sağladı. Bu sayede özgün marka kimliğimi oluşturma yolunda önemli adımlar attım.

Yeni bir koleksiyon hazırlarken takip ettiğin bir rota var mı yoksa her seferinde yeni bir maceraya mı yelken açıyorsun?

Merakımı cezbedecek bir şeylerle karşılaşıp bunlar üzerine kafa yormaya başladığımda yeni bir koleksiyonun ortaya çıkacağını hissediyorum. Sürecin sonucunda karşılaşacağım şeylerin ilk adımda hayal ettiğim gibi olmama ihtimali olsa da bu ilk merak, ilk his beni her seferinde yeni bir maceraya sürüklüyor.

Koleksiyonlarını hayal gücünün dönemsel yansımaları olarak mı görüyorsun yoksa zamanın sınavına karşı koyacak klasik eserler olarak mı? Her ikisi de! Koleksiyonlarım, hayal gücümün şu anda etrafımda olup bitenleri yorumlamasıyla ortaya çıkıyor; sonrasındaysa klasik sayılabilecek eserler olmaları amacıyla sunuluyor.

Bugüne kadarki işlerin bir bütünün tutarlı parçaları mı yoksa yeni denemelerle evrimleşen, karmaşık bir yapı mı?

On yılı aşkın süredir yüksek mücevher dünyasında yer almamın bana öğrettiği en önemli şeylerden birisi, bu dünyanın akış hızına saygı duymak ve o hızla birlikte hareket etmek oldu. Elbette tasarımlarımın mücevherat tarihine ve mirasına katkıda bulunmasını amaçlıyorum. Öte yandan var olduğu dönemle sıkı bağlar içerisinde olan, dış etmenlerden beslenen ve bütünleşik bir yapı yaratmaya çalıştığım da söylenebilir.

Işıltı, doğası gereği, her mücevher markasının öne çıkan değerlerinden. ‘Brilliant’ koleksiyonun diğer markalardan ve koleksiyonlardan nasıl farklılaşıyor?

‘Brilliant’ koleksiyonum, benim için pırlantaların en önemli özelliği olan ışıltıyı arındırıp onu duygusal bir yaklaşımla ele almak, sonrasında da grafik biçimlere dönüştürmek üzerine kurulu. Neredeyse yalınlık derecesine ulaşan bu çalışmaların şu anda sektörde karşınıza çıkan diğer işlerden çok daha farklı olduğuna inanıyorum.

Bu kadar hızla değişen ve tasarım, fikir demeden önüne çıkan her şeyi bir çırpıda eskiten bir ortamda güncelliğini nasıl koruyorsun?

Öncelikle bunun hepimizin yüzleşmesi gereken bir durum olduğunu düşünüyorum. Benim güncel kalma şeklimse en az bir önceki kadar yenilikçi, arzulanan ve heyecan uyandıran koleksiyonlar sağlayabilmekten geçiyor. Tasarımlarım istediğim etkiyi yakaladığı sürece güncel kaldığımı hissediyorum.

Tasarımlarını günümüzün ikon isimlerinden kimin kullanmasını isterdin?

Zeki ve yetenekli kadınların benim mücevherlerimde kendilerinden bir şeyler bulmasını seviyorum. Şu dönemde de Angelina Jolie’den Oprah Winfrey’e kadar pek çok kadının tasarımlarımı tercih etmesi beni çok mutlu ediyor. Daha ne isteyebilirim ki?

Yazının devamı...

Çeşitliliği kucaklamak

Geçtiğimiz senenin sonlarına doğru Vogue dergisinin İngiltere edisyonunda genel yayın yönetmeni koltuğunu devralan Edward Enninful, aslında pek çok ilkin habercisiydi. Modanın kutsal kitaplarından sayılan güçlü bir yayının başında, siyahi bir erkeğin yer alması, pek de tahmin edilebilecek bir adım değildi. Oysa ki değişim, göstere göstere geldi.

