Şampiy10
Magazin
Gündem

Yok sattıran LOGO

Amerikan sokak kültürünün önde gelen moda markalarından Supreme, sadece tişörtleri ya da şapkalarıyla değil, sıra dışı ürünlere yerleştirdiği logosuyla da dikkat çekiyor. Bir kaykay tekerleği ya da bir tenis topunun üzerinde görebileceğiniz ikonik Supreme logosu, markanın alternatif pazarlama tekniğinin önemli bir parçası olarak görülüyor. Çünkü moda severler ve sokak stili takipçileri, üzerinde kırmızı Supreme logosu bulunan her şeyi, evet her şeyi, anında satın alıyor. Sonrasında da gelsin abartılı fiyatlardan ikinci el satışlar, kara borsalar.

Adeta yok satan markanın son hamlesiyse, hem şaşırtıcı hem de iddialı diyebileceğimiz türden. Pazartesi sabahı New York’taki büfeler, metro istasyonları ve dergicilerde satışa sunulan New York Post gazetesinin hem ön hem arka kapağı, Supreme logosuyla kaplanmış. Bu işbirliğinin markanın sosyal medya hesaplarından duyurulmasından hemen sonraysa raflardaki bütün New York Post baskıları tükenmiş. Hatta bazı Supreme meraklıları, onlarca gazete satın almış.

Marka ve gazete tarafından temsilcilerin yaptıkları açıklamaya göre bu fikir, gazete ekibinden gelmiş. Tuğladan şişe açacağına kadar her şeyin üzerine logosunu koyan ve bir anda değerini arttırmayı başaran Supreme’in logosunu gazeteye basarak gazetenin popülaritesini arttırmak hedeflenmiş.

Konservatif olarak bilinen bir gazetenin dünyaca ünlü, alternatif bir markayla buluşması bile başlı başına dikkat çeken bir hareketken gazetenin birkaç dakika içerisinde tükenmesi uzun süre hatırlanacağa benziyor. Kara borsada değerinin on katına satılan New York Post gazetesinin hiç buluşamayacağı bir kitlenin evlerinde baş köşeye yerleşmesi de cabası.

TERS KÖŞE

Henüz dün markaların reklam işbirliklerinden ve bu işbirliklerinin moda severler tarafından nasıl olumsuz algılanabileceğinden bahsetmiştim ki bu konu yeniden gündeme geldi. Hem de bir markanın yeni sezon reklam kampanyası sayesinde.

Juicy Couture, Sonbahar/Kış 2018 reklam kampanyasında ‘Paid Partnership With’ yani ‘Bütçeli Çalışma’ başlığını kullanarak son zamanların en çok kafaya takılan konusuna okkalı bir gönderme yapıyor. Bu göndermenin bence güzel tarafıysa kampanyanın olaya farklı bir yönden bakması.

Normalde, belirli bir takipçi sayısına sahip Instagram kullanıcıları markalarla bütçeli çalışmalara imza attıklarında kendi profillerinde yukarıda gördüğünüz başlığı kullanıyor. Reklam çalışması gerçekleştirildiği ve bir kazanç elde edildiği için de yasal olarak bu tür başlıkların kullanılması gerekiyor. Ancak Juicy Couture bir Instagram kullanıcısı olarak değil de bir marka olarak bu başlığı sahipleniyor ve kampanyasında yer verdiği çok takipçili Instagram kullanıcılarıyla bütçeli çalışma yaptığını duyurarak topu ters köşeye atıyor.

Bildiğim kadarıyla bu tür bir kullanım, yani markaların ve çok takipçili kullanıcıların yer değiştirdiği bir versiyon, daha önce hiç yapılmadı. Yine aynı şekilde bütçeli işbirlikleri daha önce hiçbir reklam kampanyasının ana teması olmadı. Bu nedenle Juicy Couture’ün çok takipçili Instagram kullanıcılarıyla gerçekleştirdiği bu kampanyanın genç sosyal medya kullanıcıları arasında çok konuşulacağından eminim.

