Ermeni meselesi inanç meselesi
.
1915 olayları konusunda Türk aydınlarının -sesi fazla çıkan- bir kısmında belki de aydın olmanın alametifarikası olan “kimsenin söyleyemediğini söylüyor” olmak hevesiyle “tek taraflı” bir yaklaşım var. Bu arkadaşlarımızın okumaya, araştırmaya ayıracak pek vakitleri olmadığı için de söyledikleri tamamen ezberlerden ibaret: Irkçı ve katil İttihatçılar durup dururken bir soykırım kararı alarak hiçbir günahı olmayan insanları sırf Ermeni oldukları için katlettiler. Soykırımı tanıyoruz, kınıyoruz vs…
Ezberledikleri bu lafların neredeyse hepsi yanlış! Hiçbirinin somut dayanağı yok. Öyle “inanıyorlar” sadece.
Aynı şeyi söyler gibi göründüklerine bakmayın, bu arkadaşlarla Diaspora Ermenileri arasında da muazzam bir fark var aslında.
Diaspora Ermenileri 1915’de kendilerine soykırım yapıldığına inanıyorlar. Yaşadıkları büyük travmanın sonucu olarak böyle bir inanca ulaşmaları olmayacak bir şey değil. Ermeniler açısından iki büyük travma var.
Bir: Ermeni seçkinleri için Osmanlı Devleti’nin dağılması sonucunda Anadolu’nun doğusunda bağımsız bir devlet kurma hayallerinin sonsuza kadar suya düştüğünü görmelerinin yarattığı büyük travma.
İki: Ermeni halkı için ise Tehcir sırasında maruz kaldıkları katliamın ruhlarında ve zihinlerinde oluşturduğu travma.
Dolayısıyla her iki türden travmanın da “Türkler bize soykırım yaptı” iddiasını inanç olarak benimsemelerine yardımcı olduğunu, çünkü savunma mekanizmalarının devreye girmesi gerektiğini düşünebiliriz.
Peki, bizim sol-liberal aydınlarımızı soykırım inancına ulaştıran faktör ne? “Tarihimizle yüzleşelim” laflarının Batıdaki belirli muhitlerde göze girmeyi sağlayan bir retorik olması mı sadece? Sadece bu değil. Siyasi pozisyonlarını haklılaştırmak için de tarihi tahrif ediyorlar. Aynı şeyi kendi çıkarları için yapan uluslararası Ermeni hareketinin propagandasının gönüllü sözcülüğüne bunun için soyunuyorlar. Bunun için tehcir kararını katliam kararı gibi göstermeye çabalıyorlar.
Oysa Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Rus ordusunun Doğu Anadolu’ya yönelmesinin ardından Ermeni çetelerinin çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden gerçekleştirdikleri vahşi katliamlardan söz etmeden Tehcir’i yargılayamazsınız.
Maraş’ta, Sivas’ta, Muş’ta, Bitlis’te, Erzurum’da, Diyarbakır’da, Van’da ve daha birçok başka merkezlerde yaşanan Ermeni isyanları sırasında yaklaşık yarım milyon Türk (Kürt) katledildi. Bunlar dile getirildiğinde bazıları “Ermenilere yönelik katliamın doğurduğu tepki üzerine bazı Ermeni grupların işlediği münferit intikam cinayetleri bunlar” diye bir savunmada bulunuyor. Tarih bilmeyenleri kandırabilirler ama konu hakkında iki üç kitap karıştırmış olan herkes bilir ki yukarıda bahsettiğimiz katliamların hepsi Tehcir’den önceki tarihlerde gerçekleşti. Zaten tehcir kararı da büyük ölçüde bu olaylar yüzünden alındı.
Buna mukabil tehcir sırasında Ermeni kafilelerine yapılan saldırılarda katledilen korunmasız ve masum insanların dökülen kanı da inkâr edilemez… Ermenilere yönelik bu katliamı “Van’daki, Bitlis’teki, Sivas’taki katliamların intikamını almak için yaptılar” diyerek gerekçelendiremeyiz.
Ama “hain Ermeniler” söylemi ne kadar yaralayıcı ise “ırkçı ve katil Türkler” söylemi de o kadar vicdan dışı. Tarih ortada. Karşılıklı bir şeyler yaşanmış neticede. İnsanlık vicdanını kanatan bir şeyler... Hal böyleyken “sen yaptın, hayır önce sen başlattın” tartışmasıyla insanlığımızdan kaybettiklerimizi geri kazanamayız.
Ama biz konuyu bu boyutuyla konuşamıyoruz. Çünkü sol-liberal aydınlarımız bu cinayetlerin planlı bir soykırım kararının sonucu olduğunu ileri sürüp suçu “İttihatçı hükümet”e fatura ederek mevcut siyasi pozisyonları adına bir kazanım elde etme peşindeler. Ayıp olan bu...