Türk aydınının derdi iktidarla
.
PKK cinayetlerine ve devletin PKK’ya yönelik operasyonlarına ilişkin ortaya konan tepkiler, tavırlar, bildiriler vs. şunu bir kere daha gösterdi: Türkiye’deki “aydınlar cemaati”nin toplumun geri kalanından ayrı bir dünyası var. O dünyada geçerli kurallar bildiğimiz dünyanın kurallardan farklı.
İyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavram çiftlerinin ifade ettiği ahlakî veya epistemolojik kriterler yerine faydalı-zararlı gibi dikotomilerin temsil ettiği politik kriterler hüküm sürüyor o dünyada. Kimin için faydalı, ne için zararlı? Boşuna düşünmeyin, şunu hatırlayın: “Murphy’nin altın kuralı: altını olan kuralı koyar.”
Keza, bu yazıyı okuyacakların itiraz sadedinde soracaklarını tahmin ettiğim “Peki, tek bir aydın tipolojisi mi var bu toplumda?” sorusunun cevabı da aynı. Kavram üretebilmek, kavramların içini doldurabilmek ve en önemlisi toplumun geri kalanına sesini duyurabilmek imkânlarına kim sahipse onu muhatap almak zorundasınız. Haddizatında bir zümreye baskın karakterini kimler veriyorsa o zümreyi onlar temsil ederler. Dolayısıyla Türkiye’de toplumsal bir zümre olarak aydınlardan söz edilirken kimlerin kastedildiği bellidir.
Türk aydınının en önde gelen alamet-i farikası politik niteliği. Daima politik bir mücadelenin tarafı ve aktörü olmaya hevesli oluşu. Politik derken toplumsal hayatı bütünüyle dar bir alandaki küçük iktidar çekişmelerine indirgeyen yaklaşımı kastediyorum. Çünkü Türk aydını için yegâne mesele öteden beri politik alandaki iktidar meselesidir. Toplumsal yapıyı politik bir piramit gibi algılama eğilimi içinde olduğundan her türlü toplumsal problemi de bir hiyerarşi problemi olarak görür bizim aydınımız. Problem “ayakların baş olması”dır.
Bu aslında kendi özgün toplum yapımıza bağlı olarak Türk devlet geleneğinin şekillendirdiği bir bakış açısıdır. Bizde siyasî iktidarın ortağı konumunda bir kilise kurumu hiçbir zaman var olmadığı gibi, devletin idare cihazının dışında toplumsal ve politik hayatın şekillenmesinde söz sahibi durumuna yükselen burjuvazi benzeri bir sınıf da mevcut olmadı yakın zamana kadar. Dolayısıyla tarihimizde, Batı’daki gibi ne kilise ideolojisini ne de burjuva değerlerini temsil eden örneklere benzer aydın zümrelerine de sahip olmadığımız için tek tiptir bizim aydınımız. Geleneğimizde Saray’ın dışında bir iktidar merkezi mevcut olmadığı için de politik tutum saray entrikası düzeyinde gelişebiliyor.
Gerçi artık geleneksel devletin resmî ideolojisi değil, yeni yeni oluşmakta olan alaturka burjuva ideolojisi referans ve meşruiyet kaynağı durumunda ama aydınımızın öz nitelikleri ve alışkanlıkları değişmiş değil. Toplumsallığı politikaya indirgeyen, politikayı ise toplumsal gruplar ve anlayışlar arasındaki iktidar kavgası olarak görmekten ziyade dar alanda ve dar bir zümre arasında oynanan köşe kapmaca oyunu gibi görmeye eğilimli olduğu için bu kavgadaki safını insiyakî olarak seçen bir aydın zümremiz var.
Daha açık ifade etmek gerekirse, etnik bölücülüğün ürettiği şiddet hareketlerine ahlaki kriterlerle değil, sonuçta politik iktidarın yıpranması veya güç kazanması açısından yaklaşan bir aydın zümremiz var. Bu zümrenin referans kaynağı olan ve aslında son elli yılda teşekkül etmeye başlamış bulunan alaturka burjuva ideolojisi kolektif çıkarların kişi ve grup çıkarlarından üstünlüğünü kabul etmediği için mesele bu halde. İşin psikolojik ve sosyal psikolojik boyutları ayrı bir konu...