Şampiy10
Magazin
Gündem

Yazın en popüler çantası

Eğer moda dünyasına ilginiz varsa ve Instagram’da zaman geçiriyorsanız Dior’un ‘Saddle Bag’ çantasının bu yazın favori çantası olarak ilan edildiğini fark etmişsinizdir. Çok sayıda takipçiye sahip kullanıcıların birbirinden farklı şekillerde stillerine dahil ettikleri çanta, geçtiğimiz hafta içerisinde paylaşılan onlarca fotoğraf sayesinde herkesin gündemine girmeyi başardı. Böyle okuyunca her şey normal gibi görünüyor ama bakın bakalım bu işin arkasında nasıl bir çalışma yatıyor.

1999 yılında John Galliano tarafından Dior için tasarlanan ve bir eyeri anımsatan ‘Saddle Bag’ aradan geçen yaklaşık yirmi yıldan sonra yenilendi, güncellendi ve bu geri döndü. Bir süredir yavaş yavaş konuşulmaya başlanan model, onlarca farklı Instagram kullanıcısının ardı ardına paylaştığı ilham dolu fotoğraflar sayesinde de resmi olarak ‘bu yazın en popüler çantası’ ilan edildi.

Bu Dior çantayı farklı kullanıcıların fotoğraflarında birbirinden farklı zamanlarda görseydim, yazın en popüler çantası olduğuna gerçekten inanabilirdim. Ancak bir anda bastıran bu fotoğraf yağmuru, reklam dünyasının içerisinde yer alan benim gibi biri için fazlasıyla şüpheliydi.

Biraz araştırdım ve resmi olmayan kaynaklardan markanın bu kampanya için yüz farklı Instagram kullanıcısıyla işbirliğine gittiğini öğrendim. Bu isimlerden bazıları “Dior Saddle Bag geri döndü!” gibi genel ifadelerle paylaşım yaparken bazılarıysa çantanın marka tarafından hediye edildiğini açıkça söylemişti. Bu da milyonlarca insanına ulaşan dev bir reklam kampanyası demekti.

Öyle ya da böyle, ikonik bir çantanın geri dönüşüne şahit oluyoruz; hem de çok güçlü bir şekilde. Benim merak ettiğim konuysa yapılan bu sıra dışı dijital reklam kampanyasının satışlara ve dolayısıyla sokaktaki kullanıcıya nasıl yansıyacağı. Bakalım ‘Saddle Bag’ gerçekten de yazın en popüler çantası olacak mı?

Doksanlara gönderme

Eskinin Spice Girls üyesi, son yılların iddialı moda tasarımcısı Victoria Beckham, kendisinden beklemeyeceğimiz bir adım atarak Reebok ile işbirliğine gidiyor.

Minimal stilini yansıttığı, kendi adını taşıyan markasıyla moda dünyasında hatırı sayılır bir görünürlük yakalayan Beckham’ın spor bir markayla bir araya gelmesi bana bir hayli ilginç geliyor. Her ne kadar dünyaca ünlü futbolcu David Beckham ile evli olsa da Victoria Beckham’ın spor dünyasıyla tasarım anlamında yakınlaşmasına hala biraz şüpheyle yaklaşıyorum.

Bu birlikteliğin ilk meyveleri sayılabilecek parçalarda 90’ların basketbol kültürüne ve efsaneleşen basketbol oyuncusu Shaquille O’Neill’a selam gönderiliyor. Beckham, yaptığı açıklamada bu parçaların o döneme bir saygı duruşu niteliğinde olduğunu ve geniş bir arşiv içerisinden özenle seçildiğini söylüyor. Ancak Beckham’ın tasarım yaklaşımı, üzerinde Shaq’ın adı ve silüeti olan tişörtlerin koluna VB harflerini kazımaktan ileri gitmişe benzemiyor.

Elbette bu parçalar, uzun soluklu bir işbirliğinin ön gösterimi. Victoria Beckham’ın bu sene sonuna doğru çıkacak yeni Reebok koleksiyonlarında şık spor ayakkabılar, spor giyim ürünleri ya da lüksü rahatlıkla buluşturan parçalar olacağını tahmin ediyorum.

Yazının devamı...