Yazının devamı...

Şimdi reklamlar

Moda yayınlarında yer alan reklamlı içerikler moda severlerin tepkisini toplamaya devam ediyor. Peki ya sektörde aslında neler oluyor?

Moda yayınlarının, ister basılı olsun ister dijital, ayakta kalabilmek için reklamlara ihtiyaç duyduğu apaçık bir gerçek. Hiç kimsenin de bize yaratıcı fikirler sunan, ufkumuzu genişletmemize yardımcı olan bu yayınların devamlılığını sağlayabilmesine olanak veren reklamlara söz söyleme hakkı olduğunu düşünmüyorum.

Rafta duran dergilerin sayısının giderek azaldığı, dijital yayınların tıklanabilecek içerik üretmek uğruna kaliteyi bir kenara bıraktığı şu günlerde öncü yayınların karlı kalabilmek ve yayın hayatlarına devam edebilmek için reklamlı içerikler ya da iş birliklerine imza atmasını da destekliyorum. Ancak bir kısım moda sever, bu tür çalışmalara karşı savaş açmış durumda. Bu durum, bana pek çoğumuzun büyük resmi göremediğini düşündürdüğü için birkaç şey karalamak istedim.

Louis Vuitton etkisi

Son dönemde tartışılan bir konudan başlayarak duruma şöyle yukarıdan bir bakalım. Eylül ayında yayınlanacak üç farklı derginin kapağında Louis Vuitton markasının hakimiyet kurması, bazı okuyucuların tepkisini toplamışa benziyor. Özellikle Vanity Fair dergisinin Michelle Williams’lı kapağı, markanın bir reklam görseli olarak algılanıyor. Çünkü ünlü oyuncu hali hazırda Louis Vuitton markasının kampanyalarında kullanılan bir isim ve derginin kapak fotoğrafını, kampanyanın da fotoğrafçılığını üstlenen Collier Schorr çekmiş. Yani hem kapak yıldızı, hem kapakta kullanılan kıyafetler hem de kapağı fotoğraflayan isim, marka tarafından sahiplenilmiş.

Bu kapak, şu ana kadar gördüğümüz en uç örneklerden biri olsa da ortada beni rahatsız eden bir durum yok. Evet, yayınlarda yaratıcılığı ve özgürlüğü savunuyorum. Ancak bu kapak görseli ya da bir kapak görselinin bir markaya deyim yerindeyse satılması, uzun vadede o yayının devamlılığını sağlayacağı için benim açımdan sorun teşkil etmiyor.

Diğer örneklerse Louis Vuitton markasının işbirliği yaptığı Ruth Negga ve Emma Stone gibi isimleri yine markanın kıyafetleriyle İngiliz Marie Claire ve Amerikan ELLE dergilerinin kapaklarında görmemiz. Michelle Williams örneğine nazaran daha özgün duran bu kapaklar, yine de moda severlerin olumsuz yorumlarıyla karşı karşıya kalmaktan kurtulamıyor.

Sektörün çıkış yolu

Sadece Louis Vuitton değil, pek çok marka zaman zaman dergi kapaklarını veya içerideki çekimleri bir şekilde sahipleniyor. Özellikle video içeriklerin paylaşılabildiği dijital platformlardaki iş birlikleri, basılı formatlardan çok daha fazla sayıda moda takipçisine ulaştığı için markalar tarafından potansiyel bir reklam çalışması olarak görülüyor. Bu çalışma sayesinde hem marka daha çok kişiye ulaştığı için memnun oluyor hem de yayıncı, markadan elde ettiği gelirle yayın hayatını sürdürebiliyor.

Bu reklamlı ve anlaşmalı içerikler sayesinde o hep görmek istediğimiz sıra dışı fotoğraf çekimleri gerçekleştirilebiliyor, stil editörlerinin uçsuz bucaksız fikirleri hayata geçirilebiliyor. Kısacası okuyucunun karşılaşmaktan mutluluk duyduğu özgür ve özgün işler, bu iş birlikleri sayesinde yapılabiliyor.