Birkaç sezondur giderek daha katılımcı olmaya gayret gösteren moda dünyası, hız kesmeden süren bir değişimin içerisindeydi. Belki de Edward Enninful ile birlikte, farkında olsak da adını koyamadığımız bu değişim dile geldi. Ünlü editör, göreve başladığından beri ayrımcılığın her türlüsüne karşı durduğunu göstermeyi hedefleyen işler yayınlamayı tercih etti. Elbette alışılmışın dışına çıkmaya çalışmak bazen geri tepti; ancak, altıncı ayını geride bırakan Enninful, şimdiye kadarki en güçlü hamlesiyle geri geldi.

Mayıs ayında satışa sunulacak İngiliz Vogue dergisi, kapağındaki dokuz birbirinden farklı ve kıymetli model ile belki de şimdiden tarihe geçti. Toprak tonlarının farklı yansımalarıyla sakin ancak güçlü bir görünüme bürünen modeller arasında kimler yok ki? Kenya’da bir esir kampında doğan Halima Aden, Sudanlı Adut Akexh, büyük beden modeli Paloma Elsesser, Koreli Yoon Young Bae ve diğerleri.

Edward Enninful’un kapak çekimiyle ilgili kaleme aldığı açıklamadaki şu cümleler de dikkat çekici: “Bundan sadece 5 sene önce bile herhangi bir çekim için birkaç modeli bir araya getirmek istesek, seçtiğimiz modeller bu kızlara benzemezdi. Moda endüstrisinin son aylarda gösterdiği gelişim, kariyerimi şekillendiren ‘çeşitlilik’ kavramının hak ettiği yere yaklaştığını gösteriyor. Ancak bu ‘çeşitlilik’ kavramı sadece siyah ya da beyaz olmaktan geçmiyor; ırk, cinsel yönelim, sosyo-ekonomik geçmiş, inanç ya da vücut tipi gibi pek çok konuda çeşitliliği kucaklamak gerekiyor.”

Mayıs ayında raflara çıkacak derginin bir çağ kapatıp diğerini açmasını beklemeyin. Ancak özellikle çeşitlilik tartışmasını editörler ya da yazarların dünyasından çıkartıp raftaki dergiye elini uzatan bir kadının gündelik yaşantısına da sokmayı hedefleyen bu tür adımların faydalı olacağına inanıyorum.

En renkli çift

1930’larda New York’ta başlayan ve pek çok ilki barındıran Polaroid gözlüklerin hikayesi, 80 yılın ardından Türkiye’de yeniden alevlendi. Maksimum koruma sağlayan polarize lenslerin mucidi Polaroid Eyewear markasının Türkiye’de ilk defa gerçekleştirdiği ‘marka yüzü’ işbirliğinde Neslihan Atagül Doğulu ve Kadir Doğulu çifti kamera karşısına geçti.

Doğrusunu söylemek gerekirse çok da yakından takip etmediğim bu ikili, ilk bakışta insanı gülümseten, renkli ve eğlenceli fotoğraflarla beni kendisine çekmeyi başardı. Sektörün en tanınmış fotoğrafçılarından Tamer Yılmaz’a poz verirken birlikteliğin enerjisini en iyi şekilde yansıtan Neslihan Atagül Doğulu ve Kadir Doğulu çiftinin özellikle sosyal medyadaki bilinirliklerinin Polaroid Eyewear markasına bir hayli fayda sağlayacağından eminim. Bakalım bu yüksek enerjili çekim, markanın hikayesinde yeni bir dönemin açılmasını sağlayabilecek mi?

Yazının devamı...
Yazının devamı...

Sürpriz mi aldatmaca mı?