Uzun soluklu bir macera

Ünlü isimlerin moda, güzellik ya da aksesuar markalarıyla bir araya gelmesi her zaman haber değeri taşır. Ancak bir reklam kampanyası ya da özel bir çalışma dışında da bir markayı benimseyip hayatına alan ünlüler, çok daha farklı şekilde hafızalara kazınır. Tıpkı ünlü yıldız Beyoncé ve Fransız lüks aksesuar markası Messika örneğinde olduğu gibi.

Beyoncé, son birkaç yıldır farklı dönemlerde Messika koleksiyonlarından parçalar kullanırken karşımıza çıkıyor. Kimi zaman Instagram hesabında paylaştığı bir fotoğrafta ışıldıyor ürünler, kimi zaman sıradan bir günde çekilmiş ‘paparazzi’ fotoğraflarında.

Bu birlikteliğin en dikkat çeken anlarından birisi, şarkıcının eşi Jay-Z ile birlikte çektiği son müzik videosunda yaşanmıştı. Bundan dört yıl önce Paris’teki Louvre Müzesi’nde yer alan ünlü Mona Lisa tablosunun önünde Messika yüzüğünü gösterir şekilde bir fotoğraf paylaşan Beyoncé, kaderin bir cilvesi midir bilinmez, son müzik videosunu Louvre müzesinde çekmiş ve yine aynı ünlü tablonun önünde, bu defa göz alıcı bir Messika kolye eşliğinde poz vermişti.

Henüz bu haber eskimeden dün önüme düşen bir fotoğraftaysa ünlü şarkıcı, markanın başındaki isim Valerie Messika tarafından kendisine özel olarak tasarlanmış bir küpeyle görülüyor. Bir dönemin popüler aksesuarlarından dev halka küpelere benzeyen bu özel tasarımın üzerinde hem şarkıcının adı yer alıyor hem de çocukları Rumi, Sir ve Blue Ivy’yi temsil eden birer hareketli pırlanta.

Belki bu özel çalışmaların arkasında uzun soluklu bir işbirliği yatıyor, belki de tanık olduğumuz şey bir markayla bir ünlünün uyumlu ilişkisi. Her ne şekilde olursa olsun, bu birliktelik iki tarafa da çok iyi gelmişe benziyor.

Keşif: Monsegno

Monsegno, günümüz erkeğini 1920’lerden ilham alan şık ve lüks tasarımlarla buluşturan bir marka. İtalyanca’da ‘benim imzam’ anlamına gelen Monsegno’nun özgün tasarımları da hem bu genç markanın imzası niteliğinde hem de kelimenin Akdenizli yanını en iyi şekilde yansıtma niyetinde.

Mimar Doruk Topaloğlu tarafından yaratılan ve ilk koleksiyonunda dört farklı model sunarak mütevazı bir başlangıç yapan Monsegno, gusto sahibi erkeklerin kumsallarda ya da sahil kasabalarında kalabalıktan sıyrılmalarını sağlıyor. Bizi yüz sene öncesinin klasik ‘beyefendi’ şıklığına götüren kalıplara sahip deniz şortları, renk ve desen seçkisiyle yaz denince akla gelebilecek bütün anıları bir araya getiriyor.

Deyim yerindeyse ‘plaj smokini’ olarak tanımlayabileceğimiz bu deniz şortlarının yanına eklenecek yenilikçi ve detaylarla farklılaşan parçalar sayesinde genişleyecek Monsegno’nun önümüzdeki yılların en çok konuşulacak erkek markalarından birisi olacağını düşünüyorum. Bakalım stil sahibi centilmenler de benimle aynı görüşte mi?

Yazının devamı...

Yeni bir adım

Geçtiğimiz günlerde Instagram’a gelen en yeni özelliklerden birisini deneyip beni takip edenlerle bir sohbet videosu paylaştım. Videoda dijital dünyanın etkili kullanıcıları arasına girmek için neler yapılabileceğinden, moda markalarının bu kullanıcılarla olan ilişkilerinden ve birkaç farklı konudan daha bahsettim. Gelen yorumlardan biri tam da üzerine uzun uzun düşünmelik bazı soruların kafamın içinde çınlamasına neden oldu diyebilirim.