Ben hem işin yayıncı tarafında hem de okuyucu tarafında yer alan birisi olarak sektörün devamlılığı için bu tür çalışmaları faydalı buluyorum. Reklamlı içeriklerden ya da işbirliklerinden rahatsızlık duyan diğer moda severlerin de en kısa sürede büyük resmi görerek biraz sakinleşmesini umuyorum.

Yazının devamı...

Modanın güzellikle imtihanı

İç içe geçen güzellik ile moda dünyası, markalar için hem iyi hem de kötü haberleri beraberinde getiriyor

Güzellik dünyası, moda dünyasından rol çalmaya devam ederken pek çok moda markası çareyi güzellik koleksiyonlarında arıyor. Bu iki sektörün iç içe geçmesine rağmen ayrı dinamiklere sahip olmaları, markalar için hem iyi hem de kötü haberleri beraberinde getiriyor. Moda dünyasından başlayalım. Lüks moda markalarının erişilmez duruşu, özellikle hızlı moda markaları nedeniyle sallantıda. Farklı pazarların ekonomik iniş çıkışları nedeniyle sırtını tek tip bir müşteri kitlesine dayamayı riskli bulan moda devleri, giderek daha demokratikleşmek zorunda kalıyor. Milyonlarca moda severi kendisine hayran bırakan ve bol sıfırlı etiketleriyle gurur duyan moda markaları, hitap ettikleri kitleyi genişleterek ve daha erişilebilir ürünler sunarak bu vahşi pazarda ayakta kalabilmek için çabalıyor. Güzellik dünyasındaysa durum biraz daha farklı. Pek çok güzellik markası giderek artan talebe karşılık vermek için hızla yeni ürünler sunarken pek çoğu da birkaç yıldız ürünle sektördeki ikonik konumunu koruma peşinde. Her ne şekilde olursa olsun, güzellik sektöründeki hareketlilik giderek daha dikkat çekici bir hal alıyor.

Sosyal medyanın gücü

Son dönemde sosyal medyanın herkesi daha görünür kılmasından mıdır bilinmez, güzellik markalarının popülaritesi hızla artıyor. Bu nedenle de pek çok köklü moda markası ya popüler güzellik markalarıyla iş birliği yapıyor ya da kendi markasını yaratıyor. Dior ve Chanel gibi lüks markaların makyaj koleksiyonları, en az defilelerde sunulan hazır giyim ya da özel dikim koleksiyonları kadar konuşuluyor. Aslına bakarsanız bu durum çok da şaşırtıcı sayılmaz. Zira ortalama bir moda severin şık bir Chanel çantaya sahip olmak için uzun yıllar çalışması gerekirken bir Chanel ruj çok daha kolay elde edilebiliyor. Üstelik bu ruj, müşterisine Chanel’den alışveriş yapmanın ayrıcalığını yaşatıyor. Instagram’da paylaşılan logolu alışveriş torbaları da cabası. Tüketici trendlerini takip eden moda markaları, her şeyin başının Instagram’da paylaşılabilir ürünler sunmak olduğunun farkında. Hatta öyle ki bu markaların parfüm koleksiyonları, makyaj koleksiyonları kadar ilgi görmüyor. Çünkü bir parfümün şişesi ne kadar şık olursa olsun, paylaşılabilirliği belirli bir seviyede kalıyor; kokusu akıllı telefon ekranlarından dışarı ulaşmıyor. Makyajsa bunun tam tersi bir şekilde, hem kişiden kişiye değişen uygulamalar sayesinde daha şahsi bir hal alıyor hem de Instagram fotoğrafından çok daha ötesine ulaşabiliyor.