Sokak kültürünü farklı bir seviyeye taşıyan ve kırmızı logosunu bir ikon haline getirmeyi başaran New Yorklu spor giyim markası Supreme, geçtiğimiz iki yıl içerisinde popülaritesini hızla arttırmıştı. Marka aslında uzun zamandır sıra dışı moda takipçilerinin radarındaydı; ancak, Louis Vuitton ile gerçekleştirilen ve büyük başarı yakalayan iş birliğinin ardından adeta boyut atlamıştı. Louis Vuitton ve Supreme iş birliğinden doğan parçalar ışık hızında tükenmiş, yalnızca ikinci el satış yapan sitelerde az sayıda bulunabilen parçalarsa bol sıfırlı etiketleriyle dudak uçuklatmıştı. Bu başarının ardından nasıl bir hamle geleceği merak ediliyordu; ancak, cevabın Dolce&Gabbana’da olacağınaysa eminim ki hiçbirimiz ihtimal vermiyorduk.

Dolce&Gabbana, lükse bakış açısı eleştirilen markalardan. Tasarımcıları Domenico Dolce ve Stefano Gabbana’nın farklı konulardaki sivri açıklamaları zaman zaman markaya zarar verecek boyutlara ulaşsa da markanın lüks segmentteki başarısı tartışılmaz bir gerçek. Defileleri ve reklam kampanyalarıyla her zaman konuşulmayı başaran Dolce&Gabbana, özellikle genç ve etkili isimlerle yaptığı çalışmalarla milyonlarca sosyal medya kullanıcısına ulaşmaya devam ediyor.

Bütün bu olan bitenin ortasında, markanın kurucularından Stefano Gabbana’nın Instagram’da paylaştığı birkaç fotoğraf, Dolce&Gabbana ve Supreme iş birliği hakkındaki dedikoduların fitilini ateşledi. Farklı haber sitelerinin ‘dedikodu’ olarak paylaştıkları haberleri kendi hesabında paylaşan Stefano Gabbana, önümüzdeki sonbaharda son zamanların en garip iş birliğine şahit olacağımızın sinyallerini verdi.

Haberlere sevinen moda takipçileri olsa da büyük çoğunluk bu iki markanın nasıl bir araya geldiğini anlayabilmiş değil. Ben de Supreme ve Dolce&Gabbana markalarının nasıl bir ortak paydada buluşabileceğini henüz bilemiyorum. Umarım iki marka da beni yanıltır ve bizi yeni sezonun ikonik parçalarıyla buluşturur. Aksi takdirde bu hamle Supreme için tehlikeli bir dönemin başlangıcı olur.

Unutmadan, daha önce pek çok sosyal medya paylaşımını manipüle eden hatta moda severlerin “Dolce&Gabbana’yı boykot ediyorum” mesajlarını alıp tişörtlere basacak kadar ileri giden Stefano Gabbana’nın bu dedikoduları markasının lehine kullanıp bizi aldatma ihtimali de hiç azımsanacak gibi değil.

Kenzo’dan ters köşe

Bir diğer ‘ilginç’ iş birliği haberiyse Kenzo’dan geldi. Renkli ve sıra dışı tasarımlarıyla tanıdığımız Parizyen marka, yeni reklam kampanyasında Britney Spears ile bir araya geldiğini açıklayarak moda severleri şaşırttı.

Bir süredir ortalıkta görünmeyen ve eski şaşalı günlerini arayan ünlü şarkıcı ilk defa bir yüksek moda markasının kampanyasında yer alıyor. Britney Spears hayranları başta olmak üzere pek çok kullanıcı bu birlikteliği sanatçı için bir dönüm noktası olarak görüyor. Kenzo’nun bu tercihini anlamlandıramayanların da sayısı bir hayli fazla. Çünkü renkli ve göz alıcı tasarımlar içerisinde gördüğümüz kadın, alıştığımız Britney Spears’tan ‘biraz’ farklı görünüyor. Estetik operasyonlardan tutun da ileri derecede fotoğraf rötuşlama uygulandığına dair söylentiler gırla gidiyor. Reklamın iyisi kötüsü olur mu bilemem ama dönemsel dibe vuruşlarıyla ünlü Britney Spears’ın Kenzo’yu da kendisiyle birlikte alaşağı etme ihtimali beni düşündürüyor.

Yazının devamı...