Sıklıkla moda endüstrisinin çevreyle olan ilişkilerinden, doğaya saygılı uygulamalardan ve yeni teknolojilerden bahsetmeme rağmen işin ‘tanıtım’ tarafındaki savurganlık üzerine hiçbir şey yazmamıştım. Oysa bu renkli dünyada karşımıza çıkan tanıtım malzemeleri ya da havalı defilelerin davetiyeleri de en az kıyafetler kadar özenle üretilmeli, değil mi?

Malum, işim gereği, her gün çok sayıda farklı kutu, ürün ve davetiye gibi gönderi teslim alıyorum. Bu gönderiler zaman içerisinde diğerlerinden ayrılıp dikkat çekebilmek adına o kadar abartılı bir hal alıyor ki ortaya çıkan atıklar gözden kaçırılmayacak boyutlara ulaşıyor.

Defile davetiyeleriyse başka bir dünya. En önde gelen moda markalarının bile davetiyelerini hazırlarken adeta yoldan çıktığını söyleyebilirim. Hal böyle olunca geri dönüştürülebilen tasarımlar ya da doğa dostu aksesuarlar neye yarıyor ki?

Örneğin ben bundan sonraki adımda bütün davetiyelerin dijitalleşmesini bekliyorum. Prada ya da Fendi gibi moda devlerinin defilelerinde hali hazırda uygulanan dijital kontrol sisteminin bütün sektöre yayılmasını ve bu sayede yüzlerce davetlinin yaratacağı çöp yığınlarına bir son verileceğine inanıyorum. Her ne kadar bu davetiyeleri paylaşmayı çok sevsem ve yıllar boyunca saklasam da moda dünyasının bu çevre dostu adımı atması gerektiğini düşünüyorum.

Wintour imzalı ayakkabılar

Moda dünyasının en etkili isimlerinden olan Anna Wintour, bu defa bambaşka bir yönüyle karşımızda. Ünlü editör, başında bulunduğu Vogue dergisi ve önde gelen spor giyim markalarından Nike’ın iş birliğiyle hazırlanan özel koleksiyonun ilham kaynağı olmuş ve ortaya Anna Wintour imzalı Air Jordan spor ayakkabılar çıkmış.

İki farklı popüler Air Jordan modelini yeniden yorumlayan Vogue ekibi, Air Jordan I için kırmızı ve kırık beyaz renk alternatiflerine yönelmiş. Spor ayakkabının yuvarlak fermuar detayı ve üzerindeki Vogue logosu, moda severlerin dikkatini çekebilecek nitelikte. Bir diğer model olan Air Jordan III SE ise Wintour’un imzası sayılabilecek Chanel ceketlerden ilham almışa benziyor.

Her iki modelin en önemli özelliğiyse tabanlarında ‘AWOK’ yazması. Bu kelime, Anna Wintour’un imzası sayılıyor; çünkü, ünlü editör beğendiği ve dergisinde yayınlanmaya uygun bulduğu işleri bu kelimeyi kullanarak imzalıyor. Deyim yerindeyse bu iki ayakkabı dünyanın en sıkı takip edilen moda editörünün garantisini taşıyor.

Önümüzdeki günlerde satışa çıkacak modeller, tam da yaklaşan moda haftaları öncesinde sokaklara düşecek ve eminim ki New York, Paris ve Londra gibi moda haftalarında sokak stili yıldızlarının fotoğraflarında baş köşeyi kapacak. Belki Anna Wintour’u bile bu ayakkabılarla defilelere katılırken görebiliriz, kim bilir?

Yazının devamı...

Prestij meselesi

Her ne kadar alışılageldik değer yargılarına karşı olsam da bazı söylemlerin bilimsel testlere tabi tutulduğunu görmek ilgimi çekti. Belki siz de bugüne kadar anlam veremediğiniz bazı stil tercihlerine başka bir gözle bakarsınız diyerek paylaşmak istedim.