Yeni çözümler

Bir aynanın önünde, bir çantanın içinde ya da uygulandığı yüzde karşımıza çıkabilen makyaj ürünleri, sadece güzellik sektörünü değil, moda sektörünü de yeniliklere itmeye devam ediyor. Örneğin Balmain’in ‘couture’ saçlar yaratma iddiasındaki saç şekillendirme ürünleri kısıtlı bir kitle tarafından bilinirken L’oreal Paris ile birlikte çıkarttığı koleksiyonu duymayan yok. Bu da aslında moda markalarının güncel kalabilmek için hangi alana yatırım yapması gerektiğini gösteriyor. Her ne kadar iki dünyanın bir araya gelmesi beni mutlu etse de gönül herkesin en iyi bildiği şeyi yapmasını ve bunu yaparken de mükemmelin peşinde koşmaktan vazgeçmemesini istiyor.

Yazının devamı...

Kafaya takın

Hayır, okulun nasıl gittiğini, işte neler olduğunu, sosyal medyada kimin kime ne dediğini kafaya takmayın. Bütün bunların yerini çiçeklere bırakın. Tıpkı ünlü yıldızların son dönemde yer aldıkları dergi kapaklarında yaptıkları gibi.

Beyonce’den başlayalım. Çok konuşulan Vogue Eylül kapağında rüya aleminden fırlamış gibi duran ünlü yıldızın saçındaki çiçekler, bu trendin en önemli işareti. Üstelik kendisi sadece kapak görseliyle yetinmemiş, kapak çekiminde yer alan başka bir karede de bu trendi devam ettirmiş. Kutsal moda ayında yayınlanan etkili bir derginin kapağında, dünyanın en ünlü şarkıcısının saçında bu tür bir uygulama görüyorsak anlayın ki ‘kafaya takılan çiçek’ trendi ortalığı kasıp kavuracak.

Okyanusun beri tarafında da işler pek farklı değil. Rihanna, İngiliz Vogue dergisinin Eylül kapağında, çiçekler eşliğinde parıldıyor. Yine aynı denklem, yine aynı sonuç. Kafaya takılan çiçekler bir şekilde moda sahnesinde görünür oluyor. Rihanna’nın çekimde kullandığı lüks tasarımlar ya da iddialı bir şekilde alınmış kaşları bile saçındaki çiçeklerin önüne geçemiyor.

Peki ya siz bu trendi uygulamak isterseniz neler yapabilirsiniz? Benim ilk önerim, dergi kapaklarındaki fotoğraflara fazla özenmemeniz. Zira bu kapaklardaki çiçekler, konsepte ve çekime özel olarak hazırlanıyor.

Burada imdadınıza yetişecek ilk çözüm, farklı hızlı moda markalarının birbirinden renkli saç aksesuarları. Kimi zaman yapay çiçeklerden kimi zaman da çiçek formunda bir araya getirilmiş farklı malzemelerden oluşan bu aksesuarların her mağazada karşınıza çıkacağını söyleyebilirim.

Bir diğer alternatifse kuru tanzim saç aksesuarı yapan atölyeler. Bu atölyelerde dilerseniz hazır modelleri inceleyebilir, dilerseniz stilinize en uygun modeli bir tasarımcı eşliğinde hayata geçirebilirsiniz.

Gün gelip de bir şeyleri kafaya takmanın trend olacağını düşünür müydünüz bilmem ancak artık düşünme aşamasını geride bırakın ve bir an önce kafaya takın.

Keşif: MIcalle

Stilini, zevkini ve yaşam tercihlerini yıllardır beğenerek takip ettiğim Billur Saatçi, sonunda kendi giyim ve aksesuar markasıyla karşımızda.

Micalle, her bedenden kadının rahat ve şık görünümler yaratabilmesi amacıyla yola çıkmış; bu amaca hizmet ederken de doğaya ve insanlara saygılı olunması gerektiğini unutmamış. Markanın kumaş seçkisi, bu farkındalık göz önünde bulundurularak oluşturulmuş ve TENCEL, kupra ve viskon gibi kumaşlar tercih edilmiş.