90’lardan günümüze

90’larda adeta bir çılgınlık haline gelen bel çantalarını hatırlar mısınız? Hani şu belki de hiçbir renk veya model farkı olmayan, siyah, deri bel çantalarını? Hah, şimdi yaşadığınız o travmayı unutun ve sezonun önde gelen trendlerinden bel çantalarına yer açın. Biliyorum, o kadar da kolay olmayacak. Her seferinde aklınıza 90’ların bir diğer garip trendi gelecek ve siz o çantayı almaktan vazgeçeceksiniz. Ancak eğer dirayet gösterirseniz, şu sıralar bir hayli popüler olan bu trendi yakalayabilirsiniz.

Bel çantaları o kadar revaçta ki sokak kültürü markalarından lüks moda markalarına kadar her markanın yeni koleksiyonunda en az bir model bulmak mümkün. Kimisi biraz büyük, kimisi biraz küçük, renkli ya da desenli derken pek çok bel çantası modeli rafları süslüyor. Ancak bel çantası trendinde dikkat etmeniz gereken bir şey var; çantayı belinize takmıyorsunuz. Şaşırtıcı, değil mi? Bu defa bel çantaları tek omuzdan vücuda çapraz olarak takılıyor. Hem çantaya erişmek kolaylaşıyor hem de çantanızın üzerindeki logo ya da işlemeler stilinizin en dikkat çeken parçalarından birisi haline geliyor.

Ben de bir süredir itiraz ettiğim bu trende ayak uydurup birkaç bel çantası aldım. Şimdilik farklı renk ve ebattaki çantalarımı deneme aşamasındayım. Ancak şunu söylemeliyim ki bir bel çantası taşımak işleri bir hayli kolaylaştırıyormuş. Çantamın omzumdan düşmesi derdi yok, eşyalarımı ceplere tıkıştırma derdi yok, elimin kolumun bir şeylerle dolması derdi yok. Tek olumsuz yanı, o da eğer sayılırsa, üzerinizde kocaman bir logo taşıma ihtimaliniz. Bu olumsuzluğu da daha sade bir model seçerek bertaraf edebilirsiniz.

90’lardan kopup gelen ve modern çağa göre yeniden yorumlanan bu trendi sanırım giderek daha çok seveceğim.

Şampiyon belli

Bazı şeyleri tahmin etmek için kristal bir küreye ihtiyacınız olmaz. Tıpkı şampiyon yarışçı Lewis Hamilton’ın Tommy Hilfiger erkek giyim koleksiyonlarının marka elçisi olması gibi. Neden mi?

Yaklaşık bir ay önce İstanbul’da gerçekleşen yeni sezon buluşması hızdan ve heyecandan ilham alıyordu. Damalı bayraklarla bezeli sunum alanına bakıp da ‘Formula 1’ yarışları aklına gelmeyen yoktur herhalde.

Sonrasında Milano’da gerçekleşen Tommy X Gigi defilesi de yine benzer bir temayı sahiplenmişti.

Lewis Hamilton’ın son birkaç sezondur Tommy Hilfiger defilelerinin en ön sırasında boy gösterdiği de düşünülürse, taşlar yerine oturuyor gibi.

Gelmiş geçmiş en önemli Formula 1 yarışçılarından biri olarak kabul edilen Lewis Hamilton, markanın kampanya çekimleri için Amerika’daki Pocono pistinde kamera karşısına geçmiş. Kampanya fotoğraflarından daha heyecan verici olansa marka tarafından yayınlanan sürüş videoları.

Yayınlanan videolarda şampiyon yarışçı, Tommy Hilfiger’ın bir diğer ünlü yüzü Gigi Hadid ile birlikte direksiyona geçiyor ve hız sınırlarını zorluyor. Bir süredir farklı kampanyalarla ve işbirlikleriyle hızlanan Tommy Hilfiger yarışta birkaç tur öne geçmişe benziyor.

Yazının devamı...

