‘Yavru vatan’ın anlamı başka
.
Kuzey Kıbrıs’ın yeni seçilen cumhurbaşkanının “Biz artık yavru vatan olmak istemiyoruz” sözüne Cumhurbaşkanı Erdoğan neden o kadar sert tepki gösterdi? Yapılan yorumlara bakarsanız, Erdoğan’ın her zamanki hırçın tavrının bir yansıması bu. Oysa KKTC’nin yeni liderinin sözleri sanıldığı kadar masum değil. Durup dururken aklına gelmiş bir fikir de değil söyledikleri. Gerçi “taç giyen baş akıllanır” hükmü gereğince onun da tıpkı Talat gibi Kıbrıs’ın realitelerine uygun davranmak ve konuşmak zorunda kalacağı günler var önünde. Ama Erdoğan’ın şahsında Türkiye’nin şok edici tepkisi olmasaydı taç giyen başın akıllanması biraz daha fazla zaman alabilirdi belki...
Peki, Kıbrıs Türklerinin yeni liderleri olarak “federal çözüm”den yana birini seçmiş olmalarının yaratacağı bir farklılık söz konusu olmayacak mı hiç? Hayır olmayacak. Çünkü Kıbrıs’ın realiteleri ve içinde bulunduğu şartlar belli. Zaten -hiç değilse kâğıt üzerinde- federal çözüme karşı olan kimse yok. Ankara da dâhil... Hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs Türklerinin çoğunluğunun desteklediği Annan Planı federal bir çözüm getirmiyor muydu?
Demek ki Kuzey Kıbrıs’ın yeni cumhurbaşkanının ve arkadaşlarının savunduğu siyasetin farklılığını başka bir yerde aramak gerekiyor. “Artık yavru vatan olmak istemiyoruz” sözü bunun şifresi. Demek istediği şu: “Ankara’nın sıkı patronajını gevşetsek nasıl olur?” Bunun anlamı ise şu: “Bazı ilişkileri Ankara üzerinden değil, doğrudan kurabilir miyiz?”
Erdoğan’ın ağzından işte bunlara cevap verildi.
Diğer yandan, Avrupa basınında Kıbrıs Türklerinin yeni liderinin “çözüm için ümit ışığı” olduğuna ilişkin yorumlar çıkıyor. Batılılar çözüm derken Kıbrıs’ın ne olursa olsun “birleşmesini” kastediyorlar. Bizim liberal sol aydınlarımız da bunu istiyorlar. Yalnız, şöyle bir durum var: Dünyanın her tarafında “demokrasi” adına “ayrılıkçı” eğilimleri destekleyenlerin bir tek Kıbrıs’ta “birleşme” yanlısı olmaları biraz tuhaf kaçıyor.
Çekoslovakya’yı ikiye bölen, Yugoslavya’yı beş parçaya ayıran, Irak’ı fiilen üçe bölmüş olan; bu arada Doğu Timor’u Endonezya’dan, Güney Sudan’ı Sudan’dan ayıran güçler, nasıl oluyor da zaten fiilen bölünmüş olan ve bu bölünmeden 30 yıldır kimsenin zarar görmediği Kıbrıs’ta “birleşmeyi” talep ediyorlar?
Aynı şekilde Türkiye’de etnik kimliklerin ayrışmasına “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı” diyerek sonuna kadar destek veren “liberal-demokrat sol” aydınlarımızın konu Kıbrıs olunca birden bire iflah olmaz derecede “birlik yanlısı” kesilmesi de ayrı bir tuhaflık...
Bu arada bizim liberal sol aydınlarımızın açıklığa kavuşturması gereken bir husus daha var:
Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği “adada çözüm bulunması” şartına bağlanmış olduğu halde ve Rumlar bu çözümün adresi olarak gösterilen Annan Planı’nı reddetmiş olmalarına rağmen, yapılan referandumun hemen ardından apar topar tam üye yapılmalarının sebebini hiç merak ettiniz mi?
Bu soruyu özel olarak liberal-sol aydınlarımıza soruyorum, çünkü bu arkadaşlar Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün yegâne müsebbibi olarak Türkiye’yi gösteriyorlar. Bunu yapmakla kalmıyorlar; “Bakın, Kıbrıslı Rumlar Avrupa Birliği’ne girdiler, hayatları kurtuldu. Bizimkiler de çözüme evet demiş olsalardı onlar da kurutulacaklardı” diye konuşuyorlar. Annan Planı’nın referandumunda olanlar herkesin malumu olduğu halde böyle konuşabilmelerinin belki bir sebebi vardır diye soruyorum...