Yenilenebilir ağaç kaynaklarından elde edilen ve yüksek mukavemet sağlayan TENCEL’in konfor standardı, hayvanlara karşı da sorumluluklarını yerine getirerek üretilen kupranın pürüzsüzlüğü ve yüksek nem alma kapasitesiyle öne çıkan viskonun parlak renkleri, Micalle’in bu kumaşları tercih etme sebeplerinden birkaçıymış.

Kumaşlar kadar dikkat çeken bir diğer Micalle imzası da desenler. Trendleri takip edeyim derken moda kurbanı olan kadınlara ilaç gibi gelecek zamansız desenler, markanın kendi trendlerini yaratmasına yardımcı olacak gibi duruyor.

Henüz çok genç olsa da sağlam adımlar atacağının sinyallerini veren Micalle ve yaratıcısı Billur Saatçi’nin yolu açık olsun.

Yazının devamı...

Mutfağa lüks dokunuş

Madem lüksü seviyoruz, neden sadece kıyafetler ya da aksesuarlarla yetinelim, değil mi? Ünlü İtalyan moda markası FENDI’nin mimar Marco Costanzi ile birlikte hazırladığı FENDI Cucine da bu düşünceye kapılıp azla yetinmeyenleri hedefliyor.

Tahmin ettiğiniz gibi ben bu tasarımların hedef kitlesinde değilim. Çünkü her ne kadar modanın lüks tarafına şöyle bir bakış atmayı sevsem de evime bu tasarımları sokmam için birkaç yüz yıl çalışmam gerekebilir. Ancak eğer olur da siz ilham almak isterseniz diye, bu göz alıcı eserleri sizinle paylaşmak istedim.

FENDI Cucine, mutfağı modayla buluşturuyor. Bu cümleyi okuyunca aklınıza FENDI logolu tencereler falan gelmesin; o tür bir işbirliği, Dolce&Gabbana’nın kalemi. Bizim konumuzsa kaliteyi ve şıklığı bir arada sunan profesyonel mutfak sistemleri.

Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen Salone del Mobile fuarında sergilenen bu mutfaklar, iki ana tarzda karşımıza çıkıyor. Bir tanesi daha maskülen, bir tanesi daha feminen olarak tanımlanabilecek bu mutfaklarda elbette işçilik ve malzeme kalitesi dikkat çekiyor. Yenilikçi ancak klasiğin gücünü de arkasına almayı unutmayan FENDI Cucine tasarımları belki beni ya da sizi değil ama birkaç yüz yıllık birikimini gözden çıkartacak mutfak aşıklarını bekliyor.

Ajanda mı tişört mü?

Farklı tasarımlarıyla konuşulmayı başaran Vetements, 2019 takviminizi üzerinizde taşımanızı sağlayacak yeni bir tasarımla geliyor. Önünde “İyi Şanslar!” yazan tişörtün sırt kısmındaysa “Her gün gök kuşakları ve mutlulukla dolsun!” mesajıyla birlikte önümüzdeki yılın takvimi yer alıyor.

Ben bu tişörtü giyseydim takvimime moda haftalarını, önemli davetleri ve özel günleri işaretlerdim. Modaseverlerin takvimde hangi günleri nasıl işaretleyeceğiyse tamamen yaratıcılıklarına kalmış durumda. Bakalım ilk hangi ünlüyü bu ajanda şeklindeki tişörtü işaretlerken göreceğiz?

Eylül sayısı savaşları

Moda dünyasının en köklü ve etkili yayınlarından Vogue, türlü değişikliğe hazırlanırken gündemden düşmek bilmiyor. Eylül ayında kapağına Beyoncé’yi taşıyacağı duyurulan dergi, efsanevi editörü Anna Wintour’un da dahil olduğu bir garip dedikodu girdabına kapılmış gidiyor.