Prada ekspresi İstanbul’da

Son zamanlarda küresel moda markalarının Türkiye’ye üvey evlat muamelesi yaptığını düşünmeye başlamıştım. Moda başkentlerindeki defilelere kısıtlı sayıda Türk davetlinin kabul edilmesi, pek çok uluslararası projenin Türkiye’de duyurulmaması ve giderek azalan etkinlikler, tehlike çanlarının çaldığını düşünmeme neden olmuştu. Ne mutlu ki İstanbul’u kendine yeni durak olarak seçen Prada ekspresi, bu düşüncelerimi bertaraf etmeyi başardı.

Dünyanın önde gelen lüks moda markalarından Prada’nın farklı şehirleri dolaşan ve bir tren yolculuğundan ilham alan projesi ‘Prada Silver Line’ İstinye Park’ın iç alanında ziyarete açıldı. 1930’ların Amerikan trenlerinden ilham alarak hazırlanan ve metal kaplamalarıyla dikkat çeken vagon şeklindeki pop-up enstalasyon, marka tarafından İstanbul’a özel seçilen ürünlerine ev sahipliği yapıyor. Dışarıdan sert hatlara sahip endüstriyel bir alan gibi görünse de vagonun içerisinde romantik bir hava çevrenizi sarıyor. Bu romantik havanın sebebi çiçek desenli kırmızı döşemeler mi yoksa Prada’nın bize özel seçtiği lüks çanta ve aksesuarlar mı emin değilim. Doğrusu farklı estetik yaklaşımların buluştuğu alanla birbirinden iddialı parçalar arasında bir seçim yapmak çok da kolay değil.

Eğer siz de Prada’nın İstanbul’a özel hazırladığı ürün seçkisini sıra dışı bir ortamda keşfetmek isterseniz 4 Nisan’a kadar İstinye Park’ı ziyaret edebilirsiniz.

Tropikal esintiler

Giderek dijitalleşen dünya, moda çevrelerine ilham olmaya devam ediyor. Ramsey’in geçtiğimiz hafta tanıttığı İlkbahar/Yaz 2018 koleksiyonu, sanal bir tropik adadan ilham alıyor. Mevsim geçişlerinde erkeklerin kurtarıcısı olan trençkot ve yağmurluklardan başlayarak karşımıza çıkan tropikal esintiler, sıcak yaz günlerinde bile şıklığından ödün vermeyen erkeklerin tercihi çok hafif takım elbiselere kadar taşınıyor.

Ramsey’in bu yaz erkeklere bir sürprizi olduğunu da ekleyeyim. Marka ilk defa bir plaj koleksiyonuna imza atarak modern erkeğin plaj görünümlerinde de kendisine bir yer edinmeyi amaçlıyor.

Bu sanal tropik adadan taşan güçlü tasarımların gerçek hayatımıza karışmasını sabırsızlıkla bekliyorum.

Givenchy’nin vedası

Günümüzün en çok konuşulan markalarından Givenchy’nin kurucusu ve isim babası Hubert de Givenchy, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. 1952 yılında kurduğu markasıyla dünya çapında konuşulan tasarımlara imza atan Givenchy, Fransız şıklığı denince akla ilk gelen ‘couture’ ustalarından biriydi.

‘Breakfast at Tiffany’s’ gibi filmlerinde ünlü yıldız Audrey Hepburn ile çalışarak kariyerini sağlamlaştıran Givenchy, kırk yılı aşkın süre başında bulunduğu markasından 1995 yılında ayrılmış ve emekliliğe adım atmıştı. Givenchy’den sonra özellikle Riccardo Tisci döneminde yeniden popülerleşmeyi başaran marka, efsanevi tasarımcının mirasını en iyi şekilde koruyup güçlendirmeye devam etmişti.

Moda dünyasının önde gelen isimlerinden Hubert de Givenchy’ye bir selam gönderip, teşekkür etmeden olmaz. En azından Audrey Hepburn’e özenip hayalindeki Fransız şıklığını onda bulan kadınlar adına. Bir de tabi ki Givenchy’nin moda dünyasına armağan ettiği küçük siyah elbiselerin hatrına.

Yazının devamı...