Özellikle Türkiye’de erkeklerin moda ve stil yolculuğuna baktığımızda belirli parçaların ‘statü’ göstergesi olarak bellendiğini hatta ‘erkeklik’ kavramının da bu parçalar üzerinden sunulduğunu fark edebiliyoruz. Çoğunlukla gereksiz bir özgüveni de beraberinde getiren bu durumu haliyle yerden yere vuruyoruz. Ne var ki olay aslında duygularda değil, hormonlarda bitiyormuş.

Yapılan bir araştırmaya göre, testosteron hormonu erkeklerin gösteriş, statü ve prestij gibi kavramları daha çok sahiplenmelerine ve dolayısıyla da stil tercihlerini bu yönde yapmalarına neden oluyormuş.

İki yüz kırk denekle gerçekleştirilen çalışmada deneklerin bazılarına bir doz testosteron hormonu verilmiş, diğerlerineyse hormon verilir gibi yapılarak plasebo yani etkisiz ilaç kullandırılmış. Bütün deneklere üç farklı saat modeli gösterilerek bir tercih yapmaları istenmiş.

Birinci saat modeli gösterilirken ürünün teknik özellikleri, markanın tarihçesi gibi farklı alanlara vurgu yapılmış. İkinci saat modeli gösterilirken ürünün sağlamlığı ve dinamizmi gibi farklı yanları üzerinde durulmuş. Üçüncü saat modeli gösterilirken de markanın kullanıcısı için prestij kaynağı olduğu, dünyaca ünlü modeller ürettiği, stil sahibi bir yaşamın ayrılmaz parçası olduğu söylenmiş.

Testosteron hormonu verilen denekler, üç saat arasından seçim yaparken büyük bir çoğunlukla ‘statü’ göstergesi olan üçüncü modelde karar kılmış. Bu erkeklerin kaliteyi temsil eden birinci saat ve gücü temsil eden ikinci saati seçme oranlarıysa düşük kalmış.

Plasebo yani etkisiz ilaç kullandırılan erkeklerdeyse durum tam tersiymiş. Bu erkekler öncelikle güç, sonrasında kalite, en son olarak da statüyü tercih etmiş.

Tek bir araştırmadan büyük anlamlar çıkartmak olmaz; ancak, erkeklerin dünyasında var olan ‘gösteriş’ merakını artık hormonlarla açıklayabilecek gibiyiz.

Kafa karıştıran tasarımcı iş birlikleri

Riccardo Tisci transferinden sonra beklenen büyük çıkışı henüz gösteremeyen Burberry, yoluna farklı isimlerle gerçekleştirdiği özel çalışmalarla devam ediyor. Gosha Rubchinskiy tarafından hazırlanan yeni kapsül koleksiyonu dün itibariyle belirli ülkelerde satışa sunan marka, ekosistemine bir tasarımcı birlikteliği daha ekleyerek moda severlerin başını döndürmekte kararlı gibi görünüyor.

Burberry’nin çiçeği burnunda baş tasarımcısı Riccardo Tisci’nin Instagram üzerinden yaptığı paylaşıma göre ünlü İngiliz marka, moda dünyasının duayen isimlerinden Vivienne Westwood ile bir araya geliyor.

Westwood, özellikle punk akımı modayla buluşturan tasarımlarıyla biliniyor. Ünlü tasarımcının, İngiliz moda çevrelerinin dünyaya açılmasında da katkısı bir hayli büyük. İlerleyen yaşına ve türlü rahatsızlığa rağmen üretmekten vazgeçmeyen Westwood, Burberry için neler hazırlayacak henüz bilinmiyor. Alınan ilk ipuçları, sınırlı sayıda üretilecek özel parçanın Vivienne Westwood arşivinden ilham alınarak tasarlanacağını gösteriyor.

Moda tarihine adını altın harflerle yazdıran iki markanın buluşması uzun yıllar saklanacak parçaların habercisi olsa da moda severler Tisci’nin Burberry’sini, bu tür işbirliklerinden daha çok merak ediyor.

Yazının devamı...

Türk bayrağı podyumda

Bir ülkenin bayrağının ticari amaçlarla kullanılması yıllardır tartışmalara neden olmuştur. Bazıları bu sembolleri üzerlerinde taşımaktan gurur duyarken bazılarıysa ‘kutsal’ addedip sadece belirli şekillerde kullanılmasından yanadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, her nasılsa, bayrağa hem bir kutsiyet atanmıştır hem de iç çamaşırı dahil pek çok üründe bayrağın yer almasına müsaade edilmiştir.