Beyoncé’nin moda çevrelerince ‘modanın kutsal ayı’ olarak adlandırılan Eylül ayında dergiye kapak olması başlı başına bir haberken ünlü şarkıcının kapakla ilgili her konuda tam yetkili olması durumu bir hayli ilginçleştiriyor. Üstelik kapak çekimini, henüz 23 yaşında olan siyahi fotoğrafçı Tyler Mitchell’in gerçekleştireceği konuşuluyor. Bu durumsa derginin tarihinde bir ilk; çünkü derginin tarihinde siyahi bir fotoğrafçı tarafından çekilen bir kapak bulunmuyor.

30 yıldır derginin her satırında izi bulunan Anna Wintour’un bu konuda ne düşündüğü henüz bilinmiyor. Bir anda çıkan “Wintour dergiyi terk ediyor” haberlerinin ardından yayıncı kuruluş tarafından yapılan açıklama yüreklere su serpiyor. Vogue dergisinin ve bağlı bulunduğu şirketin geleceğinde çok önemli bir yere sahip olduğu vurgulanan editörün ‘sonsuza kadar derginin başında kalacağı’ söyleniyor.

Henüz Beyoncé’nin yer aldığı kapağı göremesek de bizi daha dramatik haberlerin beklediği kesin.

Yazının devamı...

Müzeden modaya

Sokak stili denince akla gelen ilk markalardan olmayı başaran Vans, sokağı sanatla buluşturuyor. Amsterdam’da yer alan Van Gogh Müzesi ile işbirliğine giden marka, ünlü sanatçının eserlerini kendi koleksiyonuna taşıyor.

Yaptığı resimler neredeyse dünya üzerindeki herkes tarafından bilinen, çizgisi birkaç kilometre öteden bile kendini belli eden Vincent van Gogh, sadece yaşadığı döneme değil, sonraki dönemlere de ilham veren bir sanatçı. Vans da bu sanatçının eserlerini kullanarak sokağa iniyor ve hedef kitlesi olan yaratıcı gençlere arşivlik parçalar sunuyor.

Dört ana başlıkta sınıflandırılan koleksiyonda kuru kafalar, çiçekler, Van Gogh portresi gibi detaylar öne çıkıyor. Bütün bunların yanı sıra üretilen bütün parçalarda, üzerinde yer alan sanat eserinin hikayesini anlatan etiketler yer alıyor. Henüz birkaç gün önce duyurulan ve dün satışa çıkan koleksiyon tükenmeden kendiniz için birkaç parça ayırmayı unutmayın. Hem sokak stili oyununda bir adım öne geçebilmek için hem de bir sanat eserine sahip olma hissini yaşamak için.

Bir devrin sonu

Bir moda evinin baş tasarımcısını değiştirmesi büyük bir haber. Bu değişim sırasında yaşanan her şeyin manşetlere taşınmasıysa başka bir mesele. Yeni gelen tasarımcının taslak çizimleri, ilk fotoğraf çekimi, ilk koleksiyonu derken yapılan her değişiklik adeta mercek camıyla bakılarak büyütülür; yeni tasarımcı haftalar hatta aylar boyunca konuşulur.

Riccardo Tisci’nin Burberry ile olan ilişkisi de bu şekilde başlamıştı. Önce dedikodular, sonra resmi açıklamalar geldi. Tasarımcının marka hakkındaki planlarından birkaç cümle, on yıllık kalkınma planı gibi anlatıldı durdu. Sonra koleksiyonlardan ipuçları ortaya çıktı. Ben dahil pek çok kişi, ortalığa yavaş yavaş dökülen bu yenilikleri okuyucularına taşıdı. Ancak Riccardo Tisci sonunda öyle bir şey yaptı ki bu yeniliğin heyecanı yerini korkuya bıraktı. En azından benim için.

İki asra yaklaşan geçmişiyle lüksün öncüsü, İngiliz stilinin en köklü temsilcisi olan marka, sıra dışı bir logo değişikliğine giderek modaseverleri şaşırttı. Logo değişikliğini Instagram aracılığıyla duyurmayı tercih eden moda devi, klasik olmasıyla kalbimizde yer kazanan logosunu, son dönemde sıklıkla tercih edilen tarzda, daha güncel bir yazı tipi kullanarak yeniledi.

