Avrupalılar tamam da bizimkilere ne oluyor?
.
Kendilerine yöneltilen “Hıristiyan Kulübü” suçlamasını her fırsatta reddeden Avrupa Birliği’nin parlamento kanadı Papa’nın sözlerine referans içeren bir karar tasarısını kabul etti! Şaşılacak bir durum yok bunda. Avrupalıların Ermeni meselesine bakışı yüz yıldır “Hıristiyan dayanışması” çerçevesinde sürüyor. Aslında tabii 1915’in öncesi de var. Anadolu topraklarında neredeyse bin yıl boyunca (Avrupa’da Müslümanların hayat hakkının bile olmadığı, Yahudilerin ise insan yerine konulmaksızın “getto”larda yaşamalarına izin verildiği zamanlarda...) Müslümanların yönetimi altında barış içinde yaşamış olan Ermeni toplumu 19. asrın ikinci yarısından itibaren batılı emperyalist güçlerin avuçlarında büyük bir felakete doğru yol almaya başlamıştı.
Ermeni toplumunun seçkinleri bazen İngilizlerin bazen Rusların himaye ve yönlendirmeleri altında bağımsız devlet hayalleri kuruyor; yani kendi halkları ve vatanları üzerinde bir kumar oynuyorlardı. İmparatorlukların dağılıp ulus devletlerin birer birer ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde batıyla yoğun temas halinde olan Ermeni aydınların da yaşadıkları topraklar üzerinde kendi bağımsız devletlerini kurmak istemeleri anormal değildi belki. Ama şöyle bir problem vardı: Ermeniler yaşadıkları hiçbir vilayette çoğunluk oluşturmuyorlardı.
Bu yüzden Ermeni ayrılıkçı hareketi silahlı terör eylemlerine başvurmak zorundaydı. Haddizatında ayrılıkçı Ermeni örgütlerinin ortaya çıkmasından önce de bölgedeki göçebe Kürt aşiretleriyle Ermeniler arasında yaşanan çatışmalar adeta kan davasına dönüşmüş bulunuyordu. (Osmanlı yönetiminin çoğu zaman bu çatışmalarda Ermeni tarafını koruyup kolladığını da hatırlatalım!)
Ermeni ayrılıkçı hareketi 1908 Meşrutiyeti’nin getirdiği geniş hak ve özgürlükler dolayısıyla bir ölçüde durulmuştu. Her ne kadar Güney ve Doğu Anadolu’da kaynamalar sürüyor olsa da Ermeni siyasi örgütlerinin ayrılıkçı talepleri gündemden çıkmış görünüyordu. İttihat Terakki hükümetlerinde Ermeni bakanlar bile vardı. Ne var ki savaş başlayınca her şey değişti. Ermeni isyanları yeniden patlak verdi.
Çünkü Ermeni toplumunun önderleri “fırsat bu fırsattır” diye düşünüyorlardı. O hengâme içinde ne yapabilirlerse yapmalıydılar. Anadolu’da komiteler kuruldu, düğmeye İstanbul’dan basıldı. (24 Nisan’da tutuklanan Ermeni gazeteci, siyasetçi, rahip vs. işte bu isyan komitelerinin kurucuları ve yöneticileriydi.) Kanlı isyanlar birbirini izledi. Maraş Zeytun’da, Bitlis’te, Muş’ta, Van’da ve başka merkezlerde yaşanan Ermeni isyanlarının bilançosu çok kanlıdır. Bu isyan hareketleri sivil Türklere yönelik katliamlara dönüştü. 130,000 Ermeni’nin yaşadığı Van’da 194.167 Türk (Kürt) sivil katledildi. Diğer yandan Anadolu’dan toplanmış gönüllü Ermeni tugayları Rus ordusu saflarında Osmanlı ordusuna karşı savaşıyordu. Sarıkamış’ta bu birlikler Osmanlı ordusunu arkadan vurdular.
Tehcir kararı işte bu olaylar üzerine alındı. Tabii ki tehcir esnasında Ermeni kafilelerine yapılan saldırılarda korunmasız ve masum insanların katledilmesinin bahanesi değil bunlar. Ancak Ermeni çetelerinin gerçekleştirdikleri vahşi katliamların intikamını almak için Tehcir ortamını fırsat gören ve bahaneleri ne olursa olsun savunmasız insanlar karşısında insanlıktan çıkan birtakım başıboş feodal toplulukların ve eşkıya çetelerinin işlediği cinayetlerden dönemin hükümetini sorumlu tutmak haksızlık. Çünkü Ermeni çetelerinin elinde yakınlarını kaybetmiş kişilerin ve başıbozuk aşiret güçlerinin intikam arzularına göz yuman veya çetelerin saldırıları karşısında zaaf gösteren görevliler daha o dönemde yargı önüne çıkarıldı. Göç kafilelerinin güvenliğini sağlamak uğruna canından olan devlet görevlileri de vardı. Ayrıca süreç sonunda göçe tabi tutulan Ermeni ahalinin büyük kısmının Suriye vilayetine ulaşmaları sağlandı. Demek ki devletin soykırım yapma amacı yoktu demek için bunu söylüyorum. Ermenilerin maruz kaldığı katliamı küçümsemek için değil.
Ama kendi milletini soykırım iftirasıyla lekelemekten çekinmeyen liberal-solcu aydınlarımızı ikna edemeyeceğimi de biliyorum. Çünkü onların derdi başka.