Türkiye’de ise durum biraz daha farklı. Türk bayrağının kullanım şekli kanunla belirlenmiştir ve bayrağa saygısızlık olarak nitelendirilebilecek kullanımlar cezalandırılır. Her ne kadar geçmiş yıllarda televizyon kanallarında karşımıza çıkan bazı ünlüler kırmızı elbise üzerine ay-yıldız işlemelerle Türk bayrağını yansıtmak isteseler de bu konu hep bir tabu olarak kalmıştır.

Geçtiğimiz hafta Paris podyumlarında karşımıza çıkan Vetements İlkbahar 2019 koleksiyonuysa bayrak tartışmalarını yeni bir boyuta taşıyacağa benziyor. Neden mi?

Gürcü tasarımcı Demna Gvasalia’nın sunduğu koleksiyonda Türkiye, Gürcistan Ukrayna ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin bayrakları, tasarımlarda kendisine yer buldu.

Tamamı Gürcü gençlerden oluşan modeller, Gvasalia’nın politik mesajlar içeren koleksiyonunu sunarken belki apolitik nesli temsil ettikleri için belki de tasarımcının son dönemde içerisinde bulunduğu ruh halini yansıtabilmek için hissiz, donuk ifadelere podyumda yürüdü.

Türk bayrağının kullanım şekli kanunlarımıza aykırı görünmüyor. Kırmızı, uzun kollu bir ceketin tam göğüs bölümünde kullanılan ay-yıldız, spor takımlarının formalarındaki kullanımla paralellik gösteriyor. Ancak yine de aklınızda bu parçayı satın almak varsa, kanuna bir göz atmanız gerektiğini hatırlatmakta fayda var.

Gvasalia’nın bu koleksiyonu hazırlarken aklında ne vardı bilemesem de özellikle Türk bayrağını üzerinde taşıyan tasarımın Türk moda severlerin dikkatini çektiğini söyleyebilirim. Bakalım önümüzdeki ilkbaharda sokaklarda bu tasarımı tercih eden birilerini görecek miyiz?

Her yerde saçlar

Yazının devamı...

Jacquemus Erkeğiyle Tanışın

Erkek giyiminde klasik ya da sportif tarzların dışında kalan ve aslında pek çok stil sahibi erkeği içerisinde barındıran alan, farklı geçmişlere sahip tasarımcıları kendisine çekmeye devam ediyor. Tam da bu nedenle kadın koleksiyonları ya da kadınlara özel aksesuarlar hazırlayarak belirli bir popülerlik yakalayan markalar yavaş yavaş erkek dünyasını keşfetmeye başlıyor.

Kutu şeklindeki çantalarıyla kadınların alışveriş listesinde üst sıralara tırmanan Mansur Gavriel geçtiğimiz günlerde erkek koleksiyonunu bizlerle buluşturmuştu. Sıradaysa son dönemde ‘La Bomba’ koleksiyonuyla yıldızı parlayan Jacquemus var.

Geleceğin en önemli tasarımcılarından birisi olacağına inanılan Simon Porté Jacquemus yönetimindeki marka, ilk erkek koleksiyonu için davetlilerini Marsilya’ya götürmeyi uygun görmüş. Zira Akdeniz esintileri bu koleksiyonun temellerini oluşturuyormuş.

Tasarımcının çocukluğundan ilham alarak oluşturulan erkek koleksiyonundaki sarı ve mavi renkler, tam da tahmin edebileceğiniz gibi, deniz ve güneşe selam duruyor. Parizyen şıklığı bir tatil kasabasının rahatlığıyla buluşturan koleksiyondaki parçalar en az kadın koleksiyonundakiler kadar iddialı görünüyor. Boyundan asılan mini çantalar ve denizci şapkalarsa şimdiden moda takipçilerini heyecanlandırmışa benziyor.

Sanki birkaç saat içerisinde ilk erkek koleksiyonunu sunmayacakmış gibi defile sabahında denizde bolca vakit geçiren Simon Porté Jacquemus, aslında bu koleksiyonu en iyi şekilde özetliyor; rahat, keyifli, yazın keyfini sonuna kadar çıkartan bir Marsilya erkeği.