Klasiğe yeni bir bakış

Paris denince akla gelen ilk markalardan Hermès, Sonbahar/Kış 2018 koleksiyonuyla zanaatkarlığını bir kere daha konuşturma fırsatı yakaladı. Markanın genel merkezinde yakından incelediğim koleksiyon, alışıldığı gibi olağan üstü işçilikle hazırlanmış detaylarıyla büyük beğeni topladı.

Koleksiyona şöyle bir bakınca dikkatimi çeken üç şey oldu: Derinin ustaca işlenip adeta ipeksi bir yumuşaklığa kavuşması, farklı Hermès çantalarında ve aksesuarlarında kullanılan detayların elbise ve mantolara uygulanması, siyah ve kahverenginin tonları arasında gezinirken karşıma çıkıp beni şaşırtan renk patlamaları.

Hermès Sonbahar/Kış 2018 koleksiyonu deri trençkotları, işlevsel mantoları ve pançolarıyla adeta bir dış giyim cenneti olsa da üzeri işlemelerle kaplı, lacivert ve yağ yeşili tonlarda hazırlanan elbiselerin bu parçalardan rol çaldığını söylemek mümkün. Markanın saatlerinde kullanılan bir detaya benzetilerek kare formda hazırlanan yeni el çantalarıysa aksesuarlarıyla nam salmış markanın hayranlarını bir hayli sevindirecek gibi. Zira Hermès turuncusu, beyaz, sarı gibi farklı renklerde hazırlanan bu çantalar önümüzdeki sezonun öne çıkanları arasında yer almaya aday.

Benim Paris’im

Moda haftası boyunca Paris’te olmak sadece defilelerde sunulan göz alıcı tasarımlara hayran hayran dalıp gitmek değil elbette. Bir yanda fotoğraflanmak için elinden geleni yapan sosyal medya yıldızları, öte yanda paparazziden kaçan ünlü yüzler derken şehrin sokakları da en az podyumlar kadar hareketli.

Bense bir noktada bütün bu hareketin dışında kalıp kendimi mağazalar ve keyifli mekanlar arasında dolanırken buldum. Peki benim Paris’imde neler yaşandı?

Şehrin klasiği sayılan lüks alışveriş caddesi Rue Saint - Honoré’de birkaç tur atıp moda dünyasının buluşma noktası sayılan Hotel Costes’ta keyifli bir öğle yemeği kaçamağı yaptım. Yaratıcı yüzler ve farklı stillerin buluştuğu Marais’de yer alan Supreme mağazasına girebilmek için yarım saatten fazla sıra bekledim. Önünde onlarca kişilik kuyruk olan mağazaya girebilmek için bir sıra numarası almanız ve tabii ki uzunca bir süre beklemeniz gerekiyor. Mağazanın içerisindeyse sokak kültürünün efsanelerinden biri haline gelen markanın logosunu taşıyan parçalar satılıyor.

Marais sokakları sadece ünlü markaların mağazalarıyla değil, küçük butikleriyle de insanı şaşırtıyor. Yeni tasarımcıların hiçbir yerde göremeyeceğiniz özgün tasarımları ya da yıllarca rafta kaldıktan sonra yeniden değerlenen vintage parçalar bu butiklerde keşfedilmeyi bekliyor. Galeries Lafayette ve Printemps gibi dev alışveriş merkezleri, dünyaca ünlü markaları geniş seçkilerle sunuyor. Özellikle hafta sonu turist akınına uğrayan mağazalarda indirim dönemine denk gelirseniz daha da şanslısınız, benden söylemesi.Dünyanın pek çok şehrinde olduğu gibi Paris’te de herkes Balenciaga’nın Triple S spor ayakkabı modelinin peşinde. Pek çok modasever alışveriş merkezleri ve mağazalar arasında mekik dokuyup bu ‘çirkin spor ayakkabı’ modelini arıyor.

Maxim’s restoran moda haftasına özel partilerle pek çok yaratıcı stili buluşturuyor. Örneğin benim gittiğim gece mekanın içerisinde üç ayrı DJ performansı vardı ve davetliler abartılı bir stil yarışındaydı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.