İlk bakışta sıradan bir spor giyim markası ya da genç bir tasarımcının logosuna benzeyen yeni Burberry logosunun altında Raf Simons etkisiyle baştan yaratılan Calvin Klein’ın yeni logosunu da tasarlayan Peter Saville imzası var.

Logoyla birlikte 1908 yılında kullanılan bir deseni de yeniden canlandıran Riccardo Tisci, bu hareketle markanın kurucusu Thomas Burberry’ye selam gönderdiğini söylüyor. Desendeki T ve B harfleri bu göndermeyi doğrulasa da yeni desen sosyal medya kullanıcılarını mutlu etmişe benzemiyor. Hem yeni bir ikonik desen yaratmaya hem de logo değişikliğiyle yeni çağ modaseverlere hitap etmeye çalışan Burberry’deki bu hareketliği şimdilik bir devrin sonu olarak görüyorum. Umarım bu hamle bir devin de sonu olmaz.

Yazının devamı...

Stil kokan yeni dizi

American Horror Story ve GLEE gibi popüler dizilerle son yılların televizyon kültürüne yön vermeyi başaran yapımcı ve yönetmen Ryan Murphy, moda dünyasıyla ilişkisini hız kesmeden sürdürüyor. Son olarak Gianni Versace suikastını konu alan dizisiyle ünlü İtalyan moda devi Versace’ye yakından bir bakış atan Murphy, bu defa bizi çok daha eski bir döneme, 80’lere götürüyor.

Kulüp kültürünün sokakla buluştuğu ve müziğin modayla bütünleştiği bir dönemde geçen yeni dizi Pose, Amerikan rüyasına yeni bir gözle bakıyor. Her ne kadar dizi doğrudan bir moda ikonunu konu almasa da hikayenin yaşandığı dönem ve karakterlerin içerisinde bulunduğu ortam, biz moda severlerin ilgisini çekeceğe benziyor.

Toplumda kolaylıkla kabul edilemeyen farklı kimliklerin bir araya gelip yaratıcılığı dans ve müzik eşliğinde kutladığı ‘balo’ kültürü, Pose dizisinde başrolde yer alıyor. Balo denilince aklınıza Kül Kedisi’nin prensini bulduğu şatafatlı balolar gelmesin; bu balolarda farklı dans stilleri, birbirinden iddialı ve özgün görünümlerle buluşuyor.

Balo gecelerinde farklı gruplar ki kendilerini aile olarak tanımlıyorlar belirli temalara göre giyinip hazırlanarak hünerlerini sergiliyorlar. Örneğin ‘hanedan’ gecesinde performans sanatçıları farklı kraliyet ailelerinin gösterişli elbiseleri, taçları ve asalarıyla süzülürken ‘iş adamı’ gecesinde 80’lerin New York’unda sıklıkla karşılaşılan vakti az, işi çok yöneticilerin klasik takım elbiseleri sahne alıyor.

Pose, izleyicisine 80’ler modasını, şehrin ünlü alışveriş caddesini, lüks mağazaları ve stilini kendi kendine oluşturmayı başaran yaratıcı zihinleri bir paket halinde sunuyor. Elbette bol müzik, dans ve drama eşliğinde.

Ben henüz ilk bölümünü izlesem de bu dizinin moda referansları sayesinde bir dönemi yeniden keşfediyormuş gibi hissetmeye başladım bile. Eğer siz de günümüzde ana akım medyada kendisine yer bulmayı başaran bir moda kültürünün doğduğu yıllara şahit olmak isterseniz, Ryan Murphy’nin en yeni dizisi Pose’a bir şans verebilirsiniz.

Yazının devamı...

