Demirel’in tapulu arazisi
.
27 Mayıs darbesinden sonra Demokrat Parti’nin yerini dolduracak olan Adalet Partisi’ni bir grup genç aydın-siyasetçinin çabaları var etmişti. Üstelik DP döneminde yönetimle ilişkileri zayıf, hatta “parti içi muhalefet” durumunda olan bir gruba mensuptu bu genç siyasetçiler. Dönemin İslami-milli hassasiyete sahip aydınlarının çatı kuruluşu olan Türk Milliyetçiler Derneği’nin hükümet tarafından kapatılmasıyla gün yüzüne çıkan bir parti içi ayrışmanın taraflarından bahsediyoruz. Ali Fuat Başgil, Nurettin Topçu, İsmail Hami Danişmend, Peyami Safa, Mümtaz Turhan gibi aydınların da içinde yer aldığı söz konusu dernek “dinî faaliyetlere serbestlik getirilmesi, Ayasofya’nın ibadete açılması ve komünizme karşı mücadele verilmesi” gibi taleplerle dikkat çekiyordu. Derneğin genel başkanı aynı zamanda DP milletvekili olan Sait Bilgiç’ti.
Partisi ve iktidarı için “statüko”dan onay almaya çalışan Başbakan Menderes işte bu derneğin “irtica yuvası” haline geldiğini ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütüyle işbirliği yaptığını ileri sürünce, “ırkçılık ve şeriatçılık” suçlamasıyla açılan dava sonucunda dernek kapatıldı. Sait Bilgiç ve iki arkadaşı partiden ihraç edildiler.
Ne var ki Demokrat Parti tabanının organik temsilcileri durumunda olan bu kadro partiyi bırakıp bir yere gitmedi. 27 Mayıs darbesinden sonra DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi’nin yönetiminde de çoğu DP’nin kapattığı TMD’nin mensupları olan bu grup yer aldı. Bu isimlerin başında da Sait Bilgiç’in kardeşi Dr. Saadettin Bilgiç geliyordu. Partinin genel başkanlığına askeri yönetimle ilişkileri yönetebilmek için- emekli General Ragıp Gümüşpala getirilmiş olsa da “Koca Reis” lakabı takılan Saadettin Bilgiç tabiri caizse “doğal lider” olarak görülüyordu. Dolayısıyla 1964’te Gümüşpala’nın vefatının ardından partinin başına gelmesi işten bile değildi. Ama AP kongresinde ilginç bir sürpriz yaşandı ve tabanının pek de tanımadığı bir bürokrat partiye genel başkan seçildi.
Süleyman Demirel başlangıçta Koca Reis ve arkadaşlarıyla fazlaca ters düşmeyen bir çizgi izlese de özellikle 1969 seçimlerinden sonra partinin milliyetçi-dindar kanadını oluşturan bu kadroyu tasfiyeye girişince ipler koptu. Gerçi Adalet Partisi’nden ihraç edilen Bilgiç ve arkadaşlarının diğer Demirel muhalifleri ve özellikle Celal Bayar’ın yakınlarıyla birlikte kurdukları Demokratik Parti başarılı olamadı ama “enerji” olarak Adalet Partisi’nden çok şey götürdü. Daha da önemlisi Adalet Partisi’nin sağı boşaldı; milliyetçi-dindar taban büyük ölçüde küstürülünce MSP ve MHP sonraki süreçte bu boşluğu doldurdular. 1965’de yüzde 52 oranında oy almış olan AP bu olaydan sonra koalisyonsuz iktidar yüzü göremedi.
Menderes’inkine benzer gerekçeleri dışında, Demirel’in partinin milliyetçi-muhafazakâr kanadını tırpanlamaya girişmesi büyük ölçüde parti içi iktidar çekişmesiyle ilgiliydi. Ama dışarıdan öyle anlaşılmadı. Merkez Sağ’ın sağında geniş bir alan açıldı. Bu yüzden Merkez Sağ diye nitelenen partiler uzunca bir süre tek başına iktidar olmaya yetecek kadar oy alamadılar.
Ama buna rağmen, yani ortada böylesine bir ders varken, aynı hatayı yıllar sonra Özal’ın ANAP’ı da işledi. İçerideki gerçek sebep ne olursa olsun, medyada “kutsal ittifak” diye adlandırılan milliyetçi-muhafazakâr kadro tasfiye edilince tabanda küskünlük ortaya çıktı. Hikâyenin gerisini biliyorsunuz: Tek başına iktidar imkânı ancak uzun koalisyon yıllarından sonra AK Parti’ye nasip oldu.
Önce Demirel’in ve sonra Özal’ın acıyla tecrübe ettikleri gerçek şuydu: Geniş Sağ tabanın oyunu almak için Türkiye’de bir partinin üç ayak üzerinde durması gerekiyor: milliyetçilik, dinî muhafazakârlık ve kalkınmacılık. Bu üç kimlik değerini bir arada tutabilen sağ partiler halktan destek alıyorlar. Bu üç ayaktan biri eksik görünüyorsa desteği kaybediyorlar.
Şimdi AK Parti’nin de bu kurala uygun davranma mecburiyeti var. Demirel’in “tapulu arazim” dediği o geniş taban kimsenin tapulu arazisi değil çünkü.