Yazının devamı...

Döngü tamamlanıyor

Bine yakın markayı dünyanın farklı köşelerindeki tüketicilerle buluşturan ASOS, özellikle genç moda severler arasında popüler olan bir alışveriş sitesi. Kendi adını taşıyan markasıyla da sokak stili fotoğraflarında sıklıkla karşımıza çıkan ASOS’un moda dünyasını etkileme gücüyse tartışılmaz.

Ünlü marka bu gücü iyi bir şekilde kullanmaya devam ediyor ve moda dünyasında hayvanlardan elde edilen materyallerin kullanımına dikkat çekecek adımlar atıyor.

Öncelikle moher kürklerin kullanıldığı ürünler satmayacağını açıklayan ASOS, hemen ardından kaşmir ve kanatlı hayvan tüyü gibi malzemelerin kullanıldığı parçaların 2019 Ocak ayına kadar siteden kaldırılacağını duyurdu. Bu kararın alınmasında etkili olan gelişmelerden birisi, hayvan hakları örgütü PETA’nın Mayıs ayında yayınladığı bir video. Videoda, Güney Afrika’da yer alan bir çiftlikte moher kürk üretiminde uygulanan vahşi yöntemler gözler önüne seriliyor.

ASOS’un etik üretim üzerine çalışmaları sadece bu yasakla sınırlı değil. Gittikçe daha bilinçli kullanıcılar haline gelen moda severlerin talepleri doğrultusunda şekillenen yeni düzende marka, geri dönüşüm uygulamalarını hayata geçirmeye hazırlanıyor. London College of Fashion iş birliğiyle hazırlanan bir programa dahil olan ASOS, tasarımcılarını üretim ve tüketim döngüsü hakkında bilinçlendirerek sürdürülebilir uygulamalar konusunda somut adımlar atmaya başlıyor.

2020 yılına kadar moda döngüsünü etik ve sürdürülebilir bir şekle sokmayı amaçlayan bu tür girişimler, moda endüstrisini çok daha parlak günlerin beklediğinin habercisi.

Spor podyumda

90’larda popülerleşen ve spor giyimin ikonik markalarından biri haline gelen FILA, yeniden atakta. Sokak stilinde spor etkinin artışıyla birlikte yirmi yıl aradan sonra yeniden hayatımıza giren marka, şimdi işi bir adım daha ileri götürüp Milano Moda Haftası’nda podyuma çıkmaya hazırlanıyor.

Adidas Originals markasının tasarım ekibinden transferlerle güçlenen FILA, Milano defilesi için hem arşivlerindeki ikonik parçalardan yararlanacak hem de milenyum etkisini yansıtacak yeni denemelerde bulunacakmış. FILA’nın bu ilk defilesini heyecan ve merakla bekliyorum.

El Alem Ne Derse Desin

Saçlarını havalı havalı savurup erkekleri kendisine hayran bırakan kadınlar, yerini kendi ayakları üzerinde duran ve gücünü kendinden alan kadınlara bırakalı çok oldu.

Kadınların gücüne inanan ve bu gücü ortaya çıkartmaları için desteğini esirgemeyen markalardan Elidor, bu dönüşümün öncülerinden olmaya devam ediyor. ‘El Alem Ne Derse Desin’ sloganıyla bir senedir farklı çalışmalara imza atan markanın son işiyse Tuku Tukum markasıyla bir araya gelerek hazırlanan bir kapsül koleksiyon.

Tuğba Kuzdere tarafından kurulan ve yaratıcı desenleriyle beğeni toplayan Tuku Tukum’un Elidor için ürettiği ‘El Alem Collection’ parçaları arasında özellikle sloganlı tişörtlerin dikkat çektiğini söylemem gerek.

“Nasıl istersem!” ve “El alem ne der?” gibi mesajlar taşıyan tişörtler Trendyol’da satışa sunuldu bile. Eğer siz de yargılayan bakışlara ya da olumsuz yorumlara aldırmayanlardansanız bu koleksiyona göz atmanızı öneririm.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.