Hoş bulduk
.
Babıali, biliyorsunuz, iç içe odalardan oluşan büyük bir eve benzetilir. Gazeteciler zaman zaman bir odadan diğerine taşınırlar. Vatan Gazetesi de güzel tefriş edilmiş, ferah odalarından biri bu büyük evin. Bugün bu odadan selamlıyorum “hane içindekileri”. Ev sahibimize, yani okurlara can ü gönülden “hoş bulduk” diyerek...
Selamlama faslından sonra “acaba nereden başlasak” diye fazlaca düşünmeye gerek yok galiba. Türkiye’de gazete yazarının konu sıkıntısı olmaz. Çünkü belki de bu büyüklükteki hiçbir ülkenin aynı anda karşılaşması düşünülemeyecek kadar çok ve çetin problemleri var ülkemizin. Ama işin daha da vahim tarafı şu ki gazete köşesinden dünyaya nizamat veren bizlerin yazıp çizmemizle düzelecek ölçekte de değil bu problemler! Şaka bir yana, Türkiye’nin problemlerinin büyüklüğü esasen bu ülkenin kendi büyüklüğünün ve ulaşmak istediği hedeflerin büyüklüğünün sonucu. Diğer yandan imkânlarımız ve avantajlarımız da büyük.
Gerçi bugün toplumdaki kutuplaşma, siyasetteki gerilim hepimizin canını sıkan olgular. Bu yüzden ülkedeki sosyal kesimler arasında uyumun ve milli birliğin idame ettirilebilmesi adına endişeleniyoruz. Ama sadece birkaç yıllık kısa bir zaman dilimi uzun insanlık tarihi içinde ihmal edilebilir ölçüde önemsizdir. Milletlerin akıbetleri de uzun tarih yürüyüşleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Böyle geniş bir perspektiften bu milletin tarih içindeki yürüyüşüne baktığımızda bugünümüzün dünden daha iyi olduğunu göreceğimiz gibi yarının da bugünden daha iyi olacağını ümit edebiliriz. Çünkü insanlık ta en başından bu yana bir tekâmül çizgisi içinde ilerliyor. Devletler, toplumlar, medeniyetler çevrimsel olarak bir süre sonra tıpkı insan ömrü gibi- başladıkları yere dönüp sahneden çekiliyorlar ama insanlık bir bütün olarak geriye gitmiyor. Manevi kazanımlar ve değerler ortadan kaybolmuyor; kurumlar ise başka adlar altında bazen eskisinden bile daha güçlü şekilde varlıklarını devam ettiriyorlar.
Üstüne üstlük Türkiye bu anlamda ilk çevrimini tamamlayıp zeval noktasına ulaşan Osmanlı asırlarından sonra ikinci çevrimini yaşıyor. Yani ilk turu bitirdik, ikinciye başladık. İhtişamı yaşadık, sonra bozulmayı ve gerilemeyi ve nihayet zevali gördük. Şimdi ikinci defa tırmanışa geçtik. Bir önceki tecrübemizden elimizde kalan ve bu yeni dönemde yol boyunca biriktirdiğimiz imkânlar bize ciddi bir avantaj da sağlıyor. Bunu da görelim. Dolayısıyla bardağın hep boş kısmına bakıp moralimizi bozmayalım.
Türkiye gerek ekonomik anlamdaki gelişmişliğiyle, gerekse -bütün noksanlarına rağmen- demokratik yapısıyla etrafındaki bütün ülkelerden daha ileri seviyede. Bazılarımız bunu cumhuriyetin ve laikliğin sağladığını düşünüyor. Evet, 1923 modernleşme tarihimizde çok önemli bir kırılma anı. Ama rejim değişti diye -veya rejimin adı değişti diye- sosyal yapı baştan aşağı değişmiyor. Türkiye’nin bugün sahip olduğu avantajlar da esas olarak tarihî birikimine bağlı. Daha Fatih devrinde aristokrasinin tasfiye edilip merkeziyetçiliğin inşasıyla başlayan, gerileme asırlarından sonra ise Tanzimat’la merkeziyetçiliği restore eden, 1877’de parlamentosunu kuran, 1908’de ilk serbest seçimleri gerçekleştiren bir devlet geleneğinden söz ediyoruz. Osmanlı saltanatının küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin de, sanıldığı gibi köksüz olmadığı için, bugün bölgesinde rakipsiz bir enerjiyi temsil etmesi tesadüf değil.
Demek ki karşı karşıya olduğumuz temel sorunları günlük gelişmelerden ayırarak ve büyük fotoğraf içindeki yeri itibarıyla değerlendirmemiz lazım. Selin gidip kumun kalacağını unutmamamız lazım. Ülkemizin ve milletimizin yarınının bugününden daha iyi olacağından ümidi kesmememiz lazım. Çünkü insanlığın tarihteki yürüyüşünün daima gelişme yönünde ve olumluya doğru olduğuna inanmamız lazım.
Benim, olumlu ya da olumsuz, ülkede ve dünyada bütün olup bitenlere karşı değişmez bakış açım budur.
Tekrar hoş bulduk...