Yeni bir çevre krizi

Ünlü İngiliz moda markası Burberry son günlerin en çok konuşulan markaları arasında yer alıyor. Köklü bir geçmişe sahip lüks markanın bu defa gündeme gelme sebebiyse ne başarılı bir tasarımcı iş birliği ne de sıra dışı bir koleksiyon.

Bundan birkaç gün önce yapılan bir açıklamada, Burberry markasının stoklarda kalan ürünlerinin tamamının yok edildiği bilgisi yer alıyordu. Yapılan ilk yorumlarsa marka yetkililerinin, elde kalan ürünlerin bir şekilde Burberry profiline uymayan moda severler tarafından giyilmesini engellemek istediği yönündeydi. Yani iddialara göre Burberry, ürünlerinin el altından yok pahasına satılarak sokaktaki ‘sıradan’ moda severler tarafından giyilmesini istemiyordu.

Her ne kadar bu eylemin arkasındaki düşünce lüks bir markanın ulaşılmaz konumunu sağlamlaştırmak için doğru gibi görünse de işin çevre boyutu devreye girince bütün hesaplar şaşıyor.

Yaklaşık 38 milyon dolar değerindeki kıyafet ve aksesuarın yok edilmesindense üretim planlamasının daha doğru şekilde yapılması ve bu sayede elde satılmayan ürün kalmaması gerekiyordu.

Bazen ne plan yaparsan yap, ne tahmin edersen et kağıt üzerindeki sayılarla gerçek hayattakiler birbirini tutamayabiliyor. Burberry ürünlerinin elde kalma sebebiyse bana markanın tasarımcı değişikliği sürecinde yaşadığı beklenmeyen popülarite kaybı gibi geliyor.

Büyük bir çevre krizinin baş aktörleri arasında gösterilen moda dünyası, bu tür israf haberleriyle değil, çevre konusunda yapıcı adımlarla gündeme gelmeli. Bakalım Burberry, bu krizden bir çıkış yolu bulabilecek mi?

Keşif: Danse Lente

Bu hafta sürekli yeniliğin peşinde koşan moda severlere ilaç gibi gelecek bir keşifle karşınızdayım. Londra çıkışlı Danse Lente, özgün modelleriyle dikkat çeken bir çanta markası. Şimdilik sadece kadın koleksiyonuna sahip olan bu markanın sokak stilinin yıldızı olacağına inanmama neden olansa Johnny ve Lorna adlı modelleri.

Modern mimariyi ve çağdaş estetik değerleri görünümüne taşımak isteyen kadınlara hitap eden Danse Lente, adını Fransızca’da ‘Yavaş Dans’ anlamına gelen kelimelerden alıyor. Markanın keskin ve yumuşak hatları ustaca buluşturmayı başaran tasarımları da aslında bu isme selam çakıyor.

Henüz erkekler için ürünler sunmayan markanın önümüzdeki günlerde giderek daha çok karşımıza çıkmasını ve sonrasında da erkek çantalarına imza atmasını umuyorum.

Pirelli Takvimi geliyor

Her yıl merakla beklenen Pirelli takvimi, giderek daha farklı toplumsal konulara değinerek geçmişindeki ‘seksi kadınlarla dolu takvim’ imajını değiştirmeye devam ediyor. Ünlü takvimin 2019 versiyonunda Gigi Hadid, Misty Copeland, Laetitia Casta ve Julia Garner yer alıyor.

Yeni takvimin teması, bir film karakterini canlandıran kadınlar. Miami ve New York’ta on güne yayılan bir süreçte tamamlanan fotoğraf çekimlerinde, hayattaki amaçlarına çoktan ulaşmış ya da bu yolda başarı basamaklarını birer birer tırmanmaya devam eden kadınlar canlandırılıyor.

Bir dansçı, bir ressam, bir botanik fotoğrafçısı ve bir iş kadınından oluşan bu dörtlünün hikayelerini daha detaylı bir şekilde öğrenebilmek ve fotoğrafları görebilmek için birkaç ay daha beklememiz gerekiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.